Şakir ARSLANTAŞ
Konu: Bu Uyanış Farklı Olacak
C
ebel’den notlar

En son Cebel’de patladı

HÖH ve DOST meydan savaşı

Partiler hendek atladı

Korumak için gözü kaşı

Gene polis tuttu yolları…

(Şair M. Alev)

***

Bir hatıra

Anam süttü hep iki defa süzerdi

Bir defa süzgeçten geçirir ve

kıllar süzgeçten geçer der ve

bir de tülbentte akıtırdı.

Terzi de, “Dokuz defa ölç, bir defa biç!”dememiş miydi.

***

Bizim hayat tarzımızın özü şudur:

Sabah ola hayrola,

Zamanda iş ola,

Yorulunca ver mola

Yap et ki, torba dola.

***

Kimimiz Sultan yerinde, kimimiz bolluk yuvası Trakya’da, vatanımızdır ovaların ovası Dobruca, memleketimiz dünya deryası Deliorman ve şunu da düşünün lütfen, meydan savaşı vermeden yerleşmişiz VATAN bildiğimiz bu topraklara ve 300 yıl savaş da olmamış bizim oralarda.

Ve halkımın uyanık olmasını isteyenler haksız kanımca. İnsan yılan görmeden, soktuğunda öldürdüğünü bilmeden yılandan korkmaz.  Geçen ay Napolyon’un anılarını okudum: “Hiç bir asker korkusuz değildir!” yazmış. Usta şair Puşkın “Şans da kadınlar gibi dönektir!” demekten kendini alıkoyamamıştır.

***

Bulgar dilinde değişken örneği verilirken “top“, “kadın” ve “politika” sıralanır. Politika için söylenen politikacılar (siyaset adamları) için de geçerlidir. Politika dediğin çok ilginç bir olgudur. Renkli kişilikler yaratır. Gençliğinde Marksist-Leninist, olgunluğunda sağ kanatta tutucusu, ileri yaşta ideolojileri rafa kaldırmış kendini din iman işlerine adamış pek çok kişi tanıdım.

Siyasi yönelim kişisel tercih işidir. Marksist-Leninist devrimcilik işçi sınıfının sınıf savaşı silahıdır.  Bizim köylerde işçi, ideolojik eğitim okulu ve benzer geleneklerimiz olmadığından dünya görüşü çarpık kişilere pek rastlanmaz. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi son yıllarda yoğunlaştırdığı çalışmalarında “takıntılı insan” simalarını ortaya koydu. Bunlardan biri ana doğurmuş, babası yüzüne bakmamış, üvey babası da kabul etmemiş olan Ahmet Doğan’dır.

Korku duvarları arasına sıkışmışlığını gören Bulgar gizli polisi, onu anasını ve sürüyü kaybetmiş  kuzu gibi kucaklamış ve “at samanı gelir zamanı” hesabıyla, zavallının bütün kaprislerine katlanarak, masrafı çekip istediği hain tipi yaratmak için paraya para dememiş.

Biz bu tip kişiliğe HAİN  dedik.  Ama bu tek bacaklı bir hain tipidir. Bacağı yalnız gizli polise bağlanmış ve onların isteklerini tamı tamına yerine getiren, hatta beraber olduğu kızla kaç dakika, nerede, nasıl oynaştığını bile yazıp rapor eden bir tiptir bu.

Bu gibi “tek yanlı ve körü körüne bağlılık ortamında” yetiştirilmiş ajan ruhlu kadrolar Bulgaristan Komünist Partisi’ne alınmazdı. Ahmet Doğan da partili olamamış, hep “DS” polis şebekesine hizmet etmiş, ona parti içinde çalışma görevi verilmemiştir.

Onun gibi ipini gizli siyasi polise kaptıran ve maşa olan diğer 3 016 dosyalı ajanın da partili olduğuna inanmıyorum. Onlar partinin son hedefinde Türk ve İslam düşmanlığı, tek uluslu Bulgar devleti yaratma, “soya dönüş” siyaseti uygulama siyasinde araçtı.

Yani onlar yalnız bir süzgeçten geçmiş, annemin “türben” dediği ikinci sınavdan geçmemişlerdi. Biz 1990’da HÖH partisi kurucuları arasında tam bu tipleri görüyoruz. Onlar kaçmaktan korktukları için cesur zannedilen tiplerdir. Kaçsalar da nereye kaçacaklarını bilmezler, ancak sürüye katılabilirler.

