Şakir ARSLANTAŞ
Bizdeki esas sorun, politikacıların başlarını deve kuşu gibi kuma sokup dünyanın değiştiğini görmek istememesidir. Dünyaya kapalı kalmak, insanı körleştiriyor, mayhoş kişiye söylenenler hep iyi geliyor, inanıyor, inandırılıyor, kandırılıyor. Böylece toplumsal gelişme frenleniyor. Yerinde duran her şey geriliyor. Gerilemesi için bir şeyler yapmasına gerek yok, çünkü ileriye hamle yapan dünya, ondan devamlı uzaklaşıyor. Bir gün aradaki mesafe kapanamaz duruma geliyor.
Öyleyse niçin isyan etmiyoruz? Esas soru budur.
2014 yılında Bulgaristan’ı kim idare etti? Bu sorunun tek yanıtı var. Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev. Haziran 2013 ile Ağustos 2014 arasında Sofya hükümeti hiçbir girişim gerçekleştirmedi. Başbakan hiçbir hastane, okul, yol, çeşme vs. şeridi kesmedi. Hiçbir açılış yapmadı. Halkla iç içe bir toplantı ve miting düzenlemedi, dertlerimizi bile anlatmadı. Ülke sellere uğradı, felaketzedelerin yanına uğramadı, dert sormadı. Hep dinledi ve seyretti ve en sonunda neyi gözlediği ortaya çıktı. Bankalardan birinde 4 milyar leva aşırılınca ayağına sanki sarıdiken battı ve uyandı. Sanki vazifesi bu hırsızlığı gizlemekmiş gibi, ardından da istifa bastı.
Biz totalitarizm korkusunu hala aşamadığımızdan olacak, bizde 25 yıldan beri hakim olan psikolojik durumun tarifi şudur. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın!”
10 Ağusto 2014 günü T.C.’de yapılan Başkanlık seçimlerinde, Recep Tayyib ERDOĞAN’ın başarıcı Bulgaristan’ı da fazlasıyla etkiledi. Bulgar devleti Erdoğan’in son 12 yılda Türkiye politikasını içe dönüklükten dışa dönüklüğe dönüştürmesinin Balkanlar’daki etkisi sözle anlatılır gibi değildir. Balkanlar’da yaşayan Müslümanların 10 Ağustos’ta kıvanç duyduğu ortadadır. Türkiye’nin yeni politikasını Rumeli sınırlarında doğmadan dondurmak isteyenlerin planları boşa çıktı. Bosna Hersek, Makedonya, Arnavutluk, Batı Trakya Türkleri T. Erdoğan’a binlerce mesaj, SMS, mektup göndererek kendisini kutladı. Seçim gecesi Kırcaali’de sokaklara dökülen Türk ve Müslümanlar sevinç şöleni düzenlediler. Dünya değişiyor, politikalar halkları direk etkiliyor, yeni umutlar doğuyor. Büyük liderler yalnız kendi ülkelerine, yalnızca kendi halklarına olumlu etki yapmakla kalmıyor, yenileşim bekleyen diğer halkların umutlarına su serpiyor, herkesi yüreklendiriyor.
Burada önemle belirtilmesi gereken bir gelişme oldu. Tayyib Erdoğan’ın T.C.de Başkanlık yolunu aşmasından hem korkanlar hem de bu gelişmeyi bir örnek olarak görenler ortaya çıktı. Yaşını almış Bulgar sakinleri komşuda olup bitene seyirci kalırken genç nesil içi bir dışı bir politika istiyor. Olumlu örneklerden yararlanmak istiyor.
Türkiye seçim sonuçlarının açıklanmasından 4 gün sonra Sofya’da çıkan haftalık “Galerya” (sayı 252) gazetesinde, kamuoyunda sağ-milliyetçi kanadın görüş belirlemesinde etkili olan eski bakanlardan Prof. Dimitrov Dimitırov, “Bulgaristan şimdiki bunalımdan nasıl çıkabilir?” sorusuna şu yanıtı verdi:
“BULGARİSTAN BAŞKANLIK DEVLETİ OLMALIDIR. Amerika Birleşik Devletlerinde ve Rusya’da olduğu gibi Devlet Başkanı neye karar verirse o olmalıdır. Ben bizde, önümüzdeki 3-4 yıl içinde bu değişikliğin gerçekleşeceğine kesin inanıyorum. Bir parlamenter cumhuriyet olarak kalmaya devam etmeye karar verildiğinde ise, Almanya, Yunanistan ve İtalya’da kusursuz bir şekilde çalışmaya devam eden sisteme geçilmelidir. Geniş koalisyon sistemine geçilmelidir. Bu sistemse, en büyük iki parti, kamuoyu önünde kendi aralarında anlaşma yolunu bularak ve nasıl yönetecekleri konusunda aralarında mutabık kalarak, güçlü bir hükümet kurup güvenli yönetim sağlamalıdır. Bugün ülkemizde küçük partilerin zorla dönemi hüküm sürüyor, o zaman küçük halk topluluklarının küçük partileri sahneden inecektir. O zaman meclis genel kurulunda son söz küçük partilerin sonuç belirleyen oyunda değil, büyük oyuncuların iradesinde olacaktır.
