BGSAM
Konu: Yakın Doğu’nun alınmaz kalesi Türkiyedir.
Türkiye terörle mutlaka başa çıkacaktır.
Sofya’da 76 no’lu otobüsle yolculuk ederken, “Rus Anıtı” kavşak durağında ellerinde ağır mitralyöz silahı olan bir grup üniformalı US asker orta kapıdan haldır hul dur içeri doldu. Silahlı kişilerin toplumsal taşıt araçlarında yolculuk etmesi bizde yasak olduğundan herkes birbirine baktı. Dünya ne kadar değişti dedim kendi kendime… Daha doğrusu düşündüm kaldım!
Anlaşılan her yüzyılın kendi tablosu var. Arkada kalan, sanayi sermayesi ile işçi sınıfının iktidar kavgaları; devlet tekel kapitalizminin yeryüzü kaynaklarını bir daha ve ardından bir daha pençeleme, paylaşma ve kapışma savaşlarıyla geçti. Bu savaşlar, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarından sonra endüstri sermayesi sayfasını kapatırken finans sermayesini egemen duruma getirdi. İşçi sınıfını fabrikalara ortak ederek direniş sokaklarını ve meydanlarını boşalttı. Emperyalizmin üçüncü dünyayı tekrar tekrar parçalayıp talan etme çabalarına cevap olan ulusal kurtuluş savaşları bütün kıtalarda Atatürk ve Türkiye örneği ulusal devletleri kurma yollarını açtı. Berlin Duvarından sonra tüm sosyalist sistemin çökmesi git gide US askerleriyle birlikte aynı otobüste yolculuk etmeyi normal karşılamamıza kadar uzadı.
Yeni yüzyılın gümüş tepsilerde altın elma sunmayacağı artık belli oldu. Gelecek yılların kime ne getireceği hiç belli olmaz. Yakın bir gelecekte kimsenin rahat edemeyeceğinden korkanlar haklı çıkabilir. Bugünkü gidiş bir yandan durdurulamadığı gibi, ırmak olsa su toplamaya devam ediyor. Keşke düşünmek bu kadar zor olmasaydı ve insanlar geleceği daha net görebilselerdi. İçlerinde cesaret duygusu olanlar, hiç kimseyi dinlemeden, en doğal hakları olan yürüme haklarını kullanıyorlar. Emperyalizmin 1919 Versaye (Sevır) Anlaşması Avrupa ve dünya haritasını yeniden çizerken, kalemin ucuyla Yakın Doğu’yu da karıştırdı. Bu yörede İngiliz ve Fransız çıkarları olduğu ilk kez o zaman sözleşmelere girdi. Kuşkusuz 20. yüzyılın ortasında emperyalizm bu haritayı yeniden çizmek için bir daha savaşa kalktı. Bu savaştan sonra da gözleri hep Yakın Doğu’da kaldı. Sanki Selahattin Eyüp’le haçlılar arasındaki boğuşmalardan hırslarını alamamışlardı.
Yakın Doğu’da taş üstünde taş ve hiç bir insan ve hatta haşarat kalmaz ise sular durulur mu dersiniz! Hayat olmayan yerde insan olmaz.
İnsanlar ağaçlar gibidir.
Önce birey, sonra koru, ardından orman ve balkan olana kadar yıllar, asırlar geçer. Biz soydaşsız, ardımızdan 2. kuşak gelse de yerleştik gibiyiz ama iyice yerleşmiş ve kaynaşmış değiliz. Bütün insanlar bir araya geldiği zaman toplumu oluşturur. Değer vermeyi öğrendiğimiz ölçüde bize değer verilir. Türkiye’de yaşıyoruz ama TBMM’de iki temsilcimiz yok, evet şu an size soruyoruz, “Kaç Belediye Başkanımız var?” Demek oluyor ki biz olgun bir topluluk olamamışız, bize değer verilecek, bizsiz olunamayan bir duruma henüz gelememişiz. Sayılarımızın 1 ya da 10 milyon olması hiç önem taşımaz, çünkü rakamlar niceli ifade eder, toplumsa aynı bilinçte ve iradede olan, lideri olan, her yerde her bakıma örgütlenmiş insan topluluğudur.
Şunu hep unutuyoruz gibi. Müslümanlar Cebeli Tarık’ı (Gibreltar) arkalarına bıraktıklarında tekne ve gemilerin hepsini teker teker ateşe vermişlerdir. Sebebi, geri dönme yollunu kapatıp dönüş ihtimalini ve umudunu kafalarından silmekti. Atalarımızın Çanakkale Boğazını hangi gemiyle ve nasıl geçtiğini de kimse bilmez!
