Tarih: 15 Mart 2018
Yazan: Mehmet ÇAKIR
Konu: Batı Balkanlar elden gidiyor yaygarası.
Avrupa Konseyi (AK) Sofya dönem toplantısı 3 aydan beri sakız çiğniyordu. Son günlerde çiklet patladı. Patlayınca da kokusu buruna geldi.
Bulgaristan başkentinin Milli Kültür Evi (NDK) toplantılarında taşı kaldıranlar artık altında gizledikleri kurdu herkese gösterdiler. Ne ki, kurtcağız henüz kabuğundan kurtulamamış, göz açamamış ve gideceği yönünü de bilmiyor. “Kurt” adı verdiğimiz olayın adı “Batı Balkanları Avrupa Birliği’ne” üye almak. Evet, siz şimdi itiraz ederek, yahu bu ülkelerin yarısının “bayrağı”, “öteki yarısının Anayasası”, diğerlerinin de “memuruna maaş ödeyecek parası” yok, AB onların turşusunu mu kuracak diyebilirsiniz.
Doğrusunu isterseniz ben de öyle düşünüyordum.
Hele şu Yunanistan’ın Makedonya’ya, “adını değiştir”, ”bayrağını değiştir”, “uçak alanının ve Üsküp ana yolunun adını değiştir” vs dediğini işittikçe ve ülke nüfusunun % 25’inin Arnavut azınlığı bu ülkede Arnavutlara, meclis kararına rağmen, ikinci resmi dil hakkı tanınmasına Cumhurbaşkanı itirazlarını okudukça, tüylerim ürperiyor.
Kosova’yı da alacaklarmış Avrupa Birliği’ne, buradaki sorunlar ise dil, din ve kültür değil de, sınır sorunları. Sırbistan’da kurtulan bu ülkenin topraklanın bir kısmında Sırpların gözü var. “Nuh diyorlar, Peygamber demiyorlar”.
AB’ye daha 2025’te üye alınmak istenen Sırbistan’ın, üçlü bir ülke olan, Bosna-Hersek’dahilindeki Banya Luka başkentli Sırp Cumhuriyeti’ni de tanıması ve bundan böyle asla toprak talebinde bulunmayacağı koşulu da var ki, henüz cevapsız. Karadağ ve Arnavutlukla ilgili sorunlar da var.
Pek tabii ki, bu ince hesaplar arasında Bulgaristan’ın da kendi hesapları var. Makedonya’yı AB içine çekebilmek için Bulgaristan’ın heveslenmesine rağmen gücü yetmiyor. İşbirliği ve Yardımlaşma Anlaşması yeni imzalandı. İşler birden bire o kadar ileri gitti ki, daha önce hiç kimsenin aklından geçmeyen bir şey oldu. 1942 yılında Makedonya ve Ege Trakya’daki Yahudileri “Treplika” ölüm kampına gönderen ben değilim diye bar bar bağıran Bulgaristan yönetimi, birdenbire yön değiştirdi ve Başbakan Boyko Borisov Üsküp’e gitti, Yahudi katliamı Anıtına çelenk koydu ve “Özür Diledi”. Bu soykırım için özür dilemek, “biz bu işi yaptık” anlamına gelir ki, bu işin bir de bedeli vardır. Yahudiler kaç para talep edecekler ve bu parayı biz mi ödeyeceğiz sorusu birden bire baş kaldırdı. Sanki taş altındaki “kurdun” gözü açıldı. Bilindiği üzere, o zaman Makedonya’da yaşayan Çingeneler de Bulgar vagonlarına doldurulmuş, Tuna limanı Lom’a gönderilmiş ve orada da nehir gemilerine aktarılarak, Viyana’ya, dolayısıyla yakılmak üzere “Treplika” kampına sevk edilmişlerdi.
Batı Balkan devletlerinden Bulgarların etnik ve kültürel azınlık hakları elde edildi, Bulgaristan’daki etnik, din ve kültürel hakların tanınması için daha ne kadar bekleyelim?
