Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakta duran insanlar ve yazı

Rafet ULUTÜRK

Tarih: 29 Mayıs 2017

Konu:   Türk toplumunu Türk aydınlar uyandırmıştır.

             Yeniden uyanış da onların elindedir.

             Yazıp çizmeden tarihimizi yaşatamayız.

Önce bu soruya cevap verelim. Aydın dediğimiz kimdir?

Bulgar dilinde aydınlatıcılar, (uyandırıcılar) günü var. /Den na buditelite/

Tarihte halkın gözünü açan, beynine ışık saçan kişiler yani aydınlar, o gün anılıyor.

Fakat biz Bulgaristan Türklerinin bu gibi bir tören yapmıyoruz ve oyle bir günümüz de yok. Olsa bile toplanacağımız meydan, çiçek ve çelenk koyacağımız bir anıtımız da yok.

Neden acaba ve biz aydın dendiğinde neyi anlıyoruz?

Elimizi, belleğimizdeki Bulgaristan Türkleri aydınlar daracığına soksak kim çıkar?

Aydın, aydın kişi duvara süs için asılmış bir lamba değildir. Kandili sürekli yanan, fitili kısaldıkça uzatılan, camı islendikçe etrafını parlatandır. Yüksek öğrenimlilerin, üniversite hocalarının hepsi aydın sayılmaz ve hepsi aydın kişi değildir. Birçok insan içine kapalıdır etrafını aydınlatamaz, hatta karanlıkta yaşamayı sever. Asırlarca karanlıkta kalan, zulüm gören halklar aydınlığı zifiri karanlıkta bulacaklarına inandıkları için aydınlığa zor inanır. İnsanlık tarihi aydınlığın Doğudan geldiğine, Güneş ışıklarıyla indiğine inanır; yolu da Doğudan Batıya gider. Değindiğimiz aydınlık aslında insanın içindeki nurdur. Gözlerimiz 5, 10, 50 hatta 100 km ilerisini görebilir, fakat zihnimizdeki nurla bütün dünyayı, tarihin derinliklerini ve hatta geleceğimizi görebiliriz. Aydınlık devredilir bir nimettir ve insandan insana, nesilden nesille geçer, aynı zamanda körelme ve karanlık da öyledir.

Aydın demek aydınlatıcı bir kişi olarak tanıtabiliriz.

Bir muhbire, ajana, jurnalciye, haine aydın denmez, denemez. Kısaca aydın demek, o bilimsel bilgiyle donatılmış, görgülü, sorgulayan, sorumluluk duyan, halkının, toplumun, ülkesinin ve dünya sorunlarını yakından izleyen, özgür ve her konuda akılcı davranan, düşünceleri uğruna özveriyi göze alabilen, yürekli çağdaş kişidir. Etrafınıza bakınsanız bu niteliklerle kaç kişi görebilirsiniz?

Sayıları azdır. Onları anlatan yazılara baktığımızda küçük ve orta burjuva kökenli olduklarını, toplumsal katman oluşturmadıklarını, öncü güç de olmadıklarını ve hatta liderliğe hevesli kişilerden uzak durduklarını görürüz.

Balkan ve Bulgaristan Türkleriyle ilgili böyle bir araştırma yapan Bulgaristan Türk Aydınlarından Niyazi Hüseyin Bahtiyar Balkan kökenli Türk ünlüleri 3 ciltte anlattı.

Çok ilginç, fakat bizim aydın arayışımızın biraz dışında kalan bir uğraşı. Çünkü her ünlü bir aydın sayılmaz. Okuduklarım arasında Kırcaali’de öğretmenlik ve okul müdürlüğü yıllarında Turgut Ragıbov’un (1915 – 1972) aydın kimliğine tanık olmuştum. Geçen yüzyılın ilk yarısında Bulgaristan Türk aydınları Şumnu’daki Öğretmen Okulunda ve Nüvvab’ta yetişmiş kişilerdir. Topraklarımıza inkişaf getiren ilk aydın yönetici ise Rusçuk Valisi Mithat Paşa (1822 – 1884) olmuştur. En açık bir algılamada, aydınlar devrim ve evrimlerin nur toplarıdır. İnsanlarsa aydınlanma ateşini devrimlerden alır.

