Dr.Nedim BİRİNCİ

Çüuuşş!

Bizim eşek olsa, laftan anlar, söz dinler ve “Çüş” dendiğinde, dururdu.

Ama şu “ÇÜŞ!” sözünü emir olarak anlamayanlar var.

Bu dünyada hem tarih hem de güncellik olarak “ÇÜŞ” sözünü anlamayan bir devlet varsa o da Rusya’dır.

Bir arada Hitler Almanya’sı, daha sonra Amerika Birleşik Devletleri “çüş” dendiğinde vurdumduymaz havalarına girmiş olsalar da, burunları kırıldıkça akıllanmışlardır.

Helen tutun tuzlu, şekerin de tatlı olduğunu onlar da anladı. “Çüş” demeden de durmayı öğrendiler.

“Çüş” sözü bazı dillerde yoktur. Bizim gibi düne kadar diyeceğim ama bir de bugün bile eklemek geliyor içimden,  eşekle ineği aynı arabaya, aynı sabana koşan halklarda hayvanların hepsi “çüş”un ne olduğunu iyi bilir.

Bizde “kadın ve hayvan dövme” yasağı olmadığından, eşeklerle öküzler “çüşün” “DUR!” olduğunu anlayana kadar çok dayak yemişler, bellerinde kırılan sopaların hakkı hesabı yoktur.

Rus dilinde “çüş” sözü olmadığında, “period” (hadi ileri) politikasını Rus Çarı Dehşetli İvan’ın  (İvan Grozni – 1533 Çarı oldu) bundan altı asır önce Müslüman Dünyası ve İslam’a karşı başlattı.

Tarihin çarkının dönüşünü etkileyen bu olay, Fatihin 1453’te İstanbul surlarını delmesinden tam 100 yıl sonra Kazan Kalesi Surlarının Ruslar Orduları tarafından delinmesi ve Tatar hanlığının 1552’de yıkılmasına isabet eder. Bu olaydan sonra dünyada birçok şey değişti.

Bir defa, Dehşetli İvan Moskova’yı III. Roma İmparatorluğu Başkenti ilan etti.

İki, yeni imparatorluğun simgesi olarak Rus Ortodoks kiliselerinin kubbelerini altın kaplattı.

Üç, hem batı hem de doğu dünyasına egemen olma hevesini duyururken sancağına bir başı Batıya bir başı da Doğuya bakan, dilleri bir karış dışarıda iki başlı kartal nakış etti.

Ogün bu gün bu iki başlı kartal Rus devletinin güç ve niyet simgesidir.

Rusya İmparatorluğu’nun tarihi savaşlar tarihidir. Osmanlıyla da asırlarca didişen ve onu güçsüz düşüren Rus İmparatorlarıdır. Osmanlı Rusya savaşları içinde 1856 Kırım Savaşı ile 1877–78 Plevne Savaşlarının yeri çok önemlidir. Aralarında tam çeyrek asırlık bir ara olan bu iki meydan muharebesi, Rusya’nın Karadenizden sonra daha sıcak olup daha güneydeki Ege ve Akdenizlere inme stratejisinin bir devamıdır.

Plevne Savaşından bir asır sonra yani bugün, biz artık dünya değişir, politikalar değişir, sınırlar yeniden çizilir söylevine karşın, son hamlede yani geçen hafta yapılan bir referandumla Kırım Yarımadasının yine Rusya devlet sınırlarına dahil olduğunu ve Türkiye Cumhuriyet sınırlarını güneyden dolanıp Suriye üzerinden Akdeniz’e çıkıp üslenen Rusya deniz kuvvetlerinin hiçbir top patlatmadan Akdeniz’deki Amerikan filosunu Halaç edip, susturduğunu ve Washington politikasının viraj yapıp gerilemeye başladığını izliyoruz.

Konuşurken artık askerlerinin gözüne bakamayan ve başını ya sağı ya da solla çevirerek konuşan ama kime konuştuğu belli olmayan Başkan Obama “biz Kırım için savaşa girmeyiz” deyiverdi.