Bu soykırımla ilgili rakamlar şöyledir. 1943 yılının Mart ayında, o zaman Sofya hükümeti tarafından idare edilen Makedon topraklarından 7 144 Yahudi, Ege Trakya’sından 4 058 Yahudi ve bugün Sırbistan’da bulunan Pirot bölgesinde 185 Yahudi “Treplika” ölüm kampına gönderildi. Bu katliam Bulgar Krallığı ile Nazı Almanya’sı arasında imzalanan gizli bir anlaşmaya göre halkın gözünden ve kulağından uzakta gerçekleştirildi. Bu anlaşmaları o yılların Bulgar Başbakanı Bogdan Filov imzalamıştı. Bu aşamalı bir antlaşmaydı. Makedonya ve Trakya Yahudilerinden sonra Sıra Bulgaristan’da yaşayan Yahudilere geldi. Sofya’da yaşayan 16 bin Yahudi şehirden çıkarıldı ve onlar da Lom şehrine ve Pleven kentine yakında bulunan Samovit yerleşim merkezine götürülüp, önceden hazırlanan kamplara kapandılar. Toplam 48bin kişi evinden çıkarıldı ve kamplarda çalıştırıldı. Bu vatandaşların hemen hemen hepsi 1944 yılından sonra Bulgaristan’ı terk ettiler ve bir daha dönmediler.
Ana konu, yolları birbirine bağlamak değil gönülleri birbirine örmektir.
Şimdi Başbakan Borisov, ancak Makedonya’dan toplanan ve ölüm kamplarına gönderilen 7 144 Yahudi için özür dilemiş oldu. Diğerleri ile ilgili sorunlar açıktır.
Borisov hükümeti Batı Balkanlar siyasetiyle birkaç birkaç siyasi ve insan hakları sorununu çözdü. Arnavutlukta 3 köyde yaşayan 30-40 bin Bulgar vatandaşa “ulusal etnik hakları” tanındı. Makedonya’da yapılacak yeni nüfus sayımında “Bulgar” vatandaş işaretlenecek ve kesin sayıları çıkarılacak, Sırbistan ile Bulgaristan devlet sınırı boyunca Sırp tarafında köy ve kasabalarda yaşayan Bulgarlar için de “kültürel otonomi”, Bulgar okulları, radyo, TV yayınları, gazete ve dergiler, kitap basını, Bulgaristan’dan sağlık hizmetleri vb sorunlara çözüm istendi cevap yok. Kosova’da yaşayan Bulgar vatandaşlara da kültürel hakları tanındı.
Bulgarların etnik azınlık hakları meşru ve yasal hak da bizim – Bulgaristan Türk, Pomak ve Romenlerinin azınlık hakları samanlıkta yıllanmış küflü saman mı?
Son 3 aydan beri Batı Balkanlara yapılan resmi ve gayri resmi ziyaretlerden sonra 4, 6, 8 ve 10 no’lu otoyollar, Karadeniz Adriyatik Denizi otoyol ve demiryolu bağları ile bu toprakları AB bünyesine bağlama planları tasarı halinde ortaya kondu.
Batı Balkanlardaki 7 ülkenin AB üyeliğine kazanılması için, AB halen geçerli üyelik istemlerini bozmayı, değiştirmeyi bile düşünüyor, yol açarken, kolaylıklar sunuluyor.
AB “üst aklında” dönüp dolaşan nedir?
Bu sorunun en kısa cevabı şudur: AB Batı Balkan devletlerini kanadının altına hemen alıp kıskıvrak bağlamak isterken, aslında Türkiye Cumhuriyeti’nden korkuyor. Biz onları esir etmezsek onları yüzü gözü Türkiye’de korkusu almış yürümüş. “Den” gazetesi başlıklarında “ Biz Batı Balkanlara Avrupa derinliği gösteremezsek hepsi Erdoğan’ın kucağına düşecek” okuyoruz. Bu gelişmeler Sayın Erdoğan’ın Sakarya meydan konuşmasından sonra hız aldı.
