Yazan: Nevzat ÖZTÜRK, İlahiyatçı, Eğitimci Yazar

Din, genel anlamda, inanç, ibadet ve ahlak kurallarının bütünüdür. İslam bilginlerine göre ise din,” Kuralları Allah tarafından konulan, Peygamberler aracılığı ile insanlara bildirilen, akıl sahibi kimseleri iyi ve doğruya yönelterek dünya ve ahirette mutluluğa ulaştıran ilahi bir kanundur” şeklinde tanımlanmıştır. Buna göre bütün dinlerin ortak özelliği; inanç, ibadet ve ahlak kurallarından müteşekkil olmasıdır. Din, insanı bir bütün olarak ele alan sistem kurar. Bu sistem, onu kabul eden birey ve toplumları derinden etkileyerek onların hayatına yön verir, bireyin davranışlarında ve ilişkilerinde belirleyici olur.

Fıtraten(doğuştan) bir inanma ihtiyacı ile dünyaya gelen insanoğlu, ruhen itminane ulaşabilmesi için Yaratan(Tanrı, İlah,Allah) ve O’nun kurallarını koyduğu ilahi nizama gereksinim duyar.

İnsan yeryüzünde, Allah için ne yapması gerektiği, neleri yapması neleri yapmaması gerektiğini ancak indirilen ilahi kitaplardan öğrenebilir. Bugün dünyada bir düzen, hak-hukuk ve birbirine saygı temelli bir bakış açısı varsa bunun en önemli sebeplerinden biri ilahî kitapların ortaya koyduğu ilkelerin etkisidir.

Genelde bütün ilahî kitaplar, özelde ise Kur’an-ı Kerim, bir yaşama kılavuzu olarak gönderilmiştir. Bütün insanlığın ve Müslümanların bu son ilahî mesajı iyi anlama ve yaşama yolunda gayret sarf etmeleri kendi yararlarınadır.

Boyun eğme ve itaat merkezli bir anlam taşıyan İslâm, sadece hakka boyun eğişi ifade eder. İslâm kelimesi Allah’a yönelme ve O’na teslim olma bir kısmı da Allah’a içten gelen bir bağlanışı ifade eder. İnsanda var olan hakkı tanıma yatkınlığı ile onun bu özelliğine uygun dinin bir araya gelmesi,
yeryüzünün hedeflenen barış ve güvenliğe teslim olmuş insanını ortaya çıkaracağı öngörüsü yapılır.

İslâm kelimesinin kavram karşılığı çeşitli şekillerde tarif edilmiştir. Kelimenin kökünden hareketle yapılan tariflerde, Allah’a gerçek bir teslimiyet ile boyun eğmek ön plana çıkmaktadır.

Yapısı itibariyle vahye dayanan İslâm, inanç, amel ve ahlâk ilkelerinden oluşur. Her biri yeni bir anlayışı veya ondan önce Allah’ın insanlara gönderip devamını istediği bir ilkeyi kapsar. Bu hükümlerin hepsinde esas olan samimiyet ve O’ndan gelene boyun eğmektir.

Dinin temelini, inanç esasları oluşturur. İnan esasları, “usulu’d-din=Dinin asılları, Dinin ana esasları” olarak değerlendirilir. İbadet esasları ise, inancımızın pratiğe dökülmesi, Allah(c.c)’a karşı imanımızı, bağlılığımızı, teslimiyet ve samimiyetimizin çeşitli ve şekillerde ifade edilmesidir. Ahlak kurallarına gelince, iman ve ibadetle olgunlaşarak ortaya çıkan, davranışa dönüştürdüğümüz huyların bütünüdür. Dolayısıyla din, nihayetinde iyi insan, iyi vatandaş, mükemmel insanı (İnsan-ı Kamil, Kamil Mü’min) yetiştirmeyi gaye edinir. İman olmadan ibadetin anlamı olmadığı gibi ahlaki erdeme ulaştırmayan ibadet de kulu Rabbine yaklaştırmaz. Nefisleri ve toplumları huzura kavuşturamaz.

Kâinatın sahibi olan Allah(c.c), “Rab” sıfatıyla, yaratılanları rızıklandırır, eğitir (Terbiye eder), büyütür ve zararsız(faydalı) bireyler olarak birlikte yaşayabilmelerini sağlayıcı kurallar koyar. Gönderdiği hayat kılavuzları ile yetinmez, bunları açıklayan, uygulayan model elçiler gönderir.

İslâm ahlâkçılarının ortak tanımına göre ahlâk; “Nefiste yerleşmiş olan öyle bir melekedir ki bu meleke sayesinde davranışlarımız kolaylıkla ve uzun uzun düşünmeden ortaya çıkar.” (Kınalızade Ai Efendi)  Bu tanıma göre ahlâk, insanda uzun süreli uygulama sonucunda alışkanlık haline gelmiş olan alışkanlık haline geldiği için de zorlanmadan davranışa dönüştürebileceğimiz huylar bütünüdür.