200 küsur yıllık bir tarihsel geçmişi olan ABD ilk olarak Rusya tarafından Vietnam’da durdurulmuştu.

Ardından Afganistan Savaşı’nda Amerika Rusya’yı durdurdu.

Bir 50 yıl Yakın ve Orta Doğu dağlarını ve çöllerini bombalayan Amerika, Irak batağından sonra, bu işin içinden çıkamaya karar verdiğinde, tırmanmaya başladığında berelini 21 dolardan aldığı ham petrol için Rusya’ya 150 dolar ödemeye başladığını anlayınca elinde, avucunda ne varsa yitirdiğini fark etti. Gidiş bu gidiş dilini yutmuş olanlara bu gelişmeler ağır geldikçe konuşanlar çoğaldı. İlk önce “tedbir alalım” dediler. Tedbir deyince yiğit olmayanların aklından “karısına kızına” saldırmak geçerken, hırsızların aklına “para” gelir.

Öyle de oldu 13 Rus ve 8 Kırımlının Batı bankalarındaki hesapları donduruldu.

Zaten “insan hakları” ve “demokrasi ile özgürlükler” için başlatılan ve yürütülen savaşların hemen hepsi “ganimetlerin paylaşımıyla” sona erer.

1918’de Birinci Dünya Savaşı Sonrası’nda Pariste toplanan Uluslara arası Konferans’ta ganimet paylaşılmasına ve tazminat talebinde bulunulmasına karşı çıkan ABD Başkanı Wilson’un aklında, “bütün ganimetler benim olacak” saçmalığı olduğu kimin aklına gelebilirdi.

Aklına gelen olsa bile, o zaman Wilson ile bu meseleyi masaya yatıracak yürekli yoktu.

Oysa Wilson’un uykusunu kaçıran, Rusya’nın Korkunç İvan zamanlarından beri ele geçirdiği tüm ganimetleri askeri sanayi ve yeni tür silah üretiminde kullanmasıydı.

 

Ruslar bu planı bu defa tam o zaman gerçekleştiremeseler de, Baba ve Oğul Buch zamanında devlet bütçelerini hep barel fiyatı 21 US Dolar üzerinden bağlayarak, bütçe dışı kalan barel başı 100- 125 US Dolarla geliştirdikleri yeni orta ve uzun menzilli füzeler, radar tanımaz atom denizaltılar ve elektronik savaş araçlarıyla Amerika’ya olduğu gibi, Batı Avrupa’ya da dilini yutturdu demeyeyim ama yutkunmalarına neden olabildi.

 

Rusya’nın askeri üstünlüğünün doğurduğu politika ancak İkinci Soğuk Savaş olabilir. Ben şimdi bu yazımı yazarken, AB devlet ve hükümet başkanları Rusya’ya karşı tedbirleri görüşmek üzere bir araya geliyorlar.

 

Derin düşünüldüğünde ne yaptırımı alabilir ki? Almanya gazından başka hammaddelerinin % 40’ı Rusya’dan alıyor, Finlandiya’nın Rusya ile 1300 km ortak sınırı var, Batı Kıbrıs’ın parası, bankaları, ekonomisi, limanlarının idaresi Rusların elinde, Rusya’nın Finans Merkezi Londra’da, Fransız Bankaları’nın Rusya yatırımları 50 Euro’yu milyarı aşmış, Batı ile Doğu Dünyası iç içe girmiş. Zaten Ukrayna Rus etki alanından koparılıp AB etki alanına geçse bile değişimler olur da, çok fazla bir şey değişeceğini de düşünmüyorum.

 

Bazı dillerde politik, top ve havanın dişil olduğundan olacak, futbol topu her iki kaleye de girdiğinden, hava durumu sürekli değiştiğinden, politikanın da devamlı rota değiştirmesinin kaçınılmaz olduğu anlatılır. Kuşkusuz politikayı değiştirmek için ve savaş yürütmeden yeni ganimetler elde etmek için Batı finans kaynakları Ukrayna’ya büyük paralar akıtmıştır ve şimdiki buluşmalarında akıtmaya devam etme kararı da alabilirler. Fakat en sonunda işlerin çözümü hakikatten demokratik yollarca olacaksa, halkın iradesinin de bir etken olarak dikkate alınması zorunluluğu vardır. Kırım örneğinde, Rusya politikasında da değişiklik izliyoruz. Gürcistan’a bağlı olan Kuzey Osetya ile Karadeniz sahilince uzanan Abhazya’yı askeri güçle ilhak eden Moskova, Kırım’da referandum silahını kullandı. Suriye olayında ise, ABD Akdeniz gücünü saf dışı bırakarak, olayların yönünü değiştirebildi.

