Şakir ARSLANTAŞ
Deve kuşu, dünyada olup biteni görmemek için başını kuma sokar. Siyasetçilerse saklanır. Çıkmazlar. Halkın gözüne görünmezler. Halk işitmediği ve görmediği şeyin ne olduğunu bilemez. Fakat öğrendiğini bilir, unutmaz. Seçime katılsa seçtiğini bilir. Parlamento seçimine katılsa milletvekillerini tanır. Muhtar seçse kapısını çalar. Belediye başkanını, belediye meclisi üyelerini seçer tanır, sayar. Seçimlerin arasında bir de Cumhurbaşkanı seçimi var. Eğer dilimizde cumhur halk demekse, halk Cumhurbaşkanı için oy kullanırken, kendi başkanını seçmiş olur. Bulgaristan’da Cumhurbaşkanı seçimi direk oylamayla olur. 10 Ağustos’ta Türkiye seçmeni de kendi başkanını seçerken direk oy kullandı. Seçmen’in %52’nin oyunu alan başbakan Recep Tayyib ERDOĞAN Başkan seçildi.
Tayyib Erdoğan’ı Başkan adayı olarak Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilleri gösterdi. Büyük yarışta ikinci yerde kalan 14 partinin ortak adayı Ekmelettin İhsan oğlu; üçüncü yerde ise Kürt asıllı sosyalist aday Selâtin Demirtaş yarışa başarılı katıldılar.
Biz, BULTÜRK olarak, “oyunuzu neden Tayyib Erdoğan’a verin,” dedik? “ Çünkü 2002’den 2014’de Türkiye Cumhuriyeti, ekonomik ve sosyal yapı olarak, demokratik yenileşme ve kültürel bütünleşme olarak onun liderliğinde dönüştü ve gelişti. Defalarca büyüdü. Eskiden Rumelilerle Anadolulular ve Güney Doğulular ve bu karada birçok etnik azınlık içine kapanmış birbirine göz akıyla bakıyordu. Şimdi buzlar eriyor. Silahlar sustu. Barış kök salıyor. Ufukta mutlu beraberlik var. 10 Ağustos’ta “Türkiye halkı bir bakıma T. Erdoğan’a vefa borcu ödedi. “Seni Başkan istiyoruz!” dedi. Lider, yol gösteren, önder, başı çeken olmadan ilerleyemeyiz, yerimizde sayar, dönenip kalırız. Erdoğan bu işi 12 yıllık çalışmayla hak etti. Türkiye Cumhuriyet düzenini daha yukarı bir halka kaynaşarak büyüme ve pekişme sistemine taşıyacağınıza inanıyoruz.
Rumelilerimizin birçoğu Türkiye’nin sıçramalı atılımlarına ayak uyduramadıklarından ve Atatürkçülüğün yaşama ayak uydurmak için değişerek zenginleşmesinin kaçınılmaz olduğunu anlamada zorluk çektiklerinden olacak, oylarını CHP-MHP ve daha 12 partinin ortak adayına verdiler. Soydaşlarım, niceliklerin toplamı her zaman ve her yerde yeni bir nitelik doğurmaz. Örnekleyelim: ceviz kabuklarını toplasak yeni nitelik oluşur mu? Hayır oluşmaz. Aynı şeyi fındık fıstık kapları için de söyleyebiliriz. Bu partiler boş parti olduğundan sayıları 50 de olsa, Türkiye politikasına emsalsiz çözüm sunamazlar. Hele Sayın Ekmelettin Bey, 30 yıl T.C. dışında kalmış, İngiliz makamları önerdi diye, hepimize Başkan olacak, olur mu böyle şey, halkın bilinçli iradesinin üstünlüğü nerede kaldı? Bu adam akmamış, durulmamış, yerinde saymaktan rahatlık duyma yaşına gelmiş bir hali var, Başkanlık basamakları yokuşunu alamayacağı çok beli oluyordu. Bir kişinin zenginliği, karısının şirinliği, oğullarının leventliği, Başkanlık ve liderlik söz konusu olduğunda, ikinci plan olur, değer arz etmez. Liderin gücü kendi içindedir. Uzağı