Bizim kültürümüzde “okuyan çok bilir” diye bir geleneksel değim yoktur. Bizde ”gezen, gören bilir” kabul görür.
Bizde, okul dışında anlatanlar, gezip görmüş yaşlılardır. Geriye bakıldığında ya Evliya Çelebi’den ya Nasrettin Hoca’dan anlatırız. Oradan ötesi “şu dediklerine şurada ya da burada da rastlanır” dan ileri gitmez.
Vatanımız Bulgaristan üstüne bilgilerimiz de hep çelişkilidir. Tezadın kaynağı ise, kitaplarda yazılıp basılmış, basında tirajlaşan, radyo ve TV yayınlarınca dayatılanla halkın belleğindeki ve ağzındaki arasındaki farktadır.
Bizim anlayışımızda şu da vardır: “bilgiyi ezberinden anlatana” inanılır.
Ne var ki, dünya artık belleği dolu kişiden fazla, her gün bin bir çeşitle doğan sorunları
Bilmece çözer gibi çözen yeni tip insan arıyor. İnsanoğullu boş ya da dolu bir bilgi kasası olmaktan çıkıp olayları algılayıp özümserken harmanlayan dişliyi andıran modern zihinsel yapıya dönüşüyor. Bu işi biz yaparız deyenler Bulgaristan’da geçen sene her akşam sokak ve meydanlarda yürüdüler, şimdi de milletvekili listelerine girdiler. İktidar öyle tatlı bir şey ki parti yöneticilerinin hepsine 8 Eylül günü çamur küredi, beton karıştırdı. Köy ve kentlerde, her meydanda oy kavgası başladı. Okuması yazması olmayan, dünya görüşü sınırlı, işsiz ve sosyal yardımla iki ucunu zor zar bağlamaya çalışan “zavallı” kişiler birden bire “çok önemli adam” oldular. İsteyen bir vermeyen iki dilenci! Düne kadar halkı görmek bile istemeyenler oy dileniyorlar. İstemenin rengi, etniği, yaşı, ne huyu ne de duygusu var. Oy dilenmek demokrasilerde yarın boyutu oldu. Kimin ne vaat ettiği hiç önemli değil, çünkü vaat edip de sözünde durmayanları yargılayan ya da sorumlu tutacak makam yok. Demokrasilerde özgür bir toplumsal yapı vaat etmek, ümitlendirmek ve sonunda aldatmak cezası olmayan yasal haklardan biridir. Bizde seçim konuşmalarında şöyle dedin ya da böyle dedi, diye sorumlu tutulan milletvekili ya da parti başkanı yok. Burada hesap soran yalnız bir güç var. Halkın dip dalgasıdır bu! İnsanların görülmeyen bir kuvvetle, aynı umutla birleşmeleridir bu! Aynı dalga Jelyo Jelev 2 860 000 oyla Cumhurbaşkanı seçti. Sonra çekildi ve ne Demokratik güçler birliği (SDS) ne de Simeyon Sakskkoburgotski’nin II. Simeyon Partisi kaldı. Bir kişiyi aldatmanın bir cezası olabilir de herkesi birden aldatmanın ne sorumluluğu ne de yasalarda öngörülen cezası var. Fakat halk aynı bilinçle ayaklandı mı önüne hiç kimse duramaz. Bu, demokrasinin özelliklerinden biridir. Halkın dip dalgasının hareketlenmesine ne üniversiteli, ne akademisyen, ne de çoban olmak gerekir. Bu hareketlenme kendi liderini kendisi yükseltir.
Şu da var, belki de, halkı hareketlendiren ilham, can acıtan gerçek dünyayı unutmak isteğinde gizleniyor. Devrimci hareketlenmenin içinde yenilenirken eski olandan kurtulmak, onu dışlamak var. Bizde bu sürecin yeni kıvılcımlarını görüyoruz, ne ki henüz alevlenme başlamadı.