1789 Fransız Devrimi, geçen yüzyıl başında – 1917 Ekim Devrimi, Büyük Atatürk’ün kokuşarak çöken Osmanlı harabeliğinden milli Türkiye Cumhuriyeti, Türk İstiklali, Türk ruhu ve parlak Türk ufku çıkarması tarihte yeni sayfa açan olaylardandır. Bu açıdan değerlendirildiğinde azgelişmiş ülkeler arasında sıralanan Türkiye Cumhuriyeti’ni 21. yüzyılda dünyanın en gelişmiş devletleri arasına taşıma hamlesi yapan Cumhurbaşkanlığı Türkiye’si atılımına ufuk açan Sayın Recep Tayyip Erdoğan bir büyük aydındır.

Aydınlık yetiştiren ışık ararken Bulgaristan Müslüman Türkleri de 1989 Mayıs’ında başarılı ayaklandıklar. Bu ayaklanma gücünü aydınların gönlünden alarak gerçekleşti. Tek uluslu bir devlet içinde asimile olmayı kabul etmeyip hak ve hürriyet kavgasına kalkışmamız bir devrim kadar siyasi nitelik yüklü olduğundan dolayı, kendi ilhamcılarını kendisi yaratmıştır. Genelde devrim ve isyanların tarihi yüz yıl olgunlaşıp süzüldükten sonra yazılır. Bizim kavgamızın ilhamcıları, öncü, kahraman savaşçı ve aydınları da henüz tartışmaya neden olmayacak bir şekilde beyaz kâğıt üzerine çizilememiştir. Çünkü her devrim ve ayaklanmanın arka planda kalan aydınları vardır ki, onların gizeminin kalkması bekler, zaman ister.

Sosyal psikolog Gustave Le Bon Büyük Fransız devrimini olaylardan 80 yıl sonra anlatırken,  Turgut Özakman, “Çanakkale 1915 – DİRİLİŞ”, “Şu Çılgın Türkler” ve “Türk Mucizesi – Cumhuriyet” gibi eserleriyle Türk devrimini 50 yıldan sonra kaleme almıştır. Zahari Stoyanov da, Bulgar uyanış çağı ve ulusal devrimini kafasında 30 yıl olgunlaştırdıktan sonra oturup değrlemiştir. 1917’de Rusya’da geçen Ekim Devrimine tanıklık eden Amerikalı yazar John Reed ise, devrim olaylarını “Dünyayı Sarsan On Gün” eserinde 2 sene gibi kısa bir süre sonra çok başarılı anlatmıştır.

70 bin kişilik bir köylü kitlesinin kurbanlar vererek, 12 bin evladını hapishaneden, sürgünden 518’i toplama kampından, yüz binleri evlerine ve köylerine kapanmışlıktan kurtarabilmek için prangaları kırarak ayaklanan Bulgaristan Türkleri hakkında daha çok yazılacak, çizilecek ve anlatılacak şeyler var.

Bu ay Bulgaristanlı Türklerin yaşadığı köy ve kasabaların hepsinde 1989 Mayıs Ayaklanmasında şehit düşenlerin aziz hatırası önünde saygıya durma ve durum değerlendirmesi miting ve toplantıları yapıldı. Gerek Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) gerekse geçen sene siyasi sahneye çıkan Demokrasi için Sorumluluk, Hoşgörü ve Özgürlük Partisi (DOST) – (Mustafa Karadayı ile Lütfi Mestan) bütün konuşmalarında 28 yıldan beri siyasi hayatımızın ana konusu olan bu ayaklanmayı örgütleyen, yönlendiren, yöneten kimdir konusunda birbirlerine kıyasıya saldırdılar.