Bulgaristan Sosyalist Partisi Sofya örgütü Başkanı Kaloyan Pargov şöyle konuştu:
“Erdoğan’ın konuşmasında Balkan devletlerinden daha fazlasının adı geçti. O bu Balkan devletlerinde, Türkiye’ye gönül bağıyla bağlı olan, Türk ve Müslüman azınlık olduğuna inanıyor. Bu demeç sıkıntı yarattı. 21. yy.’da yaşıyoruz. Bir yıl geriye döndüğümüzde, Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) seçim mitinglerinde Batı Balkanların Avrupa önceliği olması gerektiğini biz vurguladık. Batı Balkanlar kavramı, Berlin Kongresinde ve Ahmet Davutoğlu’nun “Stratejik Derinlik” kitabıyla da yerleşti. Burada ortaya çıkan, Türk gönül bağlarının Türkiye Cumhuriyetinin coğrafya sınırları dışına çıktığını görüyoruz. Bu gidişle Kırcaali’ye Kırcaali sancağı demeye başlayacaklar.
“Biz şimdi 26 Mart’ta toplanacak olan AB – Erdoğan Varna görüşmesini bekliyoruz. Bu görüşmede sorunların kapanması umudu var. Türkiye Cumhuriyeti 50 yıldan beri AB görüşmeleri yürütüyor, uzun bir süreç yaşandı, kapı açık mı kalacak, yoksa kapanacak mı Varna’da bekli olacak.
“Bu konularda biz sosyalistler Erdoğan’ın bu gibi konuşmalarına karşıyız. Bu hatırlatmalara son verilmesini istiyoruz.
“Çünkü 2000 yılından sonra AB Sovyetlerin egemenliği altında bulunan Doğu Avrupa’ya artık yerleşebildi. Bulgaristan Romanya, Polonya, Baltık Cumhuriyetleri AB’ye katıldılar, AB genişleme sürecini tamamlamak için Batı Balkanları da bu sürece dahil etmemiz gerek.
Batı Balkanlar planında, Arnavutluğun devlet sınırları dışında Kovova, Makedonya ve Bosna’da yaşayan Arnavutları da içine alarak Büyük Arnavutluk olanlarının yolunu kesmek de var. Bu genişleme sürecinin başını çeken 2 devlet Karadağ ile Sırbistan’dır. Nisan ayında bu 2 devletin durumu değerlendirilecek. Onlara üyelik tarihi olarak 2025 gösterildi, ama sorunlar yaşanıyor. Almanya, Fransa,İsveç, Hollanda ve İtalya, bu 5 AB üyesi Batı Balkanlarda AB genişleme planlarına karşı çıkıyor.
“Bu gelişmede şöyle bir özellik de var. Balkanlar’da – Bulgaristan ve Sırbistan dışında tüm devletlerde sol partiler iktidardadır. Yunanistan, Makedonya, Arnavutluk, Karadağ ve Romanya’da sal güçler iktidardadır. Bosna Hersek’te, 1996 Deytın anlaşmasından sonra 3 Partili federatif bir yönetim var, Kosova henüz tanınmış bir devlet değildir, Sırplarla sorunları var, çok genç ve ciddi iç sorunları olan bir devlettir. Şunu da belirtmek isterim, İspanya bile, Katalunya örneğindeki sorunlardan ötürü, Kosova’yı tanımadı. Bundan dolayı, AB – hepiniz birden AB’ye üyelik yola çıkıyorsunuz, ilkesini uygulamak istiyor. İkinci olarak da ekonomik ilke geçerlidir. Bu konu Haziran ayında Londra görüşmesinde ele alınacak ve yatırım sorunları değerlendirilecektir. Önemli olan başka bir konu da Balkan devletleri arasındaki tezatları yatıştırma ve uzlaşma seçeneği aramaktır. Bunu yapamazsak T. Erdoğan seçeneği üstün gelecek ve AB Balkanları kaybetmiş olacaktır.”
