Yazan: Muh. Mehmet ÇAKIR
Tarih: 22 Mart 2018
Konu: Oyunlarınızın devamını görüyoruz bugün de bizler
Kaleyi içerden alma çabalarınız da taşa vuracak!
Bu sabah E-postamı açtığımda şairimiz Naim Bakov’un bir şiirinde,
“Bu Vatanın içinde tüm etnik gruplar kardeştir, bunu bilin!
Aralarına nifak sokmayla siz varırsınız ki nereye?”gibi
iyi bir tespit ve yerinde bir soru vardı.
Bizi yenip, yere serip, üzerimizde tepinebilmeleri için, önce bizimle savaşı, ardından da bizi parçalanmayı seçtiler.
Bir bütünün parçalanmadan özüne karşı dönmeyeceğini biliyorlardı. Kafalarında olan, buzağının anasına tekme atması gibi bir şeydi. Hedeflerine giden yol bizden küçük küçük kıymıklar koparmaktı böyle başladı. Bunlar odun kıymığı olsalar, onlarla önce dönekler ısıtılacak, daha sonra da büyük ihanet ateşleri yakacaklardı.
Devlet onlarındı. Yürütme kendi kafasıyla çalışmıyordu. İşleri bugün DANS’a (Ulusal Güvenlik Devlet Ajansı) sorduğu gibi, o zaman da önce Çar’ın gizli polis şefi Nikolay Geşev’e, soruyordu. Geşev Bulgaristan’da casusluk ve aksi istihbarat ağını kuran ve çalıştıran kişidir. Sosyalist totalitarizm yıllarında da gizli polis “DC” (Devlet Güvenliği) ya da koordinasyon sağlayıcı bir devlet güvenlik ajansı olan “Altıncı Şubeye”, Askeri istihbarat ve hatta bu yapılara ajanlık yapan köy muhtarlarına soruyordu.
Kısacası her şeyi onlar belirliyordu.
Çünkü devlet onlarındı. Bu işleri yaparken ilk işleri “yüreklerin” kulaklarını sağırlaştırdılar. Karanlıkların aydınlığa çıkmasını istemiyorlardı. Bu adamlar hayatlarında Dostaevski’nin “Kuduz” ve “Delilerinden”, zifiri karanlığı daha da karartma çabalarını anlatan eserlerinden başka hiçbir sayfa okumamış gibi hareket ettiler bir yüzyıl….
Onlar heybetleştikçe zavallılaştılar. Bu süreçte, işlerini “döneklere” yaptırdılar. Biz bu yazı dizimizde “döneklik” doğuran ortamları ve “dönek” karakterlerinin alçak olduğu kadar, çaresizliğini de anlatacağız.
***
Normal insanları parçalayıp birbirine düşürmenin çok değişik yolları vardı:
Nüfus yapısında ana unsur olan Bulgarlarla azınlıkların arasını açmak kolay olmadı.
“Sizin bu devletten bir şeyler beklemeniz yanlış olur!” tezinin yerleşmesi yıllar oldu.
Örneği Çiftçi Partisi lideri Al. Stanboliyski, 1919’da Versay’da “yenilgi” anlaşmasını imzalarken, çukurun ne kadar derin olduğunu görmüş ve azınlıklarla birlikte el ele vermeden bu bataktan çıkılamayacağını anlamıştı.
Türk’ü Çingene’ye, Pomak’ı Türk’e düşürme siyaseti Çarlık zamanında yerleşti.
Daha sonra hepimizi birbirimize düşürmeye bu nedenle çalıştılar. İlk bölünmeler ilk göçlerle oldu. Bölüp parçalayıp eritip asimile ederek yutma siyaseti daha 1913’te Pomakların isimlerini ve dinlerini değiştirme saldırılarıyla başladı. 250 bin kişiye yapılan zulüm toplumu ürküttü ve korkuttu.
Rodoplar’ın yerlileri ilk defa kitle halinde yurtlarından kaçmaya zorlandılar. İlk büyük yara böyle açıldı. 1934’ten 1942’ye kadar bu yara Rodoplar’da kap bağlayamadı, hep kanadı.
Bulgaristan’da Müslüman azınlıkların bölünmesi çok yönlü gelişti.
Ana kitle zorbalık karşısında Türkiye’ye göç ederken, iş bulan köyden sökülüp şehre taşındı. Gençler de okullara dağıldılar. Gidenler geri dönmediler. Özden soğutulmaya çalışıldı. Bir yandan şehirlerde yaşayan Türkler göçe zorlanırken, köyden kente inenlerin yeni bir kentli Türk yaşam kültürü yaratabilmesine çok yönlü engel olundu.