Kararlı insanlar geri dönmemek için ilerler.
Türkiye boyunca karadan ve Akdeniz üzerinden eski kıtaya çıkan ve Avrupa’yı allak bullak eden ilk milyon artık finans sermayesinin avlusuna demirledi. “Sen benim ata topraklarımı yaşanmaz ettin!
Yaşamak istiyorum, hayat hakkı için geldik,” çığlık atıyorlar.
Kimdir bu insanlar:
Bir milyonu artık Avrupa Birliği’nde ve oradaki 6 milyon Türk’e katıldılar. 100 bini Edirne yolunda, bugün 623’ü Bulgar’ın gerdiği tel örgülerden geçmeyi başardı. 2-3 milyonu Türkiye’deki kamplarda. İstanbul ve İzmir’de harekete hazır büyük kitleler var…
Önümüzdeki 1 – 2 yılda şöyle bir 3–5 milyon olarak Avrupa’ya atlayabilseler, dünyanın bugünü ve yarını tamamen değişebilir. Dünya yeni bir düzen aramak zorundadır. Çin Seti’nde beri gerilen tüm duvarların, çitlerin, tel örgülerin beş para etmediği, dünyanın tüm insanların ortam vatanı olduğu itiraz götürmez bir şekilde kanıtlanmış olacaktır.
Niteliksel analiz: Bir defa Avrupa’ya akın edenler genç, dinamik ve bilinçli kişiler. Birçoklarının mesleği var ama hepsi yaralı. Çocuklu anneler kalabalık.
Yavrularını yeni dünyaya taşıyan kartalları andırıyorlar. Avrupa gözlerini dört açmış gelişlerini izliyor. İçten içe onları bekliyor, çünkü eski kıta onlar olmadan çok yakında nefes alamayacağını biliyor. “Bu yıl 800 bine kucak açacağım” diye ilan eden Almanya Başbakanı Merkel, aslında içten içe “32 milyon sığınmacı iş gücüne ihtiyacı olduğunu gizliyor.” 18 ile 35 yaş arasında olan sığınmacılar Avrupa’yı bir dünya gücü edebilecek tek güçtür. Onlar ucuz işgücüdür.
- Savaş kaçakları, evleri barkları bombalanmış, yakınları telef olmuş, yuvaları yıkılmış, tarlalarında, bağ bahçelerinde savaş yürütülen, hayvanları ellerinden alınmış, işsiz, yerel yönetim düzenleri bozulmuş, şeyhlikler, aşiret reisliği, muhtarlıklar vs. Tarih çöplüğüne gömülmeyi kabul etmiş, sosyal düzeni olmayan – çeşmesiz, kuyusuz, fırınsız, yolsuz, doktorsuz vs kalmış insanlar sığınmacı grubuna dahildir. Bunlar muhtaç insanlardır. Oluşan kalabalık kitlenin vardığı ülkeden yasal hak talep etme hakkı yoktur. Avrupa medeni kanunlarında bu kişilerin beklediği ancak ve yalnız merhamettir. Yerleri, ilk aşamada sığınma kamplarıdır. Bu sığınma merkezlerinin Avrupa dillerindeki adı GETTO olup buralarda sıkı rejim uygulanır, izinsiz bir şey yapılamaz. Gettoculukta Avrupa’nın geçen yüzyıldan çok geniş deneyimi vardır. Mesela İkinci Dünya Savaşı’nda yıkılan Fransız şehirleri Cezayirli işçiler tarafından inşa edilirken, onlara sığınmacı ya da kaçak işçi statüsü verildi ve gettolarda kalmışlardı. Sendikasızlardı. Örgütlenme hakları yoktu, Fransız işçi sınıfının sosyal haklardan yararlanmadan çalıştı. 70 yıl sonra, artık 2. ve 3. kuşakta hukuksal durumları giderek değişen bu sığınmacılar Paris’in varoş çemberini oluşturuyor. 2015 sığınmacıları Avrupa’nın yeni seviyesiz proletaryasını, sefiller ordularını oluşturacaktır. Finans sermayesi sığınmacılarda ucuz vasıfsız iş gücü kitlesi görüyor. Bu insanların bir iki kuşak sendikal ve sosyal hakları olmayacak ve gönüllü olarak sömürülmeye hazır olduklarını kendileri beyan ediyorlar. Başka bir değişle, yeni kitle hiçbir sözleşmeye dayanmayan ilişkileri kabul ederek, ekonomi çarkında sömürülmeye gönüllü sarılan “kendi gelenlerden” oluşuyor.
