Tarih: O5 Mart 2019
Hazırlayan: Nedim AKIN
Konu: Bulgar yakın Geçmişi bu güne ne kadar çok benziyor.
Yanko Yankov 20 Kasım 1900 yılında Petriç’te dünyaya geld. O yıllarda Petriç Osmanlı İmparatorluğuna bağlıydı. Bulgar Hegelcilerinin temsilcisidir. “İnsan ve Süper İnsan” konulu doktora tezini Almanya’da savunmuştur. 1934 yılından sonra Almanya’da yaşamış ve Berlin Üniversitesinde Bulgaristan’ın Kültürel Tarihi konusunda konferanslar vermiş yazılar yazmıştır. 14 Şubat 1945’te Müttefik Güçler uçaklarının Drezden’i bombalaması esnasında ölmüştür.
Doğu ve Batı – 1933’te yazılmıştır.
1.Bizim politik ve manevi hayatımızda en fazla eksik olan tarihsel düşünebilmedir. Bulgar ruhunun kendi yaratıcı güçlerini ifade etme biçimleri nasıl olursa olsun, onun hareketini gerekçelendiren ne olursa olsun, Bulgar maneviyatı her zaman iç gereksinim ve devamlılık duyumsamadan tesadüf eseri olarak gelişmiştir. Hayatın tarihsel anlamının bilincine varamadığımızdan dolayı olmasa gerek; dünyanın tarihsel kaderi olduğuna inanmadığımızdan ötürü de değil; hayatımız yaprak salmazdan önce sararıp solduğundan; her yeni ve hayat taşıyan atılımı kin ve hıncın boğduğundan dolayı da olmayabilir; öncelikli olarak, bizim bir ortak tarihsel hedef oluşturamadığından dolayı olacak yaşayan en tarihsiz halk biziz. Her bir milli organizmanın şeklini belirleyen, belirli bir yolda gelişmesi gereken bir organizmanın güçleri ve olanaklarına ilişkin tarihsel bilinçten başka hiçbir şey olamaz. Önünde herhangi bir yol göremeyen, başına gelen felaketlerin, kendi keşmekeşinin, kendi kişiliksizliğinin baskısı altında var olmaya devam eden bir halk, yok olmaya mahkûmdur. Bizi kader belirleyen bir zaman kesiminde yaşıyoruz. En nihayet zaman ve uzamın değişe bildiği bir ortamda, onların ikisiyle birlikte sosyal yaşamın, duygusallığın ve fiziksel dünyanın yasalarının da değiştiği ve iki çağın tam arasında, çaresiz panikleme ortamında, biz korku nedir bilmeyen atalarımızın torunları, kendimize yol bulamadan ortada kalmış duruyoruz. Yeni dünya tarihinde en korkunç zamandır bu. Kasırgalar, sosyal politik ve sosyal olmayan bilincin dünya görüşlerinin hepsini kökünden ırgaladı. Şimdi insanın özü ve anlamı, büyük kent, soyup soğana çevrilmiş ve hiçliğiyle yaşayan kitlesel işsiz, çarpılan ahlakın büyülenmiş düşünü işlevleri, bugüne kadar bilim adamı olanın esnaflığı, bugüne kadar eğitimci olanın, önderlerin büyük buyruğu, milli ve kahraman kişinin uyanması yeni değer arıyor. Halkımız daha önce, hatta yabancı boyunduruğuna düştüğü devirlerde bile, hiçbir dönemde böyle bir yolsuzluk içine düşmedi. Bu bir rastlandı değildir. Olanın kökleri dünde değildir. Bu çok eskilerde hazırlanmıştır. Bizim kültürel ve politik yaşamımız en şiddetli rüzgarların hızıyla bu yolsuzluğa, Bulgar milli bilincinin şimdiki bunalımına doğru yönelmiştir. Tüm bunların başat nedeni bugünkü ekonomik ve manevi çaresizlik değil, Bulgar halkının kaderini yönlendirdiklerini sananlarda tarih bilincinden iz bile olmamasıdır. Bütün feci durumun kaynağında olan, bizim etkinliklerimizin hepsindeki tarihsellik eksikliğidir. Bir rastlantı eseri, ilkeleri hiçe sayarak, yaratıcı gelenekleri olmadan, halkın gerçek ve doğal yapısına ilişkin hiç bir şey duyumsamadan gelişen bir politika varsa, işte o Bulgar politikasıdır. Bizim politik hayatımızda öncülük eden birinin olmamasını ancak tarihsel eksikliklerimizde görmeliyiz. Çünkü öncülük her şeyden önce bir ulusun tarihsel perspektifi (derinliği) ve onun Mesih kahramanlığında gizlidir.