Onlar 1990’sa Varna’ya toplanırken “Düşmandan yüz döndürmek korkaklık  nişanıdır” atasözünü bildikleri için kurucu kurultayda hazır bulundular. Bu kurultay’da tutanak tutulmamıştır, hazır bulunan 32 kişiden bir ikisi dışında kimse tek söz söylememiştir.

Daha sonraki yıllarda bu kişilerden birçoklarıyla görüşme ve konuşma fırsatım oldu. O zaman, onların cesaret dereceleri birbirlerine yakın dolduğundan birbirlerine gülerek bakabildikleri sonucuna vardım, aslında hepsinin kalbi ve ruhları kıskançlık, kalleşlik, kin gibi kötü duygularla dolu olduğundan birbirlerine ısınamadılar ve bugünkü HÖH yönetiminde hiç birinin o zaman kopardığı tozdan iz bile yoktur.

Olaya böyle yanaşmamın nedeni bugün de aynı olayın birbirine büyük benzerlikle tekrar etmesidir.1990 Kurucu Meclisi’ne katılanların 12’si dosyalı ajandır. Onlar birbirinin telefonlarını bilmeyen, çok azı daha önce birbirini görmüş kişilerdi. Onları birinci ve ikinci defa süzen “DS” – onları bir parti kurmak için Varna’ya toplayan organdır. Birlikte düşünelim. A.Doğan Pazarcık hapishanesinden Aralık 1989’un son günlerinde salınıvermiş ve 4 Ocak 1990’da Varna’da 32 kişi ile parti kuruyor.

Doğan’ın cebinde (gizli polis daha önce tüm ödeneklerini karşıladığı gibi, bu iş için de para vermemişse) beş para olmaması gerekir ki, parti kuruculuğu parasız olmaz. Bu işin birçok resmi harçları var. BGSAM’ın diğer araştırmalarından çıkan sonuçlarında da biz Ahmet Doğan’ı bir tek ipli yani Bulgar gizli polisi “DS” ye ve dolayısıyla Rusya dış istihbaratı “KGB“ye bağlı koşullanmış, Bulgar polisine danışmadan adım atmayan,  Türk düşmanlığını meslek seçmiş, hainliğe kendini adamış biri olarak görüyoruz.

Bu tip ajanların ikili ve üçlüleri de vardır. Örneğin İngiliz MİT-6 İstanbul İstasyon Şefi Filby aynı zamanda SSCB dış istihbaratı KGB’ye de çalışmıştır. Çarlık dönemi Bulgar gizli polis şefi Geşev, aynı zamanda İtalyan ve Alman Nazi istihbaratına hizmet vermiştir. Yani ajanların ikili, üçlü bağlantılı olanlarına rastlanır.

Ama biz bu yazımızın başında dostça yaklaşan, gülerek konuşan sahte liderlerin 4 bacaklısından söz etmeyi başlık ettik. Halkımız bu gibi simalara “yere bakan kan kusturan“, “kendi çıkarından başka hiç kimseyi görmeyen“, “mangal yürekli“, “çatal yürekli” gibi isimler takmıştır. Bu insanların cesur olduğu sanılır ki, bu belirli hesaplarla, dıştan gelen bir emirle bir muhakemeyle gelen bir cesarettir. Bir de şan ve şöhret hırsının insana verdiği  cesaret olduğuna işaret ediyorum. Biz bu sahte liderlik kopyası örneğini  düne kadar Kırcaali HÖH-DPS İl Başkanı ve Cebel Belediye Başkanı Bahri Ömer kimliğinde görüyoruz.

Cebel köylerinden olan bu genç, Kırcaali Öğretmen Enstitüsünde Beden Eğitimi öğretmeni diploması aldığında, “Balgaria” ile “Rusalka”  lokantalarının arasında mekik dokuyor, başı boş ve ne yapacağını bilmeyen bir avare genç izlenimi bırakıyordu. Özünde korkak olan bu genç okurken cesur olmamıştı. Boş konuşmalarını dinleyen sivil polisler onun bir baltaya sap olmak istediğini ama balta seçmede zorlandığını görünce,  bu “oltaya takıldı” kararında birleştiler. O yıllarda Kırcaali İç İşleri Bakanlığı (MVR)  Amiri olan Kadirev, İl Belediye Konseyinde Eğitim Sorunları Müdürü olan ve daha sonraki yıllarda “soya dönüş” teorisyeni olarak ün yapan Şükrü Tahirov’a (Orlin Zagorov)  telefon açarak, Bahri Ömeri Cebel köy okullarından birine tayin etmesini emretti.

