Bulgaristan’daki gelişmeleri yakından izlemeye çalışıyorum. Sosyalizmin son dönemini kapsayan baskı rejiminden halkın iradesinin ağırlıklı olduğu demokrasiye geçişi başarıyla oturtamayan ülkemde kitle memnuniyetsizliği çok değişik biçimlerde kendini gösteriyor. İşsizliğe, parasızlığa, sefalete dayanamayanların aldığı yeni önlemler çok aşırı oluyor.
Bulgaristan’da gençler ülkeyi terk ediyorlar.
Kooperatifçi üretimden çıkıp özel üretim biçimine, özel üretime yani yeni toplumsal düzene alışamayıp dış ülkelerde ekmek parası aramaya çıkanların sayısı neredeyse 3 milyon kişiyi buldu. Yaz aylarında köyler kentler tamamen boşalmış gibi bir hal var. Bazı yerli yayınlarda ülkeye dış ülkelerden gelen havaleler “yatırım” şeklinde gösterilmeye çalışsa da, bu paraların yarısı işe gidenlerin yakınlarına yani yaşlılara, ailelere, çocuklara geçim için gönderdikleri paradır, yatırım değil tüketim amaçlıdır.
Geleneksel bir üretici toplumdan, aniden tüketici bir toplum yaratmak zor iş. Pazar ekonomisi koşullarında bizde yaşları artık 20-25 olan yeni bir kuşak yetişti. Daha fazlası lise bitiren bu gençler iş bulamıyor. Yeni nesil birçok konuda pratik olmayı seçiyor.
Değerler listesinde “yurtseverliği” öne çeken yok. Vatan sevgisi buharlaşmış. Üniversite sınavlarında “Botev ya da Vazov” düşerse zayıf alanların sayısı çok yüksek. Sanki 19.Yüzyılın romantizmi ve milliyetçiliği sabah çiği gibi kalkmış ve yerini yamak olma hevesi oturmuş.
Bulgaristan’da iki sözden biri “para” olmuş. Para için yapmadıkları, bulamayacakları, satmayacakları yok.
Yeni oluşan koşullarda yetişen şimdiki kuşak artık devletten yaşamdaki yerini talep ediyor. Onlardan belirli bir kesim Türk, Pomak, Çingenedir. Geçen hafta HÖH partisi gençlik örgütlerinden bir gençlik heyeti Türkiye’yi ziyaret etti. Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ ile görüştü. Türkiye konusunda değerlerinde bir değişme, farklılaşma, daha sıcak bir bakış açısı dikkati çekiyor. Bütün dünya krizde inlerken nasıl olur da Türkiye kalkınma trendini koruyabildi gibi sorular yanıt arıyor. Türkiye’de okumak isteyenlerin sayısı büyüyor.
Basına da yansıyan Bulgaristanlı gençlerle görüşmede Türk, Müslüman gençler B. Bozdağ ile tercüman yardımıyla konuştu. Bu işe, B. Bozdağ hafiften buzuldu. Sebep: Konuk gençlerin Türk dilini bilmemeleri. Evet, onlar Türk ve Müslüman gençler olsalar da, vatanlarında ana dillerini öğrenme imkânı bulamamışlar.
Bu büyük gerçek birçok can alıcı sorunu ortaya koydu.
Bunlardan en önemlisi, ana dili olan Türkçeyi konuşamayan, anadilinde yazıp okuyamayan ve kendisine söyleneni anlamayan, anlayamadığı için cevap veremeyen, camiye gitmeyen, oruç tutmayan, kurban kesmeyen, Müslüman geleneklerine uygun bir yaşayış sürdürmeyen, aynı zamanda Avrupa Birliği ülkelerinden birinde yaşayan bu gençlerimizin dört dörtlük TÜRK olup olmadığı sorunudur.
Anadilini konuşamayan ve dini mensubiyeti olmayan bir genç kişinin kimliği ne olabilir? Zihinlerde masaya yatırılan sorun bu oldu.
