Şakir ARSLANTAŞ
Konu: Donsuzun gönlünden dokuz top bez geçermiş.
Dost dendiğinde atalarımız şöyle demiştir: “Dost için ölmeli! Düşman için dirilmeli!”
Dost için her türlü özveride bulunmalı, ama düşmana karşı var gücümüzle karşı koymalıyız.
Biz dostun, dostluğun ve dostun dostunun kıymetini bilen bir milletiz.
Dostumuzu nasıl mı tanırız: Dost acı söyler.
Daha da ileri gidersek: Dost dostun ayıbını yüzüne söyler!
Biz, biz dedim ise Bulgaristan Türkleri olarak dostluklara susamış bir milletiz.
Ayrıca Bir de BİZ, “DOSTAN” ÇEKMİŞ BİR MİLLETİZ!
Şu gerçeğe bir dönelim lütfen. 500 yıllık Osmanlı beraberliğimizde, biz Bulgaristanlı Türk-Müslümanlar bir tek Hıristiyan’ı yanı Bulgari Osmanlı polisine, zaptiyesine, başıbozuğuna ya da kaymakamına şikayet etmemişiz. Osmanlıyı sil baştan kötüleyenler çok ama çok yanılıyorlar.
Osmanlının şerefi bizim alın yazımızdır.
Osmanlıda, bir Türkün şikayeti üzerine Bulgar’a kurulmuş bir tek mahkeme dahi yoktur. Cezalandırılmış, hapse atılmış, darağacına çekilmiş kâfir bulamazsın. Biz dostluktan çok yüce ve öte bir onurla yetişmişiz. Hainlikler bu nedenle ciğer yakıyor ve affı gayrı mümkün kabul ediliyor.
Devrimler çağında yaşasaydık Sofya’nın merkezinde giyotin dikmek gerekirdi.
Sultanlar dönekler ve hainler için demir kütük yaptırmıştı. İspanyol kralları hainliğin kökünü kazımak için odun yığınlarını ateşe veriyorlardı. Ateşten kasansa küldür.
Dostun karşıtı “düşman”dır. Bana, sana, hepimize, dostlarına, akrabalarına, asker arkadaşlarına, köydeşlerine, iş arkadaşlarına, hemşirelerine ihanet eden, onları ispiyonlayıp ele veren gammazcılar sözün tam anlamıyla düşmanlarımızdır.
Lütfü Mestan isimlerimizin değiştirildiği, tutuklandığımız, mahkeme kararı olmadan içeri atıldığımız, sürüldüğümüz, eşlerimizle bile Türkçe konuşmamızın yasak olduğu yıllarda tam bu işleri yapıyordu. O zaman Kirkovo, Mestanlı, Kırcaali sokaklarını dolaşan ajan “Pavel” isminde idi.
Bir TIR dolusu dosyanın Moskova’ya gönderildiğini söylüyorlar, onun dosyası da paketlenmiş olabilir, dünkü yerinde yok. Güvenli merkezlerde korunuyor olabilir. Dosyanın yakında ya da uzakta olması hiç önemli değildir. Çünkü ajan merkezleri dosyasını ele geçirdikleri kişiyi anında bulup, boynuna tasma takmasını ve istedikleri gibi oynatıp havlatmayı biliyorlar.
Zaten 18 sene meclis kürsüsüne çıktı da bir defacık olsun, benim sevgili Türk ve Müslüman kardeşlerim demedi, diyemedi, benim çilekeş halkım, siz benim can ciğerimizsiniz, de deyemedi.
Neden, çünkü boynunda tasma, dilinin altında halkına düşmanlık zehri vardı.
Biz, Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak Lütfü Mestan’ı “dosttan” hiç bilmedik. Düşman ise, biricik de olsa çoktur. Onun için “Dost” partisi davetine hemen ve kesin “DUR!” oracıkta diyoruz. Türkiye’ye ne kadar geldiyse bir kere bile BULTÜRK kapısını açamadı.
Düşüne, düşüne görmeli işi ve bundan böyle bir defa daha pişman olmamalıyız.
