Ünal GAZİ
Orta sınıfın olmaması toplumu ve devleti kırılgan yapıyor.
Bulgar’da Cumhurbaşkanı için yapılan ve oy verip katıldığımız birinci turda General Rumen Radev’in, Meclis Başkanı ve Bulgaristan’ın Avrupa Gelişimi için Vatandaşları (GERB) partisi adayı Bayan Tsetska Tsaçeva’yı 4 puan geride bırakarak, oyların da % 25,45’ini alarak ikinci tura adımlaması hepimizi düşündürdü.
Giriş
General Radev, iki ay önce Bulgar siyasetine yabancı biri olduğu kadar, 2 adet “Mig 29” jetimiz olan memleketimizde bir askeri pilot olarak da bilinen biri değildi. Ve biz siyaset içinde bir araba sürer gibi ilerlerken dikiz aynasında kendisini görememişiz ya da “ölü açı” dediğimiz, gözetlemenin mümkün olmadığı yere gizlenmiş olacak ki birden yol kesip siyasetin normal akışında kazaya sebep oldu.
Normal Batı ülkesi olabilmemiz bir emeldir.
Bu kaza geçen yıldan beri iktidarda bulunan merkez sağ güçlerin ve toplumun “Normal Batı Ülkesi” olabilme planlarını suya düşürdü. Bulgaristan orta sınıfı (esnaf katmanı, güvenli geçim kaynaklı orta katmanı) olmayan bir ülkedir. Toplum sefiller çizgisi altına yayılmış çok geniş bir alt katman ile meslek sahipleri ve yüksek öğrenimliler in oluşturduğu hareketli bir aydınlar tabakasından oluştuğundan dolayı bir gün ve gecede renk değiştirebiliyor. Bulgar iletişim ortamında bu defa-ki renk değişikliği maviden kırmızıya dönüş şeklinde tarif etti.
Ortak fikirde buluşalım.
13 Kasım (Pazar gün) ikinci tur yapılacak. Kendini zorlama “Perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” diyenlere itirazım var. Çünkü Bulgar toplumu 1991’de Demokratik Güçler Birliği’nden bir avukat olan Filip Dimitrov’u yine böyle sihirbaz çantasından çıkarır gibi çıkarıp Başbakan yaptı ve o devlet ve kooperatif mülkünü “özelleştirme” düğmesine basınca tüm toplum tosladı. 2001’de Madrit’ten gelip parti dahi kurmadan Başbakan koltuğuna oturan Simeon Sakskoburggotski de “tüm sorunlarınızı 830 günde çözeceğim” dedi ve aç kalan milletin son gömleği sırtına yapıştı. Bu işler böyle olduğundan ve vatandaş devlete dilenci durumunda olduğundan, biz ekmek teknemizi Rodop Bayırlarından Almanya’nın Türingen Dağlarına taşımak zorunda kaldık. Ben vatanımdaki kardeşlerimden farklı düşünmek istemiyorum.
Pazartesi sabahı Sofya gazeteleri “Kısmet ve Kırık” başlığıyla çıktı. Burada “kısmet” sözü General Radev, “kırık” da Bayan Tsaçeva için kullanılmıştı. Bulgaristan’da son durumun en ifadeli bir şekilde 2 Türkçe sözle ifade edilmiş olması beni sevindirdi. Fakat ben bu olayı yine dikiz aynasına bağlayarak, hiç bir şeyi tesadüfe bırakmamamız gerektiğini ve ikinci turda bu iki sözümüzün yer değiştirmesi gerektiğine kesin inanıyorum.
Düşündüklerim şunlardır.
Okuduğum kitaplar hep “devrimler diktatör doğurur” demiştir. Sahneye birden bire bir generalin çıkması, popülizm üzerinden oy toplayıp biçip kesmeye başlaması camdan evde oturan birinin başkasının evini taşlamaya başlaması gibi bir şeyleri andırdı. Tansiyon birden bire yükseldi. “İstifa”, “erken seçim” ve “işlerin düzeleceği” gibi sözler kapı çalan kışı düşünenlerin fikirlerine kelepçe vurdu.
Bulgaristan’da totaliter baskıcı ve zulüm eden rejime karşı saldırılarımız, rejim değişikliği kavgamız 1975’te Helzinkli Nihai Belgesi’nin imzalanmasından ve sivil toplumdan söz edilmeye başlanmasından sonra kabardı. Bu mücadelemizin hedefinde öncelikle Anayasa değişikliği, hak ve özgürlüklerimiz ve adil ve demokratik bir toplum vardı.
Anaya değişikliği 1992’de gerçekleşti. Bulgar tarihinde ilk kez güçler dengesi dağılımı sağlandı. Fakat biz bugün de Bulgaristan Cumhuriyeti bir hukuk devletidir diyemeyiz. Hukuk devleti “hukukun üstünlüğünü tanıyan” bir sosyal düzendir. Bizde bu henüz sağlanamamıştır. Tamamen adaletsiz olan totaliter komünist düzenden bir sıçramada, hele de geçiş döneminde adaletli, insan haklarına saygılı bir düzene geçilmesi olanaksızdır. Arkada kalan 26 yıl bunu hepimize gösterdi.
Amacımızda “Normal Batı Devleti” olmak var.
