Raziye Çakır

Konu:  Azınlıktan bir vatandaşın evini yıkmak ırkçılıktır.

Ağustos sıcağında yer gök kaynarken Plovdiv (Filibe)’in Stoliponovo (Yeni Mahalle)’da fokur fokur. Sosyal gerginlik yaşanıyor. Çingenelere “Evlerinizden çıkın, yıkacağız!” diyorlar. Stolipenevo’da 80 Bin kişi yaşıyor. Onlar; Romen – Müslüman Çingene! Ev, yer, yol, su, çeşme kavgaları hiç bitmiyor. 2007’den sonra bir kısmı Orta Avrupa’ya kaydı. Fakat yakında 100 Bin olmayı hedeflemişler. Durmadan plan kovalıyorlar. 11 çocuklu aileler var. Çingenenin en büyük zenginliği evlatları…

Bizde bir değiş vardır. “Türk’ün karısına, Bulgar’ın parasına. Çingenenin de çocuğuna ilişme…

Yıllar önce mahallede elektrik çalma maceraları yaşanıyordu. ÇEZ –dağıtım şirketi, varını yoğunu cereyan tablosuna kilitledi, iletkenleri duvarsala sakladı, sayaçları uzaktan kumandalı yaptı. Prizlere dokunanlar birkaç kez “şok” geçirince ve ceza faturaları yağmaya başlayınca su yolunu buldu asayiş sağlandı. ÇEZ pireyi gözünden vurdu. Faturaya itiraz edenlere, belediye temizlik, kazım gibi  iş bahaneleri gösteriyor ve para elektrik şirketine ödeniyor.

Mahallede ev ve kulübelerin kurulduğu alanın mülkiyeti ya Osmanlı’dan kalma Müftülük malı, vakıf yerleri, eski Müslüman mezarlığı ya da boş alanların bir kısmına belediye “benim” diyor. Hasan Aliev, 20 asma çubuğu dikmiş, yolunu bulmuş tapu çıkartmış ve dozerler kapısına dayanıp kazacağız deyince dava açmış, kaybetmiş ve Strazburg İnsan Hakları Mahkemesi’nde hak arıyor. Kenar köşede eskiden sebze bahçesi olan Bulgarlar da mülkiyet hakkı iddia ediyor ama ellerinde tapu yok. Yaşadıkları kulübeleri savunmak onların doğal hakkı, dünyaya geldiklerinde hepsine soluma hakkı tanıyan Tanrı, mülk edinme hakkı da tanımış ama bir türlü gerçekleştirememişler…

Belediye “mahallenin temizlenmesini”, Çingenelerin şehrin muhtelif yerlerine dağılmasını istiyor. Encümenlik planlar çizmiş yol geçirecek, park yapacak, apartmanlar dikecek fakat önce “sarıca arı kovanı” dedikleri şu Çingene Mahallesini dağıtacaklar, ardından da mali kaynakları bulup işe başlayacaklar.

Meriç boyunca uzanan bu kadim şehirde 1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nda minareleri göklere uzanan 32 cami, 100’den fazla vakıf mülkü, dükkân, bedesten, medrese ve hamamlar vardı. “Çifte Hamam” bugün de ayakta ve hiçbir Müslüman Çingene evinde hamam olmasa da, kapısında kafa kadar büyük kilit sallanıyor. UNESKO, “Çifte Hamam”ın göbek taşlarını çok beğenmiş ve “benimdir” demiş.

32 camiden 2’si ayakta kalabilmiş. Osmanlı kültür simgesi olan bu eserler, Birinci ve İkinci Murat zamanında dikilmiştir. 1360 yıllarında inşa ettirilmiş “Cuma Camii” bugün de şehrin incisidir. “Muradiye Camii” ise 1425’te inşa edilmiş ve 2008’de İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından onarılmıştır. Trakya düzlüğünün en gözde yöresi olan Filibe ovasında yaşayan 300 bin Müslüman Türk, Rus-Türk Savaşı’nda gelecek kültürel kıyımı sezerek 15 bin kişi kalmış. Göç etmişler, mezarlıkların üzerine bile apartmanlar oturtulmuş. Tüm kötülüklere rağmen, bugün de buram buram Türklük kokuyor bu kadim şehir… Nöbet Tepeye tırmanıp, Filibe Beylerbeyinin konağında bir kahve içerken tüm tarih perde perde canlanıveriyor.

Yeni Mahalle’den tarihe kaymamın nedeni, 80 Bin kişinin yaşadığı bu semtte büyük bir camili  alış veriş merkezi, manav, balıkçı, terzi, kuru temizlikçi, kadın ve erkek hamamı olan, içinde kahveler barındıran, dondurmacısı olan, pastahanesi ve düğün salonu olan bir tesis kurmayı düşünmeyen şehir yönetiminin saldırıları, ateşe benzin atmak değil de nedir, dersiniz?