Sn. B. Bozdağ kendilerine “bir daha gelirken, ana dilinizi öğrenin de öğle gelin” gibi öneride bulundu da, 20’sini aşan gençlerin ana dillerini kolayca nasıl öğrenebileceklerini o da söyleyemedi.
Sn. B. Bozdağ yalnız TV seyretmekle Türkçe öğrenmenin zor olduğunu biliyor olmalı, her halde. Son dönemde, Başbakan Yardımcısı B. Bozdağ’ın Bulgaristan Türklerinin durumu konusunda aktifleşmesi dikkati çekti. O, geçen ay, Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizle “bayramlaşma” ziyaretine gitti. Bulgaristan’daki Osmanlı eserlerine sahip çıktı, zamanla dökülmüş olanların onarılarak yaşatılması gereğini gündeme getirdi, bu işte yardımcı olmaya hazır olduklarını Başbakanlık düzeyinde ifade etti.
Buna karşılık olarak olacak ki, HÖH fahri Başkanı A. Doğan ve şimdiki Başkan L. Mestan işgüzarlık göstererek “Türk dilini bilmeyen” bir grup Türk ve Müslüman genci hemen Türkiye’ye gönderdi. Bu mukabil ziyaretin ne anlama geldiğini, hiç düşündünüz mü?
Bunun anlamı, “biz zaten Türkçeyi bilmiyoruz, Osmanlıdan ve Türkiye’den koptuk, Türklüğümüz de yok oldu, biz AB üyesi yeni bir kuşağız, bizi rahatımıza bırakın, HÖH partisi de bir Türk partisi olma kabuğundan artık sıyrıldı, etnik bir parti değiliz,
Osmanlı tarihsel eserlerinin durumu bizim rahatımızı bozmadığına göre, hiçbir şeyi dürtmeyin, onarmanıza da gerek yok!” gibi bir saçmalık olabilir mi?
Bu gençler “bir turistik gezide” politik amaçla kullanılmış olabilir mi?
Ülkemizde artık yarım asırdan beri Türk okulları kapalı, Türkçe konuşanlar hep ezildi, sürüldü, para cezasına çarptırıldı, baskı hiç sona ermedi. Anadilini bilmeyen mağdura söyleyeceğimiz söz de kalmadı.
Ne yapsın zavallılar? Türkçe bilmeyen Türk Müslüman genç temsilcilerin bu ziyareti, Ankara ile arası tamamen açık olan HÖH yönetiminin “bizle uğraşmayın”, “bizim sizinle alıp vereceğimiz yok” mesajı şeklinde de algılanamaz mı?
HÖH’ün 1990’da kurulması misyonlarından biri Türkler, Pomaklar ve öteki Müslüman kesimle Türkiye, soydaşlar ve İslam dünyası arasındaki temasları, işbirliğini kesmek miydi. Olsa da ne gezer, günümüzde artık Bulgaristan komşusu Türkiye olmadan ekonomik, ticaret ve turizm dallarında belini doğrultabilecek durumda değil. İki komşu arasındaki dış ticaret hacmi 1.2 milyar US Doları aştı. Bulgar şirketler Türkiye kapısında ortak arıyor.
12 Mayıs seçimlerinin gösterdiği üzere, HÖH yönetimi, partiyi Çingene kitlesine doğru kaydırdığına göre, Çingenelerin ana dili Çingenecedir, bizde ancak Müslüman Çingene milleti Türkçe konuşur, “DC”-cilerin partisi HÖH/DPS Ankara ile temaslarını ve ilişkilerini tamamen koparma yolunu seçmiş olabilir mi?
HÖH yönetimi “Ankara’nın canı cehenneme!” diyecek kadar ileri gidebilir mi? Olaylar bu yönde gelişiyorsa, Bursalılar, Bal-Göç neden seyirci kalıyor?
HÖH yönetimi totalitarizm döneminde başımıza gelenlerin, en kötü olanın unutulması için hiçbir şey yapmadı ve yapmıyor. Bizim için kötünün kötüsü ana dilimizin yasaklanmasıydı.
Dilsiz insan hayvandır. Yani biz hayvanlaştırılmak istenmiştik.