Öte Yandan 15 Mart 2018 günü, Başbakan Boyko Borisov, resmi ziyarette bulunan Avusturya Başbakanı Sebastiyan Kurts ile birlikte bir basın toplantısı düzenledi ve “Dünya Savaşa gidiyor” dedi. Şu sözler ona aittir:
“Adını kendiniz seçebilirsiniz, biz asırlarca yabancı hükümdarlığında, esaretinde, köleliğindeydik. Bir iki değil, 5 asır sürdü. Ne yazık ki, kötü bir kâhinim. Bir kaç aydan beri ilişkiler kötüleşecek ve en sonunda en kötü olan kapıya dayanacak.”
“Dünya ipini koparmış ve bir savaşa gidiyor. Politikacılar, devlet isimlerini söyleyerek füzeleri sayıyor, savaşı konuşuyor, insanların korkuları çığ gibi büyüyor. Sınırlarımızın yakınında Türkiye savaşıyor. Ben bu sorunların diplomatik yollardan çözülmesi için çağrıda bulunuyorum.”
***
Yukarıdakileri yazmamın nedeni şudur:
Herkes AB’nin hiç gecikmeden derin reformlar yapmak zorunda olduğunu görebiliyor. İnsanlar açlıkla boğuşuyor. Sorun, reform yapmaktan fazla, AB yönetiminin Sofya toplantısında da, sorunlara çözüm olacak bir reform gösterememesinde gizlidir. AB yönetiminin kafasında mali kapitalizm örümce ağı örmüş ve düşünmelerini sekteye uğratmıştır. Onun için Batı Balkanlar, Türkiye sınırına kamara monte etme gibi 100. derece sorunlarla uğraşıyorlar. Başkan Martin Şultz’un, AB’yi reform yapıp Birleşik Amerika örneği bir Avrupa Birleşik Devletleri modeli geliştirme önerisi saçmalıktır. Bu öneri zaten dağılmak üzere olan AB içinde asla uyum sağlayamaz.
30 yıldan beri AB bir Anayasa geliştirip kabul edemedi.
Gerekli olan halkları ve devletleri oyalamak ya da aldatmak değil, yeni yönetim biçimleri geliştirmekte gizlidir.
Anlaşılmayan, toplumun bir şirket olmadığı ve Müdürler Şurası tarafından yönetilemeyeceği gerçeğidir. Anlaşma imzalamak ve kazançları hesaplamak sorunları kendiliğinden çözmez.
Sorunları çözen ahlak, yaşam biçimi, namus, kültür, eğitim düzeyi ve değer yargılarıdır. Bunların tanınmaması, hiçe sayılması, tekmelenmesi ya da yasaklanması tüm sorunların çözümüne anahtar vuran güçtür. AB “aşariden-yukarıya” yöntemi, halkı görmeyi istemiyor. 3 ay geçti, Bulgaristan Çingene gettolarına uğrayan bir yönetici yok. Türk köylerine giden yok. Rodoplar’da bütün yollar tıkanmış, su şebekeleri patlamış, soran yok. Hiçbir Brüksel kodamanı yolda bir emekliyi durdurup da sen kaç leva emekli alıyorsun diye sormadı. Aldığın paranın kaçını ilaca, kaçını elektrik faturasına veriyorsun diye sormadı.
Öte yandan Sofya meclisinde oturanlar her 3 ayda bir maaşlarına 300 – 500 leva zam yapıyor. Milletvekili maaşları 5 bin levayı aşmış. Mahkemelere cüzdanı görmeden duruşma açmıyor. Avrupa’nın rüşvete boğulan ülkesi biziz. 28 yılda tutuklanan milyoner yok.
Alınan kararlar sefalet düzeyimizle, cahillik seviyemizle örtüşmüyor. Yeni yöntemler geliştirmek gerek. Çözümlerin dipten tepeye geliştiğine inanmak lazım! Bölgesel, yerel, ulusal, ulusal üstü ve genel çözüm mekanizmaları yok. AB üyeliğimizin başladığı 2007’den beri kimimizin cebi 3.2 leva görmezken, bazıları 3 milyar 200 milyon “kazançla” dünya zenginler listesinde belirdi. Dur deme zamanı geldi.