Mayıs BULTÜRK Gazetesi
Tarih: 24 Mayıs 2020
Egemenlik Bir Türk Değeridir. Bayramlar çifte geldi. Ramazan Bayramı stadyum, top sahaları ve köy harmanlarına indi bu yıl. Birlikte, daha geniş bir ortamda karşıladık Bayramı.
Bu en mutlu günümüzde, güzel ve özel insanlarımıza, özellikle davamızdan vazgeçmeyenlere, saygılarımızı, sevgilerimizi, dualarımızı gönderiyoruz. Her gününüz bir bayram olsun…
Bayramlaşma ve kutlama işlerinde bazıları bu yıl sınıfta kaldı. “Covid-19” engel oldu. Güller dallarında kaldı. Devletler bile korktu korona dikeninden.
“24 Mayıs 2020, Kiril Alfabesi Günü” tatildi. Milli bayram! Çocuklar, öğretmenler, memurlar evde, köylüler tarlada işteydi. Bayram, Cumhurbaşkanı R. Radev ile yakın korumalarına ve gazetecilere kaldı.
TV’de anlatılan ve sosyal medyada yazılanlar, kafa karıştırdı.
Diktatör Jivkov parasız kaldığında (1962) Sovyet lideri Nikolay Kruşçev’e, bunalıma daha derin battığında (1978) yine SBKP Genel Sekreteri ve SSCB Başkanı Leonid Brejnev’e Bulgaristan Halk Cumhuriyeti’nin egemenliğini satmaya kalkmıştı. Daha doğrusu uşaklık etmeyi halkı hediye etmek istemişti. Bu işler gizli yapıldığından o zaman “hey sen ne yapıyorsun, sen kimin egemenliğini, kime satıyorsun?” diye soran olmadı. T.Jivkov’tan bu konuda 1989’da da hesap soran olmadı. Bizim başsavcılığın iğneyi kendine batırma alışkanlığı yok.
Biz, bırak dünyayı, Avrupa’dan bile çok farklıyız. Hafta sonu Avusturya Cumhurbaşkanı Aleksandır van der Belen arkadaşlarıyla birlikte bir lokantada yemek yemişler ve “korona virüs gece saati yasağına” uymayınca, polis ceza kesmiş. Bizde devlet egemenliğini pazara çıkaranlara bir şey olmuyor. Farkımız bu.
Toplumu saran şimdiki ilgisizlik ortamında, şu bizim yeni yöneticiler gizli bir anlaşmayla “Kiril Alfabesini” Ruslara satmış veya hediye etmiş olmasınlar diye düşündüm. Olamaz mı? Olur tabii…
Olanlara bakınız: Rusya Federasyonu Başpapazı Kiril, Putin’den 3 yıl sonra olmak üzere, yeniden “biz alfabemizi Makedonya topraklarından aldık” dedi ve “Rusya’da İslav Alfabesi kullanıyoruz“ demekten çekinmedi. Bu demeçlerin altında bir yılan yuvası olduğuna inanmaya başladım. Kulağımıza gelen “sıs, sıs” seslerin bir nedeni olmalı…
Aynı zamanda “Alfabe olayının” Bulgaristan’da çarpık anlaşıldığını görüyorum. “Alfabe” bir kültürün temelidir. Kültür ise uygarlığın temelidir. Son zamanda gelişmeler ters gidiyor. Ruslar “Kiril Alfabesini” rafa kaldırıp “Slav Alfabesinden” söz ederken, “Yeni Rus Uygarlığını” sahneye taşıyor. Sınırları çizilmeyen coğrafik sahne ise Avro-Asya kültür alanıdır.
