Dokuz, on, yaşlarında küçük bir kızdım, bir gün anneannemlere misafir gitmiştim, yakın komşuları olan Halaçlar’ın eski evlerinin yanlarında oynarken, anneannem:resmiye-durgut-anneannesi
“Oradaki mezarların üstüne basmayın” diye seslendi. Eve toplandığımızda anneanneme, o mezarların kimin olduğunu ve niçin mezarlıkta değil de orada olduklarını sordum. Rahmetli anneannem şöyle anlatmaya başladı:

-Kızım oradaki her mezarda üçer kişi yatıyor. Balkan harbinde kaçamayıp evde kalan yaşlı erkekleri Bulgar askeri öldürmüş. Asker çekilince, önce kadınlar saklandıkları yerlerden gelip öldürülenleri gömmüşler.

Balkan harbi 1913 yıllarında sona erirken Bulgar asker birlikleri geri çekilirken bizim köylerimizden geçmişler. Şimdi her sene okutulan mevlitlerimiz bu şehit olan köylülerimiz içindir. Allah rahmet eylesin cümlesini.

Dedeler’den, Karamustallar’dan, Amatlar’dan, Hallar’dan, Şerifler’den, Tosçalı’dan sıralayarak geçmişler. Bu cani askerler posta posta geçmişler. Vicdanlı olanları, köylü ne verdiyse almışlar. Ve geriden gelenler, cani ruhlularmış, çalıp çırpanlar, öldürenler, yakıp yıkanlarmış.

Anneannem 1901 yılı doğumlu. Balkan harbinde on iki yaşlarındaymış, rahmetli. Onun babası Osman dede, bir eli sakat bir adammış, tek eli ile çok işler yaparmış. Karamustallar’da yaşıyorlarmış.

Bulgar askerleri köye girdiğinde evde anneannemle ikisi varmış, karısı ve diğer çocuklar tarladaymışlar, onlar oralara, bayıra saklanmışlar.

Ama Osman dede akıllı bir adammış, kaçamayacaklarını anlayınca, anneannemi odaya yatırıp üzerine bütün yorgan, döşek ne varsa yığmış, köşede hava alacak küçük bir yer ayırmış.

Hemen hamur teknesine, bir tekne hamur yapmış ve saç kayasını ocağa koymuş ve kulaç kokusunu duyan askerler, dedemin evine üşüşmüşler. Tabi bütün askerler bir nebze açlar.

Saatlerce kendisine kulaç pişirtirmişler ve dedeme:
“Sen hem yalnızsın hem sakatsın, kulaçlarını aldık hadi canını almayalım” demişler. Onlara yalnız yaşadığını hiç kimsesi olmadığını söylemiş. Askerleri çok sevdiğini ve o yüzden çok kulaç yaptığını anlatmış onlara. Böylece kurtulmuşlar.

Dedeler köyünde, Amatlar köyünde, Hallar’da hep yakaladıklarını öldürmüşler, güzel evleri yakmışlar.

O zamanlar 1913’te, dedem Hafız Muhammed Tosçalı köyünün muhtarı imiş. Çok dürüst ve çok akıllı bir Müslüman’mış. Yeni yaptırdığı köşklü güzel bir evi varmış. Balkonuna oturup köylüye dikiş dahi dikiyormuş.

Köylü, askerin yaklaştığına haber alınca muhtar Hafız Muhammed’in evine değerli eşyalarını alıp gelmişler, hatta tereyağı çömleklerini bile almışlar:

“Sen muhtarsın, sana dokunmazlar diye geldik” demişler.
Dedem:

“Bu gavur, başka gavur, muhtar falan tanımaz, haberler kötü, ben dahi “Keçi Kaya’ya, Kuzgun Kayası’nın altına saklanmalıyız “deyip, köylüyü alıp yola koyulmuş.

Çok yaşlılar:
“Biz yaşlıyız, bize bir şey yapmaz” diye kaçmamışlar. Ellerine beyaz çarşaf alıp (beyaz bayrak) karşılarına çıkmışlar. “Hoş geldiniz, hoş geldiniz” diye karşılamışlar.

Bu askerler insafsız caniler o tatlı yaşlılarımızı hunharca öldürmüşler. Bellerindeki uzun sarıkları birbirlerine bağlayıp hepsini kurşuna dizmişler. Bu yetmiyormuş gibi, bir de süngülemişler.

Şerifler mahallesinde ne kadar pınar varsa hepsinin içine birer ihtiyar teperek, boğmuşlar, bu yetmezmiş bir de sırtlarından süngülemişler. Bu vahşeti görenler, kaçmaya kalkmışlar ama nafile, onları da yakaladıkları yerde canice öldürmüşler. Gençleri göremeyince olanca hınçlarını (öfkelerini) kalan zavallı ihtiyarlardan almışlar.

Bu gözü dönmüş canavar hızını alamamış olacak ki, bütün yeni evleri yakmış, yağmalamış. Dedem Muhtar Hafız Muhammed’in evi de bu yakılanların arasındaymış.

Rahmetli Hafız dedem evinin yandığını görünce çok üzülmüş. Evini yeni yaptırmış, elinde avucunda hiç metelik kalmamış.

Saklandıkları Kuzgun Kayası’nın üzerine çıkıp hep köye doğru bakıyormuş, durumun takibindeymiş. Köy taraftan silahlar patlamaya başlayınca:
“Eyvah, benim evi yaktılar” demiş. Köyden dumanlar yükselince yangının tek evden değil birçok evin yandığını anlamışlar. 1927 sensine kadar muhtarlık etmiş ve aynı sene vefat etmiş.

Tosçalı köyünün Tumba denilen bir sırtı var, o sırta bütün o civardaki yaşlıları toplamışlar bellerindeki kuşaklarından birbirlerine bağlamışlar ve kurşuna dizmişler, bu yetmiyormuş gibi birer kere de süngülemişler, tıpkı Şerifler mahallesinde olduğu gibi.

O evin etrafından bir sürü mezarlar olan ev sahibi Halaç Naim diye bilinen dedenin süngü bacağına gelmiş ve kurşun da kendisine isabet etmemiş. Askerler çekip gidene kadar öylece sesini çıkarmadan orada yatmış. Benim çocukluğumda epey yaşlı idi topallayarak zorla yürüyordu.

Benim çocukluğumdaki Nadiye arkadaşımın dedesi vardı. Sali dede ona Gaban Sali derlerdi çok tatlı bir dedeydi. Balkan Harbinde Sali dede üç yaşındaymiş. Annesinin anlattıklarını bize anlatmıştı. Cani sözde asker, Tumba denen sırta geldiğinde Sali dedenin annesi Keçikaya’ya kaçarken, Kotmaklar’ın evinin arkasındaki bahçesinden biraz yeşil soğan da toplamak istemiş, Sali dede annesi anlamadan askerlerin yanına gitmiş. İki askerin yanına yaklaşmış ve o iki askerden biri Sali dedeyi almış havaya atmış altına da kılıcı çekmiş. Ama diğer askerin vicdanı buna el vermemiş, arkadaşını iterek çocuğu kucaklamış ve yere bırakıp gitmesi için onu kovalamış. İki asker tartışırken çocuk annesinin bulunduğu yere gitmiş. Annesi olup biteni Kotmaklar’ın evinin köşesinden büyük bir soğukkanlılıkla izlemiş. Çocuğu yanına doğru gelince askerlere çaktırmadan çocuğun azını kapatıp Keçikaya’ya doğru kaçmış.

Bütün şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyorum.

 

Resmiye Turgut – Tosçalı Köyü, Kırcaali

Reklamlar