Şakir Arslantaş

Tarih: 21 Aralık 2017

Konu:  Bulgaristan Türkleri arabasına supapsız lastik lazım…

Düşmanına hayat hakkı tanıyan kendi mezarını kazar.

Bulgar ahlakına ve Bulgaristan anayasası ve yasalarına göre ihanet edene, yalan söyleyene ve büyük çalanlara, halkın hak ve özgürlüklerine, demokrasiye ihanet edenlere ceza öngörülmüyor.  Adalet, özgürlük ve demokrasiye balta vurmak, halk kitlelerini aldatabildiğince aldatmak sanki siyasetçilerimizin birinci işi ve ustalığı oldu.

Ne zaman mı yalan söylüyorlar?

Ne zaman mı ihanet ediyorlar?

Ne zaman mı bozulmuş kaşar peyniri gibi kokup hayatı yaşanmaz hale getiriyorlar?

Bunların hepsinin zamanı var tabii. HÖH eski başkanı Ahmet Doğan yıllandıkça gerçek boyası ve kokusu ortaya çıktı. Şoparmış. Kokusu burun direği kırıyor. Düzen öylesine bozuldu ki, zavallı vatandaşlarım yalanı bekler oldular, hani yılbaşı, hani lotarya çekilişi, hani çocukların bayram şekeri bekler gibi yalan bekliyorlar…Boştan boşa sıçrarken telef oluyoruz.

Yalan dünyada yalanla avunmaya alıştırdılar bizi. Açın tükürükle doyduğu gibi.

Yalancıların arasında en büyük yalancının bizim “Drındar” köyünden şopar Ahmet olması gerçeğinden hem Türkiye’de hem de Bulgaristan’da iyice utanır oldum. Bulgar devlet zihniyetinin “başlarında bir Türk olmasın da kim olursa olsun!” fikrinden iyice utanır olduk. 1958’ senesinde, Bulgaristan Komünist Partisi Merkez Komitesinde, “Türk Şübesi” şefi Ali Rafiev’in “Türk ilk ve ortaokullarının, pedagojilerimizin kapatılması ve Türk Okullarının devletleştirilerek Bulgar okulu yapılması” programına itiraz ettiği için, Todor Jivkov’un  “bitirin işini” yani “yok edin” dediğini hatırladıkça, bir daha başımıza aklı başında ve bizden biri olan, hainlik nedir bilmeyen, Türk gelmedi geçiyor sürekli aklımdan.

O zaman, bu yargısız infaz yerine getirilmiş olsaydı ki, bu katliamı önleyen SSCB Devlet Başkanı Podgorni oldu. Türk kimliği davamızın ilk kurbanlarının başında 2 yıl önce Allahın rahmetine kavuşan Ali Rafiev olacaktı. Sofya mezarlığında yattığı yer nur olsun.

O gün bu gün bizi birer birer ve hissettirmeden güverteden atma taktiği uygulanıyor. Yalana dolana ve boş vaatlere doyduk. Etraf bataklık ve göl oldu.

***

Yakın geçmişte, yollar kuruyken, “Dede Ağaç” sınır kapısından geçerek, deniz boyuca Varna’ya ve oradan da köyüme uğradım. Bulgaristan Türklüğü kadar eskidir benim köyüm. Şimdi 350 haneden 150 hane kalsak da, bir kükrersek köy meydanı dolar da taşar.

Cami çıkışı komşularımdan Koca Hasan: ”Şakir çocuğum sen bu işleri neye benzetiyorsun?” diye sordu.  Ve “şimdi yoldan gelmişsin ve bizim buraların değişen kokusuna henüz alışamamışsındır, ben kendim olayları şöyle görüyorum, kısaca bir anlatayım da bakalım sen ne diyeceksiné dedi ve kızılcık bastonuna hem dayandı, hem de ağar ağar anlattı:

Ben,” dedi, “Bulgaristan’ı bir kokuşmuş göl gibi görmeye başladım. Baharda bataklıklarda bol kurbağa ve sivrisinek, akort tutturamayan orkestra gibi ses, yaklaşsan bol koku olur, işte öyle bir şey. Suyundan içsen içilmez, tarla sulasan buna da yaramaz. Kaldık iki ortada. Senin fikrin nedir!?”