görme gücü kendi gözündedir. Halkı kucaklama kudreti kendi dilinde ve çenesindedir. “Taşıma su ile değirmen dönmez” atasözümüzü atalarımız söylemiştir. Siz Ekmelettin beye oy vermekle Kemalizm’e, Atatürkçülüğe bağılılığınızı dile getirdiniz. Bazen yeni sevgili eskiyi aratır. Bunu şimdilik böyle kabul edelim, su akarken durulur, fikirler tartışılırken netleşir, yenidünya görüşü yeni nazariyeyle doğar. Gelecek seçimlerde birlikte olmak dileğiyle…
Genç sosyalist lider Selatin Demirtaş, etnik olguyla yan yana sınıfsal farklılıklara hitabesiyle ideolojik ve politik söylemiyle seçmenlerin neredeyse % 10’unu sürükledi. Onun her sözünde ayrılıklara son verelim, barışı güçlendirelim, bölgemizde ateş var el ele verip ateşi söndürelim çağrısını okuyanlar kendisini destekledi. Bu çağdaş yaklaşımın ekonomik tabana inmesi daha fazla oy getirebilir umudu uyandırdı. Seçmenin verdiği her oy bir bilincin hareketlenmesi demektir. S. Demirtaş’ın bir Kürk politikacı ve aydın olarak Türkiye Cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılması ve iyi başarı elde etmesi T.C’nin demokratik toplumda zorunlu bütünlük, çağdaş değerlerin ortaklığı ve farklılıkların beraberliği yolunda büyük yol kat ettiğine kesin kanıttır.
Demokrasinin özünde sandıktan çıkma var. Kuranı Kerimde yaratanın bir başka adı kadın, bir başka adı da topraktır. Demokrasi yunanca bir kelimedir. Demokrasi koşullarında doğan sandıktan çıkar. 10 Ağustos günü, Türkiye çoğulcu ve demokratik gerçekliğinde beklenenden çok barışçı bir gün yaşandı. Seçim yarışı seçmenin demokrasiyi yerleştirdiğine ve oyunu verip lider yaratma sınavlarını başarılı verebildiğine sahne oldu. Seçim geçti.
Sonuçlarını değerlendirmekle meşgul kalemler, köşe yazarları, TV yorumcuları tükenmezlerini kılıflarına topladılar. Herkes seçim sonuçlarını kendi politik beklentilerine ve duruşuna göre yorumladı. Bunda da anlaşılamayacak bir yan yoktur. Hepimiz nasıl aynı zamanda, aynı dünyada veya ülkede yaşıyor ama görüp yaşadığımız aynı olaylardan nasıl tamamen farklı sonuçlar çıkarıyorsak, seçim sonuçları karşısında da farklı olmaz. Aynı rakamlar herkes için farklı anlamlara sahiptir.
Peki, niçin öyledir? Esas sorun budur.
Bu sorunun cevabı ise, seçim sonuçlarında değil; toplumsal gerçekliğin derine inen analizlerinde ve o analizlerin dayandığı metodolojide (yöntembilim) bulunabilir. Bu hem Bulgaristan hem de Türkiye için geçerlidir.
Dikkatinizi çekmiştir, biz Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM olarak olayların (seçimlerin) görünen yüzüyle uğraşmıyoruz. Onu merak edenler, etrafı doldurmuş yüzlerce yazara bakabilirler. Belki seçim günü kahve kenarlarına sıkışmış girip çıkanı izlemişlerdir.
Bizim Bulgaristan gerçekliğinde yetişmiş ve Bulgaristanlı bakış açısıyla olayları değerlendirmemiz farklıdır. Bu farklılık olaylara bakış açımızın farklı oluşundan kaynaklandığı gibi, halkın içinden gelmemizden, halkın düşünme tarzına, menfaatlerine, özlemlerine, isteklerine vs. vs. tercüman olmaya çalışmamızdan güç alıyor.