Ajanların başını 1989 yılında Ahmet Doğan olayında, sütü üflemeden içtik! Gördünüz ağzımız nasıl yandı! Sonradan üflemenin faydası yok. 26 yıl önce üzerimize konan taşı hala kaldıramıyoruz. İhanet ateşinde yanmaya devam ediyoruz. Gerçek dostun kazığı çok ama çok acıdır. Af edilmez. Sahtenin ki ise, kötünün de kötüsü!
Bizim alnımız ak, vicdanımız temizdir, derken, biz Bulgarlara her zaman dostça kaynaştık, “Türk’ten sağlam dost yoktur” atasözü onların yani Bulgarlarındır. Tabi dost güvenini kötüye kullanmamak, dosta dostça davranmaktır, gerçek dostlukların anlamı budur!
Biz Türkler hiç bir Bulgar komitacı bile ele vermemişiz, Biz Türkler sözü söz dostluğu ömürlük soylardan geliyoruz, derken, her defasında namusumuzun üstüne yemin etmişizdir. Biz Bulgar’dan dostluğumuza karşı dostluk istemedik. Tek yanlı dostluk olmaz. Tek taraflı dostluk sakattır.
Aynısı L. Mestan’ın gevelediği “tolerans” gibi bir şey.
Yahu anlatamadık şu adama, biz Türkler zaten dilimizden dinimizden ahlakımızdan gelme hoşgörülüyüz (yani doğuştan toleranslıyız). Ömrümüz geçti komşu tavuğuna “kış” demedik. Problem “dost” bildiklerimizin ters dönüp bize baskı ve terör uygulamasındadır. İsimlerimiz değiştirilirken dost bildiklerimizden hangisi yanımızdaydı. Kendi yağımızla kavrulmadık mı? Dostlukları bozan bize karşı ayrım, ayır-buyur siyaseti uygulamasından oldu. Bundan, Türklüğü sarayda yaşatmak istediğimiz anlamı çıkmasın sakin. Türkler saraylarda sefa sürmek istemiyor, bir tek haklarını ve özgürlüklerini talep ediyor. Şu memlekette girip çıkmadığımız hapishane kalmadı. Yemediğimiz dayak kalmadı. Doğru konuşmak için gerçeklere dayanalım.
İnsanın en büyük düşmanı sahte dostudur. Bu işin ötesi yoktur.
Geçen yüzyılın ikinci yarısında Ege kıyılarında ve bizim Rodoplar’da 200-300 kişilik çete ile kol gezen, “93 harbi”nden sonra Başbakan Stefan Stambolov hükümeti tarafından Rusofil (Rus dostu) olarak kovuşturulan ve Varna hapishanesinde sıçan ve kenelere yem olan Kapitan Petko Voyvoda bile Bulgar komitacılar ve çorbacılar tarafından entrikaya düşürülmedi mi?
Şu 138 yıllık devlet tarihinin üzerinde ihanet, kan ve gözyaşı olmayan 5 sayfasını gösterin bana!
Usta çırağına bildiğini öğretir.
Gizli polis subayları muhbirlere ne öğretir, İHANET öğretir.
Bir defa ıslanmış, ihanet etmiş kişiye biz nasıl “sen kurusun”, “sen dürüstsün” diyebiliriz. Bazı şeyler olmuyor işte. Ajan “Pavel” bu sözlerimiz sanadır. Paranın 2 yüzü vardır: “yazı” ve “tura”. Bir insanın da iki yüzü vardır “hain” ve “şerefli”.
Bu bizim suçumuz değil sen kendin Birinciyi seçmişsin. Ve şimdi kalkmışsın “dost” partisi derken, hayır öyle değil, sizin bildiğiniz gibi değil. Ben bir zar olsam, “kılıç” düşerdim, bir yanım “beş”, öteki “altı” olurdu diyorsun, fakat “kılıç” zarla oyun oynanmıyor.
“Dönekten dost, domuzdan pos olmaz” atasözünün ve başka benzer örneklerin özünde somut gerçeklik, yaşanmışlık var. Atasözlerimiz bize elimizi bulaştırmamamız gerektiği hususlara işaret eder, bizi uyarmak için vardır.
Şimdi şöyle bir örnek olay ele alalım L.MESTAN Bey.