Bizim kültür alanımız olan Güney Doğu Rodoplar’da bir asırdır ters giden kültürel gelişmeler hala yönünü değiştir(e)miyor. Kiril Alfabesini kabul etmedikleri için 80 Türk okulunun kapatılmasının ardından kör cahillik aldı yürüdü. Korona virüs aylarında hava iyice karardı. Mağdur ailelere birer paket yardım dağıtmayan Boyko Borisov hükümeti, bütçeden 2 milyon leva ayırıp bir Türk kalesi olan Kırca Ali şehri merkezinde büyük bir kilisenin daha temelini attı. Törene, Kırca Ali milletvekili, meclis başkanı Tsveta Karayançeva katıldı. Bulgaristan’daki en büyük Pazar Papaz Okulu da Kırca Ali’de bulunuyor.
Bu yıl Bulgar basını “Kiril Alfabesi” sönük kutlandığını görünce, “en mazlum, en milli, en dini bayramımız” dedi. Eskiden böyle değildi, “en aydın, en uygar gün” törenlerle anılıyordu.
Bu değişikliğin paralelinde, IX. Yüzyılda Bizans İmparatoru III. Mihail’in emriyle Kiril (İslav) Alfabesini yazan Selanikli Kiril ve Metodiy kardeşlerin Bulgar olmadığı iddiaları sertleşti. Kiril Alfabesinin o devirde günümüz Livan, Suriye ve Filistin topraklarında yaşayan Finikeliler yazısından alındığını ve ilk şekliyle Yunan Alfabesine benzediğini ve daha sonra İslav dillerindeki farklı seslerin yeni harflerle alfabeye eklendiği iddiaları yer alıyor. İlk olarak günümüz Çek Cumhuriyeti’ndeki Morava ve Bohemya topraklarında yaygınlaşmıştır.
24 Mayıs haftasında Sofya’daki Rus Kültür ve Enformasyon Merkezinde “Rus Alfabesinin Ataları Kiril ve Metodiy Kardeşler” konulu foto sergi açıldı. Sergide, Kiril ve Metodiy kardeşlerin “Bulgar olduğundan” söz edilmediği gibi, alfabenin de “İslav Alfabesi” olduğu kanıtları yer alıyor.
Bulgar bilim çevreleri, konuya birçok beyan ve bilimsel yazıyla aydınlık getirirken “Kırıl ve Metodiy kardeşler alfabesinin önce eski Yunan alfabesine uygun hazırlandığını, Metodiy kardeşin Rum dilinde olmayan, ama Bulgar dilinde olan sesler için yeni sesliler eklediğini” yazdı. Bu olay Bulgarcaya (glagoliytsa) değimiyle girmiştir. X. asırda “Preslav Ekolü” alfabeyi Bulgarlar arasında uygulamaya açmıştır. Birinci Rus Çarı ancak 1547’de Taç giydiği hatırlandığında, günümüzde imparatorluk hevesleri canlandıran Rusya’nın Bulgar kutsalı olan “Kiril Alfabesi”, “Bulgar Kültürü” vb manevi değerlerimizi gasp ettiği iddiaları yaygınlık kazanıyor. Bu bir kültürel yüzleşmedir. 1000 yıllık tarihsel geçmişin inkârı ve yerine güçlünün iddialarına resmiyet kazandırma çabasıdır. Yaygınlık kazanan manevi çelişkiler sertleşirken, Rusya için “Alfabesi olmayan bir halkın kültür ve uygarlık yaratamayacağı” savı öne çıkıyor.
Aslında bu gelişmeler ilginç bir zamanda politik nitelik kazanırken ceo-politik sahneye yerleşti. Bulgarlar günümüzde 300 milyon insanın Kiril Alfabesini kullandığına vurgu yapıyor. Romanya, Kazakistan, Azerbaycan, Moldova, Özbekistan ve diğer Orta Asya devletleri Kiril Alfabesinden Latin Alfabesine geçti, bazı ülkelerde ile Kiril ve Latin Alfabeleri birlikte kullanılıyor. Latin alfabesi temelinde Türk Dünyasında Ortak Türk Diline geçme yolunu mu açıyor… Türk Dünyası Kültür ve Uygarlığı Latin Alfabesi temelinde artık biçimleniyor.
