Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar
Önceki yazımızda, İslâm düşüncesinde dinin emirleriyle ahlâkın iç içe olduğunu belirtmiştik. İslâm, insanların uyması gereken temel esaslarla birlikte birtakım ahlâkî değerler de koymuştur. Bu kurallar, kişinin hem kendisini ilgilendiren hem de toplumla olan ilişkilerini belirleyici bir özelliğe sahip kurallardır.
İslâm inancının temelini ‘La ilâhe İllallah’ kelime-i tevhidi teşkil eder. ‘Allah’tan başka ilah yoktur’ anlamına gelen bu tevhid (bir tek Allah) ilkesi, her müslümanın hayatının en temel gayesidir. Bu anahtar terimle İslâm kapısından içeri girilir. Dolayısıyla ahlâk-iman ilişkisi de bu temel prensip çerçevesinde ele alınmalıdır. İslam’da ahlâk ile iman arasındaki ilişki çok köklü esaslara dayanır. Bu sebeple, bir müslümanın “ahlâki değerler” açısından diğer inanç ve düşüncelerdeki insanlardan farklı bir yapıda olması gerekir. .Bu durum aşağıda belirteceğimiz ‘köklü kurallar’dan sonra daha da iyi anlaşılacaktır.
Her şeyden önce müslüman olmayı tercih eden bir kişinin “iman etme” gibi bir zorunluluğu vardır. Bu iman, İslâm’ın temel esaslarını her türlü şüpheden uzak bir şekilde kabul etmek demektir. Allah (c.c.) inancı, namaz, oruç, zekât, hac, ahiret gününe iman vs. birçok esaslar bu inanç içerisinde yer alır. Bu temel inanç esaslarıyla birlikte İslam’ın, müslüman kişiden yapmasını istediği başka emir ve yasaklar da vardır: adaletli olmak, emanete hıyanet etmemek, yalan söylememek, hırsızlık yapmamak gibi çok sayıda emir ve yasaklar… Toplum düzenini yakından ilgilendiren bu esaslara uymak da müslüman ferdin görevleri arasındadır.
Cenâb-ı Allah, müslümanın özelliklerini belirtirken şöyle buyurmaktadır:
“Yüzlerinizi doğu ve batı tarafına çevirmeniz iyilik değildir. Asıl iyilik, o (kimsenin iyiliği )dir ki, Allah’a, ahiret gününe, meleklere, Kitab’a ve peygamberlere inandı; sevdiği malını yakınlara, yetimlere, yoksullara, dilencilere, yolda kalmışlara ve boyunduruk altında bulunan (köle ve esir)lere verdi; namazı kıldı, zekâtı verdi. Antlaşma yaptıkları antlaşmaları yerine getirenler; sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabredenler, işte doğru olanlar onlardır,(Allah’ın azâbından) korunanlar da onlardır”( Bakara sûresi, 2/177)
Bu âyet-i kerimede iman ile ahlâk iç içe anlatılmıştır. İslâm’ın esaslarına iman etmenin zorunluluğu ile birlikte malın, yakınlarına, yoksullara, dilencilere, köle ve tutsaklara verilmesinin bir iyilik olarak değerlendirilmesi, İslâm’ın ahlâki esaslara ne kadar önem verdiğini göstermektedir. Aynı şekilde adalet konusunda da müslümanın nasıl davranması gerektiği şöyle anlatılmaktadır:
“Ey inananlar, Allah için adaletle şahitlik edenlerden olun. Bir topluluğa karşı duyduğunuz kin, sizi adaletten saptırmasın. Adil davranın, takvaya yakışan budur. Allah’tan korkun, şüphesiz Allah yaptıklarınızı haber almaktadır.” (Maîde sûresi, 4/8)
Bunun gibi toplumsal hayatın düzeni bakımından son derece önemli olan; çalışmak, doğruluk, emanete riayet, emaneti ehline vermek, hırsızlık, adam öldürmek, gıybet, hased (çekememezlik), yalan şahitlik vb. konularda bir çok ayet-i kerime, uymamız gereken kuralları göstermektedir:
Bugün modern dünyanın içinde bulunduğu ahlâki çöküntünün temelinde inançsızlık vardır. Her türlü değerlerin ortadan kaldırılıp yerine anlamsız bir hayat tarzının yerleştirilmek istendiği bir dünyada yaşamaktayız.Cinsellikten uyuşturucuya; kumardan hırsızlığa uzanan olaylardan her gün televizyonlardan ve gazetelerden öğrendiğimiz olaylar zinciri oluşturmaktadır. Moda aldatmacası karşısında aslî kimliklerinden hızla uzaklaşan bir nesil yetiştirilmek istenmektedir. Toplumu ayakta tutan değerler böylelikle bir bir ortadan kalkmaktadır.