Basın, TV ve kamuoyu olayı tartışılmaya devam ediyor. Bu kavganın özünde, Mayıs Ayaklanması lambasını kim yaktı sorusunun cevabı gizlidir. Artık herkes bu kahramanın HÖH fahri başkanı Ahmet Doğan olmadığına inandı. Çünkü o aynı dönemde yalan hapisçiydi. Ayaklanmanın karşısında yer almıştı. Ayaklanmayı bastırıp, dirilen kitleyi dağıtıp kurulmamış bir partiyi kurulmuş göstererek DC-KGB tarafından Türklerin başına geçme planları yapıyorlardı. Ne yazık ki, bu yalan uzun zaman tuttu. Süregelen durumun devam etmesinden yana olan HÖH Genel Başkanı Karadayı konuşmalarında “1989 Mayıs Ayaklanmasını Ahmet Doğan” yönetti diye tekrar ederken, “kırk defa tekrarlanan yalan gerçektir” umudunu besliyor ama Doğan’ın bir aydın olduğunu söyleyemiyor. Aynı partinin 3 yıl Genel Başkanı iken (2013 – 2015) , bu konuda gerçekleri söylemeyen L. Mestan, önce çok büyük bir yanılgı içine düştü. DOST partisi yönetimine aldığı Boyaciev gibi rejim kaçaklarının “1989 Ayaklanmasını bir Bulgar mahkûmları derneği olan Bağımsız İnsan Hakları Derneği’nin oluşturduğu ve “Türk Kanadı”nın yönettiği tezine takıldı. Ardından bu “Türk Kanadı” ile 1989 Mayıs Ayaklanmamızı hazırlayan 28 gizli ve yarı legal Türk direniş örgütü arasında imzalanmış bir tutanak, bir sözleşme olmadığını öğrenince, “ayaklanmamızı halkımız kendisi yönetti” tezini benimsedi. Bu iş biraz taş tekerlene tekerlene dereyi bulur masalına benzemedi mi?

Bir de şu kötülükte yardımcı ve biraz da paracı yazar çizer sürüsü var. Olayları sığ tutmakta yarar gören ve irdeleme derinleşirse içinden çıkamayız korkusuyla yazanlar düzmece polis verilerine dayanarak, 1989’da kimsenin tanımadığı Ahmet Doğan’ı “büyüleyici” bir önder yapabilmek için kitaplar yazdılar. Satır aralarını okundukça allı pullu paketledikleri “liderin” okula gitmeyi sevmeyen, lise diplomasını polisten alan, üniversiteye giremeyen, Türkleri Bulgarlaştırma konusundaki doktora tezini polis şefleri önünde savunan bir dönek, ihbarcı ve hain olduğu anlaşıldı.

Yalan yükü altında ezilince de kurtuluşu süreğen mayhoşlukta buldu. Güneşin aydınlattığı dünyayı “ben aydınlatıyorum” dedikçe kör topala eğlence oldu. Aydın olmanın hiç de kolay olmadığı bir daha anlaşılmış oldu.

Bir ayaklanmanın aydını olma olayı olağanüstü önemlidir.

Çünkü bir ayaklanmayı örgütleyip yönetmek için, doğal olarak, ayaklanan kitleyi daha sonra da yönetme hakkı doğar ki, işte asıl tartışılan konu budur. Konuyu işleyenlerin ortak görüşünde “devrimler evlatlarını yer” ya da “devrimi yapanlar memleketlerini terk eder” gerçeği vardır.

Fransız devrimine dönersek, aydın ve savaşkan öncü kesim giyotinden kaçarak Alp Dağlarına sığınmış ve günümüz İsviçre’sinde Fransızca konuşan kitleyi oluşturmuştur. Bizim şehitlerimiz için diktiğimiz elliden fazla anıtımız olsa da, 1989 Ayaklanmamızdan sonra Bulgaristan’da yaşayan Türklerin sayısı yarı yarıya azalmıştır. 1957’den bu yana anadilinde okulu olamayan Bulgaristan Türklerinin aydın kişi yetiştirmesi çok zahmetli bir iş olmuştur. Okuma yazması olmayan derviş ve aksakallı bilgelerin ise kapalı ortamlarda tutulmasına devlet tarafından özen gösterilmiştir. Bulgaristan’dan kovulanlar ise hep eli iş tutan, kalem tutan veya ağzı laf yapan kardeşlerimizdi. Totalitarizm döneminde üniversite bitiren, bir türlü iş bulamayan, sığır ve koyun çobanlığı yaparak aile geçindiren, sürgün ve zindanlardan geçen ve ilk fırsatta İsveç’e ve oradan da Kanada’ya atlayan kardeşlerimizle sık sık görüşüyor aydın, lider, öncü, hareketlenen kitle gibi konular tartışıyoruz.

Anıtların büyüklüğü, yılda bir defa çiçek ve çelenk koyup dua etmek bu sorulara yanıt getirmiyor. Geçmişimiz sis içinde kalınca önümüzü göremiyoruz. Bizim Ayaklanmamız aslında bir adalet ve hak mücadelesiydi. Hukuksal çözüm bulamayınca gazı – fitili bitti söndü, aydınlığı hapseden sisli lamba camı gibi sırları gizledi. Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği BULTÜRK ve Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi BGSAM 15 yıldan beri kaybolan aydınlığı arıyor.