Tayin olan bir gencin ödev beklemesi doğaldır. O, 19 Mayıs 1986 Cebel İsyanı’na katılmadı. İsyancıların başı olan Peniş’le arkadaşlığı yoktu. Aynı yıllarda Cebel lisesinde Rus dili öğretmeni olan ve totalitarizme karşı ilk illegal direniş partisini kuran ve örgütleyen, haklı ve kutsal davamızı Budapeşte ve Bukureş Türkiye Büyükelçilikleriyle temas kurarak bütün dünyaya duyuran  Avni Veli’yi de tanımıyordu, üstüne asla tutuklanmamış, sorgulanmamış, sürgün edilmemiş, “Belene“de Tuna balıklarını saymamış, elektrik koltuğuna oturtulmamış, bomba kundaklanmaya zorlanmamış bir gençti.

Neyse ona ilk gizli ödev verildiğinde,  Kırcaali’den Perperek köyü tren garına kadar yürümesi gerekti. Sözde (daha önce tanımadığı)  Ahmet Doğan ile Kasim Dal 4 Ocak 1989’da Varna’da  HÖH partisini  kurduktan sonra “hak ve özgürlük tohumların saçmak” için  Kırcaaliye gelirken, devlet demiryolları Sofya’dan aldığı bir emirle treni durdurmuş ve “bu teröristlerin” Doğu Rodoplara girmesine engel olmak istemişti. Olup bitenin hepsi bir tiyatro, dayanışlı dövüştü.Bu açık pazarlığın bir bacağı da Bahri Ömer’in HÖH-DPS partisi kurucusu olmasıdır.  Bunun da siyasi polisin açtığı bir tuzak olduğuna inanıyorum.

O zaman güdümlü ajanlar “Perperek” garında buluştular, hepsi sakallıydı, birbirini kucakladılar, birbirinin kokusuna alışmak için birlikte Perperek’ten Kırcaaliye demir yolu traverslerine basa basa yürürken birbirinin kokusuna alışacaklardı, çünkü  Bulgar gizli polisinin Türklere karşı hazırladığı planlarda yıllarca ortak çalışacaklardı. Yani artık ortak hainlik davasının erleri olmuşlardı. Bahri Ömer hainliğinin bacaklarından ilk ikisi işte bunlardır. Birisi “DS” bacağı, ikincisi de “HÖH’lü” bacağı.  (Hiç bir ideolojik hazırlığı olmayan bu gencin sonuna kadar yeminli ajanlık yolu böyle açıldı.)

O, bu yolda daha HÖH-DPS ilk kurultaylarında, Sofya’ya gidip gelirken, Ahmet Doğan’la ilişkilerini pekiştirirken kendiliğinden başarılı oldu.  Bu yolda onun iki kritik noktası da olmadı değil. Birisinde Milletvekili seçilmişti ve yerini, Bulgar askeri istihbarat ajanı Lutfi Mestan’a bırakarak, onun kariyer yapmasına yol açtı. İkincisi de şimdiki Özgürlük ve Şeref Partisi Başkanı Korman İsmailov ile HÖH kurucusu, A.Doğan’ın sağ kolu Kasim Dala karşı Sofya’da “Prensses” otelinde HÖH Politik Yönetim Kurulunda yaptığı son derece sert konuşma oldu.  O, ilk defa, açıktan açığa olmak üzere “partinin ajan kümesi” olmasından yana çıkarken,  ” HÖH’te temizlik yapılmasına karşı olduğunu” açıkça söyledi.

Kasım Dal’ın partiden atılması, Bahri Ömer’i çok düşündürdü.

O bu işin hep büyük paralara bağlı olduğunu düşündü. Türkiye’den gelen paralar Kasım Dal kanalıyla geliyordu. 2002’den sonra kesilmişti. K. Dal HÖH’ten ayrılırken “para kanallarını aç!” vazifesi almış olabilir miydi. B.Ömer Kırcaali İl Başkanı olarak elini paraya pula bulaştırdı, Türkiye’deki yakınlarının işini düzdü, kendi paralarını da yakınları üzerinden hep Bursa’ya akıttı, mal mülk sahibi oldu, TİKA gibi kurumların güvenini kazandı, hiç bir iş yapmadı, hep cebini mi doldurdu. Bu işte olan Cebel Belediye Başkanlığı da çok yardım etti. Türkler, Bursalılar, yemek içmek, kadın sevdalıları onu biliyor, o da vazifelerini biliyor, herkesi memnun ediyor ama iş yapılmıyordu, iş yapmayınca da paralar cebine kalıyordu. O, şimdiye kadar aldığı paradan tek kuruş geri çevirmedi. En büyük korkusu geri para çevirmeye alışırsam bu işten kurtulamam oldu. HÖH Kırcaali İl Başkanlığı alt katındaki lokanta hep açıktı, aç olan gelip yiyebilir, Allah’a şükür edeceğine, Başkan Bahri Ömer’i övebilirdi. O bu kapıyı hep açık tuttu.

