Tarih: 16.07.2018

Yazan: Oya Canbazoğlu DİRİER

Konu: FETO – cuların çulu tamamen düştü.

15 Temmuz faciasının 2. Yılı Türkiye’nin her köşesinde anıldı. 15 Temmuz Demokrasi ve Milli Birlik etkinliklerine bizler de katıldık. Ülkemizi yakan ihanet kalkışmasını lanetledik. İhanet şebekesi ve terör örgütü kuyruklarının birbirine bağlı olduğu büyüdükçe soydaş gözündeki endişe büyüdü.

Olayın ciddiliğini yeni yeni kavrayanlar “Verilmiş sadakamız varmış!” diyenler kalabalıktı. Türk milletinin bir ferdi olmaktan gurur duyan gençlerimiz aktifti. Gölgelerde yer bulmuş konuşmacıları dinleyenler, ellerinde çiçek denetli yaşlılarının saygılı duruşu, gözü nemli bayanların “Sağ olsun! Gönlü hoş olsun!” duaları unutulur gibi değildi.

Bu olaylar bizim içimizin oyulduğuna yeniden delil oldu. İnsanın kendini ikna etmesi zordur. FETO-cu olarak damgalananların ve çul düşünce boyaları ve kirli niyetleri parlayanların arasında tanıdıklarım vardı. Bu bayanlardan birisi, 15 Temmuza kadar kimin yanına çömelse hep “Kötürüm de ata binebilir.” Veya “Sağır da sürü güdebilir!” gibi tekerlemelerde bulunuyordu.

İhanetçiler merhametimizi istismar edip, Türk gençleri yeni bir duruma, kör kötürüm olmayı kabul etmeye hazırlıyorlarmış. Bunu bilinçli yapmaları, belki de kendileri olacak olanı tasavvur bile edemedikleri çok feci bir duruma psikolojik ortam yaratma ağına düşürülmüşlerdi.

Bilinçsiz bile bu işe alet olunmuş olsa bu af edilmez bir ihanettir.

Tedavi edilmedikçe köskötürüm yani yerinden kımıldayamaz duruma getirilmemiz hedeflenmişti. Hoşgörülü olduklarını nasıl anlatmış olursa olsunlar 2 yıl önce üzerimize bomba yağdırdılar. O geceyi hatırladıkça karanlık perdesini yırttımızı düşünüyorum. 50 yıl hazırlanan bu darbe kök ve kırıntılarının 2 yılda temizlenmiş olduğuna da inanmıyorum. İnsanlarımız kendilerini huzurlu hissetmeye yeni yeni başlıyorlar.

1402’de Çubuk Ankara’da Moğol istilacı Timur ile Osmanlı Padişahi Beyazıt’tan bu yana Ankara yakılmak istenmemiş, üzerine bomba düşmemişti. Sokaklarımız makineli tüfeklerle tarandı. Kendi Uçaklarımız ve helikopterlerimizden kurşun yağdı. Yaşanan canilik kaderimizi ve dünya görüşümüzü değiştirdi. Açılan yara yaktıkça yakıyor.

Bu hal Genç kuşağımızı ciddi dağlamıştır.

*

Hitlerin İkinci Dünya Savaşını başlatma kararını bir yeraltı sığınağında aldığını, Birleşik Amerika Generallerinin Batı Cephesi açıp Almanya’ya karşı savaşa girme kararını ise bir samanlıkta aldıklarını okumuştum. ABD Pensilvanya eyaletinde kendisine tesis edilen bir şatoda gizlenen Fethullah Gülen adlı ihanet çetesi başının 15 Temmuz’da Türkiye Cumhuriyetini yakarak parçalama ve emperyalist canavarlara teslim etme planını imamlarına bir camide açıkladığını işittim. Allah’ın Evinde bu kadar büyük bir canilik konuşulabildiğine inanasım gelmiyor. Din sömürüsü ve camilerimizin,karşı darbe hazırlığına alet edilmesi son derece iğrenç bir durumdur. Camilerimiz ibadet ve güzel işler yapılması gereken yerlerdi. Gerçeklerin her fırsatta halkımıza duyurulması ve lanetlenmesi davetlerine katılıyorum. Halk, demokrasi ve ilerleme düşmanı ideolojilerin din okullarında, akademilerde ve camilerde geliştirilmesi sinsiliğinin başı ezilmelidir. Din ve eğitim her zaman siyaset dışı tutulmalıdır.

*

Dernek Merkezimize Sofya İslam Enstitüsün’den geçmiş kadrolardan uğrayan yoktu.

İslam ideallerini Türk ocaklarından her birine ulaştırmak için bu kişilerin bize olan ilgisiz kalışı tepeden bakışı dikkatimi çekti.