Öte yandan Rusya Cumhurbaşkanı Vladimir Putin son demecinde. “Rusya yalnız ayrı bir ülke değil, ayrı bir uygarlıktır” dedi ve Rusya, “çok milletli” (çok etnikli) ve değişik kültürlü, farklı gelenekli ve çok dinli bir ülkedir şeklinde söylemlerde bulundu. Bu sözler, Av-Asya’cıların, korumak istedikleri gelenek ve kimlikleri yansıtan yeni bir eğilimdir. Putin ve bu yeni uygarlığı korumak istiyorsak, “gelecekte yüksek teknolojilere yönelmeliyiz” şeklinde konuştu.
Ne var ki, hiçbir uygarlık yalnız teknolojik bulgulara, G 5-6 veya füze süratine dayanmaz, temel halkların kültürel kenetlenmesinden fışkıran güç ve yarattığı yeni dünya görüşüdür. İnsan hakları, azınlık hakları ve kültürel kenetlenme sorunları yaşayan günümüz Rusya’sı “Alfabe çalmakla” bu kültürel hendeği atlayamaz.
Her uygarlığın sınırları olduğu gerçeğine inanan bizler, Rus ideologların “Rusya uygarlığı sınırsızdır” iddialarına kuşkuyla bakıyoruz. Üstelik yeni durumda, Rus uygarlığının “İslav Alfabesine ve Rus diline” dayandığı dikkate alındığında 20 yılda Rusça konuşanların % 27 azaldığı dikkat çekiyor. Rusça konuşulduğu gerekçesiyle 2014 yılında Kırım Yarımadası’nın ilhak edildiğini hatırlayalım. Hitler de Almanca konuşulan Avusturya, Çek ya ve Polonya’nın yarısını işgal etmişti. O zaman bu olaya “işgal” ve “devletler hukukunu ihlal” dendi ve kınanmıştı. Şimdi özgür dünya Rusya’ya yaptırımlar uyguladı. Şu da var. Balkanlarda bazı ülkeler “İslav Alfabesi kullanıyor” bu gerçek yeni ilhaklar için sebep olabilir mi? Rus uygarlığına çekilmemiz artık stratejik plan veya hibrit saldırı konusu olmuş mudur? İşte Balkanlar’da yeni soru bu olmalıdır.
Şu da var. 1877-1878 Rusya-Osmanlı imparatorluklar arası “93 Harbi” Balkanlarda yaşayan “Hıristiyanları kurtarmak için” başlamamış mıydı? Yoksa unutuldu mu? Bugün “Hıristiyan” sözünün “yeni Rus uygarlığı” ile değiştirilip harekete geçirilmesine bir hayal ürünü deyip gülelim mi?
Bulgaristan’da 30 senede Rus vatandaşları 5 bin şirketi neden kurdular, hiç düşündünüz mü?
Bir askeri üssü andıran “Kamçiya” Rus gençlik kampını unutmayalım. Ahmet Doğan’ın, Güney Karadeniz kıyısında “Rosen” adlı bir kapalı Rus bölgesindeki korumalı Rus köşkünde neden “esir” tutulduğuna kafa yordunuz mu?
Biz Bulgaristan Türkleri, bizden olmayan birini ve esir alınmış birini neden “lider” olarak kabul ettik. Kimden ve neden korkuyoruz.
Bu sorular bir de şöyle sorulmalıdır. Yeni bir Rus işgali kapıda mı? Öyleyse Bulgarlarla birleşme ve ortak cephe kurma zamanı geldi.
Bu korkular, sınırları sürekli genişleyen yeni Rus uygarlığının Bulgaristan’ı yutma planlarına bağlı olabileceğini düşünebiliriz.
Ne var ki bu problemin artı memleketimizdeki bütün vatandaşlarla konuşma, yuvarlak masa kurma zamanı gelmedi mi!?
1878 ve 1944 Rus ve Sovyet işgali 2020’lerde “Yeni Rus Uygarlığına katılma” şeklinde tekrar edebilir mi? NATO ve AB üyeliğimiz Bulgaristan’ı yanına çeken Rus mıknatıstan da güçlü müdür ve bizi bugünkü konumlarımızda tutabilir mi, yoksa yeni bir denge sağlayıcıya gerek var mı?