Soru 2: GERB partisi ile lideri değişen, Sosyalistlerin BSP partisi arasında böyle güçlü bir ortaklık kurulabilir mi?
Yanıt 2: 5 Ekim 2014 seçimlerinden önce hiçbir şey söylemem mümkün değildir, söyleyeceklerimse yalnız tahmin olur.
Bu, Bulgar milliyetçilerini akıl hocasının görüşüdür.
Ortaya çıkan nedir? Türkiye halkının, Başkanlık sisteminde 12 yıldan beri hız alan demokratikleşerek kalkınma atılımları Bulgar kamuoyunu etkiliyor. 12 yıldan beri dünya yerinden sayarken Türkiye’nin büyümesi bazılarının uykusunu kaçırıyor. Son gelişmelere bir göz atalım. Amerika ile Avrupa Birliği Ukrayna konusunda bir oldu, Rusya’ya yaptırımlar uygulamaya başladı. Moskova’da para çok, aç kalacak hali de yok, Türkiye Cumhuriyeti Başkanı R.T. Erdoğan’dan yıllık ticaret hacmi üstünde 4.5. milyar dolarlık ek gıda istedi. Hemen “verelim komşu” cevabını aldı. Bu talep, meclis dosyalarına girse 6 ayda karar çıkmazdı. Başkanlık sisteminin işleyiş ve sonuçlandırma yöntemleri çok daha büyük meyveler verecektir. Bu örnekleri, Suriyeli göçmen kamplarına yapılan yardımlarda, İŞİD silahlı örgütünün Irak Türklerini sıkıştırmasıyla ortaya çıkan durumda, Türkiye’nin yardım konvoylarını hemen hareketlendirmesinde vb. görüyoruz. T. Erdoğan’ın Başkan olmasına sevinenler beklentileri gerçekleştiği için onurlu ve kıvanç duyuyorlar.
10 Ağustos seçimleri Türkiye demokrasisinde büyük bir olgunluk sergiledi.
34 yıldan beri Kürtlerle silahlı mücadele veren, bir yıldan beri de barışçı çözüm formülü bulan Türkiye’de, Kürt etnik halk topluluğunun ve geleneksel ortamının çıkarlarını ve daha demokratik bir Türkiye mücadelesini ifade ve temsil eden Selahattin Demirtaş’ın T.C. Cumhurbaşkanlığına aday olması, geniş halk kitlesinde, hele sol ve sosyal demokrat cephede olumlu karşılandı. Propagandası gerçekçi ve yapıcıydı. T.V kanallarında yaptığı konuşmalar Türkiye’de barış ve güven havasına, tüm etniklerin birlik ve beraberliğine, daha demokratik bir ortak vatan özlemine kanat verdi. Başkanlık seçimlerinin büyük kazanımlarından biri kuşkusuz işte bu gerçektir. Seçimle yerleşen yeni ortamda, barışın dönüşümü ve seçeneği olmayan bir ortak nimet olduğu kanıtlandı. Kimin kazandı değil, Türkiye demokrasi mücadelesinin devam etme kararlılığı ağırlık kazandı.