Bu çalışmaların ana çizgisinde ölümü her an göze alabilen, adı sonsuzlaşmış, çok bilgili aydın kişiler aradığımızı belirtirken, ayaklanmamızın bu gibi nitelikler taşın kardeşlerimizin eseri olduğuna inandığımızı vurguluyorum. Çünkü kitleler kendiliğinden hareketlenmez, emsal ve örnek görmek ister. Onları siyaset sahnesine çıkaran motor aydınların fikirleridir.

Türk halkının Çanakkale zaferinin temelinde ulusal kurtuluş ve ulusal Türk devleti kurma fikri vardır. Bulgar ulusal hareketi de aydın fikirleriyle tutuşmuş ve parlamıştır.

20–27 Mayıs 1989 tarihleri arasında Bohçalar, Ak kadınlar, Vokil, Çerkovna, Vodno, Kemaller, Cebel, Beli Lom, Osman Pazarı, Şumnu, Gradnıtsa, Benkovski, Ezerçe, Razgrat Mahmuzlar, Dobriçte ve daha birçok yerde binlerce kişinin kitle gösterileri yapıldı.

Bu gösterilerde büyük sayıda Türk gösterici Bulgar güvenlik güçleri tarafından açılan ateş sonucunda öldürülürken, birçok kişi de yaralandı. Örneğin 20 Mayıs’ta Pristoe köyünde başlayıp, Kliment, Naum ve Takaç köylerinden geçerek birkaç bin kişilik bir kalabalığa dönüşen protesto yürüyüşü, Kaolinovo’da devam ettiği sırada, Bulgar güvenlik güçleri kalabalık üzerine ateş açtı. Büyük sayıda kişinin yaralandığı bu olay sırasında 47 yaşındaki Necip Osman Necip bir tüfek dipçiği darbesiyle öldürüldü.

21 Mayıs’ta Todor İkonomovo köyünde Bulgar güvenlik güçlerinin bir Türkü tutuklamasının ardından Türkler büyük bir protesto gösterisi düzenlediler. Halkın köy muhtarlığına doğru harekete geçmesi üzerine Bulgar güvenlik güçleri kalabalığa ateş açtılar. Açılan ateş sonucunda Hasan Salih Arnavut, Mehmet Salih Lom ve Mehmet Saraç isimli üç Türk ölürken, 24 kişi de yaralandı.

19 Mayıs’ta Cebel’de düzenlenen protesto gösterilerinin ardından, bölgede olağanüstü hal ilan edildi. Üç günlük sokağa çıkma yasağı uygulandı. Bu süre içinde Bulgar güvenlik güçleri ev ev dolaşarak azınlık mensuplarını ayrım gözetmeksizin dövdüler.

24 Mayısta Razgrat yakınlarında bulunan Ecerçe köyünde kadın ve çocukların da yer aldığı ve yaklaşık bin kişinin katıldığı protesto gösterileri sırasında güvenlik güçleri tarafından hiçbir uyarı yapılmadan kalabalık üzerine ateş açıldı. Açılan ateş sonucunda Sezgin Saliev Karaömerov ile Ahmet Burukov yaşamlarını yitirirken, çok sayıda kişi de yaralandı.

27 Mayıs tarihinde ise Varna’ya bağlı Medovets köyünde yapılan protesto gösterileri sırasında Bulgar güvenlik güçleri tarafından göstericiler üzerine ateş açılması sonucunda Şakir Mehmet Şakir ile Nefize Hasan Osman öldürüldüler. 20 – 27 Mayıs ayaklanma günlerinde toplam 9 Türk öldürüldü. 1984 – 1989 zorla asimilasyon döneminde çıkan çatışmalarda toplam 140 Türk öldürüldü.

Bu Ayaklanmanın ve protesto gösterilerinin akil önderi Bulgaristan Türk halkının duyarlılığı ve zekâsıdır. Halkın hak ve özgürlükleri uğrunda zulme karşı birlik olarak ayaklanması bir merkezden yönetilmemiştir. Ayaklanma önderi veya lideri olarak bir tek kişi adı kulaktan kulağa dolaşmamış, böyle bir kişinin sonradan gösterilmesi yanlış olur. Protesto yürüyüşlerinde tepki ifade etmenin miting şekli kullanılmadığından yapılan konuşmalarda sivrilen de olmamıştır. Kitle içinde kaynaşarak toplaşan direnç ruhu yılmazlık ve atılganlık “birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için” gibi ortak karakter çizgileri oluşturmuş ve bireyleri kitle içine kapamıştır.