Varsa bu yeni pusulamız Yeni Türkiye Cumhuriyeti olabilir mi?
20.yüzyılın birinci yarısında kendi egemenliğini elde eden Türk halkı, Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmakla, mazlum halkların bağımsızlık ve egemenlik ufkunu açtı ve birçok ülkenin egemenliğine bugün de garantörü oluyor. 1974’te Kıbrıs Türklerinin egemen devleti KKTC Türkiye’nin yardımlarıyla gerçekleşti. 2014’te Kırım’ın ilhakına karşı koyan devletlerden biri Türkiye oldu. Günümüzde Suriye’nin toprak bütünlüğü Türkiye Cumhuriyeti Devleti güvencesi altındadır. Libya’daki son gelişmeler, bölücülerin ve “Vagner” saldırganlarının ülkeden kovulması, Libya toprak bütünlüğü ve egemenlerinin Türkiye askeri yardımlarıyla sağlandığına kanıttır. İsrail küstahlığını köpürtürken Küdüs’e yerleşiyor, Filistin topraklarına yayılıyor ve yeni durumda Filistin halkının toprak bütünlüğüne güvence veren yine Türkiye devleti oluyor. Bu gün Dünya’da mazlumlara sahip çıkan Türkiye’den başka bir devlet de yok ortada.
Doğu ve Batı uygarlıkları arasında sıkışıp kalan Bulgaristan’a NATO ve AB üyeliğinde destek olan yine Türkiye Devletidir. Balkanlarda rolü her geçen gün artan Türkiye, her zaman Türkiye Cumhuriyetinin gölgesinde bulunmuştur. Ülkeyi savaş kaçağı, ekonomik göçmen ve sığınmacı selinden koruyan da Türkiye oldu.
Görüldüğü üzere, Rusya yönetimi Bulgarlara “alfabe ve dilleriyle” dolayısıyla kültürleriyle gurur duyma hakkını bile çok görüyor. Dünyanın hemen hemen bütün bilim akademilerinin üyesi olan Rus Prof. Dmitriy Lihaçov (1992) “Rusya maneviyatını, manevi gelişme geçebilmesini, Rus edebiyatının doğmasını Bulgaristan’a borçludur. Bu cümlede her şey söylenmiştir.” dedi. Söylemiş olsa da, günümüz Rusya devlet ve kilise yönetimi bu gerçeği kabul etmiyor, izlenen dış politikada dikkate bile almıyor.
Şunu önemle belirtmek gerekir. Egemenliği çiğnenen bir ülkenin onuru ve gururu kalmaz.
Anlatmaya çalıştığımız bu son olayda, Alfabe, dil ve kültür ancak egemen bir ülkede kendi başlarına değer olabilir. Milli egemenliğin de oluşturucu ögeleridir.
Son 300 yılda kademe kademe Avrupa’da devlet egemenliğinin çöktüğüne tanık oluyoruz. Avrupa egemenlik ve uygarlık sisteminden kopan Rusların Bulgaristan’da dikilmiş 180 anıtı var ve Ruslar, Bulgaristan vatandaşlarını ancak bu anıtların bekçi ve bakıcısı olarak görüyorlar.
XXI. yüzyılın başında, Batı Avrupa ve Rusya “uygarlıklarının” yüzleştiği ve kapıştığı bir ortamda kilitlenmiş bulunuyoruz. Rus kaynaklar, “Rusya kendisi bir ya da iki Batı Avrupa ülkesine eşit olan değil, bütün Batı Avrupa’ya eşit olan bir uygarlıktır ve Batı Avrupa uygarlığında olmamamız bizim uygarlık kimliğimizi karakterize eden özelliklerin başında gelir” vurgusunda birleşiyorlar.
Bulgaristan bir Güney Doğu Avrupa (Balkan) ülkesidir.