İman, sadece sözden ibaret değildir. İman, yaşam tarzımızı Kur’an’a göre düzenleyen bir unsurdur. İman sayesinde hayatı algılayış, eşyaya bakış açılarımız anlam kazanır ve müslümanlar böylelikle inançsız , insanlardan farklı olarak hayat ve eşyayı tasavvur ederler.
“Allah size imanı sevdirdi ve onu sizin kalplerinizde süsledi ve size küfrü, fıskı isyanı (hakikatı tanımamayı, sınırı aşıp yoldan çıkmayı, baş kaldırmayı) çirkin gösterdi. İşte doğru yolda olanlar bunlardır.” (Hucurât sûresi, 49/7)
Bu ayet-i kerime’de ve aşağıda sıralayacağımız ayetlerde de görüleceği üzere iman, ibadet ve ahlâk ile iç içedir. Dinin esasları iman üzerine kurulduğu için, yalnızca söz ile dile getirilen “iman” eksik olur. Çünkü iman, kalbe ait bir husustur ve gerçek imanın ibadet, ahlâk gibi konularda irtibatlı olduğu bilinmektedir. Bu konuda Allah (c.c.) şöyle buyurmaktadır:
“O Kitap’dan sana vahyedileni oku ve namazını kıl. Çünkü namaz, kötü ve iğrenç şeylerden meneder. Elbette Allah’ı anmak, en büyük (ibadettir.)tir. Allah, ne yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut sûresi, 29/45)
“Onlar büyük günahlardan ve çirkin işlerden kaçınırlar; kızdıkları zaman onlar, affederler. Rablerinin çağrısına gelirler, namazı kılarlar. İşleri, aralarında danışma iledir. Kendilerine verdiğimiz rızıktan hayır için harcarlar.” (Şûrâ sûresi, 42/37,39)
Ayet-i kerimelerin tarif ettiği müslüman; şüphesiz ahlâkı iyi ve gerçek bir imana sahip kişilerdir. Bu kişiler, kıyamet gününde de büyük mutluluk duyarlar. Kendilerini huzurlu bir hayata hazırlayan dünyadaki amelleri en güzel şekilde yerine getirirler.
“Mü’minler o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğu zaman (o ayetler, onların ) imanlarını artırır ve (onlar) Rab’lerine tevekkül ederler.” (Enfâl sûresi, 8/2)
İnsanî/ahlâkî dediğimiz erdemler, eğer İslâmî/dinî erdemlerle tamamlanmıyorsa eksik kalmakta, İslâmî/dinî erdemler de tabanında insanî/ahlâkî erdemleri barındırmıyorsa zemini boş olduğundan adeta askıda kalmaktadır.
Öyleyse şunu söyleyebiliriz ki: İyi Müslüman olmanın/dindarlığın yolu öncelikle iyi insan olmaktan geçer. İyi insan olmadan insanlığın gerektirdiği ahlâkî değerler kuşanılmadan iyi Müslüman/dindar olmak mümkün değildir.