Dilimiz sorununu çözmeyen HÖH eliti, durumda köklü değişikliğe gitmedi, gitmek de istemiyor, Toşko’nun ırkçılığına bağlı kaldı, Türkleri ve tüm Müslümanları eritme politikasını sürdürüyor. Son haftalarda yeni ders yılı için Türk dili kitapları basılacakmış, iş Allah ilk adımlar başarılı atılır.
Özgürlük haklarımız tamamen tanınmış olsaydı, iyilikler kötülükleri silerdi.
Bize yapılan kötülüklerin yalnızca iyilikle silinip unutulabileceğine güven artmış olurdu. Başka bir değişle, insanoğlu çocukluk yıllarında iyiliklerle yüklenir, olumlu enerji taşıyıcısı olarak eğitilir.
HÖH yeni insanımızın oluşması için çocuklarımıza gerekli olanakları bugüne kadar sağlamadı ve sunmuyor ve istemiyor. 23 yıldan beri bir tek Türkçe anaokulu açmadı, açmıyor. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınlarının çocuk kitaplarını getirse ve açacağı anaokullarına dağıtsa işin yarısı kendiliğinde çözülecek, ama parmağını kımıldatmıyor.
Yeni kuşak sadece ana dilinden değil, tarihimiz, edebiyatımız, çevremiz vs. üstüne en temel bilgiden de tamamen yoksun, ayrıca öz kimliğini yitirmiş, canlandırabilecek durumda değildir. Bulgarca yalan yanlış bilgiler çocukların hafızasına sıkıştırılarak, kimlik değiştirme süreci değişik biçimlerde devam ediyor.
Sn. B. Bozdağ konuk gelen ve Bulgaristan Türk gençliğinin örneklerinden olan bu gençlerle yüzleşti. Türkiye’ye ziyarete getirilen gençlerin Müslüman görgü kuralları ve etiğinin taşıyıcısı olmadığı gözledi.
Şimdi en önde gelen birinci ödev bu gençlerden çakıldıkları anti-Türk bataklıktan söküp koparmaktır. Totalitarizm bu gençlerin yetiştiği ortamdan Türklük ve Müslümanlık erdemlerini tamamen emerek kurutmuştu. Şu da var, bu gençliğin yetiştiği ortamında herkes birbirinden, okul arkadaşlarından, komşularından, iş arkadaşlarından, gevezelerden, kışkırtıcılardan, casuslardan, küçük yaşta satılmışlardan, gönüllü genç muhbirlerden, çifte kimliklilerden, aylıklı casuslardan, karanlık işlere karışmış olanlardan, siyasetten zehirlenmekten, hatta karşı futbol takımını tutanlardan çekine çekine korku içinde yetişti.
Netice ortadadır. Onlar Türklükten farklı bir görüntü temsil ettiler. Onların yetiştiği psikolojik ortam, günümüzde de bir sis gibi toplumu sarmış, dağılmıyor, kalkıp gitmiyor.
Ne olursa olsun, gençlerimiz hangi komploya düşerlerse düşsünler, Bulgaristan’da direniş hareketi başkaldırıyor ve durmayacaktır. İnsanımız, modern anlamda ve istediğimiz gibi mektepli olmasa bile, ciğeri beş para etmeyenlerin kölesi olmayı kabul etmeyecek.
Daha derin düşünebilmek için artık sessizliği özleyen gençlerimiz, yarın birbirlerine destek olup omuz omuza yürüyeceklerdir.
Genç heyetin Türkiye’yi gelip görmesi de iyi oldu. Ana vatanda 80 milyon kişinin Türkçe konuştuğunu işittiler. Medeni ve çağdaş Türk genliğiyle kucaklaştılar. Enerji değiş tokuşu oldu. Ara sıra aynı yöne baktılar. Onlar burada insan yüreğine ve ruhuna hükmedilemeyeceğini anladılar. Hiçbir şeyin bir çırpıda yok edilemeyeceğini ya da hiçbir şeyin kötülüklerle hal olmayacağını görebildiler.
Uyanışın, dirilişin, yükselişin en güç anı nedir bilir misiniz?