Olaya bir başka açıdan bakalım: Toplumu dönüştürecek olan güç yeni kuşakta gizlidir. Eğer eski kuşağın dünyası bir tuzlu denizse ve yeni kuşak bu denize bir tatlı su ırmağı gibi doluyorsa, denizle arasındaki amansız savaş hemen başlar. Dalgalar tatlı suyu sahile geri atar, kumsala yayar, taşlara vurara vura döver, dalgalarında köpürtür, en sonra denizin dibine kimsenin görüp bulamayacağı bir yerlere çeker. Sosyal yaşamın dönüşmesi da bu yasallığa tabiidir. Her gün kravat değiştiren liderlerin, siyah “Mercedes 600” lerden inip halktan oy almak için çöpleri kofalara doldurup taşıması çok semboliktir. Tek anlamlıdır. Ve ancak bizi “çöp” gibi atmayın, biz “sizdeniz”, “oyunuzu bize verin” anlamındadır.
Genel eğitim programlarına göre mutlu geleceğin yolunu açacak 3 ana boyut vardır. Bunu Brüksel’in ülkemize gönderdiği yazılardan öğrenebildim:
Biri eğitimsel boyut,
İkincisi sağlık işleri,
Üçüncüsü de çevre sağlığıdır.
Bu aslında dünyanın bizden “bilim”, “teknolojik bulgular”, “yaratıcılık” istemediğine bir işarettir.
Bu üç alanda bizim yıllık programlar bu istemlere göre hazırlanıyor.
Örneğin çevreyi koruma programını alalım. Bize son 7 yılda 230 milyon gönderilmiş. Biz bu paranın altından girip üstünden çıkmışız. Hiç bir şey yapmadığımızdan ötürü art arda 2 yağmur yağdı gölet bentleri patladı, tarlalar su altında kaldı, köyler gölet oldu, köprüler çöktü, hayvanlarımız telef oldu. Varna’daki selin nedeninin bir ormanın kesilmiş olmasında aradılar. Parası ödenip de yatakları temizlenmeyen derelerden kim sorumlu? Çar Sakskkoburgotski “devletin ormanları benimdir” dedi, 100 yıllık çamları kesti ve Yunana sattı. Göletler “bizim adamlara balık çiftliği olarak verildi.” Etrafın su altında kalması 25 yıldır devam eden bu genel çöküşün ve erimenin, sorumsuzluğun ve “suçsuzluğun” devamıdır.
Sağılık alanına baktığımızda hastaneler, belediye sağlık merkezi ve köy sağlık ocakları yarı yarıya kapandı. Birçok ceset morgdan alınmıyor. Yakınları olmayan merhumların öldüğüne ilişkin işlemler yapılmıyor. Aile doktorlarının “hizmet verdiği ölü canlılar listesi” uzadıkça uzuyor. Dairelerde yalnız kalmış insanlar vefat ettiği birkaç hafta sonra yani etrafı koku sarınca tespit ediliyor. Katafalk, ayin, mezar yeri, mezar kazma, ritüel vb. giderler hep zam gördüğünden ölülerine sahip çıkmayanlar çoğalıyor. Geleceğimizi belirleyecek alanlardan biri sağlık olduğuna göre yapılacak çok iş var. Gazeteler doktorlarımıza İngiltere, Şetlanda ve Almanya’da 20 defa daha yüksek maaşla iş teklifleri yapıyor. Bir yılda 5 bin doktorumuz ülkemizi terk etti. Yapılacak reform ve yenilenmenin tam nereden başlayacağını kestirmek de çok zor, çünkü vatandaşların % 40’ı sağlık sigortalarını ödemiyorlar.