AB ve NATO üyesidir. Kendini Batı hanesinden kabul ediyor. Bu nedenle alfabe, dil ve kültür alanlarında saldırıları ağır karşılıyor ve istese de istemese de yeni yeni tartışma kapıları açılıyor ve geçerli olan tek kural kendini her an belli ediyor: Tarihi güçlü olan yazar. Üstelik Bulgar arşivlerinin de Moskova’da bulunması, çelişkileri çözümden gittikçe uzaklaştırıyor.
Ruslara göre Batı Avrupa uygarlığı çöküyor.
AB dağılacak, parçalar birbirine düşecek. Batının bütün uygarlığı temsil ettiği, değerlerinin evrensel olduğu kuşku uyandırıyor. Rus uygarlığının kendi özgün yanları olduğu, kendi yargı değerleri sistemi ve felsefesi olduğu iddiaları yayılıyor.
Bu açıdan Rus uygarlığının bir Fransa veya Almanya uygarlığı ile mukayese edilemeyeceği, ancak bütün Avrupa uygarlığı ile karşılaştırılmasının mümkün olduğu ileri sürülüyor.
Orta çağlardan beri Avrupa kendi değer yargılarını diğer ülkelere ve halklara dayatmaya çalıştı. Büyük Savaşlar hep medeniyet savaşlarıdır.
Kazanan hep çök kültürlülükte buluşan ve kenetlenen oldu. Batı, Doğu Avrupa’ya ve Bizans Avrupa’sına yeni dünya değerler sistemleri dayattı. Evrensellikten söz etti ve bütün insanlığın değerlerinden dem vurdu. Yabancı olan hiç bir şey kabul etmek istemedi. İslam uygarlığına karşı imansızlığı da buna kanıttır.
Bulgarların kendi uygarlığı yok. Alfabelerini de kaptırırlarsa, kültür kalesine dayanak noktaları kalmıyor. Dil meselesinde de Makedonlarla diş dişe birbirlerine girdiler.
Zaman Batı Avrupa değerlerinin genel geçerli ve evrensel olmadığını gösteriyor. Batı Bulgaristan’ı hep yalnız bırakmıştır. Hiçbir zaman zor gün dostu olmamıştır. Şöyle ki her toplum çelişkili ve tartışmalı olayları farklı algılayıp farklı değerlendiriyor.
Örneğin Avrupa’da 250 dil konuşuluyor. Bunlardan 80’ni Balkanlarda. Fakat bunlardan kaçına hayat hakkı tanınıp, okullarda okutuluyor, alfabesi, yazısı, kitabı var? Alfabelerle birlikte dillerde ölüyor. Birçok dil uygarlıklar arası savaşımda ateşe verilmiş,
Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarında yakılan kitapların sayısı bilinmiyor. Bulgaristan’da azınlık kitapları hemen hemen tümüyle yakıldı.
300 Türk yazar ve şairi olan Bulgaristan Türk edebiyatı 21. Yüzyılda zor nefes alabiliyor. Gazeteler kapandı, radyoda konuşulan dil Türk makamını tekmelemiş. “Müslümanlar” dergisinin dili Arapça kokuyor. Toplum geriye çekiliyor. Yeni kıvılcım yok.
Doğu ve Batı uygarlığı arasında kalan Balkanlar özgün yol ararken sürekli ezildi. Bulgaristan da bu arada Balkanların Batılaşması daha 1985’te Helsinki süreciyle başladı.
Sürecin temelinde insan haklarının, kolektif hakların, azınlıkların hak ve özgürlüklerinin tanınması vardı. Bulgaristan 1985’te “soya dönüş süreci” adı altında, Türk azınlığa zulüm uyguluyor, Türklerin isimlerini değiştirmiş, anadilinde konuşana ceza kesiyor, polis kuş uçurtmuyordu. Diplomatik kanallarla “Türklerin İslamlaştırılmış Bulgar” oldukları yalanını yayarak, dünyanın gözüne kül atıyordu.