Gençlerimiz katıldıkları konferansta bunu da öğrendiler. Bizdeki dip dalgasının şimdiki gibi çatırdamaya başladığı an, kitlenin yukarıya tırmanmaya başlandığı sıra tepeye bakıldığı an değildir. Direnişlerde, yolun tam ortasına varıldığında, dönemecin ne olduğu öğrenildiğinde yaşanır en güç an. Bizde de öğle oldu: Cezaevleri, sürgünler, Belene vb. iğrençlikler, ama aynı zamanda “Liga” direniş hareketinin öncülüğünde, 1989 Mayısında kadınlarımızın ayaklandığında olduğu gibi.
Ayaklanmacılarımız tankları bile durdurdular.
Ölümsüz şehitler verdiler ama Türkiye kapısı açılınca, direnişi daha yukarı sürüklemektense, zafer için mücadeleye devam etmek yerine, sürü sürü sürünerek göç etmeyi tercih ettiler, çünkü bu seçenek çok daha kolaydı.
Bu olgunluk düzeyidir ve öncelikle bilinçlenme süreci olup, devrim yoluna açılanların su alarak çelikleşmesi gibi etkenlerle ölçülür.
1989 Mayısında, direnişten uzak kalmayı tercih etmemiş, göçe yönelmemiş olsaydık, yılmayaydık, güçlüklerle, korkunç yaşantılarla, kurbanları çoğalan yola devam etseydik, şimdi her şey bambaşka olacaktı.
Kabul etmeliyiz, dayanamadık, yılmadık ama durduk, korku kültüründen gelen yarı inanmışların yürekliliği güç kaybetti, korkanlar oldu, saflardan kaçanlar oldu, yükseliş dalgası seline kendiliğinden kapılmışlarla bu kadar oldu. Zaferi içinde yaşamak var ya, eğer o yoksa, direnen zaferi kendi içinde hissetmiyorsa, karanlıkta olsa da yarınların aydınlığını kendi gözleriyle göremiyorsa olmuyorsa işler yarı yolda kalıyor, ama yine de yürünen yol yoldur…
Toplumumuzun değer yargıları değişmeye devam ediyor. “Türkçe bilsem ne olur bilmesem ne…..” görüşü ağırlık kazansa da yerleşemiyor. “Türkiye’den de Bulgaristan’a okumaya geliyorlar…” görüşü de yayıldı. Önünü göremeyenler, geri dönmekten korkuyor. Açıklık isteyenlerse çoğalıyor.
Ne yazık ki, artık büyük hayal gücü olan insanlara hemen hemen rastlamıyoruz.
Hiç beklemediğin yerde dengesiz yaratıklar gibi dolaşanlar var. Kendini sanata edebiyata yönelenler az. Bu gidişle uyurgezer bir tabaka oluşabilir mi?
Öte yandan, istediği gibi yaşayamadığını anlayanlar çoğalıyor.
Kendi kendini tanımaya başlayanlar da arttıyor. Durumu günden güne kötüye gidenler, sanki eskiden de böylemiydiler! Krizin şu aşamasında yeni durumu aşamazsak bize yabanıl, diyeceklerinden korkuyorum. Otobüs garlarında esneyenlere baktıkça, yalnız bunu düşünüyorum.
Artık toplumsal ortamda elinde gazete, kitap olana veya bir şeyler okuyanlara rastlamak imkânsız gibi bir şey. Camiye girip çıkmak durumu değiştirmiyor. Hocalar, ruhlara hitap etmiyor. İnsanoğluna anlamadığı bir dilde bir şey anlatmak kadar anlamsız bir şey olamaz. Camilerdeki durum da bu.
Mideleri açlıktan zil çalan insanlar maneviyat olarak hafiflediler ve buna devam ediliyor. Ağızımdan söz kaçar diye korkanlar var. Toplumun tamamı susuyor. Bekliyor. Uyanmaya hazırlanıyor. Sırada kişiler, etrafına bakınarak çıkış yolu arıyor. Durgunluk aşılmayı bekliyor.
Yeni hareketlenme dip dalgasını çekiyor.