Mikr.Uzm.Dr.Osman BÜYÜKKAYA
Konu: Birliğimiz kutsalımızdır.
Seslenir seni bana “ova”m, “dağ”ım,
Nere gitsem bulur beni arınmış.
Bir çağ ki akar ötelere,
Bir ak.. ki yüce atalar, bir al.. ki ulu oğullar,
Türkçem, benim ses bayrağım…
Fazıl Hüsnü DAĞLARCA: “Türkçe Katında Yaşamak“;
Bu şiir, Bulgaristan’da DOST partisinin Kurucu Kurultayı kürsüsünde “Türkçem, benim ses bayrağım” olarak dalgalanırken salonda ve bütün ülkede coşku yarattı.
Bulgaristan’da basılmamış ve Bulgar diline de çevrilmemiş olan etkileyici eser, Birleşik Amerika’da şaire ün kazandırmıştır. Resmi dili olmayan Birleşik Amerika’da XX. yılın eseri ilan edilen büyük Rumi’nin “Mevlana”sından sonra Dağlarca okyanus ötesinde en fazla okunan Türk klasiğidir. Biz Türkçe’mizle doğar, Türkçe’mizle yetişir, Türkçe’mizle yaşarız, Türkçe’mizle bilinçlenir ve yüceliriz. Türkçe bayrağımız ne kadar yükseklerde dalgalanır sa, bu Türklüğümüzün o kadar yükseldiğine işarettir. Türkçe’mizin zenginliği bizim gönül zenginliğimizdir. Türkçe’miz birleşmemizin çağrısıdır. Bu bakıma MHP Genel Başkan Yrd. Sayın Yalçın’ı kutluyoruz.
Düşünen kafalar, “Türkçe’m, benim ses bayrağım” şiirini işitince 1848 devriminden sonra Almanya’yı birleşmeye çağıran Friedrich von Schiller’in “Neşeye Şarkı” sını anımsadı. Schiller, Almanya ve Avrupa’nın birleşme özlemini ilk kez büyük bir ustalıkla şöyle dile getirmişti.
Kucaklaşın, milyonlar!
Alın bu öpücüğünü bütün dünyanın!
Yıldızlı göklerin ötesinde, kardeşler,
Seven bir baba yaşıyor olmalı.
Kim yakalamışsa o büyük talihi,
Başarmışsa bir dosta dost olmayı,
Kim kazanmışsa soylu bir kadını,
Katsın sevincimize sevincini.
“Neşe Şarkısı” Avrupa kıtasının birleşmesi için bundan 150 yıl önce çakılmış bir kıvılcımdı. Bugün Avrupa Birliği (AB) marşına güfte oldu. Bu açıdan değerlendirdiğinde, Dağlarca da Türkçe konuşan tüm halkları ve soyları, boyları birleşmeye çağırmıştır. Anadilimizin bir bayrak gibi Türkçe konuşan halkların ortak bayrağı olduğuna ve olmaya devam edeceğine, mutlaka olması gerektiğine giderek güçlenen bir çağrıda bulunmuştur.
“Neşe şarkısı” çağının bestecisi olan Ludwihg van Beethoven aynı dili konuşan Almanya ile Avusturya’nın birleşmesi özlemini 9. senfonisinde dünyaya duyurdu. Bu beste bugün Avrupa’nın birleşmesi çağrısı oldu. Yıllar sonra “Neşe Şarkısı” ile “9. senfoni” birleşti. Yüceldi ve dalgalandı,unutulmayacak şekilde belleklere kazındı. AB marşını hakların bütünlüğüne güç verdi. AB, nice savaş ve isyanlardan sonra ilk başarılı birleşmesi oldu. Biz de Bulgaristan vatandaşları olarak bu birlikteliğin üyesiyiz. Bu büyük topluluğa Türkiye Cumhuriyeti de katılmak üzeredir ve böylece tarihte ilk kez olmak üzere yalnız Avrupa halk ve devletleri değil, Avrupa ve Asya kıtaları birleşecek, insanlığın birliği Anadolu’da gerçek köklerine sarılacaktır.
Bu bakıma Sayın S.Yalçın’ın “DOST” kürsüsünden “Türkçe’m, benim ses bayrağım” demesi çok anlamlıydı. O kadar anlamlıydı ki, aynı hafta Avrupa Birliği Genel Kurulu Türk dilini 28 üyeli Avrupa Genel Kurulunda resmi dil olarak ilan etti. Tüm Avrupa devletlerine anadilimizde ilk hitabı Sayın Başbakanımız Ahmet Davutoğulu yaptı ve büyük alkış aldı.