İslam dininin gayesi, insan-ı kâmil yetiştirerek erdemli toplumu oluşturmak, iki cihanda da mutluluğa kavuşturmaktır.

Bu gün İslam dünyasındaki manzara korkunçtur. İki cihanda mutluluğa kavuşturmayı vaat eden bir dini mensupları birçok bakımdan acınacak durumdadır. Asr-ı saadeti yaşatan kutlu nebinin ümmetinin hal-i pür melali, bir şeylerin yanlış gittiğini göstermesi bakımından önemlidir. Oysa kıyamete kadar evrenselliğini koruyacak olan son din mutluluk vaat ediyor. O zaman, dinin iman, ibadet ve ahlak boyutlarından ihmal edilen yönlerin olduğu gerçeği gözden kaçırılmamalıdır.

Din-ahlâk ilişkisi mevzuunda din daha önemli gibi durmaktadır oysa dinîn üzerine kurulacağı sağlam ahlâkî bir zeminin önemi daha büyüktür.

Günlük hayatta bazen dindar birinin, görüntüsü ile hiç uyuşmayan davranışlarına ya da din ile ilişkisi olmayan ve bunu kendisi de ifade eden birinin ahlâken çok olumlu davranışlarına şahit oluruz. Burada ahlâkî açıdan büyük bir çelişki vardır: Biri dindar ama ahlâkî zafiyetleri var, diğeri ise dinî kaygıları yok, ama ahlâkî duyarlılığa sahip.

İnsanlar bir arada yaşamak zorundadır. En tabii ihtiyaçlarını gidermek, hayat şartlarını güzelleştirmek için iş birliği yapmaları kaçınılmazdır. Bunun için de toplumu meydana getiren fertlerin birbirine inanması, güvenmesi şarttır. Şu halde insanlar arasında sosyal ilişkilerin başlamasından önce, bu ilişkileri düzenleyen kurallara ihtiyaç vardır. Bütün toplumlarda bulunduğu halde varlığı gözle görülmeyen bu kurallar ahlâk ilkeleridir.

İnsan toplu halde yaşamak ve diğer insanlarla iyi ilişkiler kurmak zorundadır. Ahlâk, insan hayatının belli evrelerini değil zaman ve mekân kaydı olmaksızın bütün hayatını kucaklar.  Bir ömür boyu uyması gereken kuralları ve yapması gereken görevleri ortaya koyar. Onun Allah ile aile fertleri ve diğer insanlar ile ilişkilerini düzenler.

Ahlâkın vazgeçilmez oluşu malumdur. Burada asıl üzerinde durulması gereken konu ahlâkın toplumlar ve bireylere ne ölçüde kendini kabul ettirebildiği, din ile bir işbirliği yapmadan yaptırım gücünün olup olmadığıdır. Bu bağlamda Mehmet Kaplan şöyle diyor: “ Ferdi tek başına bırakan laik ahlâk, onu yalnızlık, tereddüt, korku hatta ferdî hayatta ihtiras ve menfaati ön planda geldiği için ahlâksızlığa sevk eder.”

Pedagoji bilgini F.W. Förster;“Terbiye etmek, insanı içgüdülerinden kurtarıp üstün değerlere yükseltmektir. Bunun en mükemmel yolu da imandır. Gönül rızasıyla içten benimseyerek gerçekleştirilen en sağlam itaat ve disiplinin imana dayanması gerekir. Bugün dünyanın her tarafında kanun ve kurallara titizlikle bağlılığın azalması, terbiyenin maneviyattan gıdasını almaması yüzündendir.” (Balaban, M. Rahmi., İlim Ahlâk İman, Ankara, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, 1950,s:136)

İşte burada bahsedilen maneviyatın aslı din ile pişmiş ahlâkî bir sitemdir. Çünkü din ve ahlâk kavramları, birbiriyle oldukça ilişkili, adeta birbirinin tamamlayıcısı olan iki kavramdır. Din açısından baktığımızda, dinler insanların birbiriyle Allah ve toplum ile hatta insanın ilişkiye girdiği nesneler ve canlılar dünyasıyla olan ilişkilerini düzenler. Bundan dolayı, dinlerin her biri, büyük ölçüde birer ahlâk sistemine sahip olma özelliği taşır.

Dinler, insanın ilişkilerini doğru biçimde düzenlemek, insanı daha iyi insan yapmak için gelmiştir. Nitekim vahye dayalı dinlerin ana gayesi, ahlâklı bir toplum meydana getirmektir.