Belediyeciler sanki değişen dünyayı okumak istemiyor. 2007’de Bulgaristan AB’ye girerken, tüm Romenler, Müslüman ve Hristiyan Çingeneler de AB vatandaşı oldu. Anlaşma maddelerinde kimsenin vatan değiştirme ya da kendine yeni bir yaşam ortamı seçme şartı yoktu. Bu bakıma, her vatandaşın vatan bildiği bir karış toprağı bile savunması, uğruna direnmesi kutsal hakkıdır. Demokratik bir ülkede sorunların dozer gücüyle çözülmesi demokratik değildir.

Güney Afrika zencilerinin evsizliğini anlatırken “bandüstan” dediğimiz teneke kulübeden mahallelere biz “getto” diyoruz. Filibe’nin yerlileri olan bu insanlar bugün sıkışıklıktan, bitleşmişlikten, hijyensizlikten, yaşanmazlıktan, cahillikten, kültürsüzlükten kaçma yolu arıyor. Bazı aileler soluğu Almanya’da aldı. 6-8-10 çocuklu ailelere çok sevinen Almanlar sosyal program kapsamında onlara kirasız konaklama, analara analık maaşı, çocuklara çocuk parası öderken, babalara da iş gösterdi. Hepsinin eline birer süpürge verdi. Alan memnun veren memnun! Şimdi bizim Yeni Mahalleli kardeşlerimiz de, oradaki o sosyal haklar bize de tanınsın, neden tanınmıyor? Diye soruyorlar. Belediyenin inşaat ve yol programları bizi ilgilendirmez, önce bize daire göstersin, biz de o zaman düşünürüz, diyorlar.

1990’lı yılların ortasında, Filibe’nin eski Çingene mahallesi olan “Şeker Mahalle” başına Kral Kuşu kondu. İngiliz veliaht Charles ve sevgilisi Kamile ziyaretlerine geldi. “Olmaz bu derece sefillik” dedi. Ben Avrupa’da “bandüstanlık” olduğunu bilmiyordum diyen Charles, “hadi hayrım olsun” demesin mi! Elini hayır torbasına attı ve kökten yenilenmiş “Şeker Mahale” projesi çıkardı. Kesesini de açarak, mağdur kardeşlerimizin yüzünü güldürdü. Siz de bilirsiniz, Mesih denilen kurtarıcı 100 yılda bir inermiş. 2000’de yeni yıl başladı. Yeni Mesih’in Filibe’de Yeni Mahalleye uğrayıp uğramayacağı pek bilinmiyor. O zaman “Şeker Mahalle”liler genel seçimde oylarını % 95 Hak ve Özgürlükler Hareketi’ne vermişti. Son seçim’de HÖH partisi Yeni Mahalle’den % 8 oy aldı. Oyları “elektrik sorununu çözen” GERP partisi topladı. Burada geçerli olan siyasi formül şudur: “Çöz sorunlarımızı al oyumuzu!”

Türklerin Bulgaristan’dan kovulmasında en önemli etken, onların mal mülk, toprak, otlak, koru ve orman, ev bark sahibi olmaları oldu. Trakya’da bir Eski Zara (Stara Zagora) ayaklanmasından söz edilir. Önderi, baş komitacı Vasil Levski’nin yeğenini boğarak öldürdüğü için yakalanıp yargılanmasından sonra, tutuk evinde başını duvar taşına vurarak hayatına son vermesinden sonra komita işlerini üstlenen Stefan Stambolov’un notlarından ve tarih konusunda uzun hikâyeci An. Straşemirov’un o ayaklanmaya katılanlarla yaptığı söyleşilerden, zengin Türklerin çiftliklerine konmak için baş kaldırdıkları ortaya çıkıyor. Bulgarcada adına “çorbacı” denen etnik Bulgar köy zenginleri, Osmanlıya ve yerli Türk Müslümanlara karşı başkaldırılarda önemli rol oynamıştır. Türkleri göçe zorlayarak topraklarını ele geçirme işleri 1878’de Bulgar Prensliği’nin kurulmasından sonra devam etmiştir. Hatta Başbakan Stefan Stembolov  “Osmanlı Bankası’ndan” kredi alarak, Prenslik dışındaki Burgas yöresinden Türk toprakları satın almıştır. Yani o zamanlar kavga toprak kavgasıydı. Şimdi ise tapusuz toprak üçerinde çatılan kulübe kavgasıdır.

