Raziye Çakır
Tarih 31 Aralık 2016
Konu: Edebiyatımız ve kültürümüz var oldukça biz yaşarız. Nice yıllara!
Yazarlarımızdan Muharrem Tahsin bazı öykülerinde insanlarımızın zorla kimlik değiştirme kampanyası sırasında yaşadığı manevi ve psikolojik bunalımı yansıttı.. “Ak Kiraz” adlı öyküsünün kahramanı olan şarkıcı, kiraz ağıcından yontulmuş sazı eşliğinde Türkçe türkü söylüyor. Rejimin ajanları sazı alıp kırıyor ve yerine gaydayı (tulumu) dayatıyorlar. “Tükürük” adlı öykünün kahramanı bir köylüdür. Başkent Sofya’yı ziyareti esnasında Parti evinin duvarına tükürüyor. Ama köyüne dönünce korkudan ruhsal bunalıma girecek kadar ağır sıkıntılar çekiyor.
Zorunlu kimlik değiştirme yıllarında Bulgaristan Türkü’nün üzerindeki baskı ve zorba eylemleri İsmail Çavuş’un öykülerinden de izlenebilir. “Nostradamus” adlı öykünün kahramanı – Nusreddin adında ihtiyar bir köylü, memur hanımı aldatarak adını, kendi adına yakın ve eziyet çağrışımları uyandıran Nostradamus olarak kaydettiriyor. “Antika” başlıklı öyküsü ile uydurma arkeolojik kalıntılarla mizah ve istihza ile eleştiriyor.
İslam Beytulla “1940 – 2014), bir uluslar arası bilim şöleninde “Bulgaristan Türklerinin güya Gönüllü ad değiştirmeleri” konusunda bildiri sunmaya zorlanan bir genç kızın akli dengesini yitirme trajedisini dile getiriyor. “Kara Tahtadaki Tazı” başlıklı öyküsünde yazar rejim görevlilerinin adını değiştirmek için yaptıkları baskı altında bulunan bir köy okulu müdürünün yaşadığı manevi bunalımı yansıtıyor. “Benim ismim kişiliğimdir, sekreterim. Başka bir adın beni daha güzel, daha kibar, daha akıllı yapacağını sanmıyorum.” Diyor okul müdürü, sekreterin ismini gönüllü olarak değiştirme “önerisini” kabul etmediği için tutuklanıyor.
İnsanlık dışı bir uygulama olan zorla kimlik değiştirme siyaseti çoğu yerli yaratıcının yapıtlarında yer alıyor. Halk ozanları konuya kendi üsluplarıyla yanaşarak ustalıklı yergilerini ortaya koyuyorlar. “Örencik Deresi” adlı şiirinde halk ozanı şöyle diyor:
“Düşmana verecek
Adım yok benim.”
“Belene dedikleri” adlı öyküsünde de:
“Rodoplardan Belene
Uzak mıdır yakın mıdır?
Allah’ım ne bu gördüğüm
Cehenneme yakın mıdır?”
Bazı bilim ve sanat adamları, yaratıcı ve gazeteciler baskıya dayanamadı veya lütuflara kapılarak zorla kimlik değiştirme politikasını desteklediler. A. Tımış “Ekmek Bıçağı” başlıklı öyküsünde böylesi gayretlere girişen öykü kahramanını ironi ile yermektedir.
Bu kimliklerin bazıları demokrasiye geçiş yıllarında hatalarını anlayarak vicdan azabı çektiklerini itiraf etmişlerdir. Seçkin ozanlarımızdan Naci Ferhat “Geç Anladım” adlı şiirinde benze bir ruh halinin yansımalarını görüyoruz.
“Ne zamansa yoluma çıkacak olan kadın
Sokmuş bir çıkmaza beni
Bırakmış, geç anladım.
Yapacağım bir tek iş, bildiğim gerçekleri
Sağırların kulağına
Haykırmak, geç anladım.”
