Musa VATANSEVER
Konu: HÖH Oyunundan Kurtulmak Zorundayız.
Yazı ve yorumlarımızdan bazılarına tepkilerinizi gönül hoşluğuyla karşılamaya büyük gayret gösterdik. Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezi (BSAM) görevlilerinden biri olarak, paylaştığım düşünceleri, onlara inandığım için yazdım. Bu, hepinize hizmet sunmak için üstlendiğimiz gönüllü ama ağır bir uğraşıdır. Gecesi ve gündüzü, tatili veya hafta sonu yoktur. Devamlı araştırmak, her teması değerlendirmek, haber ve bilgi akışını izlemek vb gibi fedakârlık isteyen bir yazıp çizmedir.
2003 – 2011 dernekçi birikimimizden sonra, üç buçuk yıllık dur durak bilmeyen çabalamayla ektiğimiz her tohumun biteceğini, boy atıp saracağını, umut kaynağı olacağını düşünmedik. Yanılmışım, gençler bizi arıyor, akın akın yanımıza geliyor. Zor bir iş bizimki, dünya tarihinde daha önce hiçbir yerde ve asla yaşanmamış – sosyalist toplumdan kapitalist üretim tarzına yani karşıdan karşıya “aldatılarak, gözleri bağlı olarak geçirilmek istendiğinize” dikkatinizi çektik. Bu yolda birçok tuzak olduğuna, bu gidişin tehlikeli olduğuna, sonumuz olabileceğine işaret etmek istedik.
Bu arada, ana uğraşı hedefimizde sivri oklarımızın hedefinde Bulgaristan Türk ve Müslümanlarının politik yönetimini üstlenen HÖH-DPS lider ekibi var. Öncelikle de tuzak hareketin kurucu başkanı ve şimdiki fahri Başkanı, artık korumalı saraylara, zırhlı araçlara gizlenen Ahmet Doğan var.
Bu arada eski bir Türk ispiyoncusu olan ve iki yıl önce kulistekiler tarafından DPS Başkanlığına atanan Lütfü Mestan hedefimizin 10 numarasıdır.
Onun etrafına topladığı oligarşik tayfanın halkımızı ezdiğini, totaliter düzeni sürdürmeye gayret edenlerle birlik olduğunu, hain zihniyetli olduklarını açıklamaya çalışıyoruz. Parlamentodakilerin sahtekâr ve ikiyüzlü olduğunu anlatırken perdeyi ve maskeyi indirmeye çalışıyoruz.
1989’un 10 Kasımı’nda tüm Müslümanlar da aralarında, Bulgaristan demokratik güçlerinin, öncü aydınlarının, Türk ve Müslüman dostlarının aldatıldıklarını her fırsatta yazdık. Bizdeki demokratikleşmenin sahte olduğunu her fırsatta vurguladık. Halkın gözünü boyamak için şekilsel, göstermelik değişiklikler yapıldığını anlattık. Bizdeki totaliter özün korunduğunu açıklamaya çalıştık.
Şu dönem çok güncel olduğu için işaret ediyorum. Bütün demokratik yenilenmelerin (reformların) esasında öncelikle köklü anayasa ve yasal değişiklikler, yasama, yürütme ve yargı sistemlerinin, adalet anlayış ve yapılanmasında yargıçlarla savcıların birbirinden ayrılması, adalet makamının bağımsız ve tarafsız olması gerektiğini defalarca gündeme getirdik. Olmadı da olmadı demek istemiyorum, çünkü 26 yıldan beri bu işler belirsiz bir süreye erteleyenler artık masa etrafına toplanmaya zorlanıyorlar. Halkın gözünü açtığı gün geldi.
Evet, siz şimdi, bu uğraşılarımıza tüm tepkilerinizde altını çizdiğiniz gibi, YAZDIKLARINI HEPSİNİ BİLİYORUZ, diyeceğinizi de biliyorum.
Şunu sormak istiyorum: Yalnız bilmek yeter mi? Bilenler bilmeyenlere anlatıyor mu? Hepimiz aynı fikirler etrafında ne zaman birleşeceğiz!