Çingeneler Osmanlı’da da taşınmaz sahibi olmadıklarından, ayrıca onları topraklandırma süreci gelişmemiştir. 1948’den sonra toprakları kooperatifleştirip milleti mal-mülk sevdasından soğutma siyaseti izlendi. Bu süreç, Çingeneleri direkt olarak etkilemezken, onlara Türklerin mülkleri üzerinde rant ödemeden çalışma ve kazanma olanakları getirmişti. Bu açıdan bakıldığında Bulgaristan’da Çingenelerin arsa alıp üzerine ev dikme, dairelerin en güzeline yerleşme gibi sevdası yoktur. Bizimkiler günü gününe yaşamaya sevdalıdır. Direndikleri noktalar;  dağılmadan, ayrılmadan, parçalanmadan, ayakları toprağa basarak yaşama ve dilenme hakkıdır. Almanya’da dilenme yasak olduğundan, oraya yerleşip sosyal sisteme dahil olanlardan pazarcılığa sevdalananlar artmış. Çalıp çırpanları ise geri gönderiyorlar.

Bulgaristan’ın Hristiyan Çingeneleri 1990’dan sonra yapılanma adımları attı. Parası olanlar,  Viyana’ya gidip, Çingene Yüksek Meşeresi  (Yüksek Mahkeme)  Çar, Kral, Baron, Kont ve başka unvanlar satın aldı. Ne var ki Çingene Çarları arasında büyük soy başı Kiro, yıllar içinde vergi kaçakçılığı, dolandırıcılık, uyuşturucu ağı kurma, rüşvetçilik, zor kullanarak para toplama, baskı çeteleri kurma vb. suçlardan gün geldi içeri düştü. Dikey yapılanmalar Çingenelerin geleneksel yaşayış biçimini değiştirmedi. Zenginleşenlerin arabaları değişti, boyunlarındaki gerdanlar daha kalın oldu ve taşı daha gösterişli yüzükler taktılar. Bugün Yeni Mahalle’de yaşayanlardan % 90’ında yazıp çizme ve hesap yok. Doğru dürüst Bulgarca konuşamıyorlar. 26 yıl sosyalleşme ve demokratikleşme sonuçlarımız cıvır cıvır kokuyor.

AB’ye gönderilen raporlarda Çingene nüfus yüzde yüz okula gidiyor. Okul defterlerinde öyle!  İşin içinde iş var. AB sosyalleşme ve eğitim fonları çocukları okula giden yoksul ve işsiz ailelere parasal yardım öngörüyor. Çingene çocukların hepsinin okul kaydı var ama okula giden yok. Kaydı olan para alıyor. Bu tablo ülkenin dört bir yanında kabak çiçekleri gibi açmıştır. Kimi aldatıyoruz?

Temmuz ayında Kuzey Bulgaristandaki Roman kentinde Çingene Bulgar kapışması yaşandı. Romen ve Bulgar gençler şehirde egemenlik kavgası verdi. Bu kavga yalnız sosyal değil, bir de siyasi yönlüydü. Kaba kuvvet kullanıldı. Bu çatışmalarda Bulgar motorize “rocker” grupları toplandı ve saldırılarda bulundu. Motorize grupları etnik çatışmalarda itfaiye rolü görüyor. Plovdiv ve Karlovo camileri için mücadelemizde “rockerler” kaba kuvvet göstermişti. Onları yine evleri yıkılan ve sokakta kalan 700’ün üstünde Batı Rodoplu Gırmen şehri Çingenesinin de karşısında,  polisin yanında görmüştük. Bu defa toplumun etnik damardan çatlamasını izliyoruz. Karşımıza motorize bir milliyetçilik dikildiği gözleniyor.

Bu örneklerle Bulgaristan’da etnik  sorunların sosyal ve ekonomik alanlara yayıldığını, ulusallaştığını ve şiddetlendiğini izlerken bazı özellikler de var. Yeni Mahalle sakinlerinin temsilcisi olan Hayri Murat şiddetlenen saldırı selini durdurmada güçlük çekildiğini itiraf ediyor. Makamların ve milliyetçi kesimin hedefinde “virüs” ocaklarının (Çingen Mahallelerinin) şerhlerden temizlenmesi yer alıyor. Etnik azınlıkların yaşam muhitleri “virüs” (kangren ocağı) olarak tarif edilmeye başlandı.