Kuşkusuz bu olumlu gelişmelere ters bakan, küsen, burun şişirenler de oldu. Hem de öyle bir hiddetlendiler ki, ellerinde olsa Lodos’un Bulgaristan’a doğru esmesini ve Türk gururumuzun bayrak dalgalanmasını yasaklayacaklar, iki ülke arasındaki sınıra gerilen dikenli çiti söküp yerine Çin Seti dikecekler. Ses bayrağımız bu anlamda bir durdurulmazlık, önü alınmazlık emsalidir.
Bizim AB’nden önce kendi vatanımızda Türkçe’mizle okuyup yazarken, sohbet edip, şiir okuyup, şarkı söylerken gururlanma hakkımızın sonsuz ve kutsal olduğuna işarettir. Bu hakkımızı hiç bir kuvvet bağrımızdan sökemez. Üzerimize mutluluk yağmurları mutlaka yağacaktır.
Schiller’in heyecanlı birleşin çağrısına 2004’te biz de uyduk. AB üyeliğimizle gelen bütün haklarımızdan yararlanmak istememiz doğaldır. Bu haklarımızdan biri anadilimizin şarkı, türkü ve şiirlerimizle, dualarımızla dalgalanması zaruretidir. Bunların temelinde çoğulcu, çok dilli, çok kültürlü ve tek medeniyetli bir birlikteliğe birlikte uzanma var. Bu özleme, mümkün olduğundan daha büyük katkıda bulunabilmemiz hem hakkımız hem de emelimizdir.
Biz, içinde mutlu olmayan, diline ve dinine, özgün kültürüne, tarihine ve medeniyet geçmişine yasaklar getirilmiş, dili kelepçelenmiş, yazımı yasaklanmış bir etnik topluluğa AB içinde yer olduğuna inanmıyorum. 1785’ten beri eski kıtada dalgalanan slogan eşitliktir. Haklarımız mutlaka verilmelidir. Biz 28 AB devleti içinde dosta dost olmak istiyorsak, hakkımız olanı almamız tam destek bulmalıdır.
Türkçe’miz AB dili olduğuna göre, anadilimizin okullarımızda okutulmasını, ahlak ve kültürümüzün anadilimizde gelişmesini, yaratabildiğimiz öz edebiyatımızın anadilimizde yaşamasını arzu ediyoruz, çocuklarımızın Türk kimliği ile yetişmesi bizim kutsalımızdır. Bu işler ve etkinlikler için AB Genel Kurulunun etnik azınlıkların özgün eğitim ve kültür ihtiyaçlarının karşılaması için yasalar çıkarıp özel fonlar ayırması kaçınılmaz oldu. Bu işi şimdiye kadar HÖH AB milletvekilleri yapmadığına göre, DOST partisinin bu ana vazifeyi mutlaka üstlenmesinde ısrar ediyoruz.
Bu adımlar atılmadan, hepimiz birleşmeden, DOST değil, KARDEŞ partisi de kursak ilerleyemeyiz. Çünkü bizim aşamadığımız bir korku var. Biz bugün Türkiye’de yaşayan soydaşlar olarak, geri dönmemiz, vatanımızın siyasi ve sosyal yaşamında daha büyük rol oynamamız gereğine, “ses bayrağımız” olarak gece gündüz dalgalandırma zorunluluğuna inanmak istemiyoruz.
Ürkekliğimizin ana nedeni, memleketimizde adaletin yerleşmemesi, katillerin adaletten kaçmayı başarması, ajan dosyalarının göstermelik açılması, dosyası açılan muhbir ve katillerden, hainlerden hiç birinin görevinden alınmamış olması ve yargı önüne çıkarılmamasıdır. Bizde Komünist partisi yasaklandı, dağıldı, ama komünistler devlet görevlerinden sökülmedi. Totalitarizm döneminde yaşananların “Belene” faciasının, polis mahzenlerindeki dayakların, zindanlarda çekilen çilenin, tutukluluktan, sürgünden sakat dönenlerin çekilerinin sanki hiç bir önemi yoktu. Olan olmuş ve sanki unutulmuştu. Bizim unutamadığımız içerideyken de kendi kendimize Türkçe konuşmamız, günleri Türkçe sayılmamızdı, ki böylece biz hep dalgalandırdık Türkçe bayrağımızı…
Bugün bizim bütün düşüncelerimiz zihne dair şeylere odaklanmış durumda. Memleketimizde Türkçe’miz, Türk kültürümüz açısından yoksullaştık. Zenginleşmemiz zamanı geldi. Türk ocaklarımızdan Türkçe’mizin yeniden fışkırması zamanı gelmiştir. Yoksullaşmamıza devletin ve belediyelerin yasaklama ve engellemeleriyle örtüşmeye devam ediyor. Zenginleşeceğiz umudumuz ise öz çabalarımızla, Türkler olarak birleşmemizle kenetlenmiş durumdadır.