Fikir ve hareketlerimiz geçen yüzyıl biçimlenmiş ve özlenmiş olan Bulgaristan Türklüğü öz kimliğinden de esinleniyor. “Onlar kafa sallıyorlar, ama bildiklerini yapıyorlar” diyenler haklıdır. Şu bilinmelidir: Biz, bugüne kadar, BGSAM olarak, Bulgaristan’da seçimlere katılan partilerin programlarından hiç birine katılmadık. Neden mi? Ortada işe yarayan bir program olmadığından tabii. Geçen hafta kurulan Prof. Georgi Bliznaşki’nin Geçici Seçim Hükümeti programını, 12 Mayıs 2013’te dağılan, bir önceki geçici seçim hükümeti olan ve Başbakan Marin Raykov tarafından yönetilen Bakanlar Kurulunun programından yalnız tarihleri değiştirerek kopyalamış. Özür dileyerek yazıyorum, durumun özü buyken, nasıl olur da “biz sizi destekliyoruz” diyebiliriz. Bakanlar daha koltuklarına oturmadan “zam, zam, zam” demeye başladılar. Bunlar nerede okumuş, nerede eğitim almış, başka söz öğrenememişler mi? Bakıp kalanlara şaşmaz oldum. 20 bakan tayin edilmiş, beşi otursa ikişer sayfa yazsa al sana geçici hükümet programı….ama….nerede….
Bu politikalar eskidi. Biz partiler üstü değiliz. Tavrımız partiler üstü olmamızdan kaynaklanmıyor. Biz öncelikle modern bir sivil toplum örgütüyüz. BULTÜRK kültür ve hizmet derneği etrafında örgütlenmişiz. Düşünce kaynağımız gerçekçiliktir. Hem Türkiye hem de Bulgaristan hakikatleridir. Soydaşımızın ve orada kalan kardeşlerimizin işine yarayacak gerçeklerdir. İçimizdeki güdüler halkımızın yaşamsal dayanaklarıdır.
5 Ekim 2014 günü Bulgaristan’da yapılacak seçimlere katılan partilerin zamanını, programlarını yaşamış, geleceği olmayan, pilleri tükenmiş partiler olduğunu görüyoruz. Defalarca çekinmeden yazdık. Sandalye kapmaya heveslenmiş milletvekillerin kafasında ise Bulgaristan halkının problemleri değil, şu devleti soymak için daha modern formül bulabilir miyim, endişesi var. Devlet ve halkın genel zenginliğini çoğaltmak için meclise gönderilenler halk varlığından bana düşen payı nasıl daha büyük yapabilirim derdine düşmüşler. Bu defa 1 yılda biletleri kesildi, (bu kavgada en büyük rolü STÖ oynadı) hevesleri kursaklarında kaldı, gizli gizli yaptıkları çalıp çırpma hesapları boşa çıktı. Şimdi boşluktayız. Oy kullanacağımız güne topu topu 50 gün kaldı. Kimse kürsüye çıkıp bir konuşma yapmıyor. Gazete sayfaları sütünden sarkan manken bacağı dolu!. Politikacılar yazmıyor. Fikir dökmüyor. Halka seslenmiyor. Hiç beklemezdim. Bulgarcası iyi olan L. Mestan bile, besbelli yalnız konuşma dili öğrenebilmiş ki, hiçbir yazısı çıkmadı. Miting düzenlemedi. TV’de programsal konuşma yok. Herkes susmuş, sinmiş gibi. Toplum, kamuoyu, sıradan seçmen kamer ton gibi tel germiş, koptu kopacak, ilk notayı çalacak kişiyi, orkestra şefini merak ediyor, bekliyor. İl konuşma heyecanını yaşamak istiyor. Gönlünde tutuşup yanma, sevdalanıp ateş olma özlemi var. Orkestraya katılmak isteyenler çok, fakat ilk notayı bilen yok. Yani kimsenin kafasında yarın tınısı yok. Politikacılar kör olunca, toplum ne yapsın!… Siyasetçi kafası davul tokmağına bile, ses vermez duruma gelmiş. Hani halkımız, “bu yumurta pıhtı, ne yenir ne kuluçkaya konur” der ya, öyle bir durum bizimki. Tohumları sıçanlar yiyip bitirmişse, köylü ne eksin, ne yapsın, kime küssün!!!