Eğer biri “dindar” olduğunu iddia ediyor ama ortalama bir insanın bile sahip olması gereken ahlâkî değerlere sahip olmadığı görülüyorsa ya da ortalama bir insanın bile yapmaması gereken yanlışları yapıyorsa, onun öncelikle insanlığında, ahlâkî yapısında bir problem var demektir. Böyle bir ahlâkî/insanî zemin eksikliği olan bazı kişilerin, bu eksikliklerini gizlemek amacıyla, kimi zaman dinî pratiklerini övünerek öne çıkardıklarına tanık oluruz. Oysa bu bir avunma ve insanî ilişkilerdeki zâfiyetini “örtme, gizleme” psikolojisidir. İnsanlarla ilişkilerimizdeki ahlâkî eksikliği, tamamen Allah ile aramızda olan (ve üstelik ahlâken olgunlaşmamıza da vesile olması gereken) ibadetler ile övünerek kapatmaya çalışmak, avunmaktan ya da kendini aldatmaktan başka bir şey değildir.
Din bağlamındaki ilişkilerimizi şemada şöyle ifade edebiliriz:
Kaynak:Uysal, E. (2005). “Dindarlığın Ahlâkî Temeli Üzerine Bazı Düşünceler”, Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, sayı: 1, 2005, s.41-59
Şemada da görüldüğü gibi Allah ile bağı güçlü olan kişinin, insanlarla tabiat ve eşya ile de ilişkileri iyi olur. Allah ile bağı güçlü görünüyor ama yaratılmışlarla ilişkilerinde problemlerinin olduğu müşahede ediliyorsa, o zaman Allah ile ilişkisinin mahiyeti ciddi bir sorgulamayı gerektirir. Yaratıcıyla güçlü gibi görünen bağın, söz konusu birey için gerçek olmadığı ortadadır. Çünkü üst ilişkinin alt ilişkilere yansımalarının “iyi” olmadığı söz konusudur. Bu noktada Allah’ın, huzuruna kul hakkı ile gelinmemesini istediğini hatırlamak gerekir. (Buhârî, Mezâlim 10; Müslim, Birr 60; Tirmizî, Kıyâme 2) Zikredilen hadislerden de insanın başkalarıyla olan ilişkilerinde dinin işaret ettiği ahlakın çok önemli olduğu sonucu çıkartılmalıdır. Bu bir ölçüde, insanlarla, tabiatla vb. olan ilişkilerimizdeki mükemmelliğin, ibadetlerimizdeki mükemmellikten daha fazla önemsendiğinin ifadesi olarak yorumlanabilir. Tabi böyle bir yorum, ibadetleri ve ibadetlerdeki ciddiyeti önemsememeyi içermez.
Müslüman bir insanda görülen eksiklikler, yanlışlıklar elbette ki inandığı dinden kaynaklı değildir. Ondaki eksiklik kendisinden kaynaklıdır. Bu eksiklik onun yetişme şekli ve ahlâkî yapısı ile ilgilidir. Bu bağlamda, din eğitiminde bireylere dinî değerlerin öğretilip kazandırılmasından önce, onlara “karakter” eğitimi, “ahlâk” eğitimi vermenin önemi ortaya çıkıyor. Çünkü verilen dini değerler dünyası düzeltilmeyen, davranış zikzakları çizen, daha ileri boyutunu söylersek; “bozuk” bir karakter üzerinde etkilidir, zemin sağlam değildir, dini değerler(ibadetler) dolayısıyla düşme eğiliminde, iğreti bir vaziyette duracaktır. Sağlam bir karakter üzerinde ise uyumlu ve mükemmel bir görüntü verecektir.
Kur’an’dan ve Hadislerden hareketle dünya hayatını ahlâk eksenli bir hayat olarak yaşamayı öğretebilecek sistemi ve sağlam eğitim verilmelidir. Bütün okullara bu eğitimin iyi bir planlama içerisinde verilmesi Müslüman bir Türkiye toplumunun, hatta İslam Dünyasının tamamının selameti açısından önemlidir. Bütün İslam dünyası böyle bir eğitim modeliyle karşılaşmalıdır.
Bu konuya devam edeceğiz inşallah! Allah’a emanet olun!…
Paylaşmayı unutmayınız…