 

Evet, bu politik gelişmeler, Bulgar parlamentosunda da “Yaşasın Rusya” bayrağı dalgalanmasına neden oldu. Gazetelerden bazıları sevinçten renk değiştirdi. Fakat son yıllarda Bulgar politik hukukunda sık sık kullanılmaya başlayan “asosiativno mislene” yani emsal göstererek düşünme taraftarları dilini yuttu. Herkesin aklına ilk ve son gelen Kırcaali bölgesi oluyor. Koyu Rusçuların kulis başı olan Sosyalist Parti Başkanı Sergey Stanişev’le, Kırcaali deyince sanki ruhsal dengesi bozulan HÖH Genel Başkanı Lütfü Mestan çatıştılar.  “Politik düşünme tarzında emsal gösterme” konulu sert tartışmada şimdilik durum 0 –  0 (sıfır sıfır). “Her bakıma sözde ortak” olmalarına rağmen, sorun fazla kızışınca ipler kopar tehlikesi belirdi ve bekletiliyor. Başbakan Oreşarski AB zirvesinden dönünce konu Cumhurbaşkanı Plevneliev nezdinde masaya yatırılacak. Belki Başbakan Brüksel’den güzel kokulu yeni politik baharatlar getirir ve kokuşmasın diye dürülüp sarılır.

 

Bu çok kargaşalı ve belirsizlikle belirlenen ortamın içinde içten içe, kıkır kıkır gülen ama güldüğünü ve sevindiğini belli etmeyen bir de yeni Saraylı başı, “fahri” başkan Ahmet Doğan var. Onun hakkında yazılan kitapların hepsinde “KGB – Moskova Ajanı” olduğu yazıyor. Bu gerçeği bir tek göremeyen varsa, o da, bu yılın 23 gününü “Dosya Arşivinde” “Sava” dosyalarının 10 cildini de okumakla geçiren milletvekili Vejdi Raşidov’tur. Yüksek heykeltıraşımız bazı gerçekleri görememiş, çünkü  “biz ortada kazık gibi durup dururken Moskova Ajanı olarak neden Ahmet’i seçmişler” gibi insan içine sığacak ölçülerden çok büyük bir hırsa kapılmış. Bu huzursuzluk onu kemirdikçe kemiriyor ki, 10 ciltten ve 23 günlük çalışmadan doğru dürüst bir cümle çıkaramadı. Biz ise, onu her gün gitsin okusun da o da öğrensin diye, güle güle uğurladık. Şu kıskançlık var ya, vallahi insan düşmanları arasında en büyüklerin devi….

Neyse, gelelim Ahmet Doğan başkana “dilini  yutturana!

Adam bir defa tarihi biliyor. Dedelerinin Kırım Savaşından sonra dört koyunla Karadeniz boyunca yürüye yürüye Dobruca’ya kadar çilesini de unutmamış. Ama asıl bildiği, Kırım Yarım Adasında çıkan kargaşalardan sonra hemen kıvılcımın Balkanlara kaymasıdır. Zaten onu ayakta tutan “kıvılcımın yanmasına,  alevlerin ateşlenmesine” bir sözüm yeter o da dudaklarımın arasında diye herkesi tehdit eden, hep o değimleri olmadı mı?

İşte onun o “BÜYÜK GÜNÜ” geldi. Adaya dalga dalga dalgalanıyor ve Rusya’ya akıyor.

Olaylar şimdilik ona dilini yutturdu. Ama içinden kıkırdamaya devam ediyor.

Devam edecek.

Reklamlar