Bu açıdan 2011’de Bulgaristan’da yapılan Cumhurbaşkanı seçimlerinde, otoritesi günden güne artan ve sözü yalnız T.C.de soydaşlar arasında değil, Bulgaristan Türk ve Müslümanları arasında da giderek büyüyen BULTÜRK Kültür ve Hizmet Derneği’nin bir sivil toplum örgütü olarak bir Türkün Bulgaristan Cumhurbaşkanı adayı göstermesi bizdeki milliyetçi ve ırkçı kanadı ayağa kaldırmıştı. Bu yazılarımda kullandığım “deve kuşunun başı kuma gömülüdür” örneği, kafasını kumdan çıkaranları sersem etti. Nereye gideceklerini şaşırdılar. Gizli istihbarat DANS ajansı kapısını aşındırdılar, Meclis’e protesto mektupları yağdı. Kendi TV kanallarında söylemedikleri bırakmadılar. Oysa zaten başlarını kumdan çıkarmışken, bir azcık etrafa bakınsalardı, Fransa Cumhurbaşkanı Sarkuzi’nin bir Ermeni, Amerika Başkanı Obama Afrika kökenli, Brezilya Başbakanı Ruseva’nın Bulgar kökenli vb. vb. örnekleri hemen göreceklerdi. Ne ki, Bulgar milliyetçilerinin kafalarında “küflü bir enser” olmasa, bunlar belki de gerçek bile olabilirdi. Ah o enser, ah o küflü enser var ya! 150 yıldan beri küfleniyor, ama toplum alışmış, “benim olsun da ne olursa olsun!” mantığı sökülmeden, köklenip çöpe atılmadan, bu enseri söküp atmak olanaklı olmaya bilir. Akla gelen şu soru hep canlı: AMERİKADA SİYAH DERİLİLERİN HAK EŞİTLİĞİ MÜCADELESİ BİNLERCE KURBAN ALARAK 250 YIL SÜRDÜ, BİZİM DERDİMİZ 139 YIL ÖNCE BAŞLADI, DAHA 110 SENE ALLAH HEPİMİZE SABIR VERSİN! Sorunun bu olduğuna ve bu kadar uzayacağına inanmıyorum ve kimsenin inanmasını da istemiyorum. Biz hepimiz, tüm Bulgaristan vatandaşları yasalarımız ve anayasamız önünde eşit haklıyız. Vızıldayanlar bataklık sinekleridir. Buna rağmen, “her diken battığı yerden çıkar” gerçeğine dönersek, Bulgar milliyetçiliğinin 19. yüzyılda Batı’dan ve Rusya’dan geldiği dikkate alındığında, Bulgar toplumu bu küflü enseri kendi gücüyle sökebilecek durumda değilse, acaba yardım etsek mi?, diye düşünmeye başladım. Aslinda biz bataklığın durulmasına hep yardım ettik. Lütfü Ahmetlerin Naim Süleymanların, Halil Mutluların, Hüseyin Mutkufların dünya ve olimpiyat şampiyonlukları Bulgaristan’ın yüzünü ak etmedi mi? Adını dünyaya duyurmadı mı? O zaman bir Türkün ülkesine altın madalyalar taşımasından kıvanç duyan Bulgarlar, bir Cumhurbaşkanı Türkün vereceği hizmetlerden neden kuşkulansın ki! Hem de Türklerin hepsi Ahmet Doğan gibi mafya babası, dalavere ve dolandırıcı yamağı değildir. Türkün dostluğu ve güveni gibi yoktur. Adam seçerken isabetli olmak gerekir.
Cumhurbaşkanı olarak kendi ve toplumun dertlerini aşmış, yalnız ileri bakan zeki ve bilge bir lider bulmak gerçekten çok zor. Ortaya şöyle bir soru çıkıyor. Soru toplumda mı, lider de mi? Tabii lider olmakla liderlik yapmak arasında fark var. Herkes önce kendisi olmalıdır. Nasrettin Hoca’nın sözselliği, Çarli Çaplin’inse görselliği canlansa, bugünkü dünya üstüne ne derlerdi?, diye düşündüğüm oluyor. Dünya öyle yaratılmış ki, bir elma bile özüne girip çekirdeklerini çıtır çıtır yiyen kurtla baş edemiyor. Bugün için hiç gereği olmayan milliyetçilik de, bazı Bulgarların özüne yüzde yüz dışardan girmiş ve ancak yine dış ülkeden uzman doktorlar gelip toplumu ameliyat etmeden kemiricinin çıkarılıp kavanoza koyulup, gelecek nesillere bir illet olarak gösterilmesi mümkün olmaya bilir. Ben insanın kendi ciğerini kendisinin ameliyat ettiğini henüz görmedim. Mutlaka bir cerrah lazım! 150 sene önce Bulgar milliyetçiliğini yaratanların “kötü bir iş yaptık, Türkler bunu hak etmiyor” bitirelim şu işi! Herkes rahat etsin!” deyeceklerine pek inanmıyorum. Avrupa Birliği’nin topluluktaki milletçi rüzgârlar inini bir daha açılmamak üzere kapatması, mangalına bin kilit değil, çelik zırh koyması son ve büyük rica ve tem menimizdir.
Türk adayın savunduğu dünya görüşünün özünde olan neydi: O, politik olanın dillere, dinlere ve kültürlere göre tanımlanmasını esas alıyordu. Yani Bulgaristan Türklüğü, Pomaklığı ve Çingeneliğinin ve diğer etnik halk topluluklarının, Hıristiyanlığın, İslam’ın ve Katolikliğin toplumun her yerinde ve her katında eşit politik birimler olmasını savunuyordu.