Bir Hıristiyan ülkesinde olsa da, 1989’da açılan Sofya Yüksek İslam Aydınlık Enstitüsünde yetişenler eğitim süresince Hz. Muhammed’in koruması ve himayesi altında bulundu ve halkımızın desteğini aldı. Hocalar, Bulgaristan’dan olanlardan fazla Türkiye Diyanetinden gelmişti. Onların arasına, FETO- “irfan” karartma çetesinin uluslararası eylem kadroları da bu enstitüye giderek sızmayı başarmıştı. Yıllar içinde İslam dininin istismarcıları oldukları ortaya çıkan bu hocalar,Balkan Müslümanlığı arasına çok yanlı dağılan bir sürüdendi.

İslam bilim ve medeniyetini çarptırmanın temel hedefleri içinde yer aldığını kim bilebilirdi. Hedeflerince Bulgaristanlı Müslümanları inançdan caydırmak, Hak’tan uzak tutmak vardı.

Birinci ihanetçilerin gelişi kurucu Rektör Dr.İsmail Cambazov’un anlattığına göre, daha 1990’ların hemen başında oldu. Sızma Romanya üzerinden geldi. Yerli Müslümanlarla birlikte secdeye durdular. FETO fedaileri kapıyı “gönüllü eğitim hizmeti” sunmak için çaldı. 1992-93 yıllarından yapılan hazırlıklardan sonra FETO-cu yönetim ile Hak ve Özgürlükler Hareketi yönetimi arasında, T.C.’deki FETO yerleşkelerinde 1 500 (bin beş yüz) Bulgaristanlı Türk ve Pomak gencin eğitim yoluyla bilincinin karartılması sözleşmesi imzalandı. Bu ittifakın temelinde ise, Bulgaristan Türklerinin 1989’da şahlanan ruhunun köreltilmesi, gençlerimizin uyuşturularak doğa bilimlerinden, tarih, sosyoloji ve felsefe dibi disiplinlerden uzak tutulması ve yüzeysel bilgilerle cahil bırakılması vardı. Ahmet Doğan ve Osman Oktay gibi söz sahipleri, daha o zaman FETO kurumlarındaki eğitimin gençleri cahil ve Türk kimliksiz bırakmaktan başka hiçbir işe yaramayacağını biliyorlardı.

Türkiye Cumhuriyeti yüksekokullarına, üniversite ve enstitülerine kaydı yapılan gençlerimizin “kafasız” ve “özürlü” oldukları şaibelerini yayanlar da onlardı. Bu etkinliğin hedefinde 100 yıl ezilen Bulgaristan Müslümanlarının Türk kimlik ve ruhunu yitirmesi ve onları Türkiye’ye halkından, soydaşlarımızdan koparmak vardı. Bu noktada, FETO ve HÖH hedefleri örtüşmüş ve yolunu bulan su akmaya başlamıştı. Bu gelişmeler çok uzun zaman böyle sürdü gitti.

Bulgaristan’a kapağı atan ve kısa bir süre sonra “Zaman” gazetesini ve “Ümit” dergisini Sofya’da çıkaran bu kadro daha sonra ofisler açtı, erzakı bitmeyen küfte sofralarını bizde de kurdu, aydınların şuurunu kıskıvrak düğümleyip ağır manevi baskı uyguladı.

Türkiye Cumhuriyeti FETO okullarından dönenler kara kadere semer olmayı kabul etmişlerdi.

Sofya’da düzenlenen FETO – HOŞGÖRÜ – DİNLER ARASI DİYALOG vb şölenlerinde Bulgaristan Türklerinin ruhunu hançerlemiş ihanetçi ajan Ahmet Doğan gibi ömründe camiye girmemiş döneklere En Yüksek İslam Dünyası Ödül ve Plaketleri sunuldu. Onun sayesinde Baş Müftülüğümüze ve Bulgaristan Müslümanları Diyanetine el atmak ve Bakanlar Kurulu ve devlet katında tüm Müslümanlarımızı temsil etmek istemişlerdi. İftar Sofralarına papazları davet etmekten çekinmemişler ve kutsal günlerimizin tadını kaçırmışlardır.

Yüzkarası olaylar sıralamakla bitmez. Özellikle kendi kadrolarını kapalı bir sistem içinde yetiştirmeye özen gösterirken, ateist ve deist ayrımı yaparak, Bulgaristan Türk kimliğini parçalamaya ve ülkede kalanlar ile Türkiye’ye göç etmek zorunda kalanlar arasına kırmızıçizgi çekmeye, kardeşlerimizi birbirinden soğutmaya özen göstermişlerdir.