Yaşlı komşumun derdi büyüktü. Vicdanı ve ruhu temiz insanımız yaşlandıkça sosyal ve siyasal kirliliği düşündükçe, rüyasında yaşadıkça manevi baskı altında ezilmeye başlamış Yıllardan beri gençlerin köyümüzü terk etmesinden, köyümüz kenarına Ahmet Doğan’ın yetenekli çocuklar için kurdurduğu ama bir türlü açamadığı, odalarında  İngiliz şato cadılarındaki gibi şeytanların dolaştığı söylenen sözde okul” da köydeşlerimi huzursuz kılmaya başladı. Hayal etmek başka, iş yapmak başka…

Takkesi yanda, başını dikmiş ne diyeceğimi bekleyen Hasan aganın sırtını avucumla sararak şöyle dedim: “Bilirsin bizim toprağımızda göl olmaz. Olsa bile, ya toprak suyunu çeker, ya da yaz sıcağına dayanamaz buharlaşır da kurur. Buharlaşan bataklık suyu  rüzgarla, kara bulutlarla, gök gürültüsü ve yıldırımlarla boğuşurken temizlenir, arınır ve rahmet olup düştüğünde yumuşak yağmur suyu olarak içilir. Toprakta kaybolan bataklık suyu da öyledir, toprak onu yine içilir kıvama getirir ve bir ayazma, bir dere kaynağı olarak bize geri gönderir.” Sıkma canını sıkma sen, en eğiri yollar bile gide gide ip olur, yılan bile kıvrım kıvrımdır da deliğinden çıkarken mum gibidir” dedim ve yaşlı komşumu bahçe kapısına kadar uğurladım.

Bakıyorum herkesin bir beklentisi var. “Aman düzelsin şu işler artık. Biz de bir nefes alalım” demek istiyorlar da sabırsızlandıklarını ele vermemek için susuyorlar.

Onların canını sıkan bir de şu Ahmet Doğan’ın yılbaşı arifesi mesajları. Bulgar’ın Noel Bayramı öngünlerinde supabına (ventiline) basıp gazını alıyorlar ve “ama bu yıl da Türk korkusu yok, yiyin için, şenlenin, bayram edin” diyorlar.

İnsanların yılda bir gribe yakalandığı gibi o da yılda bir halkımıza, demokrasi ve özgürlük davamıza ihanet etmeye devam ettiğini yüksek sesle halka duyururken etrafına topladığı beslemelerine “açık büfe siz de tıkının” diyor. Bu sene etrafındaki tosunlar azalmış, yaşlılar seyrelmiş, fahişe sürüsünü de devet gitmemiş. Eskiden bu törenlere Abbaz da davet edilir ve klarneti şişirirdi, fakat “Bulgaristan Etnik Modeli” balonu patlayalı çağırmaz oldular.

Meclis sofrasında ucuz köfte yemeye alışmış olan milletvekilleri Mart seçimlerinden beri 21-inci yüzyıl faşist sürüsü dediğimiz sahte “yurtseverleri” Üçüncü Borisov hükümetinden sökmeye çalışsalar da, adamlar 7 aydan beri devlet memesinden aç kene gibi emiyorlar. Tüyleri iyice şakıdı. Takım elbiseler, kravatlar her gün değişiyor. Her hafta birini “Kanal 3” TV programında “Benatova Soruyor” köşesine çekiyorlar. Söyleşiden sonra, terlediyseniz “eve dönünce değiştirirsiniz, terinizi alır” temennileriyle birer “T-Schort” hediye ediyorlar ve “Okumadınızsa okuyun, aklınızı devşirin!” dilekleriyle hepsine birer 126 sayfalık el kitapçığı dağıtıyorlar. Bu kitabın kahramanı Ahmet Doğan.  Adı “Kim Kimdir?

Artık yüzü boynu iyice buruşmuş, gözlerindeki ateş de solup sönmüş olan Bulgar gazeteci Bayan İvelina Benatova bu söyleşiyi 1992 yılının Kasım ayında yapmış. İlgi duyup okuyan olmadığına 25 yıldan beri bedava dağıtıyor.

Bu kitabın 1992 yıl baskısının 115. sayfasından birkaç satırı tercüme ederek size sunmak istiyorum.

Ben bütün kadınlar birlikte olsalar, hepsini birden sevebilirdim. Benim hoşuma giden  bütün kadınları birden sevebilirdim. Böyle bir ihtiyaç duyuyordum.”