Aynı zamanda o, Bulgarlığın da savunucusuydu, Bulgarlığın politik ortamdan çıkarılmasını istemedi, kültür, din, dil vs. olarak çok yönlü gelişmesinden yanaydı. Bulgar olan her şeyin politik anlamı olmasında ısrarlıydı. Var olmayan bir şeyle beraber olma, bütünleşme ve gelişme olamaz. Tek tek ama hepimiz olacağız ki, birleşip güçlenelim tezine bağlı kaldı.
Bulgar milliyetçilerini en fazla korkutan şey ise şudur: Okullar ayrılmasın! Yani somutlarsak, Türkler Türkçe ders veren okullarda Türk tarihi okur; Bulgarlar Bulgarca ders veren okullarda Bulgar tarihi okur; Çingeneler Romca ders veren okullarda Çingene tarihi okur vs., vs.. duruma düşmeyelim endişesidir. (Pratik bir çözüm olarak, tüm dillerden, dinlerden, kültürlerden bir araya gelmiş bir heyetin yazacağı bir tek tarih okunur.) Fakat zorunlu anadil eğitimi olmalıdır.
Bizim seçimlerde bu programı savunun başka aday yoktu. HÖH her zamanki gibi sustu. Halkın esas sorunlarının gündeme geldiği durumlarda HÖH partisi seyirci kalmayı, hakem olmayı kendine uygun buluyor. Oysa taraf olması ve halkımızdan yana çözüm esasına inmesi gerekir. Hakemler oyunu idare ederler, ama esas sorunları çözmezler. Bir futbol karşılaşmasında hakemin attığı gol sayılmaz. Hakem oyuncuyu sahadan çıkarabilir ama yerine kimin gireceğini belirleyemez. HÖH partisinin rol değiştirmesi ve esas sorunların çözümünde kollarını sıvaması zamanı 25 yıl önce gündem oldu. Hala ıhım kırım ediyor. Bu gidişle esas sorunlardan birini çözemez. Bugün meclis seçimleri öncesi kabaran anti-HÖH tepkisi de buradan kaynaklanıyor. Halkımız oyunculardan seyircilik yapmalarını istemiyor, canla başla oynamalarını talep ediyor. Oreşarski hükümeti ile ortaklık programı imzalamadan destek veren L. Mestan herkesi düşündürdü. Bu işlerin başka karşılığı varsa hemen açıklanmalıdır. Bir Türk adayı Bulgaristan Cumhurbaşkanı adayı gösteren sivil toplum örgütü bugün büyüdü, iki ülkede birden çalışıyor, müttefikler buldu ordu kuruyor. İlkeli politika insanları sürüklüyor. Yenidünya görüşlerini aşılamak zor olduğu kadar zaman da istiyor.
Bulgaristan’da tutarlı ve köklü bir demokrasi tesis edilmesi, etnik hakların genişletilerek zenginleştirilmesi açısından 2011 Cumhurbaşkanı seçimleri tam bir başarısızlıktı. Genişleme bir yana hak ve özgürlükler büzüldü, sınırları daraltıldı. O zaman, Hak ve Özgürlükler Partisi ise, masaya yumruk vurup kendi Cumhurbaşkanı adayını çıkarmadı. Ne yazık demiyorum. Çünkü “yamak” olmak savaşçı olmaktan zordur. Cumhurbaşkanlığı seçimleri konusunda 25 yıldan beri HÖH partisi kendisini ve seçmen kitlemizi “yamakçılar hapishanesine” kapadı. Sanki onlardan Başkan oluyor da bizden çapa sapı bile olmuyor havası estirdi. “Yamakların hapishanesi” ruhumuzu baskı altına aldı. Bu koğuşta iki pencerecik var. Biri sağ, biri sol duvardadır Onun için bizim “anadan aç doğan liderler” hangi pencereden “€ ÇEK €” uçurulduysa, insanımızı oyunu oraya vermeye zorladılar. Gündöndü gibi olduk, Jelev sağaydı, Parvanov sol! Şimdiki orta direk! Seç seçebilirsen. Biz ezildik. İdeolojik olarak buz pisti gibi kaygan olan sosyalist Kalfin’e oy vermeye zorlandı insanlarımız 2011’de. Sözde şartsız destekledik ama “€çekler €” uçuşuyor. Seçmen kapalı kavanozdan kompostuiçiyor.
Bize hep unutuluyor ya da unutturmaya çalışıyorlar. Bu işlerde başarının ne olduğu, onların ceplerine giren paralar değil, sizlerin amacına bağlıdır. HÖH partisi kayıtsız koşulsuz destek verip yamaklık yaparken, para tırtıklamaktan başka amaç gütmediğinden devamlı başarısız oldu. Bu yüzden sürünüyoruz. Esas sorun budur.
Devam edecek