Yerli aydınlar tarafından iktidar katlarına uyarılarda bulunulsa da, çarpık ve bölücü gelişmeler Bulgar milliyetçi çevrelerin stratejik öz amaçlarına hizmet ettiğinden dolayı onlar bizde aradıkları ortamı bulabilmişlerdi. Yerli aydınlara Türkçe gazete ve dergi basıp yaymada engeller yaratılırken, onlara bütün olanaklar sunulmuştu.

Dinini seven, gerçek Müslüman,  anasını babasını, atalarını, Kuranı ve Vatan’ını sevip sayan, bağrına basan kişidir. Bulgaristanlı Müslümanları ezmeyi ve ruhsuz bırakmayı, halk aydını ve öncüsü imam, hoca, müftü değil, dikkati çeken çok büyük bir özellik daha var.

Yıllar içinde özellikle Romanya üzerinden gelen ve Sofya İslam Enstitüsüne hoca olarak sızan kadrolardan hiç biri derslerde VATAN dememiştir. VATAN konusunu açmamıştır. Tartışmamıştır. Sonra da, biz, yeni yetişen kadrolar arasında yürekli İslam din adamı ve VATAN’ını seven aydın Müslüman hoca eksikliğini görünce şaşakaldık. Nüvvab kadroları farklı bir ruh taşıyor, halka yakın karşılaştırmalı bir Türkçe ile fikirlerini ahaliye kolaylıkla indirebiliyorken, yeni kadrolar doğru dürüst Türkçe konuşamıyor ve çekingen tipler olarak ortaya çıktı.

Ne yazık ki, FET0-cu hoca, gazeteci ve ruh çökertici militanların İslam Enstitüsü’nün bir din adamı kuluçkası haline getirmesi yıllarca başarılı oldu. Onlar din ezberciliğini yerleştirdiler. Düşünen din adamları yetiştirilmesi çabalarına darbe üstüne darbe vurdular. Türkçemizi küçümsediler, kırıp döktüler. Ana dilimizde mantıklı olana saldırdılar, atasözlerimizi unutturdular, şairlerimizin eserlerine önem göstermediler. Hain Fethullah Gülen’in düzmecelerinden başka eser basmadılar. Bulgaristan Türk Edebiyatı’nı, Bulgaristan Türkleri’nin halk kültürünü hiçe saydılar. Geleneklerimizi Kırcaali meydanında aşure dağıtmaya indirgediler.

Belirli zamanlarda bu kadrolardan bazıları Türk dili öğretmenliği de yaptı. Maalesef Bulgaristan Türk Edebiyatı konusunda boş balon gibi derse girip çıktılar. Hiçbir konuda inceleme yapılmadı. Tarih derslerine girenler Sultanların isimlerini ve bazı tarihleri sıralamadan ileri gidemediler. Tarih mantığından yoksun bu kişiler Cumhuriyet tarihini ve Atatürk inkılaplarını, Türkiye Cumhuriyetinin ilerlerken yükselişini tablo edemediler. Öyle bir Müslüman nesil yetişti ki, Bulgaristan gerçekliğini anlamakta güçlük çekiyor. İyi oldu da öğrencilerin bazıları başka Yüksek Enstitü ve Üniversitelerde ders gördüler ki, halk aydını konumunda mevzilenebildiler. Yurtseverlik ocaklarının birer ikişer neden yanmadığı, Bulgaristan Müslümanlarının tek Yüksek Enstitüsü olan bu kurumdan neden yüreği yüreğine sığmayan, vatan sevgisini bütün ülkeye tebliğ eden kadrolar ÇIKMIYOR DİYE DÜŞÜNDÜĞÜMÜZ OLMUŞTUR.

*

Özellikle 15 Temmuz HALKIMIZIN BÜYÜK ORTAK ZAFERİDİR sözleriyle konumu şimdilik noktalarken, sözümü Kırca Ali ili Mahmutça köyünden (Strahil Voyvoda) köyünden şairimiz Ahmet M. Kadir’in Bulgarlaştırma trajedimizde şehit düşen 18 aylık Türkan kızımıza adadığı şiiriyle bağlıyorum:

On sekiz aylık bir kızdın
Uçtu uçacak bir kuştun
Vurdular beni sağımdan
Kırıldı kanadım.

Duysun duymayanlar
Ben ana sütüne doyamadım
Gelen geçen içsin suyumdan
Anlatsın dünyalara

Yürüyemediğim yolumu.
Bırakamadığım izi
Anlatsın hep
Köklenen fidanları
Kırılan fidanları.

  1. Kadir.

Bizi izleyenlere selam olsun.

Mutlu günler hep sizin olsun.

Birlikteliğimiz devam edecek dileklerimle.

Reklamlar