Geçen hafta çok güzel bir haber aldım, İzmir’de BULTÜRK yayınlarından Bulgaristan Türklerinin Sesi Gazetesinde çıkan yazılarım üzerine, bizim dilimizde TARTIŞMA (müzakere etme) dediğimiz, günümüz değimiyle FİKİR FIRTINASI yapmışlar. Aradı hemşerilerim. Sağ olsunlar. Çok etkilendim ve bu yazılarımı okuyanlar olduğunu duymak beni çok mutlu etti.
Soydaşlarım diyorlar ki, Bulgaristan Türklerinin, tüm Müslümanlarımızın “aldatıldığını, tuzağa düşürüldüğünü, uyutulduğunu yazıyorsunuz, siz hakikatten bu işleri böyle mi anlıyorsunuz?” Biz buraya göçeli çeyrek asır oldu da, ruhumuz, aklımız orada kaldı. Dönen dolapları bilmek istiyoruz! BUnları da sizlerin sayesinde www.bghaber.org sitesinden ve BULTURK gazetesinden öğreniyoruz.
Üçte biri ömürlerinde bir tek kitap okumamış, üçte ikisinin evinde bir kitap olmayan, % 90’nı günlük gazeteye bakmayan Çingene kardeşlerimizin de kolayca anlayabileceği bir şekilde, örneğin bir fıkrayla anlatınız da, şu Hak ve Özgürlükler (DPS) meselesini bir daha tartışalım, çünkü Çingeneler oylarını birkaç defadır bu partiye veriyorlar.
Bizi ilgilendiren şöyle bir sorun da var.
Nasıl oldu da daha 4 Ocak 1990’da Varna’da hemşerimizin evinde yapılan HÖH kurucu toplantısında tongaya düşürüldük? Hazır bulunanlardan herhangi biri neden yapışmadı hain Ahmet’in yakasına? Yaptığımız toplantıda bol bol çay içtik de, bilgisizlik sisi kalkmadı. Birçok sorun yanıtsız kaldı. Ardımızda önümüzde dönen ve artık uykumuzu kaçırmaya başlayan zincirleme karanlık olayları anlaya-bilmemizde bize yardımcı olunuz lütfen!
Yazarın işini kolaylaştıran okurlarının anlatılanı hala anlayamamış olmasıdır.
Doğrusunu bilmek isterseniz, biz de bize atılan kazığın şekli şimalini birden anlayamadık. Yıllarımız toplantılarda didişerek geçmedi mi? Göz göze kavgalarda süzülmedik mi? İlginize sevindim. Yazımın “bghaber. org” dışında BULTÜRK yazılı yayınlarında da yer almasında ısrar edeceyim ki, ellinizde bir şeyler olsun.
Sizlere, sorularınıza toplu cevap olabilecek, memlekette anlatılan öykülerimizden birini seçtim:
Yılan Yutmuş Adam
Akıllı bir yolcu, atına binmiş gidiyordu. Yol kenarındaki bir ağacın altında uyumakta olan bir adam gördü. Tam yolcunun geçtiği sırada küçük bir yılan, uyumakta olan adamın ağzına girmek üzereydi.
Akıllı adam, yılanı ürkütüp kaçırmak, böylece uyuyan adamı kurtarmak için atından atladı, fakat yılana engel olamadı.
Hemen bir karar vermesi gerekiyordu.
Kısa bir süre düşündükten sonra eline geçirdiği kalın bir dal parçasıyla uyuyan adama birkaç defa vurdu.
Uyuyan adam, aldığı darbelerin etkisiyle yerinden fırladı. Karşısında elinde dal parçası kendisine vurmaya çalışan biri olduğunu görünce koşarak kaçmaya başladı.
Öbür adamsa hemen atına atladı ve kaçan adamın peşinden gitti.
Şaşırmış ve korkmuş vaziyette kaçan adam, can havliyle yaşlı bir elma ağacının altına sığındı. Gücü tükendiğinden orada soluklandı.
Atlı da az sonra o ağacın altına geldi.
Atlı adam korkuyla kendisine bakan adama, yerdeki elmaları gösterdi.