29 Mayıs 2013 tarihinde Sosyalistlerin, Sizin ve Moskof uşağı “Ataka”cıların Başbakanı Plamen Oreşarski koltuğuna oturduğu an sana telefon açtı. “Milli istihbarat şefliğine, DANS Başkanlığına Önerinizi Bekliyorum” dedi. Hatırladınız mı?
Bir saat sonra “Milletvekili Daniyel Peevski” dediniz.
BU UNUTULUR MU ZANNETİN?
Planınızda devlet sırlarının ve tüm dosyaların saklandığı ana kaynakları Moskova’ya eski KGB, şimdiki Rusya Güvenlik İdaresi (CBR) devretmek ve böylece, olağanüstü büyük hizmetlerinizden dolayı Ahmet Doğan’ın yerini hakikatten hak etmiş olarak, hayallerinizdeki özlemi bir 20 yıl uzatmak vardı.
Bütün Sofya ve Bulgaristan 2013 yaz ve kışını, 2014 baharını sarı kaldırımlı meydanlarda geçirdi. 10 metre geniş 20 metre uzun “Ahmet Doğan Mafya!” ve “Daniyel Peevski Mafya!” yazıları taşıdılar. Sen istediğini yapamadın. Rusların isteği kursağında kaldı.
O meydanlarda kar kış, yağmur ve güneş altında yürüyenler, Bulgaristan tarihini iyi biliyorlardı. Hiçbir şeyi unutmamışlardı. Unutmayı da düşünmüyorlardı.
Totaliter rejimin babaları ve dedeleri için, “kayıplara karıştı, elimizden gelen hiçbir şey yok!” dediklerinin torunlarıydı onlar.
Ve hepsi General Todor Boyaciev’in “Dünyayı altüst eden gizli operasyonlar” kitabını okumuşlardı.
Bu eserde, Bulgar faşistlerinin gizli polis şefi Geşev’in, İngiliz ajanı Kim Filby’ye, 1944’ten önce devlet aleyhinde bulunanları haber vermek için tutulan hafiyelerin listesini nasıl teslim ettiği, İngiliz’in de bu bilgileri Ruslara (KGB) nasıl pazarladığı anlatır.
Bu kitabı okuyanlar, Bulgaristan’da totaliter komünist devletin neden kafası çalışmayan kişiler tarafından yönetildiğini hemen anlamış olur. Çünkü onların donları balkondaki iptedir. Balkon kapısının anahtarı ise Moskova’nın elindedir. Dolayısıyla bizde Çar çıplaktı. Todor Jivkov’a “ajandır,” diyenlerin bir bildiği vardı besbelli.
Sen L.MESTAN Bey, 1990 sonraki dönemde hainliğe soyulanların listesini DANS Başkanı seçtirdiğin Peevski’den alıp ilgililere teslim ederek, Bulgaristan halkına 21-inci yüzyılını kâbus edip, insancıkları katran kazanında kaynatmayı düşünmüştün, tasarlamıştın, planlamıştın. Hatta aklında “ah o gün gelse de üstüne bir soğuk su içsem” geçmişti aklından. İtiraf etmene gerek yok, biz her şeyi biliyoruz. Ne var ki, umudun suya düştü.
Ayaklanan halk yolunu kesti. Çünkü her şey herkesin canına tak etmişti.
Sonra batağın burgacında olduğunu fark ettin ve NATO, AB, Avrupacılık, Atlan tizim sözlerine alıştırdın ağzını. Kahve bile fazla şekeri olunca, baygın oluyor, sen de dozunu kaçırdın. Düştün ama “ben bu işleri herkesten iyi biliyorum” havalarına girmeseydin, belki düşmeye bilirdin. Amerika gelmiş memleketimize 4 üs kurmuş, NATO’yu savunmak sana bana kalmışsa, vay halimize?
Diyeceğim ama, bunlara senin varman gerekir. Bu planı da Moskova yaptı sizler değil siz sadece rolünüzü oynuyorsunuz, zaten sizden başka bir şey beklenmiyor.
Şimdi gelelim, biz, yani Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi olarak, bunların hepsini, bütün ayrıntılarıyla senin, kafandaki planlarını, doğmamış hayallerini biliyorduk da, neden silahlarımızı sana yöneltmedik. Sallandığını biliyorduk.