Bulgaristan Türklerine ilk yaralar böyle açıldı.
Dedelerimizden dinlerdik. Köyüne dönemeyen, sılayı özler, yakınlarını özler, ocağından kopanlara bir burukluk oluşur. Bir türlü düzelemez, hep sızlar. Bu Deliorman yarasıdır, Rodop yarasıdır, Dobruca yarasıdır. Sıla özlemi şeklinde derinleşmiştir. Boş kalınca eşek dikenliği olan ve git gide unutulan tarlalar.
Tozlu yollarda silinen izler. Kiremitleri dökülmüş, olukları yosunlu çatılar.
Menteşesi küflenip kopmuş kapı kanatları. Çap taşları kaymış yada çatlamış duvarlar ve kalplerde her zaman canlı olan o sönmeyen anıların dinmeyen sızıları. Sıla acısı gurbette yürek parçalayan güçlerden biridir. O, bütüne, dahil olduğu topluma, yakınlarına dönememe ve ebediyen ayrı kalınca eriyip kaybolmanın sızısıdır.
Aynı zamanda bu bir korkudur. Korkuyu yaşatan ise devlettir. Örneklemek gerekirse, 24 Mart 1964’te Batı Rodoplar’da Sırnitsa, Avramovo köyüne yapılan asker, milis, kolluk kuvvetleri, köy karşısına dikilen topları, hareket halindeki Pomakları, “BİZ KENDİMİZİ VERMEYECEĞİZ!” çığlıklarını hatırlayın. Düşen iki şehitti. Yaralı bazıları. Türk isimlerimiz, dinimiz ve Türk kimliğimiz için verilen kazma kürekli, satırlı kosalı direnişi ve gelenlerin korkup sürü sürü kaçışını.
Ama olay bununla bitti mi? Korkutma ocağına devlet odun atmaya devam etmedi mi?
Köy merkezlerinde mertliği, inanmışlığı, namusluluğu, ahlaklılığı ve yardımseverliğiyle bilinen kardeşlerimizi birer ikişer toplayıp içeri çekmediler mi? Yargısız içeri düşenlerden geri dönmeyenleri, dördüncü kattaki sorgu odalarından kendilerini yere atanları bir düşünün. Bu korkutmaya çalışanlar ile “biz sizden asla korkmuyoruz” çığlığını yaşatanlar arasında bir amansız mücadele değil miydi? Karasu (Mesta) ırmağı boyu köylerinin dinmeyen sızısı, vicdan şahlanması, beter bir kimlik dayatmasına isyandır. Türklüğünü yaşatabilmek için işsizliğe katlanan, açlığa dayanan, direnirken çıldıran, hapishane karanlıklarında tırnaklarıyla HÜRRİYET yazmayı başaran ve demir parmaklıkları iradesiyle büküp, özgürlüğe yol açarak aydınlığa çıkanların mücadele yoludur bu. Yaşananlar bizim öz tarihimizdir. Hiçbir kimsenin başka birisinin cildi içinde yaşayamayacağı gibi, bizim özgürlüğümüz de ancak bizimle yaşar ve yaşayacaktır.
Bizi parçalamak yöntemleri farklıydı.
Bulgaristanlı Türk’ten dönek üretebilmek için, hepsi Müslüman olsalar da, onlara hep “kardeş olmadıkları” söylendi. Pomak kardeşlerimize 22 isim uydurdular. Bunların hepsi Türklüğü unutturmak ve Pomak kardeşlerimizde farklı bir kimlik yaratmak için yapıldı. Dönekler sürüsü yaratıp bizi öz kimliğimize ihanete zorlama peşindeydiler.
“Türk özüne soyuna ihanet etmez!”
Bu gerçek, Bulgar diline ve inancına da yerleşmişti. Türklerin arasından göze kestirdikleri birini çekip almak kolay iş değildi. Bulgaristan’da Müslümanları parçalama ve onların arasından dönek üretme makinesi yaratma projesi, 138 yıl önce akıllarında şakıdı.
1879’da Veliko Tırbnova’da kendi kendilerine gelin güvey olup kabul ettikleri Birinci Anayasa’yı gönüllü gidip imzalayan bir tek Müslüman – hoca, müftü, hoca, yargıç olmaması hem Bulgar’ı hem de işgalci Rusları çok düşündürmüştü. 4 Anayasa olan 1991 Anayasası da Türk milletvekilleri tarafından imzalanmadı.