- İkinci gruba dahil olanlar mültecilerdir. Onlar ekonomik nedenlerle göç Edenlerdir ve yerleri getto dışındadır. Batı ülkelerindeki sosyal sisteme katılmayı hedefliyorlar. Onlarda, “Arap Baharı”nda, Afganistan ve Pakistan’dan, Suriye’den akan kitleyi görüyoruz. Aslı’nda 2007’den buyana Bulgaristan’dan çıkıp aileleriyle birlikte Batı ülkelerinde, Amerika ve Kanada’da ekmek parası mücadelesi veren, yalnız ekmek teknesini değil, evini barkını, vatanını ve gelecek umudunu dış ülkeye taşıyan bu kalabalık topluluk orada hayat mücadelesi vermeyi önceden ve gönüllü olarak kabul etmiş ve kolları sıvamıştır. Bu kalabalığın birinci ve ikinci kuşağı sosyal hak falan elde edemez, sendikalaşamaz ve vardığı yerlerde kök salmaya çalışırken gözleri, aklı hep geride, vatanda, köyünde kasabasında kopamaz. Bu iş göçü Bulgaristan’da kalan yakınlarının durumunu bildiğinden dolayı bir yandan orada kendi yağıyla kavrulmaya çalışırken, her yıl 1 milyar Euro gibi bir yardımla akrabalarına arka olmaya da gayret ediyor. Olayı derin analiz etmeye ve yorumlamaya gerek yok, 70 yıldan beri Almanya’da çalışan Türk konuk işçilerin durumu mülteciler için bir emsaldir. Türkiye seçimlerinde oy kullanma hakkını Cumhurbaşkanımız Sayın Tayip Erdoğan sayesinde yeni yeni elde ettikleri de ortadadır. Yeni yabancı iş gücü AB koşullarında yerleşik yabancı iş gücüyle rekabet edecektir.
- Bu göç selinde yer alan üçüncü grup da teröristlerdir.
Tabii bunlar özel eğitimli ve örgütlü, yol yordam bilen, himaye sağlanmış, dayanıklı, fonksiyon üslenmiş kişiler olduklarından dolayı onlara karşı yaklaşım tamamen farklıdır. Avrupa ne 11 Eylül’de ikiz kulelerin yıkılmasını, ne de Paris’te yılbaşında meydana gelen katliam olayını unuttu, gerekli anti-terörist tedbirlerini almak zorundadır. Yunanistan sınırında, Makedonya’da ve Macaristan’da sınır askerleri ve polisle meydana gelen kavga, didişme ve çatışmalarda eğitimli davranan kişiler olduğu dikkati çekti. Kuşkusuz bu kişilere eski kıtada yer yok, çünkü Avrupa Birliği terörizmle mücadelede yer alma kararlılığını sürdürüyor. Bu arada Macaristan’dan sonra Bulgaristan da sığınmacılara yol gösteren ve yardım edenlere 12 yıl hapis cezası öngören yasa onayladı.
Avrupa finans kapitalinin hedefinde eski kıtaya bedavadan ucuz iş gücü sağlamaktır. 1982’den beri bombalanan, rejimleri devrilen, devlet düzeni yok edilen, toplumsal yaşamı telef olan, sosyal ve dini düzeni bozulan Yakın Doğu halklarından genç kuşan işte böyle bir işgücü kaynağı olarak görülüp hareketlendirilebildi. “Kendi geldi” kuralları işleme konuyor. Bu mağdur insanların statüsü eski zamanların köle statüsünden pek farklı sayılmaz. Her şey değişse de, Fransa örneği gün gibi ortadadır, onların ki, dondurulabilir.
Olaya, bu acınası olaya dünya siyaseti üzerinden bakıldığında, basın, “Türkiye üstüne düşeni yapar, demokratik hakları tanınmış bulunan Kürtlerle anlaşıp, PKK, İŞİD, KKC gibi örgütleri dize getirir fikirlerini yayıyor. 600 STÖ’ nün Diyarbakır’da ve 250 STO, Konfederasyon ve Federasyonun Ankara’da düzenlediği “”Teröre Hayır Kardeşliğe Evet” gösteri ve mitingler Türkiye’nin gerçek demokratik bir ülke olduğunu herkese gösterdi. Unutmayalım İspanya’da ETA 15 milyon sokağa çıkınca silah bırakmak zorunda kalmıştı. Aynı olayı İngiltere’de IRA teröristlerinde de izledik. Şimdi sıra Türkiye halkındadır. Bu mücadelenin içinde çok güçlü ve önemi artan bir kolordu anavatan sevdalısı tüm Rumelilerdir. Anavatanlarını hak etme sevdalılarıdır. Bu sloganın politik anlamında 1 Kasım’da tüm oylar AK Partiye gerçeği yer alacaktır.