Bu böyle, baskı ve terör ortamında 3 yıl devam ettikten sonra 1988’de Avrupa ülkeleri Belgrat’ta Dış İşleri Bakanları görüştü ve Helsinki kararlarını somutlaşmayı konuştular. O tarihte artık Bulgaristan Türklerinin 55 gizli ve yarı gizli örgütü insan hakları, eşitlik ve demokrasi için mücadele ederken, davamız Avrupa radyolarına taşsa ve uluslararası konferanslara konu olsa da, komünist ırkçı-milliyetçiliğe kurban olan Bulgaristan yönetimi bütün anlaşmaları imzalıyor ama hiç birini yerine getirmiyordu. Türkleri, Makedonların, Ulahların, Pomakların ve Çingenelerin dili, dilini ve Makedon kimliğini tanımadı. Aslında Makedon dilini ve kimliğini tanınmıyordu.
Olanların atasözü: “Gülme komşuna gelir başına” dır.
1989’dan sonra rejim değişti, fakat ülkedeki medeniyet değerleri değişmedi.
15 Ocak 1992’de Cumhurbaşkanı Jelü Jelev Makedonya’yı tanıdı, fakat Makedon dilini ve Makedon tarihi ile kimliğini tanımadı. Aslında uluslararası anlaşmalarda bir ülkenin dili tanınmaz. Dil bir halkın kendinin seçtiği ve kullandığı, Kimlik halkın özü ve bu bir nimettir. Uluslararası anlaşmalara konu olmaz. Fakat 28 yıl sonra Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Avrupa Birliğine üye olmak istediğinde Bulgar makamları, “Makedon dilinin Güney-Batı Bulgaristan’da konuşulan bir Bulgarca lehçesi” olduğunu iddia ederek, Makedon dilini, tarihini ve kültürünü tanımayarak, aramızda çözülmemiş problemler var gerekçesiyle KMC’nin AB üyelik sürecini engellemeyi gündem etti.
Geçen hafta Sofya Meclisi benzer bir karar daha aldı. Bu kararla ilgili Yurtdışı Bulgarları Devlet Ajansı Eski Müdürü Bayan Rayna Mancukova “Bulgaristan kaş yapayım derken, bir daha göz çıkardı” dedi. Besarabya Bulgarlarının yaşadığı Ukrayna’nın “Bolgorodski Bölgesinde yapılan idari değişikleri protesto eden Bulgar meclisinin kararı halk arasında Ukrayna’nın AB üyeliğine engel olmak istiyorlar” şeklinde yorumlandı. Diplomatik skandal yaşandı.
Bulgaristan kendi ülkesinde toplumsal yaşamda çok kültürlülük ilkesini uygulamıyor amma çevresinden bunu istiyor…
Tüm bu gelişmeler derin bir bunalım ve çaresizlik sonucudur. Bulgaristan kendi ülkesinde toplumsal yaşamda çok kültürlülük ilkesini uygulamıyor, fakat yakın ve uzak ülkelere böyle talepte bulunuyor. Kiril ve Metodiy kardeşlerin Sofya’da olduğu gibi, Makedonya, Sırbistan, Rusya Federasyonu ve başka yerde anıtları olduğunu, adlarının kilise ayinlerinde okunduğunu, aziz olduklarını herkes bilir. Bizans tarih kitaplarında “Bulgar katliamı” başlıklı bölümler olduğunu bilenler, Bizans İmparatorlarının özel olarak Bulgarlar için alfabe geliştirdiklerine inanmaz, çünkü imparatorluklarda ayrıcalıklı halklar yoktur.
Kiril Alfabesi günümüzde Bulgaristan’a karşı çok ciddi saldırılara neden oluyor. Bu saldırılar memleketimizin egemenliğini hedef alıyor.
Ortak cephede kenetlenmemiz için azınlık ve milli haklarımızın tanımı ve askıda kalmış medeniyet sorunlarını önce çözmemiz gerekiyor. İstenen tüm azınlık haklarının ve azınlık kimliklerinin resmen tanınmasıyla başlayabilir. Egemenliğin özünde kimlik vardır ve olmazsa olmazdır.
Okuyanlara teşekkürler. Sağlıklı günler dileriz.
Paylaşmayı da unutmayınız