1879’dan tam 128 yıl sonra, HÖH Genel Başkanı Ahmet Doğan’ın, oylarını aldığı Bulgaristan Müslümanlarına danışmadan, “Bulgaristan’da Çözülmedik Etnik Sorun Yoktur Bildirisi” imzalayarak, Brüksel’e gönderip, Avrupa Birliği kapısını açması, kimliğimize, hak ve özgürlük davamıza son derece büyük bir ihanettir. Bulgaristan Türkleri ve azınlıklarımız içinde ilk “döneğin” kim olduğunu öğrenemedim.
1985 yılının Mart ayında 1 milyon 253 bin Türkün isimlerinin değiştirilmesinden sonra, Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı özüne ihanet edip ajanlığı seçenlerin toplam sayısının 3 0 16 olduğunu açıklamıştı. Fakat biz bu kardeşlerimizin hepsinin dönekliği gönüllü kabul ettiklerine inanmıyoruz. Bunların çoğu bu işe zorlanmış, hatta mecbur bırakılmışlardır. Öyle olsa da, hainlik için aldıkları para makbuzlarının altına imza atanların itler önüne kemik gibi fırlatılması, “korkunun ecele faydası yok” düşüncesine yenik düşenlerin uykusunu bozmuş İzmir, Bursa’da ve daha başka yerlerde kuytu bulanların gece kâbusları devam edenler var.
İlk yıllarda Müslümanlara verecek hiç bir şeyleri yoktu.
İl dönemde, devlet ondan maaş alanlar, geçimi Bulgar’a bağlı olanlar arasında avlanma kurguları yapsa da, maaş alan Türk yoktu. Müslüman kadınlar arasında bu işi düşünmek baştan yanlıştı. Tutunacak bir dal bulmak için çok uğraştılar.
İki Büyük Savaş arasında Türkler kendi derneklerinde, sanat topluluklarında birleşmişti.
Türk aydın kamuoyu ve kültür merkezi önce Rusçuk’taydı, zamanla Şumnu’ya değişti. Merkezci hükumet kurulduğunda Sofya’ya taşındı. Birinci Milli Türk Kongresi Sofya’da 1929’da topladılar. Önemli kararlar aldılar. Bu kararlar bugün de geçerlidir. 1990’da A. Doğan’ın “Türklere “Siz Türksünüz” demesi, 2018’de Başbakan B. Borisov’un “Kırcaali bölgesinde Türk yaşıyor!” demesi, Türklüğümüzü yaşatabilmemiz için artık yetersizdir. Bu sözlerin boş olduğunu ve bu külde artık alevlenecek ateş kıvılcımı olmadığını görmeyen kalmadı. Kül savurup gözlerimizi kör etmelerine ise bundan böyle yol vermeyeceğiz. “Beleneci” şanıyla gelecek bina etmek de mümkün değil, köklerimiz daha derindir. İlk yıllarda Müslüman Türklere verecek hiçbir şeyleri olmayanların bugün de elleri boştur, muhtaç olan kendileridir.
“İslamlaştırılmış Bulgarlar”, “Bulgar Müslümanlar” gibi balonlar patlatıldı.
“Camiye gitmezsen iş veririz” Çok itici bir gerçekti. Müslüman mezarlığına gömülmeyi kabul etmezsen mezar taşın olur kadar iticidir. Ekmek parasından olmamak için Camiye, bayrama gitmemek İslam’dan vazgeçmek anlamına gelir.
Dinimiz bizim Kimliğimizi oluşturan ana özdür. Bizi dinsiz bırakmalarının amacı, meydana gelen boşluğu, ateizm veya Hristiyanlıkla doldurmak amacıyla yapılmıştı. Onlar, dini değiştirilen bir Türkün kimlik değiştirmek zorunda olduğunu iyi biliyorlardı. Müslümanlık ve Hristiyanlık arasına yerleştirilen ateizm, aslında bu günümüzün kişiliksizlerini yaratmıştır. Tartışması devam eden, iktidarın meclisten geri çektiği “jender” kimliği saçmalığı da özümüze ve namusumuza bir saldırıdır ki, derelerin bulanık aktığını ve beyinlerin aptallaştığına kanıttır. Bulanık akan Bulgar sularının durulması için daha pek çok balonun patlayacaktır.
Korku derinliklerinde saklanan gerçekler.