Ne var ki, her şeyin yolunda ve çok iyi olması da hayra selamet değil. 17 Aralık 2015’te  Ahmet Doğan’ın sarhoş kafayla patlaması ve boş bulunan Lütfi Mestan’ı pes edip çöpe atması gözlerinin önünde olduğundan, önce afalladı, adına saray denen o kotradan kaçmayı denedi, arkadan birisi Bulgarca “arkadaşını bırakıp da gidemesin” dedi.  İri yarı ve genç olmasına rağmen üzerine inen baskıya bu defa o da pes oldu ve HÖH partisi İl Başkanlığından ayrıldı ve Lütfü Mestan grubuna katıldı. Onu HÖH’ten dışarı çeken ve daha sonra DOST adını alan gruba çeken, işte bu Bursa’daki mal mülkü, Türkiye bankalarındaki paraları vb etkisi oldu mu, “onlara bir şey olursa” korkusu, içinde, beyninde ve zihninde zaten olmayan ideolojik inanmışlığa hemen ve anında “ihanet” etmesini sağlayıverdi.

Bu da onun 4. hainliğiydi ve belki de onun için bir “kurtuluş simidi” oldu. O gün bu gün, siyasi demeç vermemeye çalıştı, basın toplantılarına katılmadı, DOST inisiyatif kurultayında da mümkün olduğu kadar arkada kalmaya gayret etti, Kurucu Kurultayda konuşmamak için direndi. Sözün kısası “ben bu işte hem varım hem yoğum” diyordu kendi kendine, fakat şu 19 Mayıs Cebel İsyanı işleri iyice karıştırdı.

Birçok yerden, birbiriyle ilintisi olmayan ve çok çelişkili emirler aldı. Birkaç defa A.Doğan’la telefon görüşmesi yaptı mı? Kotradan gelen telefon sesi “büyük adım atma, çok uzaklaşma”  mı diyordu. Ne yaparsan yap DOST Liderine söz verme mi dendi? Belediye meclisini topladı ve HÖH Meclis Başkanı ile bir orta yol bulundu. Siyasi konuşma yapılması yasakladı. Bunu anca bir hain yapabilirdi, bundan fazlası beklenemezdi.

Bulgaristan Türklerinin Hak ve Özgürlükler, adalet ve demokrasi davasının patlak verdiği ve bir ulusal İsyan ateşi olarak yandığı kutsal başlangıcın siyası ateşini söndürmesi isteniyordu. O bunu yapmaya karar verdi. Kürsüye DOST yönetiminden kimseyi çıkartmamalıydı. Öyle de yaptı. Ne var ki, bu senaryoda en fazla yuhalanan kendisi oldu. Kırcaali’den otobüslerle getirilen kiralık yuhalayıcılar kimi yuhalayacaklarını bilmediklerinden, kürsüye çıkana haykırıyor, para bekliyorlardı ve bilinçli bilinçsiz bilinmez ama bu anarşik gürültüden Türkiye Sofya Büyükelçisi Süleyman Gökçe de, çok diplomatik, derin, saygın konuşmasına rağmen, belirli bir pay aldı.

Bu anma töreninde yerli ve yabancıların gözüne bakamayan bir kişi varsa o da Bahri Ömer başkandır. O karşısına dikilen her kişinin onun gözlerine baktığında gerçekleri okuyabildiğine inanmaya başlamıştı. Cebel meydan savaşı yep yeni bir başlangıca işaret oldu. Bu törene gelmeyen ama 19 Mayıs 1989’da büyük hareketlenmenin güç kaynağı olan ve eski tarzda yaşamaya devam ederken olayları seyredenler ise, kendi aralarında “Bu uyanış çok farklı olacak!” diye mırıldanıyorlardı.

Yeni durumda Bahri Ömer basiretli olamayabilir, çünkü o anadan doğma basiretli biri değildir, Bulgar siyasi polisi de dört bacaklı bir hainle bundan sonra iş yapmak istemeyebilir. Bunu dikkatlerinize sunalım ki, 10 yıl sonra yine aldandık diyenler olmasın, bizden hatırlatması.

Bizler sadece yaptıklarımızdan değil, yapmadıklarımızdan da sorumlu olduğumuzu hatırlatalım…

Nizami der ki: “İnsan ile insan arasında pek fark vardır; Demirden hem NAL, hemde KILIÇ yaparlar”

Reklamlar