Kuşkusuz bu ruh halinin oluşması yıllar almış, emsaller yaratmış, kin ve öfke törpülenirken, kitle ruhu ortak noktalarda buluşarak direnç dokusu oluşturmuştur.

Örneklememiz gerekirse, Koşukavaklı Türkçe öğretmeni yazar Ömer Osman Türklerin haklı davasının kutsallığına sonsuz saygılı olma ve bağlı kalmayı simgeleştirirken, polise çalışan bir ihbarcı gencin kalem tutan parmaklarını köy imamı babasına kütük üstünde satırla kestirmiştir.

24 yıl hapis yatan öğretmen ve şair Nuri Adalı’in dimdik bir iradeyle, aydın bir zekâ ve Türk vicdanıyla kitle dokusunu dirilişe çağıran sesi halk kulağında devamlı çınlamıştır.

Hak ve özgürlük uğruna mücadelenin Bulgaristan’da yaşayan bütün Müslümanların ortak değeri olduğu bilincinin oluşmasında Cebelli öğretmen ve illegal örgütçü Avni Veli 7 yıl içeri düşmezden önce, Dobruca’da sürgün yıllarında ve daha sonra aktifliğinden ödün vermemiştir.

Onun, 30 Ocak 1989’da Hasköy’de kurduğu 1989 Viyana Destek Derneği, 4 ay sonra tutuşan Ayaklanma ateşinin Batı Radyo yayınları aracılığıyla koordineli yayılmasında, direniş dalgasının bütün ülkeyi kaplamasında olağanüstü büyük rol oynamıştı. Aynı öncü Paris AGİT toplantısında da hazır bulunanları inandırıcı konuşmalarıyla etkilemiştir.

Direniş örgütleri arasında 1989 Mayıs Ayaklanmasının ateşlenmesinde en büyük hizmeti olan yarı legal örgütün İnsan Haklarının Savunulması Demokratik Birliği (Demokratik Lig) olduğunu önemle belirtmeliyiz. 1988 yılının sonlarında  “Belene” kampından sonra Montana – Vratsa illeri köylerine sürgün edilen Türk aydınlar tarafında kurulmuştur. Dernek Başkanı feylesof Mustafa Ömer, asimilasyon politikasına karşı çıktıkları için daha önce “Belene” kampına sürgün edilen derneğin iki sekreteri Sabri İskender ile Ali Ormanlı, hukukçu Nazım Saliman Saliev (Nazım Başaran) yarı legal halka yakın örgütlenme ve devlet makamları ve dünya kamuoyuyla mektuplaşma yolunu seçmiştir.

Öncülerden Ali Mutlu, Cebelde isyan çakmağı çakan İsmail Yılmaztürk (Paniş), Kotel’li Nasuf Bilal (Mutlu), Kornitsalı Zeynep Zafer, Özgürlük örgütü Başkanı Halim Pasajov (Paker) bireysel ve örgütlü katılım ve oynadıkları son derece etkileyici rolle tarih yazmıştır. Ölüme hazır oluşları, öngörü ve cesaretle öncülük edişleri ve halkın nabzını tutan bilgelikle onlar halk aydınlarımız listesine isimlerini altın harflerle yazdıran kahramanlardır.

Bulgaristan Türkleri ana erkil bir toplum olduklarından dolayı eşleri içeri düşen, yaralanan, tutuklanan, sürgün edilen kadınlarımızın köylü tabanın hareketlenmesindeki rolü olağanüstün etkin olmuştur. Bu cümleden olmak üzere tutuklanan, zindana atılan, yargı önüne çıkarılan Rıfkiye Ali Bekir, Nevriye Hasan, Gülşen Mustafa, Ruveyda Hasan, Sadiye Celil, Fahriye Mustafa, Emine Hamdi, Tansel Ehliman ve başkaları direnişe uyanan halka ilham kaynağı olmuştur.