Kısaca söylemek gerekirse, Osmanlıdan ayrıldıktan sonra, geleceğimizle ilgili belirleyici olan tarihimizin ve programımızın olmaması sayesinde biz çağdaş dünya yaşam sürecinde gereksiz olduğumuz hissini geliştirmişizdir. Yurtsever (milliyetçi) duygularımız ne kadar yüksek olursa olsun, milli efsaneye inançtan ve onun şu dünyada ne pahasına olursa olsun muzaffer olacağından kaynamıyorsa, yalnızca bir hayaldir ve hiçbir anlam taşımaz. Ve biz en nihayet kendi kendimizi anlamak istiyorsak ve her halkın içine düştüğü var ile yok arasında, derme çatma bir yığına, topluluğa benzediği durumdan kurtulmayı amaçlıyorsak, ileri bakıp hangi yolu seçeceğimize karar vermek zorundayız. Bizim tarihsel yararlılığımız böyle bir ruh hali oluşturmakla başlamalıdır. Bir milli bünye olarak varoluşumuz ve bizim uyanışımız ancak o zaman yeniden başlayacaktır.
2.
Hangi yolu seçelim? Bu soru bugüne kadar böyle bir kararlılıkla hiçbir yerde ve daha önce masaya yatırılmamıştır. Çünkü bu güne kadar bizim Bulgar tarihi felsefemiz yoktu. Çünkü bu soruya şimdiye kadar ancak pedagojik, ahlaksal ve tutuculuk açısından bakılıyordu. Bu sadece politikamızı ilgilendiren bir problem değildir, Kültürümüzü ve milli yaşayışımızı da ilgilendirir. Her şeyden önce şunun bilinmesi gereklidir. Biz başka bir halkla özdeştirilebilecek bir halk değiliz. Biz, birincilimiz ve özelimiz olan kendi başımıza kendimizi temsil edebilen bir halkız. İslav dünyasına ne kadar yakın olursak olalım, Biz sözün gerçek anlamında İslav olmadığımız gibi, Batı halklarından her hangi biri de değiliz. Doğu ekstatikası ile ortak bir şeyimiz olmadığı gibi, Batı uygarlığının mekanik formalizmiyle de dokunma noktamız yoktur. Ne mistik ne de rasyonel başlangıç Bulgar ruhunda öz değildir. Bundan dolayıdır ki, problemimiz Doğu ile Batı arasında dolaşandır; o gizem dünyasıyla örtüşmediği gibi, bilgi dünyasıyla da örtüşmez; o ne Tanrısal nede İnsansal, ne yalnız ruhsal ne de sadece maddi bir andır. Biz, ne bir çöl yaratığı ne de hayatın tutsaklarıyız, gökyüzünün başlangıcı ile dünyanın başlangıcı arasındayız.
Kuşkusuz bizde de yaşayan İslav güçleri vardır. Onlar, kadar güçlü olursa olsunlar, üzerimizde birincil etkileri yoktur ve bizim bundan sonraki gelişmemiz üzerinde belirleyici olacak etkide bulunamazlar, çünkü organik olmadıkları gibi, bizim birincil özsel özelliğimizden değillerdir. Bu güçler bize irsi olmayan yoldan (kalırım yoluyla) gelmiştir. Boş verip İslav olduğumuzu düşünsek, biz bugün İslavlardan ne bekleyebiliriz ki? İslav Krallığı neresidir? İslav’lık dediğimiz, bir soyutlamadan başka bir şey değildir, ancak tarihte yaşamı ve gerçekliği olan bir tarihsel sofik düşünce kategorisidir. Doğu’nun kalbi kendini İslav hissetmez olmuştur.
Bundan dolayı biz İslav Doğu’dan kurtuluş bekleyemeyiz.
Bu yanlış olur. Geleceğimiz için başka bir derinlik aramak zorundayız. Osmanlıdan sonra biz Rusya’ya yalnız dıştan dışa ayak uydurmaya çalıştık. Bulgarlardan bazıları İslavların gönüllerinin boş, mantıksız ve özde çelişkili olduğunu anlayabilmek için onlara gerektiği kadar yaklaşabilmiş olabilir. Yalnız Bulgarlar değil, Batı dünyasında yaşayan başka biri de, başka bir insan için erişilmez ve çözülmez olan kendi içine kapanmış yaşayan İslavları anlayabilmekte ve bu gerçekleri görebilmekte güçlük çekebilir.
- 3.