Bir defa Bulgaristan’da 1952’de başlayan gerekçesiz tutuklamalar ve alıp götürmeler,
İzi kaybolanlardan, haber alınamayanlar, sır olanlar, sırı açığa çıkarılamayanlar, kısacası sırra kadem basanlar olayı toplumda sıkıntı yaratmış ve birçok başka nedenle birlikte “gizemli yaşam” konusu Bulgaristan Türklerini 1968 göçüne sürüklemiştir. 8 yıl sonra bu göçün sürmesinden sonra, Türkler arasında korku ocağını devamlı tütmek isteyen devler, ikişer, beşer, onar, on beşer, duruma göre Türk gerekçeli gerekçesiz toplamış ve “bir yerlere” sürmüş, kapamış, çalıştırmış ve bir yerlerde, bir takım işlerde kullanmış olsa da toplumun sıkıntısı artarken, hep dağları bekleyen korku olmuştur. Bu kişilerin isimleri biliniyor, bilinmesine de, isimleri bilinmeyenler de var. Örneğin, “Belene” ölüm kampında Bulgar “Resmi Gazete” de (Dırjaven vestnik) kampta kalanların 517 kişi olduğunu ve Bulgar isimlerini yayınlarken, başka kaynakları, adadakilerin arasında isimleri kaydedilmemiş 200 kişi daha olduğunu konuşuyor.
Şimdi Soruyoruz: İsimleri kaydedilmeyen ama “Belene” Ölüm Kampından geçen Türkleri orada işi neydi? Görevli miydiler? Anlaşılan “Belene” tablosunun boyası kazınmadan soydaş dernek, federasyon, kulüp ve kahvelerindeki üstü kapalı konuşmalar da noktalanmayacaktır.
Bir de şu var, gerçekleri durulamak için yükselen su paçalarına erişenlerde son zamanda bir “telefon haberleşmesi, tehdit savurmalar” var ki, bunun sebebi, “bizim işlerin sahtecikten olduğu ortaya çıkarsa, emekli maaşıma ek olarak Bulgar’da emekliliğime ek olarak, oradaki ortalama ücretin % 30 kadar ek prim elden gider mi acaba, korkusu olabilir m?” “Avanta paralar tatlıdır ve herkes güle güle ve kıtır kıtır yesin de, “görmüş geçirmişlerin ağzına kaynak yağan, bildiklerini unutturan ve sırra kadem basanlar hakkında bile yeminliymiş gibi susanları anlamaya çalışıyoruz.
Bu konuya devam ederken, gelecek yazımda, Memleketim Şumnu’da kurulan 4o kişilik gizli direniş örgütünün “Belene’de” yatan biri tarafında, “Belene” den çıktıktan sonra ihbar edilmesinin 17 aileyi nasıl söndürdüğüne özel olarak değinmek istiyorum. Kayıplara karışanlardan başka, üzerinde durulması gereken bir grup daha var.
13 yıl boyunca gizli yaşayan aileler sorunu.
Bilindiği üzere 1972 ‘de patlayan Pomak meselesi, 1975’de kapandı, dendi. Ne var ki, kapanan bir sayfadan sonra yenisi açıldığı gibi, tam o zaman sözde “karışık aileler” konusu aktüelleşmiş ve yeni kurbanlar bulup isimlerini değiştirme işleri yeniden alevlenmişti. Bu zulme maruz kalan “karışık ailelerin” sayısı, aile üyeleriyle birlikte toptan sayıları açıklanmadı.
Bunlardan kayıplara karışanlar, kaçıp da dönmeyenler, içeri düşüp kurtulamayanlar, dış ülkeye kaçıp haber vermeyenler olduğu biliniyor. Bu da, devam edecek olan çalışmalarımızda çok özel bir yer alacaktır. Bu kardeşlerimiz “dönekliğe” karşı, ajan ağına düşmeyelim diye 10–15 yıl boyunca gece gündüz mücadele vermiş, kimlik kartlarını değiştirememiş, kayıtlı sigortalı işlerde çalışamamış, çocuklarını okulla gönderememiş, hatta kira kontratı bile yapmadan yaşamak zorunda kalmışlardır.
Türklerin ve Pomak kardeşlerimizin genellikle Yunan sınırı boyundaki birinci, ikinci ve üçüncü sınır bölgelerinin içinde yaşadığı dikkate alındığında, çekilen çileleri anlatmak yürek ister.
“Döneklik” konumuza devam edeceğiz. Hedefimiz köklerini birer birer analiz edip sebeplerini ortadan kaldırmaktır. Düşman bildiğimiz güçlerin yeni yöntemlerini ortaya çıkarmaya ve gün ışığında sergilemeye çalışacağız. Başarımızın güç kaynağı birlik ve beraberliğimiz, kardeşliğimiz ve kader ortaklığımızdır.
Sağlıcakla kalınız.
Lütfen paylaşınız.
Tebrik ederim.Cok iyi bir yazi olup,derinlemesine arastilmis,analiz edilmis ve cikis yolu gosterilmistir.