Bu arada 1984 kışından başlayarak 1989 baharına kadar güç toplayan ve örgütlenerek kabaran direniş dalmasında safların sıklaşmasına olduğu gibi, bilinç düzeyinin de yükselmesine büyük katkıda bulunan, kin ve öfkeyi taşıran çarpışmalarda şehit düşen aşağıdaki kardeşlerimizin mertliği de kanat açmıştır: Hasan Osman Hacıoğlu; Necdet Adem; Orhan Adem; 18 aylık Türkan kızımız; Niyazi Niyazi (Akkılıç); Adil Mustafa Mehmed; İsmet İzzet (Koç); Ali Süleyman Solak; Halim Halil İbrahim; Ömer Yusuf Ahmet; Halil Mehmet; Beyhan Mümün Yusuf; Salimehmet Ramadan Şevket; Hafize Osman; Şakir Şekir; Süleyman İsmail Mehmet; Hüseyin Hakkı Recep; Sezen Ebazer Recep; Kazim İbrahim; Mehmet Mustafa Kara; Mehmet Emibn Mehmet; Mehmet Saraç; Hasan Arnavut; Nacip Osman; Sezgin Salih Karaçmer; Ahmet Mehmet Hacıoğulu (Buruk) ; Mustafa Bilal;  Mehmet Ambarlı; İbrahim Çetin; Mustafa Eminİlyaz; Mustafa Çmer Osman;  Efrahim Salih İbrahim; Mümün Mustafa Ahmet; Türhan Sabri İsmailoğulu; Rıfkı Halitoğlu; Osman Bali Demir; Mehmet Ahmet Habil; Şakir Recep Küpçü; Hasan Çakal ve arkadaşları kurşunlara göğüs gererek, tankları durdurarak can verirken kitlesel direnişlere paha biçilmez etkide bulunurken genç kuşaklara da örnek olmuşlardır.

 

Aydın oldukları için mahkûm olan ve hapiste yatan 33 kahraman Bulgaristan Türkü arasında Salih Baklacı, Ömer Osman Erendoruk, Lütfi Tuna, Mümün Çakır, Nuri Adalı ve Ahmet Şerifin gibilerine özellikle vurgu yapmakta yarar olduğu kanısındayım.

Tabi aydınlarımızın analiz etmesi gereken başka bir konuda 1989 Mayısı’nda devrimci ayaklanma dalgasının yön değiştirip “kapı hemen açılsın, göç etmek istiyoruz” moduna nasıl girdiğidir.

29 Mayıs 1989’da açılan Türkiye Cumhuriyeti kapısına yönelen direnişin özü göç seline dönüşen bu dalga, o gün bu gün 28 yılda 3 milyondan fazla Bulgaristan vatandaşının ülkeyi terk etmesine neden olmuştur.

Diktatör Todor Jivkov, aynı tarihte yaptığı radyo ve TV konuşmasında, “200-300 bini gitsin de kurtulalım!” demişti. Amma o gün bu gün hâlâ kurtulamadılar. Bulgar devleti çöktü ve yeniden dirilmesi ancak Bulgaristanlı Müslümanların dimdik durması ve hak ve özgürlük mücadelesine demokrasi koşullarında da devam etmesiyle mümkün olacaktır.

Bulgaristan’da % 80’i köyde yaşayan Bulgaristanlı Müslümanların aydın akademisi yoktu.

Bugün de yok. Onlar hayatı kendilerine özgü bir kültürle süzüp değerlendiriyorlar. Akla karayı, dostla düşmanı birbirinden ayırıp hainleri aramızdan temizlememiz yıllar aldı.

Hepsi birden ihanetçi ve hain grubundan olanlar artık kendi aralarında birbirine düştüler.

Testi çatladı içindeki su akıyor. Bulgar atasözü “Türk’ten hain olmaz!” dese de, saflarımızı çatlatıp, sahte aydın ve sahte lider yaratma işinde artık ustalaştılar. Herkesin aç bırakıldığı ortamdan her türlü pislik çıkar. Şu da var, toplum arınmadıkça azınlık topluluklarının içindeki pislik temizlenmez. Ne olursa olsun, yollar ne kadar eğrilirse eğrilsin en sonunda doğruluğa çıkar, yani hakkın yolu bulunur. Bu yolun yıldızı tarih boyu aydınlar olmuş ve bundan sonra da halk aydınları olacaktır. Mum, lamba, çıra ve ampulün işlevi ışık vermektir.

Hepsi birden söndürülse bile biz doğru yolu buluruz.

Bize güneşin olmadığında ay ışığı da yeter. Bulgaristan’da Türk-İslam birlikteliğin yolu ve bahtları açık olsun!

Lütfen paylaşınız.

Reklamlar