Eğitim sorunu sivrildi. Bulgar toplumu Avrupa Birliği üyesi olarak nasıl bir eğitim öğretim dünyasına yöneldi? Örnek aldığı ülke, eğitim sistemi hangisidir? AB ülkelerinde okul kitaplarının aynı standartta hazırlanmasına ne zaman başlanacak!? Okulda herkes başka bir şey okursa insanlar aralarında nasıl anlaşır ve uyum sağlar? Hangi derslerle genel kültür verilecek? Önce herkesin kendini öğrenmesi gerekir. İnsan kendi kimliğini ana babasından ve okulda öğrenir. Okullarda öğrencilere etnik aitlik kültürü verilmiyor. Azınlıklardan olan öğrencilerine azınlık tarihi, azınlık edebiyatı, özgün halk gelenekleri, örf ve adetleri üstüne ayrı ders saatleri yok. Bu sorunlara yanıt vermeyen bir eğitim öğretim sistemi etniklerde ötekileşme doğurur, toplumsal bütünlüğü bozar.
Bulgarca okuma yazmayı iyi bilmek zorunlu oldu. Bulgar dili bir iş başvurusu için zorunlu istemlerin başındadır. Halen hakim olan görüş bu. Etniklerin kendi ana dillerini iyi öğrenmeleri, dinlerine bağlı kalmaları, edebiyat ve tarihlerini bilmeleri gerekli istemler olarak henüz aktüel olamadı. Bulgarca okuyup yazmak da kendiliğinden bazı sorunlar doğuruyor.. Demokratikleşme döneminde Bulgar hükümeti Türk çocukların laik Türk okullarında eğitimeyi kabul etmedi. Arapça ağırlıklı din okulları kapılarını aştı. Etnik toplumlar da parçalanıyor.
Bulgaristan Türkleri ve Pomakların eğitim ve kültür alanında AB fonlarını kullanmada çok geride oldukları, girişim göstermedikleri dikkati çekiyor. Eğitim öğretim ve kültür sorunlarında Hak ve Özgürlükler Hareketinin pasif kalması ve her geçen günle “ben bir Bulgar Partisiyim” bayrağını dalgalandırması, Türk halk topluluğuna özgün kültürünü baltalama açısından bir ölümcül darbe indirdi.
Yeni ders kitapları AB istemlerine göre yazılmak zorunda olduğundan, yeni içerikle pazara sunulunlar tartışma başlattı. Öğrencilerden önce öğretmenler yeni kitaplardaki bilgileri özümsemede sorun yaşarken, örneğin milliyetçi kesin tarih ve edebiyat kitaplarını açıktan açığa kabul etmedi. Yeniden yazılmaları gerektiğini ileri sürdü. Eski hızla konuşan geleneksel irade ret edilmeyen yeni deliler ve yorumları Bulgar milliyetçiliği açısından kabul edilmez buldu ve toptan ret etti. Eski kamuoyu kanısı tuzlu deniz suyu gibi tatlı su kabul etmiyor.
Sivrilen sorunlardan birisi, yeni kitapların yazılmasından ahlaken sorumlu olmak için, o eylemin özgürce yapılıp yapılmadığıdır. Eski kitapları kafaları ırkçı milliyetçilik ve Türk ve İslam düşmanlığıyla şartlanmış kişilerin yazdığı ortadadır. Ortam kendi çelişkileriyle kaynıyor. Öğretmenler önceden özümsemediği, bilmediği bilgileri ve deneyleri öğrencilerine anlatmakta, onları ikna etmede güçlük çekiyor.
Pratik örneklerle olay şöyle de anlatılabilir: Bir gölde boğulmakta olan birini görürseniz, ama zeminde bir ağaca bağlanmışsanız ve kendinizi kurtaramıyorsanız, o zaman batmakta olan adamı kurtarmakla ahlaken suçlanamazsınız. Ne güzel değil mi, çocuk bilgisizlik karanlığında nefes alamazken, öğretmen bağlı olduğu eski bilgilerin kurumuş ağacından kendini kurtaramıyor. Ortada, Bulgarların meşhur değimiyle “ne soğan yemiş ne soğana kokan” var.” Yani ne ahlaken ne de yasalar önünde sorumlu ve suçlu yok. İnsanların bilgi yükünün, sorumluluklarının değişmesi bu kadar zor bir iş işte. Bulgaristan’da ilkokul çocuklarından % 40’ının okul yazar olmadığı bir yeni ders yılı kapı çalıyor. Temel sorun yalnız herhangi bir dilde herhangi bir alfabeye göre okuyup yazmayı öğretmek değildir. Yeni biçim düşünmek, yepyeni bir ahlak ve kültüre açılmayı sağlamaktır.