Bu sözler toplumsal anarşinin, Hıristiyanların Müslüman ahlakını bozma planlarının ana silahı olduğundan, beni çok düşündürdü. Nasıl yaptılarsa Doğan’ın kafasına aşılanmış bir ahlaksızlık ve anarşik hayat anlayışı aşılanmış. Anlaşılan daha 1974’te Ahmet’i askeri casusluğa ajan olarak kazanırlarken düşmanlarımızın aklında aile ahlakımızı bozmak varmış ki, ona viski-vodka içire içire içindeki aile duygusunu söküp alabilmişler. Ne de desek aradan 35 yıl geçince ve onun 7-8 kızı koynuna alıp bazılarından çocuk peydahlayarak sonra bir tekmeyle kapı dışı etmesinin ardında yatan neden budur. Ahlaksızlık. Aile duygusundan yoksun bencil kişilik.

Komünist gizli servis (DC) ile Rusya gizli servisi (KGB) gibi casus ocaklarına girmiş çıkmış bir kişinin kadrodan profesyonel komünist olması gerekirdi. Fakat köydeşim Ahmet’ten “Liberal” çıktı.1990 yılına kadar Bulgaristan’da liberalizmle ilgili kitap çıkmadığına ve yabancı ülkelerden de böyle kitaplar getirilmediğine, kitap fuarları düzenlenmediğinden benim kuşağım “liberalizm” konusunda yalınayaktık. Hatta aramızda liberalizmin bütün kötülüklerin arasında en iyisi olabileceğini düşünen bile olmuştur.

1990’da Ahmet Doğan’ın “ben liberalim” sözlerini ilk işitenler, bu adam bir “bohem” içki seçmekte ve kadın tavlamakta serbest olduğundan böyle laflıyor şeklinde algıladı. Oysa onun ahlakını bozan ve içine aile, dolayısıyla çevre, dolayısıyla toplum ve siyaset konularında dingili sökülmüş bir ahlaksızlık (anarşik anlayış)  yerleştirenler, aslında başarılı olmuşlar ve bugün meyvelerini topluyorlar.

Şöyle ki, bir yandan ben “sol liberal” bir anlayışın propagandasını yapan HÖH partisi, Avrupa sol liberalleriyle organik bağlanan, toplantı ve konferanslar düzenleyen ve ortak eylem planları yapan Doğan’ı bizim köyde anlayan tek bir kişi yok. Liberalizm nasıl bir hayvandır ve kesilince hangi bacağından asılır bilen yok. İşte bu yüzdendir ki, Doğan bizim köyümüzde bile kimliksiz insan tipi yaratmaya çalışıyor. Köydeşlerime kapağı kapalı kavanoz dışından komposto içiriyor. Yetenekli Türk çocukları için kışla gibi okul yaptı ama 15 yıldan beri açmıyor. Cami yaptı kapısında anahtar. Kütüphane yaptı içinde kitap yok. Sanat topluluğu kursa, sahnede sanatçı yok… Doğan 8 defa sözde evlenip çocuk peydahlarken hiçbir zaman bu çocukların babası ben olacağım diye düşünmemiş, kimliksiz sokak çocukları yetiştirme zihniyetiyle çiftleşmiştir.

Bu tip insan yaratmayı önce, insan klonlayan Nazi Doktoru Menge denemişti.

Çin’deki nüfus patlamasını durdurmak için Bazı eyaletlerde 1 çocuktan fazla doğurana çok ağır cezalar getirilince, birden fazla çocuk yapanlar evlatlarını kaydettirmediler. Böylece devlet kütüklerinde kaydı olmayan, elinde kimliği olamayan, okula gitmemiş, askere aranmayan, sigortası olmayan, günübirlik çalışan ve kayıt dışı yaşayan milyonlarca Çinli belirdi. Doğan’ın son 35 yılda saçtığı tohumdan peydahlanan çocukların birçoğunun da baba adı olmadığı, o bakıma kayıt dışı oldukları biliniyor. Liberalizmin bu anlayışı bizim Türk kimliğimizi balyoz gibi ezen bir dünya görüşüdür ve artık uygulanıyor. İnsanlar kapağı kapalı kavanoz içinde mor erik gibi. Erik oldukları biliniyor, fakat hangi ağaçtan, hangi bahçeden ve hangi bahçıvanın erikleri olduğunu bilen yok. İlginç bir örnekleme.

