Konu: Büyük oyun kuran, büyük lider: Tayyib Erdoğan.
“24 saat. bg.”- çeviridir.
Türkiye lideri dünyada jeostratejik durumu değiştirme yolunda.
15 Temmuz darbe denemesinin çökertilmesinin hemen ardından Erdoğan’ın Putin’i ziyaret etmesi, bir sıra siyasi gözlemci tarafından, Birleşik Amerika’nın güya dostu olan, hatta CİA ile yakınlığı bilinen, fakat sonra fazlalık olan, Irak diktatörü Saddam Hüseyin’in yolunca yürüyor, şeklinde algılandı.
Ben, Recep Erdoğan’da Fransa Cumhurbaşkanı Sharle de Golle ile benzerlikler görüyorum. O da Birleşik Amerika’nın hem dostu, hem müttefiki hem de ökçesinde dikendi. De Golle Fransa’yı NATO askeri örgütünden çıkardı, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) ile daha dostane bir siyaset izledi, Atlantik’ten Ural’a bir birleşik Avrupa’dan söz etti. Bu tüm Anglosakson jeopolitik dünya görüşlerinin hepsine birden taban tabana zıt bir uzak görüşlülüktü. Oysa deniz devletlerine göre bu kara parçası bölüşülmeliydi.
De Golle, Almanya’nın güçlenerek Doğu’ya yönelmesi için, 1913’da Fransa’nın Büyük Britanya tarafından bilinçli olarak kurtlara yem edildiğini düşünüyordu. Onun kanısınca, Büyük Britanya hakiki bir Avrupa devleti değildi ve Avrupa Birliği’ne (AB) girmemesi gerekirdi.
Erdoğan’ın yaptığı gibi De Golle de Fransa’yı güçlü başkanlık sistemi ile yönetti. Düşmanları ona diktatör diyordu. 1961’de de Golle kendisine karşı hazırlanan bir askeri darbeyi açıkladı ve hezimete uğrattı. Tam olarak Erdoğan gibi o da halkı tarafından çık sevilen biriydi ve seçimleri art arda kazanıyordu.
De Golle olduğu gibi, Erdoğan’ın da, Anglosakson dünya görüşüne zıt olan, bir jeostratejik uzak görüşlülüğü var.
Şimdi o Rusya ile ilişkilerini ısıtmaya ve Çin’le şimdilik ekonomik bağlarını güçlendirmeye, belli olmaz gelecekte bir siyasi birliğe doğru yöneldi. Türkiye’nin yeni dayanağı Pekin iken, Rusya’nın stratejik dost olması bekleniyor. Demek oluyor ki, bu devletler bundan öte deniz devletleri bağlaşıklığından, jeostrateji uzmanlarının Yüce Turan olarak atlandırdığı, kıta güçlerinin müttefikliğine bir geçiştir.
“Turan”, uçsuz bucaksız steplerde (bozkırlar) yaşayan ve Batı’ya akın eden Türk halklarının ortak adıdır. Bulgar tarihçiler. Proto-Bulgarların da bu halklardan geldiğini yazıp çizdiler. Şimdi modern olan Kuzey İran’dan gelmiş Arî ya da Trake kökenli oluşumuzdur. Bir tarih bilimci olmadığımdan bu konuda kişisel fikrim yok. Bildiğim bir şey varsa, o da şudur, ilk Proto-Bulgar ağaçtan öteki halklardan daha evvel inmiştir.
Fakat bir Türkiye’ye dönelim. Anglosaksonlara göre, Türkiye, Yüce Turan’ın denizlere ulaşmasına engel olma rolünü üstlenmelidir. Aslında Türkiye yollardan beri hep bu ödevin peşindeydi. Fakat bugün artık Türkiye kendisi başlı başına bir Büyük Güç oldu ve kıtalar ve denizler ve okyanuslar arasındaki mal akımlarının doğru yapılıp yapılmadığını kontrol eden bir devlet rolünü üslenmeye hazırlanmış bulunuyor. Bugün Türkiye Çin’den Avrupa’ya ve Avrupa’dan Çin’e gidip gelen en uygun yoldur. Bu yolun adı “İpeğin Demir Yolu”. Taşıma ray üzerinde yapılacağı için bu yolu almıştır. Bu yol Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, İran ve Türkiye üzerinden Boğazlara inip Güney Avrupa’nın istediği yerine ulaşabilir.
Bilindiği üzere 2013 yılında Boğazlardan ilk tünel geçirildi. Bilindiği üzere bu yolun sonuna doğru, adına “Avrupa Asya Tüneli” denen ikinci su altı geçidi de açılacak. Bu tünelden, taşımalık dolusu Çin üretimi telefon, bilgisayar, fotovoltayik, türbin, kot pantalon ve daha bin bir türden mal gelip geçecek. Bu kara taşımacılığı deniz yolculuğunu tam bir ay kısaltıyor.
Böylece Birleşik Amerikanın Pasifik Okyanusu yollarını kapatarak Çin’i abluka altına planları bir anda suya düştüğü gibi tüm imkânlara ulaşabilme defalarca kolaylaşmış oluyor. Bunu, TIR kamyonlarının, konteynır taşıyıcısı TIR’larla değiştirilmesi ve uluslar arası yük taşımacılığının en az 5 defa ucuzlaması ve daha verimli olması izleyecektir.