Politikanın kaynağı halktır. Kitleler kaynamadan alanlar boş kalır. Eskiden, “Hadi!” dendiğinde daireden sokağa fırlayanlar, meydanlara dolanlar artık bezmiş. “Bana ne!” diyor. Oy pazarlığı için kapı çalanlara “biz toptan satılığız, tek oy fiyatı yok” hazır cevap, kapılar kapanıyor. Herkesin aynı şeyi düşünüp, politikacıya kapı kapaması ne güzel! Sönmüş ateş kimseyi ısıtamaz. Yaş kibritle ateş yanmaz. Esas olan, seçmenin elindeki kibritin kuru olmasıdır. Çünkü seçim sandığı çelikten de olsa, içini yakıp dünyayı değiştirecek olan seçmendir. Seçmenlerin ortak iradesidir. Olup biten, bir uyanma değil de nedir!? Sen söyle! Bayram yakında geçti, ama herkes Bayram Namazına uyanır gibi baş kaldırıyor. Bayramınız kutlu olsun!
Sokaklara sürülen cicik minik kızlar, analarına, dedelerine “yapmayın böyle” demek istiyorlar. Aldıkları cevap şu: Yalnız yalan umutla yaşanmıyor. Ayakkabılarımızı eskittiğimizle kalıyoruz, bir şey olduğu, olacağı yok. İnsanımız sanki sonun sonunda olduğunu seziyor. Bulgarlarda adettir. Merhum en iyi elbisesinde, en yeni ayakkabı ayağında, pırıl pırıl gömlek ve kravatla defnedilir. Cennette kar kış var gibi, kulaklı şapkası da başucundadır. Almanya’dan kamyon dolusu gelen, ikinci el kilo fiyatına satılan elbiseler boykot ediliyor. Bu dünyada çektik, ahrette adam gibi gideceğim!, deyenler çoğaldıkça, birazdan biraz da olsa tekstil ve konfeksiyon sanayimizde bir canlanma yaşanıyor. İşte bu farklılığı yaşayanları kutluyoruz. Ahmet Kaya’nın “AN GELİR!” dediği, andır bu…
Hemen itiraz edip SDS, Saks Koburgotski’nini II. Simeyon Partisi, Sosyalistler, Boyko Borisov’un GERB’i halkın desteğini harıl harıl hep kazandı. Hangisinin neresi kötü?, diyebilirsiniz! Evet, bu partilerin hepsi su kenarında kamış gibi bitti, ne meyvesi var ne de oturulacak gölgesi. Yeşerdi, ekim için bir avuç tohum bırakmadan kaybolup gittiler, gidiyorlar, bir de gitmeye mecburdurlar. Bulgar halkı 1990’da bulanık akan acı suyu arıtacak bir politik tesis (düzen) kuramadı. Politik sistem yenilenemedi. 25 yıldan beri işten atılmayan kalmadı diye düşünsek bile, son haberlere göre, daha 100 kurumda çalışanların tümü sokağa kürenecekmiş. İş olmayan yerde besbelli yönetici gerekmiyor. Gazete ve dergilere girip çıktığım oluyor. Redaktör yok ama Baş Redaktör var. Akıl erdirilecek gibi değil. Şu yeni politik ırmağın suyu ne içiliyor ne de bahçe sulamaya yarıyor.
Esas sorun yolu olmayan bir yolda yürümemizdir.
Devam edecek.