Bu örneği siyaset alanına çekersek tablo şöyledir. 22 Aralık sabahı Sofya basınında yayınlanan A. Doğan’ın mesajında o, kendi partisi “sol liberal” olsa da, “sağ liberal” olduğunu iddia eden ve 21-inci yüzyıl faşistleri olan sözde “Yurtsever Cephe”, “Ataka” ve VMRO gibi aşırı sağcı milliyetçilerin ortaklığını destekledi. Doğan’ın fırıldak gibi döndüğünü kanıtlayan ilk örnek değildir bu. Daha 1992’de o Demokratik Güçler Birliği (Filip Dimitrov) hükümetini düşüren DPS oldu. 2014’un Ağustos ayında yıkılan Başbakan Plamen Oreşarski  hükümetinin sandalyasını çeken Doğan oldu. Şimdi ise 3. Boyko Borisov hükümetine “sakin olun” mesajı gönderen ve 2018 yılı başında “gen soru” ile düşürülmek istenen sağ-liberal-faşistler iktidarına “ben buradayım sen korkma” diyen yine bizim “şopar”dır.

Bu oynaklığın sebebi nedir? Toplumdaki çelişkiler kızıştıkça ve patlama noktasına gelince “Doğan supabı basıldı mı yoksa kendiliğinden hava mı kaçırdı? Basıldıysa, onun boğazını sıkan kimdir? Doğan’ın günahları o kadar mı büyük ki, kendi aklı, vicdanı ve iradesiyle bir şey yapamıyor ve her defasında iplerini çeken kulise boyun eğiyor. 7 aydan beri faşistlerin 3. Borisov hükümetinden sökülmesi ve partilerinin yasaklanması için meclis mücadelesi veren Başkan Karadayı ve etrafındaki çakallar neden her defasında dilini yutuyor ve “saray” adlı emir alma merkezine dik kafalı girip, “süt dökmüş kedi gibi” çıkıyorlar.

Bu burkanın kapağını ne zaman açılacak. Açıldaysa içindeki erikler kimin. Açılmadıysa gerçekleri ne zaman öğreneceğiz ve Bulgaristan Türkleri bir kavanozdan bir kavanoza değiştirilen çekirdeksiz erik midir. Biz ne zaman insan yerine koyulacağız. Yoksa bizim kimliksiz, iradesiz insanlar olduğumuzu mu sanıyorsunuz. Biz bundan böyle DPS mahzeninde kavanoz içinde komposto eriği gibi yıllanmak istemiyoruz dediğimizde, bizi işitmek bile istemeyenlerin aramıza girip bizim adımıza konuşmaya ne hakkı vardır. Anlaşılan Doğan “saray” mahzeninde kompostolar azalmış ki, erik topluyor, gelin sizi kavanoza kapayım ve çürüteyim diyor. Artık anlaşılmak istiyoruz. Drındarlı Koca Hasan da benim gibi düşünüyor

Ahmet Doğan ile Boyko Borisov dostlukları ne kadar derinlere dayanıyor?

İkisi de “DS”-ci, ikisi de Todor Jivkov-cu, ikisi de murta, ikisi de oligarşiden, ikisi de bekar, ikisi de “verme başkasına ver bana” mantığına hizmet eden Moskof uzantısıdır.

İkisinin de ödevleri aynıdır: Bulgaristan’da totaliter dönemim cinayetlerini gizlemek, katilleri ve katliamların açıklanmasına engel olmak; suçluların tutuklanmasına da engel olmak, adalet yolunu kesmektir. Bu ortamda memleketimizde sivil toplum örgütü kurulamaz, demokrasi yerleşemez, özgürlüklerden söz edilemez, Türklere “kültürel otonomi” hakları tanınması zaten yasak. Doğan ”fahri başkan” olup “saraya” saklanalı yayınladığı mesajlarında “Türk”, “Pomak”, “Çingene”,  “Tatar”, “Müslüman”, “İslam”, hatta Hak ve Özgürlükler Partisi’nin adını bile ağzına almıyor. Genel Başkan Karadayı’ya,  Karadayı bile demedi. Sanki, dedesinin köy çobanı, babasının dale şoparı olduğunu unuttu.

Hayatta bir tek supap rolü görüyor. Basın iğneme de ben de ötekilerin canını çıkarayım diyor.

Canı çıkarılacak olan ise onun ve benim komşumuz Koca Hasan.

Düşmanına hayat hakkı tanıyan kendi kuyusunu kazar.

Doğan Bulgar aşırı sağcı faşistlerine istediğiniz gibi yaşayabilirsiniz dedi.

Bu sözlere düşman bile inanamadı.

Okuyun ve paylaşın.

Devam edecek.

Reklamlar