İnsanların beyinlerinin yıkanmasının birkaç yöntemi vardır. Birisinde beyine hiçbir şey verilmez. Beyin boş bir sepet ya da kova gibi gezip dolaşır. Kölelik devrinde köleler yalnız verilen işi yapmayı, savaşmayı biliyordu. Feodal toplumda toprak köleliği yaşandı. Modern devirde cahillik köleleştirmenin ana aracı oldu. Kör cahil bir kişi modern köledir. Bu ana dil, vatan dili, kültür dili ve yabancı diller için geçerlidir. Her işi elektronik araçların yaptığı dünyamızda, “yeni bir şey icat edilse zaten öğrenirim” rahatımı bozmam mantığı yayıldıkça yayılıyor. Bizde bu olay Çingene ortamlarında çok izleniyor. Nota bilmeyen sokakta kulaktan dolma müzisyenler virtüöz olabiliyor. Hepsinin yazıp çizmeleri imza atmaktan ileri gitmez. Geleneksel zanaatlar, hırsızlık vs. bir geçim kaynağı olarak işe koşulurken “diploman var mı?” soran olmaz.
Beyin yıkamanın başka bir yöntemi de çarpık bilgiler sunmaktır. 139 yıllık tarihi olan yeni Bulgar devletinin oluşumunda pek çok olayların tek yönlü ya da abartılmış, ötekileştirilerek sunulmuş, düşmanlıklar körüklenmiş, üstüne bilinçli yapılmış ve devlet politikası olarak dayatılmış olan bu durumlarının okul kitaplarında, sanat eserlerinde, kültürden vs. revize edilerek çıkarılması ve insanlar, halk toplulukları, etnikler, ana unsur ile yan oluşturucu unsurlar arasında husumet yaratan her şeyin kaldırılması istemi bütün Avrupa Birliği’nde genel geçerli bir kural olurken, bizde tepki görmesi, dikkati çekiyor. Bu olay şöyle de açıklanabilir, bir birey olarak size bir suç işlemeniz emredilmişse, o suçu işlemekten kuşkusuz sorumlu değilsiniz, çünkü özgürlüğünüz hasar görmüştür. Bulgaristan Tük ve Müslümanları son 25 yılda huzurlu kaldıysa bu bilinçle hareket ettiklerindendir. Kimse, Yablanovo köyünde halkın üzerine tankı süren, askerin mahkemeye verilmesini istemedi, ama totaliter rejimde emir verenlerin yargılanmasında bugün de ısrarlıdır. Mestanlı, Benkovski, Hamzalar vs. olayları birbirinin aynıdır. Birçok insan yargısız kurşunlanmıştır. Bunun hesabı sorulmalı ve verilmelidir. Bunları kitaba yazmayan, halka anlatmayan, yıldönümlerini anmayan, ders kitaplarına aldırmayan zihniyet suçludur. Benzer devlet politikası desteklenemez.
Kamuoyunun yeni politikalara hazırlanması gerekli oldu. Çamur kürekleme devlet politikası olamaz. Dünya nereye biz nereye? Eğitim, sağlık ve çevre sorunları gerçekten çözüm bekliyor. Usta çağırmamız için evin yıkılmasını beklemeyelim. Balık yemek için balıkların asfalta dizilmesi bizdeki istisnadır, biz balık tutmayı öğrenelim. Saplıklı olmak için, yalnız yaşamak zorunda değiliz. İnsan sağlığı ile toplumun sağlığı ayrılmaz bir bütündür. Biz dünyadan ayrı ve herkese yabancı bir dünya yaratmaya çalışmaktan vazgeçelim.
Alpay DİNÇER