Bulgaristan’da Türksüzleştirilen ilk il Tuna boyu incisi olan Pazvantoğulu kale, cami ve kül yatının ayakta kaldığı Vidin ilidir. Plevne ve Vraça illeri onu izlemiştir. Şimdi Koca Balkan ve Orta Balkan arasındaki vaadinin arıtılmasına özen gösteriliyor. Karlovo “Kurşun Cami” Baş Müftülüğe geri verilmedi. Stara Zagora’da aynı yaralar kanıyor. Razgrat merkezindeki Pargalı İbrahim Paşa Cami onarımına yıllardan beri izin alınamıyor. Bu planlı ve para destekli düşmanca tutumun bir amacı da Müslüman Çingeneleri İslam dininden uzak tutmaktır. Onları sürekli baskılarla sindirmektir. Bu gelişmeleri en yakın bir biçimde Pazarcık “Abu Bekir” cami cemaatine baskılarda, tutuklamalarda, yargılamada ve “radikal İslam” masallarında takip ediyoruz. Bu sorunların parça buçuk çözümle hallolmayacağına artık hepimiz inandık.

Kanımızca Bulgaristan topraklarındaki Osmanlı ve İslam din ve yüksek mimar eserlerinin korunması konusu Moskova’da 15 Ağustos tarihinde yapılacak resmi görüşmelerine de usulünce taşınması zamanı gelmiş bulunuyor. Putin-Erdoğan anlaşmasının en büyük eseri Moskova’daki Büyük Cami kuruculuğu ve açılmasıdır. V. Putin’in büyük bir grup Rusya din adamıyla birlikte umreye gitmesi de, onun İslam dini eserlerine yüksek değer verdiğine yeni kanıtlardan biridir. 1878’de Rusya’nın da imzası olan Berlin Anlaşmasından sonra Bulgaristan’da kalan din ve yüksek mimar eserlerinin, Müslüman taşınmazlarının acınası kaderi ortadadır.

Tarih hiç kimseyi esir alamaz. Tarih, kimilerine hapis, diğerlerine cennet olamaz. Tarih, kimsenin başkasının malına mülküne sorumsuzca ve keyfi niyetle el atmasına hak tanımaz. Her medeniyetin kendi yasaları ve ahlakı vardır. Demokrasilerde tüm vatandaşların eşit vatandaşlığı kutsal bir yasallıktır. Eşit vatandaşlıksa; ötekileştirmeyi, yasa dışı yollardan baskı uygulamayı, zorlamayı ve yasa dışı baskıların tümünü, kasıtlı önlem alınmasını, yargısız infazı  tamamen dışlayan bir toplum düzenidir. Etnik kimliğine bakılmaksızın her vatandaşın malını mülkünü, kültürünü, sosyal haklarını koruması doğal ve yasal hakkıdır. Adalet uğruna direnme doğal bir haktır ve asla sınırlanamaz.

Kesin kanımıza göre, bizim doğup büyüdüğümüz köy ve kentlerde, il merkezlerinde 138 seneden beri durmadan kanayan yukarıda işaret ettiğim şu yaraların geri dönüşsüz bir biçimde sarılması ve savması zamanı gelmiştir. Bulgaristan’da Müslümanlığı bir barışçı din ve evrensel kültür olarak daha yakından kucaklayacak bir kültürel ve eğitimsel atılıma ihtiyaç olduğu ortadadır. Kültür Bakanının Türk olması bu bakıma anlam taşımıyor. HÖH partisi Genel Başkanı’nın Rodoplar’da bir Türk köyünde doğmuş olması da anlamsızdır. Bu işlerin özünde, Müslüman Türklüğümüzü bir dünya görüşü ve yaşam tarzı olarak benimseyen ödünsüz savunma zihniyeti yer almalıdır. Hele şimdi FETÖ illeti kadrolarının cami ve mescitlerimizden çıkarılması zamanı gelmişken, artık biz  “diyalogculardan”, “zamancılardan” “ılımlı İslamcılardan”, “köftecilerden” ve “torbacılardan” kurtulalım, kendi sorunlarımıza kesin ve köklü çözümler getirelim, diyoruz. Biz Türkler, diğer etnik azınlıklarımıza öncülük etmeliyiz. İki sakattan bir adam olmaz. Biz kendi sorunlarımızı kendi güçlerimizle çözme yolu bulmalıyız. Zaman üstünlüğümüzü sağlayacak oyun kuruculuğu zamanıdır.

Son olaylara, son gelişmelere, insanlarımızın sosyal ve ekonomik sorunlarla birlikte kültürel, dil ve din sorunlarına da gerçekçi bir çözüm beklediğini unutmayalım. Sıkıştırılan yoksul ahalimizin Türkiye’ye ve Batı Avrupa ülkelerine göçe zorlanması çok değişik yöntemlerle uygulanıyor. Filibe’de izlenen sıkıştırma örnekleri bunu kanıtlıyor. Edinimlerimizi savunmalıyız. Bu bizim yasal hakkımızdır. Onlar, Müslüman Türklük düğümünü her gün biraz daha çözmek, bizi birbirimize bağlayan ipleri kesmek, bizi birbirimize karşı kışkırtmak peşindedirler. Uyanık olalım ve direnelim.

İyi günler.

 

Reklamlar