Batıya gelince? Öz bilincimiz probleminin en karmaşık yanına burada dokunmuş oluyoruz. Çünkü politik kurtuluşumuzun daha ilk başlarında Avrupa medeniyet biçimleri bizde etkili olmaya başladı. Politikada ve kültürde, kurumlarda gelenek oluşturulmaya başlandı, yeni dünya görüşü, eğitim ve öğretim programları Batıdan alındı. Fakat bu sorumsuz ve hatta gülünç bir biçimde yapıldı. Özellikle onun klasik ve romantik çağında izler bırakan Batı ruhunun etkisinde belki de hiçbir zaman sıyrılamayacağız. Bizim metafiziğimizin ve müziğimizin, eğitim kurumlarımızın örgütlenmesi ve biçimlenmesinin, kişiselliğimizin sanat aşkının, sanat bilincimizdeki eleştirelliğin Batıdan geldiğini tanımak zorundayım. Biz Batı kültürüne minnet borçluyuz. Ne ki, bu minnettarlığımız ne kadar büyük olursa olsun, ilk Rus etkisi gibi, Batı etkisi de, Bulgar ruhunun kendi ayakları üzerine sapa sağlam basamamasına ve kendinden sorumlu yolda emin ilerlemeye başlaya bilmesine en büyük engel oluşturmuştur. Batının bizde kendi düşünce ve maneviyat derinliklerinden çok daha fazla teknik etkide bulunmuş olması dikkate alındığında, tarihsel bakımdan bilincimizdeki kaotiğin güçlenmesinde Batı tesiri de Rus etkisi kadar rol görmüştür. Aydınlarımızın tarihi yabancı etkisinden faydanın zarar kadar büyük olduğu ile mutlaka yüzleşecektir. Kuşkusuz yeni hakların hepsi işe etki, taklit ve ortaklaşmayla başlar. Ne ki batının büyük şehirlerine akın eden aydınlarımız, tekniği ve medeniyetin ruhuyla tanışmazdan öncekinden çok daha saf, aptal ve gülünç döndüler geri. Batıyı gerçek algılamanın yolu başkadır. Batıya ayak uydurmanın ve onunla yararlı alış verişte bulunmanın yöntemleri de tamamen farklıdır. Bu, milli öz bilinci yükseltme ve ehlileştirme adına, iç dünyamızda kaynayan, bizim soy yaşamımızın güçleriyle kaynaşanlarla olmalıdır, kopyalamakla, çalma kapmayla asla değil.
Biz Batı medeniyetinden çalarak günümüzün ulusal sorunlarını çözemeyiz. Kafası karma karışık olan Avrupa, gözlerinde alev parlamayan, çok çirkin ve kamburu çıkmış bir Tarıçayı andırıyor. Tarihin bütün fırtınalarının harman dövdüğü eski kıtada bugün dinsiz, dogmasız, dayanaksızdır. Son yoluna giden bir kıtadan ne bekleyebiliriz. Orada hayat cebir, özgürlük şiddet olalı çok olmuş. Biz bu Avrupa’dan bir şey bekleyemeyiz, ancak cenazesine gideriz.
Ve işte böyle, biz iki dünya arasına sıkışmışız ve ne İslav Doğusundan ne de ılımlı Batı hakları toplumundan yardım bekleyemeyiz. Bir tek yolumuz kaldı. Kendi özümüze dönüş yolu. Barbarlığın bedelini ödeme yolu. Kendi kurbanlarımızı verme ve kendi zaferlerimizi kutlama yoludur bu. Kavmimizin gerçek derinliği ve ufku açısından bu yolun önemi şu olabilir: Bu yol aydınsa ve kararlılıkla çizilmişse ve Bulgar ruhunun şaşmaz yolu olarak izlendiğinde başarılı olabiliriz. Bu yol, ancak ve yalnız bir tarihsel derinlik ve ufuk olarak bizi daha aydın ve daha da aydınlanacak günlere götürecekse… Bir halk uyanmaya başladığında, işe tarihsel olarak kendi Kimliğini bulmaya yönelmekle başlar. Ve bizim milli irademizin ifadesi aranıp bulunmalıdır. Bu uydurma, yalan bir teori, bir politik inanç olamaz. İslavcılığın mistik dünyası ve Batı insanının entelektüel mekanizması ile hiçbir ilintisi olmayan, kavmin iç özelliklerinde, kozmik ilk anne özünde koşullanmış, daha sonra kültürel politikasında ve arı Bulgar ırk bilincinde düğümlenmiş olandır. Öz olarak Bulgar ruhu putperesttir. Bu anlamda o yasal olan işe anarşinin, bilgi ve duyumsamanın, İslav ve Batı başlangıcın sentezidir. Bundan dolayıdır ki, onu ne German veya Kuzey-Got kültürüne, ne de Roman ve klasik bilince dahil edebiliriz. Bundan dolayı onu tarihsel-felsefi düşüncenin kategorilerinden her hangi birine katamayız. O birisinden ve ötekisinden daha fazladır, çünkü bunların ikisi de onun suyunda vardır ve er ya da geç uyanacak ve meyvelerini verecektir. Bulgar dirilişinin tüm güçleri bu dahi sentesin içinde gizlidir.
Ne var ki bizim burada tartışmaya açtığımız sorun ruhun bu Batı İslav yapılanışı fikriyle kesin çözüm bulmuyor. Her şeyden önce bu problem gündem olmalıdır. Bu sorunun çözümü aydınlarımızın hepsinin gücünü seferber etmelerini gerektirebilir. Bulgar halkının yeni çağı böyle açılabilir. O yeni bir ruhsal ve politik güç olarak tanımlanabilir. Bulgar halkı kadim bakire, henüz sözünü söylememiş bir halktır. Yeni tarihimiz kendi özümüzü algılamamızla bundan böyle başlayacaktır.
Metne sadık kalınmıştır.