- Çabuk şu elmaları ye! Yoksa seni çok fena döverim!
Diğer adam şaşkındı ve olup bitene anlam veremiyordu. Ama çaresizce isteyeni yaptı. Onlarca elmayı mideye indirdi. Bir süre sonra o kadar çok elma yemişti ki midesi artık daha fazlasını almayacak kadar şişti.
Adam yalvarmaya başladı:
- Ben sana ne yaptım? Bana ne kastın var? Niyetin beni öldürmekse,
işi uzatma. Kılıcını vur da kanımı hemen dök! Yoluma nerden çıktın keşke seni karşılamasaydım.
Adam, atlıya daha nice kötü sözler söyledi. Fakat atlı onu dinlemedi.
Daha fazla elma yiyemeyecek hâle gelen adamın sırtına elindeki soyayı indirip,
- Şimdi koşmaya başla, dedi.
Adam yediği sopanın etkisiyle perişan, rüzgâr gibi koşmaya başladı. İkide bir yere kapaklanıyordu. Sonra kalkıp yine koşuyordu. Karnı yediği elmalardan dolayı şişmiş, koşmaktan halsiz düşmüştü. Ayağı ve yüzü yara bere içindeydi.
Atlı, adamın bu haline aldırış bile etmeden onu akşama kadar koşturup durdu.
Sonunda adamın midesi bulandı, iki dizinin üstüne çöküp kusmaya başladı. Tabii yenikleriyle birlikte içindeki yılan da dışarı fırladı.
Adam, yılanı görünce gözleri hayretle açıldı. Bütün gün çektiği sıkıntıların hepsini bir anda unuttu.
Öfkelenip durduğu kişinin gerçekte ona yardım etmeye çalıştığını anlamıştı. Ona söylediği kötü sözler için utandı. Atlı yolcuya gülümseyerek baktı ve dedi ki:
- Sana rastladığım an, ne kutlu anmış meğer. Sen bana yeni bir can
bağışladın. Sen beni analar gibi ararken, ben senden eşekler gibi kaçtım. Ne akılsızmışım. Başıma geleni bilmediğim için bir de sana sövüp saydım. Niye bana söylemedin?
Atlı, bu soruyu şöyle cevapladı:
- Eğer sana durumu söyleseydim korkudan ödün patlardı.
Yılandan önce korku seni öldürürdü.
Dertten kurtulan adam atlıya hak verdi.
- Allah senden razı olsun. Seni mükâfatlandırsın. Benim sana borcumu ödemeye gücüm yetmez, dedi.
Evet, öğreticiliğine inandığım öykümüz bu.
Hikâyede uyurken ağzına yılan giren adam BULGARİSTANLI TÜRKLER VE TÜM MÜSLÜMANLARIMIZDIR, SOYDAŞLARIMIZDIR.
Atlı, 1989’da ve daha sonra Türkiye’ye sığınmak durumunda kalan bilge aydınlarımız, deneyimli arkadaşlarımız, gün- gece çabalayan, yazan çizen, gazete ve kitaplar çıkarıp dağıtan, toplantılar yaparak biz uyurken koynumuza sokulan, 1990’da küçük olan ama şimdi sırık kadar olan “yılanı” – HÖH-DPS partisi yönetimini kast ettik. Evet, gerçek ATLI soydaşlarımıza gerçek durumu anlatmaya çalıştığı için kendisine küfredilendir. Uğraşılarımızın hedefinde, size “koynunuzda yılan besliyorsunuz” demeden birlikte uyanmak, dirilip ve başımıza sarılan dertlerden cümlemizin kurtulmasına yardımcı olmak, yol göstermektir.
Biz birlik olup bunu yapamazsak, koynumuzdaki yılan – HÖH-DPS tuzağı memleketimizde Türkleri, Türklüğü, Müslümanlığı ve hepimizi bitirecektir.
Anlatması bizden anlaması sizden! Öyküde sözü edilen kurtuluşun ne kadar zor olduğunu gördünüz. Başınızda sopalı atlı yok. Ama önümüzde bilinçlenme, çelikleşme ve dirilme yolu var.
Okuduğunuz için teşekkür ederim.