Kimse bizden özür dilemedi. Dileyenlerin sözleri de sanki yapmacıktı. Çünkü ardından hiç bir şey gelmedi. 1923’te Bulgaristan’da 723 Türk okulu varken, bugün bir tek olmaması olayları açık açık anlatıyor.
Biz büyük bir düşmanlık seli altında kaldık ve kurban olmaktan şikayet etmez olduk. Sanki damgalanmışız.
Baştan başa şanlı tarihimiz, kahramanlarımız unutturulmak isteniyor. Öğrenci öğretmen, çıkarak usta bağlarımızı baltaladılar. Gün ışığına laik olan her şeyimiz örtbas ediliyor, bizim öz kimliğimize yaşam hakkı tanınmıyor. Toplum adaletten kaçıyor. Toplum totalitarizm kalıtı altında ezilmeyi tercih ediyor. Bize T.C.deki seçim sandıklarında oy kullanma hakkımız bile çok görüldü. Öyleyle birleşelim, öyle bir birleşelim ki, Bulgaristan konsolosluklarını işgal edelim, 710 bin vermeden konsolosluktan dışarı çıkmayalım ve adaletsizliğin nefes almasını durduralım. Adalet biz olalım!
Bulgar hapishanelerinde kalan sorgu belgelerinden, işkence odalarında size zorla söylettiklerinden, mahkeme salonların itiraf etmeye zorlandığınız düzmecelerden asla korkmayınız. Biz kardeşiz. 26 Yıl geçti ve her şey af edildi, kuşak değişti, hayat suçluları akladığını bildirdi, hak ve özgürlük davasında, adalet uğrunda bir yine birliğiz, yine kardeşiz. Onlar bir ulus, bir devlet olarak bize karşı suç işlediler ve insan hakları, adalet, yasallık ve ahlak adına, insan vicdanının sesini dinleyerek birlerinden hesap aramadılar, karşımızda böbürlenmeye devam ediyorlar. Utanacak ve çekinecek hiçbir şeyimiz yoktur.
Devamlı korkmamız için sakladıkları binlerce belge de beş para etmedi, etmez, etmeyecektir, haklı olan biziz.
26 yıl geçse de Bulgar ulusunun zihni değişmedi. “Demokratik” hükümetler bunu yapmak için hiç bir silah ve araç kullanmadı. Totaliter devletle işbirliği yapanlar görev başındadır. Rus “istasyon şefleri” -sarayda- yaşatılıyor. Katillere madalya takıldı. Yapacak bir şey yok. Kültürel soy kırım uygulanmasına akıl hocalığı yapan Profesörler, doçentler, doktorlar, ideolojik bölüm şefleri ve onların asistan ve yardımcıları hep görevlerinde kaldılar. “Soya Dönüş” trajedisinin mimarı Dimitır İvanov – “gestapo” bile Profesör oldu. Değişen bir şey olmadığı gibi korkacak bir şey de yok. Yaprak kıpırdayışından korkanlar kendileridir. “Türkçem, benim ses bayrağım” hepsi deprem yaşadı.
Modern dünyanın irkilerek geri çekilmesi gerekir. Geçen yüzyılın sonunda bu kadar fazla kurbana karşı aralıksız şekilde işlenen suçlara tanık olduk, biz önceden ince hesaplanmış bir zulme dayanabildik. Korkacak bir şey kalmadı.
Unutmayalım Bulgar vatandaşlığı hepimiz için bir servettir. İnsan ilki mezarda yatmıyor, iki vatanı ne yapayım demeyin! Cennet hepimizin doğduğu toprağın altıdır. Başka dünyalar başkalarına cennettir.
Tarihe katlanmak zorundayız. Demokratik eğitim alma, dönüşmemiz yolunu aşma zamanı gelince bizi uyuşturmayı, sıra dizip askeri bir birliğe dönüştürmeyi seçtiler. Bunu da aşabildik. Artık birkaç kişi kaldılar. Çalıp çırpma, yalan söyleme, kandırma, gözümüze gül suyu serpme zamanları geçiyor. Adalet üstün gelecektir. Başımıza gelenler Bulgar rejimine yardımcılık edenlerin en temel insani duygularda gaddarlaştığı anlamına gelir. Bu gaddarlaşmanın başında olan ise, Türkçe’mizi işittiğinde titremeye başlayan Ahmet Doğan’dır.
Sap ve saman birbirinden mutlaka ayrılacak. Suçlular mutlaka cezalandırılacaktır. Katiller cezalandırılmazsa Türkçe bayrağımız dalgalandıkça eriyip korkudan yok olacaklardır. Schiller ve Beethoven hala yaşıyor ve eski kıtada dalgalandıkça dalgalanıyor.