Biz piyasada kaç amerikan malı görebiliyoruz. Hiçbir! Çin ürünleriyle ilgili durum nasıl? Bolluğu bundan sonra göreceğiz. Biraz tuhaf olsa da, Birleşik Amerika’nın jeostratejisi Türkiye’ye hem engel oluyor hem de ülkenin Avrupa Asya yönelimlerinde ayak oluyor.
Birleşik Amerika bir yandan artık Pasifik Okyanusu üzerinden serbest ticaret şeridini kesiyor, fakat sözleşmeye Çin’i almadı. Öte yandan trans Atlantik serbest ticaret sözleşmesinin imzalanması da gündemde, fakat bu anlaşmaya ise Rusya alınmadı. Avrupa Birliği’ne alınmayan Türkiye de bu sözleşmenin dışında tutulmak isteniyor. Öyle ki, Polonya ve Ukrayna’dan doğuda bulunan bütün Avrupa ister istemez birleşmek zorundadır.
Dünya Ticaret Örgütünün kuralları artık ülkeler arasın yüksek savunma gümrüklerini kaldırdı. Çin ürünleri % 4 çıtasını kolaylıkla aşabiliyor ve Avrupa ürünlerinden çok daha ucuza alıcı buluyor. Aynı zamanda Avrupa Birliği devletleri hukuksal olarak bağımsızlıklarını ve ulusal egemenliklerini tamamen koruyabildikleri için, istedikleri kadar liseyns çalma haklarını da korumuş oluyorlar. Bilindiği üzere, vaktiyle Batı SSCB sıkıştırılmak için teknoloji ablukasına almıştı. Bunu Çin’e uygulamak olanaksızdır, çünkü teknolojilerin vatanı orasıdır.
Öyle ki, bir bugün De Golle’nin “Atlantik’ten Ural’la kadar Avrupa” konseptini yerine “Svilengrat’tan Şanghay’a kadar Avrupa-Asya” konseptini görebiliyoruz. Yüce Turan eski kıtayı giderek kucağında eritecektir. Bu işte Türkiye onların hesabına iş yapan durumundadır. Geri bakıldığında, 2003’ten beri ABD ile Türkiye arasında bir cepheleşme olduğu görülür, şimdi zıtlaşmalar biraz da kişisel alana taşınmış gibidir. Erdoğan ve yandaşları 15 Temmuz darbe kalkışmasının CİA tarafından örgütlenmiş ve kışkırtılmış olduğuna inandı. Üstelik Sayın Erdoğan ve ailesinin hayatı da tehlike atlattı. Bundan dolayı o eski dost artık kendi mezarını kendisi kaldı.
Darbe gecesinde Amerikan ve İngiliz TV kanallarının, medyasının kanlı darbecilere sempati gösterdiğini görebildiler.
Liderler Erdoğan’ı desteklerken soğuk davrandılar. Üstüne, temizlik yapma uyarısında bulundular. Darbe denemesi ardından temizlik yapmamanın anlamı, tekrar etmesini kabullenmektir. Bunun bizdeki anlamıysa şudur. Şöyle düşünelim, Soros’un “Açık Toplum” görevlileri ve yandaşları, enstitü ve vakıflarında çalışanların hepsinin toplanması ve tutuklanması gibi bir şey. Bu yapılsa Bulgaristan hükümeti ertesi gün düşer. Ne var ki, Türküye hükümeti hem düşmedi hem de her zamankinden daha güçlü oldu.
Batı devletlerinden farklı olarak Rusya elindeki kozları ustaca ve kültürlü oynadı. Türkiye Dış İşleri Bakanı M. Çavuşoğulu şöyle dedi: “Biz Rus idaresine ve özellikle de şahsen Başkan V. Putin’e teşekkür ediyoruz. Diğer devletlerden farklı olarak, biz Rusya’dan koşulsuz destek aldık.”
Öteki devletler hangileri olduğunu kendiniz bulun lütfen. Birkaç gün önce, Çavuşoğulu “Müttefiklerinden destek bulamadığı takdirde, Türkiye’nin NATO’dan ayrılabileceği” uyarısında bulundu. Ertesi sabah NATO merkezinden Türkiye’yi öven bir bildiri çıktı. Burada en ağır sorun şudur. Batı Türkiye’yi yalnız bırakmayı göze alamıyor, onu kendi kulübünden dışlayamıyor, bir de çok istese bile Erdoğan’ı deviremiyor.
Tam da bu noktada Tayyib Erdoğan Saddam Hüseyin’e benzemiyor. Benzediği kişi De Golle ‘dür. O hem dost hem düşman, hem müttefik hem de karşıttır. Enfant terrible – yani topukta hiç kuşkusuz bir de Batı Avrupa’nın götünde bir dikendir. İdare etmekten usanan de Golle 80’e basamak dayadığında artık yoruldum bahanesiyle usulca tahtından çekilmişti. Ne ki, De Golle’nin emeklilik yaşına erişmesi için Erdoğan’ın daha 16 yıl dümende kalması gerekecek. İşler böyle devam ederse o dünyanın jeopolitik haritasını fazla zorlanmadan değiştirebilir.
“168 saat” gazetesi için kaleme alınmıştır.