Zorla kimlik değiştirme siyaseti yüz binlerce insanı ana-baba ocağını terk etmeye zorladı.
Gerçi göç Bulgaristan Türkünün kaderi. Göç etmek, doğup büyüdüğün yöreden uzaklaşmak, yaşamda o zaman kadar elde ettiklerini elinin tersiyle yan taraf itmek zorunda kalmak ve her şeye yeniden başlamak demektir. Ama 1989’daki zorla göç tarihimizde eşine rastlanmamış bir olaydır. Alay edercesine “Büyük turistik gezi” adı verilen son göç, Bulgaristan Türkünün ruhunda büyük yaralar açtı. Derin üzüntülere neden oldu. Halkımızın o yıllarda yaşadığı sarsıntı birçok edebi yapıtta yansıtıldı. Aslında göç trajedisi edebiyatımıza Osmanlı – Rus Savaşı’ndan (1877 – 1878) sonra Hüseyin Raci Efendi’nin Zağra Müftüsü’nün hatıratları adlı yapıtıyla girdi. Göç konusuna, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları arasındaki dönemde birçok öykü ve şiir ve birkaç roman da adandı. Göç motifleri ve teması, halk edebiyatınca, özellikle ağıtlarla da yansıtıldı. Yukarıda adı geçen “Belene Dedikleri” başlıklı eser, totaliter sosyalizm döneminde üretilen ağıtlardan sadece biridir.
1989 göçünün nedeni, Türk topluluğunun etnik kimliğini ortadan kaldırmayı amaçlayan siyasettir. Latif Ali, “Yaşlı Göçmen” adlı şiirinde yerli göçmen yerli göçmen kafilelerinden birinin üzüntülerini ve ıstıraplarını yansıt6maktadır.
“Utanç trenlerin getirdiği
Yaşlı soydaşları gördüm
Saçları biraz daha pamuklaşmış
Biraz daha çökmüş omuzları.”
Ozanın “Yüreğimde Şirin Tuna Aktıkça” adlı şiirinde sıla olgusu dile getiriliyor.
Umut ediyorlar bazıları orayı,
O toprakta geçen kanlı davayı,
Tuz bas, kapat bağrındaki yarayı,
Yüreğimde şirin Tuna aktıkça”
Düzyazı alanında kalem oynatanlar da göç motifli yapıtlar ortaya koydular. Ahmet Tımış “Dede Yadigârı” öyküsünde Türk halkının nasıl göçe zorlandığını, istasyonlarda büyük kafileler oluşturup güneye akınlarını anlatıyor. Yazar şöyle soruyor: “Nereye gidiyorsun hey garip milletim…!” Gözümü açıp beyaz dünyayı ilkin görmüşsün burada… Ömrün kalbin… Anıların burada… Yanıt: “Türkiye de bizim vatanımız.”
Halim Aliosman Dağlı, tanık olduğu göç dalgalarını, Rodoplar’ın boşaltılmasını öyküleştiriyor. Aynı motifler Osman Aziz’in “Onur Yarası” adlı denemesinde şöyle yansıtılıyor. “Ben terkedilmiş bir köyüm Bulgaristan’da 1989’du yıllardan. Evlerimiz insansız kaldı, kovuldu insanlarımız.”
Birçok yaratıcı, zorla göç sonucu belirli köylerin tamamen boşalıp çöküşünü yansıtıyor. Aysel Süleymanova “Issızlık” adlı eserinde bunu şöyle betimlemekte:
“Mahallede boşluk
Issızlık,
Bahçeler de solmuş
Çok ağır geçiyor
Köyde günler…”
Sabri Alagöz, evinin boş kalmasından duyduğu üzüntüyü dile getiriyor.
“Evime gidemem,
Kapısının mandalına değemem,
Ellerim ateş olur yanar
Ne bir köpek havlaması
Ne bir insan sesi.”
Bulgaristan Türk Topluluğu
İbrahim Yalımov