Peygamberlerin gönderilişi de hep toplum ve bireylerin inanç ve ahlâk sistemlerinin bozulduğu dönemlere denk gelmiştir. Bu geliş şekli, peygamberlerin ahlâkî misyonlarının açık göstergesidir. Hz. Peygamber (s.a.v.) de kendisinin güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildiğini ifade etmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Muhammed (s.a.v.) adeta bir ahlâk abidesi olarak gösterilmiştir. (Kalem 68/4; Ahzab 33/21)

Dinî emir ve yasakların hikmeti incelendiğinde, insanın şerefini koruma, onu kötülüklerden uzak tutup ahlâkını olgunlaştırma gibi bir hedefin güdüldüğünü görmek zor değildir. Nitekim ibadetlerin amacı imanı beslerken ahlâkı yüceltmektir.

Bu bağlamda dinî ve ahlâkî emir ve yasakları birbirinden kesin çizgilerle ayırt etmek mümkün değildir. Ancak şu farka dikkat etmek gerekir ki ahlâk bize, örneğin adam öldürmenin kötü olduğunu öğretir. Din ise hem böyle bir fiilin kötülüğünden hem de hayatın kutsallığından bahseder. Böylece inanan kişinin yaşamında, adam öldürmenin kötü olduğuna inanma ile hayatın kutsal olduğuna inanma bütünleşir. Başka bir deyişle dindar, karşılaştığı herhangi bir olayı, bir de Tanrının varlığı ve kendisinin de ona inanması açısından yorumlar ve böylece yaşamında kötüye, günahı; iyiye, sevabı eklemiş olur.

Nurettin Topçu da dini ahlâktan veya ahlâkı dinden ayırmanın insanın iç dünyasını kendisinden ayırmakla eşdeğer olduğu görüşündedir. Çünkü ona göre “Ahlâk, dinî olgunluktan başka bir şey değildir. Hayvanî hayattan insanî hayata yöneliştir. Her ikisi de içte derinleşme yoluyla sonsuzluğa yönelme ve bunda ruhun selametini arama idealidir.” Ayrıca Topçu, ahlâk prensiplerinin dinin vahyolunan esaslarından çıkarılması gerektiğini ifade eder. (Topçu, Nurettin. Ahlâk, İstanbul, Dergâh Yayınları, 2014.s:82)

Dinin en önemli gayelerinden birisi emniyetin korunmasıdır. Ahlâk da bunu hedef edinmiştir. Her ikisi insan ruhunu temizlemek, yükseltmek için çalışır. Dinin bizden istediği hem bu dünyada hem de ahirette mutlu olmak için bütün sefalet ve haksızlıklarımızın kaynağı olan aşağı istekler, hırslar ve iştihalardan kendimizi muhafaza etmektir. Son ilahi din İslâmiyet, insanın kendini kötülüklerden koruyarak nefsini geliştirip olgunlaştırmasını ve yüceltmesini ulvî bir gaye olarak göstermiştir. (Al-i İmran/ 14; 13 Ra’d/ 19-24; 23 Mü’minun/ 1-10; 87 A’la/ 14-15;91 Şems/ 9-10)

Ahlâkın dindeki gerçek yerini Kur’an’ın tedricen ,toplumu hazırlama ve eğiterek nüzul yönteminde bulabiliriz. Kur’an, kız olduğu için yavrusunu canlı toprağa gömecek kadar ahlâkî değerlerini kaybetmiş bir nesli terbiye etti. Allah Resulü onlara bir tek şey diyordu:

“Ey Allah’ın kulları! Allah’tan başka tanrı yok deyiniz, kurtulunuz.”

Bu çağrı yapılırken, şimdi bildiğimiz ibadetlerden namaz dışında, oruç, hac, zekât da dâhil hiçbiri ortada yoktu. Yine şimdi bildiğimiz yasaklardan hemen hiçbiri henüz yasak kılınmamıştı. O insanlar bu sözü söylemekle bundan sonra bu listeye Allah tarafından gönderilen her emir ve yasağa riayet edeceklerine dair söz veriyorlardı.

Sonuç olarak;  din ile ahlâk, hem doğuşları, hem de gaye bakımından birbirleriyle bağıntılıdır. Her dinin ortaya koyduğu ibadetler, bedenin ruh üzerine etkisini sağlamak suretiyle ruhun kuvvetini arttırmak, insanın heva ve hevesini kontrol altına almak, olgunlaşmasını sağlamak, eğiterek düzgün(ahlaklı) insan olmasını sağlamak için yapılır.

İmansız(Allah’sız) Müslümanlık olamayacağı gibi ahlaksız da dindarlık da mümkün değildir. Bel ki de İNSANLIK mümkün olamaz.

Allah’sız ve ahlaksız Müslümanlıktan Allah’a sığınırım. Hepinizi Allah’a emanet ediyorum.

Devam edeceğiz inşallah!…

Paylaşınız lütfen

Reklamlar