Doğrusu, nasıl düşeceğini merak ediyorduk. Artık oyun bitti.
Üzüldüm Sofya’da evin de yokmuş. 720 leva emekli maaşı alsan, çerez parası. Zor işler. Şirin hanıma dikkat et, çevirilerine devam etsin, senin Bulgar-canla ekmek parası çıkmaz…. uzatmayalım.
Sen çok gürültü kaldırıyorsun.
Nenem, “Dolu küpün sesi çıkmaz!” derdi.
Şimdi memlekette “Dost” partisi diye yeni bir oluşum reklâm edilmeye başlandı. Bulgar basınında öyle kurulmamış bir siyasi partinin reklâmını yapmak, doğmamış (henüz mahkemede tescil ettirilmemiş olan bir partinin) ismini koymak adetlerinden değildir. Biz hepimiz, Lütfü Mestan’ı tıngır mıngır tamamen boş bir küp olduğunu biliyorduk, haklıymışız da, öyle olmasa Ahmet Doğan’ın bir tokadıyla yıkılmazdı. Küp olsa, beş on parçaya dağılmazdı. Dikkat et, birçok insanın başını belaya verebilirsin, bunun sonu…
Şimdi burada, köydeşim olan, Ahmet Doğan’ın haklı olup olmadığını tartışmak istemiyorum. Çünkü köyümüzde iken hafızama çizilmiş bir gerçek var: ”Domuzun kuyruğunu kes yine domuz!”
A. Doğan hakkında çok yazıldı çizildi, adam artık kendi içine kapandı gibi, 3 seneden beri bir tek sana başkaldırdı, yani seni gözüne kestirmişti. O kendini “saray” denen iğne kapadı, akrabalarıyla, insanlarımızla, Bulgaristan Türklüğü ve Müslümanlıkla bağlarını, münasebetlerini tamamen kesti.
Herkes bu olayın Hazreti Muhammed’in hayat yolunu okuduktan sonra böyle olduğunu anlatıyor. Karanlık bir köşeye uzanıyor ve kafasını tutup bekliyormuş. Vahi insin diye beklerse beyhudedir.
Bir defa inen bir daha inmez.
Diyorum ki, şöyle bahçede bir kenara çekilse ve yağmur beklese, Vitoşa yağmurunda yıkanmak iyidir. Hayra alamettir. Onun da kaç dalda bezi var!
Kime hizmet ettiği belli değil. Sen gidince işler üstüne kaldı.
Şimdi o eski yalanlar da yok. Uzat, uzat dağıt. Bir hainliktir aldı yürüdü. 50 yıllık ömrümüzü söndürdü. Şahsen bana kalsa, siyasi olarak tarlayı nadasa bırakmak gerek. Şöyle bir dinlensin. Siz Ahmet’le ikiniz “eski öküz derin sürmez” sözünü işitmiş-sinizdir ve tedirginsiniz, anlıyorum.
Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmamış. Ne gençler gelecek bir bilsen!…
Şimdi buradaki yeni sorun şudur. Biliriz:
“Domuz kuzu doğurmaz.” Eğer dininden, anadilinden, köy ahlakımızdan, Türklüğümüzün özgün kültür güzelliklerinden tamamen kopan ve her şeyimize yüz çeviren Ahmet Doğan bir “domuz ise” ki, köydeşlerim “bırak şu domuzu” diyorlar, 17 Aralık 2015’e kadar onun en yakın dostu sendin. Ötesini düşünüverin artık.
İnan bana, halkın beklentisi herkesten var amma senden yok.
Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) Genel Başkanı Lütfü Mestan, nasıl oldu da birden bire “Dost” partisi kurdu. Bu soru da saman ateşi. Cevaplayanlar, olsa olsa bu “domuz” partisidir, diyorlar. İsimde yanlış olabilir mi?
Daldan düşen armut:
“Ah çekirdeğim ağaç olunca, gösteririm ben sana!” dermiş.
Donsuz-un gönlünden dokuz top bez geçermiş.
Bırak herkes istediği gibi yaşasın.
L.MESTAN bey, Topala gelen, aksamak öğrenir.
Bizim yolumuz uzun.
Bırak ta DOST kazığı sende kalsın…
Bu sefer biz almayalım kalın sağlıcakla.