Türkiye’nin geliştirdiği sığınmacıların kalacağı kendi ülkelerinde bir tampon bölge kurma siyaseti de destek bulmaya devam ediyor. İkinci Dünya Savaşından sonra Almanya ve Avrupa’yı ayaküstüne diken konuk Türk işçileri, Büyük Türkiye’nin olduğu gibi, huzur bulacak Yakın Doğu’nun da baş mimarı olacaktır. Bu inanç olmaya başlayan büyük umuttur. Bu gidişle Yakın Doğu değişen dünyanın bir parçası olacaktır. Bu açıdan bakıldığında emperyalizmin, Fransa ve İngiltere gibi eski takıntılarını aşamayan emperyalist sinsi güçlerin, küflü taleplerinden, Kürt terör güçlerini kışkırtmaktan vazgeçmeleri zamanı çoktan gelip geçmiştir. İsrail İŞİD’i silahlandırmaya son vermelidir. Sözde anti-terörist bir tutum almış bulunan Kürt lideri Barzani bölücüsünün son zamanda Almanya tarafından silahlandırılması da ateşe benzin dökülmesinden başka bir şey değildir. Türkiye siyasetinde meydan savaşına çıkan, sosyal-demokrat maskeli HDP partisi, 7 Haziran günü bir yılanın değiştirdiği derisinin yolda kalması gibi hareket etti. HDP tutumunda çok para yasal yönetime boyun eğdirmez, halkın seçtiği Cumhurbaşkanına dil uzattırır, gibi gerçekler doğurttu. 1 Kasım’da boş umut dolu bu balon patlayabilir.
1990’larda kendi kendini ele veren, ülkesinin vagon ve trenlerle, gemilerle soyulmasına, hatta 2 vagon mücevherinin çalınmasına göz yuman Moskova yeni zenginleri, son dönemde dirilmeye ve derin uykudan uyanmış aç bir ayı gibi dişlerini göstermeye başladı. Yakın Doğu siyasetinde etkilerini görüyoruz. Latakya başta olmak üzere, Suriye’ye yeni 3 Rus askeri üssü kuruluyor. Şam uçak alanı “T–90” tanklarıyla savunuluyor. “Katışa” tipi yoğun imha silahları kullanılıyor. Basın, İŞİD yönetim merkezlerindeki patlamaların Akdeniz’deki Rus askeri gemilerinin plazma silahıyla gerçekleştirdiğini açıklandı. Öte yandan, Başar Esat gibi diktatörler devrilmeden Yakın Doğu’da suların durulmayacağı gerçeğini anlamak istemeyen Başkan V. Putin İŞİD ile savaşta zaferin B. Esat yönetiminde “Suriye Ordusunun olacağını” belirtiyor. Moskova’da yapılan son Türkiye – Rusya diplomatik görüşmelerinde, Rusya İŞİD düşmanı göçlerin B. Esat dışında birliğini yine kabul etmedi. Bu durumda, Avrupa’ya akan göç selinin durdurulamayacağı, emperyalizmin değirmenine su taşınmaya devam edileceği gözden kaçmıyor. Bir yayılmacı gücün yerine daha tehlikeli başka birinin yerleşmesiyle sorunların çözüm bulacağına inanan kalmadı.
“Dünya artık eski dünya değil” derken, şuna da işaret etmek istemiştik. Sığınmacı dalgası Avruğayı 80–90 yıl geri itti. Avrupa 1930’ları andırmaya başladı. Gelişmelerin sonuçları fecidir. İlk başta finans kapitalin dünyayı tek koldan yönetme planları suya düştü. Tek merkezli dünya bu gidişle 3 merkezli oluyor. Bu merkezlerde ABD Rusya ve Çin yer almaya çalışıyor. Eski kıta ve merkezindeki Avrupa Birliği sanki yüzükoyun yerde kaldı. Artan göç dalgasına Avrupa sınırlarını hiçe sayma hakkı tanıyanlar aslında Avrupa’yı diriltip yenileyerek, üçlü dünyanın dördüncü merkezini oluşturmaya çalışıyorlar. Bu açıdan bakıldığında, sığınmacılara, savaş kaçaklarına vs ateş açılmaması, onlara Avrupa’nın merkezi olan Almanya’ya doğru yol bulup açma hakkı tanınması “aman gelin bizi kurtarın çığlığı değil de nedir?” Bu trajediye bir de bu açıdan bakalım. Türkiye milyonlarca sığınmacıya yıllardır ev sahipliği yaparak dünyaya parmak ısırttı. Değişen dünyada CHP, MHP ve HDP üçlüsünü anlamak gerçekten zor oldu.
Okuduğunuz için teşekkür ederiz.