İngiliz başbakanlarından Margaret Thatcher “Devlet Adamı Olma Sanatı” başlıklı kitabında eski toplum düzeni yeniden yapılandırılmadan, dönüşüm gerçekleştirilemez dedikten sonra aşağıdaki özelliklere bağlı kalınmasında ısrar ediyor:
- Hukukun üstünlüğünün sağlanması; yasal düzen kurulması; güvenlik ve adalet;
- Kartel ve tekellerden bağımsız, özel mülkiyet ve serbest pazar ekonomisinin güvence altına alınması;
- Bütün ülkede aynı devlet düzeninin üstünlüğünün sağlanması: vatandaşların yerel ve iş kolu derebeylerinden, sömürgecilerden ve talan çetelerinden korunması;
- Fikir, basın yayın özgürlüğü ve iletişim araçlarının iktidardan ve büyük para babalarından bağımsızlığının güvence altına alınması;
- Toplumsal ve kişisel refah ve ilerleme için ortam oluşturma: eğitim sistemi, sağlık, istihdam, sosyal güvence, dayanışma kurumlarının mutlaka yaşatılması.
Thatcher’e göre Batı olmanın en büyük özelliği hukukun egemenliği altında bulunan serbest Pazar ekonomisidir. Hukukun üstünlüğü ilkesi bozulan her toplum çökmeye mahkûmdur. MÖ I. yy’da kurulan ve 4 Eylül 476’da çöken Roma imparatorluğu yıkılışından sonraki ilk kuşakla tüm değerlerini kaybetmiştir.
Aynı şeyi bin yıl sonra yani 1453’te Osmanlı İmparatorluğu’nun 7. Padişahı II. Mehmet’in İstanbul’u fethiyle yıkılan Bizans İmparatorluğu da yaşamıştır. Fakat bizde artık 27 yıl geçmesine rağmen demokrasi kılıfı içine giren totaliter hukuksuzluk henüz yok olmadı, kanunsuzluklar mevzilerinden geri adım atmıyor.
En parlak örneği rüşvet olaylarıdır.
Totaliter kadroların demokratik yapıda yaşadıkça büyümeleri ve palazlanmalarıdır. Fakat bu yolda yürüdüğümüzü kanıtlayan çok örnekler var. Soruyorum: Şimdiye kadar sivil toplumda hiçbir görev almamış, bir iş yapmamış, tek sorun çözmemiş olan General Radev ansızın önümüze çıkıp seçim kazanınca bizi totaliter komünist yasasızlıklar ve keyfi uygulamalar inine geri götürmesin? Tanımadığımız birine nasıl güvenelim?
26 yıldır yerinde sayıyoruz.
Bizim memleketimizde hukuk reformu, diğer Doğu Avrupa ülkelerine göre zaten çok geri kaldı. Sosyalist Bulgaristan’dan kalan bütün paraların suyu çekildi. İşletmeler hurdaya çıkarılıp satıldı. 15 bin sanayi tesisinden işler durumda ancak 1000 adet kaldı. Tarım tamamen çökertilmiştir. Talan edilen devlette yargılanıp içeri atılan yok gibidir. Bu çöküşün ana nedeni hukukun üstünlüğü olmamasında ve adalet sistemini doğru dürüst çalışmamasında gizlenmiyor mu?. General Radev bu konuda ne düşünüyor? Adalet “kötüleri yargılamak ve huzurlu düzen sağlamaktır.” O bunu yapmaya hazır mıdır? Etniklere eşit adalet konusunda ne düşünüyor?
Bu bakıma, GERRB partisinin Cumhurbaşkanı adayı hukukçu Bayan Tsaçeva’nın köklü bir adalet reformu yapmak için Cumhurbaşkanı yetkilerini kullanma niyetini açıklaması, ikinci turda seçmenin bakış açısını değiştiren en güçlü etken olacaktır.
Başımıza gelenleri dikkatte alırsak ve (sosyalist) komünist toplum düzenine zalimlikler rejimi desek, burada demokrasiye ve dolayısıyla çağdaş uygarlığa (medeniyete) geçmenin ne kadar zor olduğunu kendi sırtımızda yaşıyoruz. Bu konudaki fikrimi açıklarken Polonya’nın geçiş dönemi reformcularından Leşek Balsaroviç’ten bir alıntı sunuyorum:
“İçi balık dolu bir akvaryumdan balık çorbası yapmayı herkes bilebilir. Fakat bir balık çorbasından içinde balıklar yüzen bir akvaryum yapmayı bilen yok.”
Yine 1990’larda M. Thatcher komünizmden demokrasiye geçiş bir perdelik ve kolay oynanan bir oyun değildir, derken yukarıda işaret ettiğim eserinde şöyle yazar: “Burada sorun yalnız ekonomi siyasetini değiştirmekle bitmez. Her kişinin siyasi ve manevi değişim geçirmesi de zorunludur.”
Soruyorum: General Radev’in sivil hayatta 4 günü yokken bu değişimi nasıl, nerede ve ne zaman geçirmiştir ve kendisi değişmemiş olan bir subay, topluma örnek olabilir mi?
Geri adım atmak tarihe gömülmektir.
Şu özelliğe de dikkatinizi çekmek istiyorum. Büyük düşünürlerin eserlerinde, “Demokrasi yolunda atılan her yeni adımdan hemen sonra, hele yeni toplum düzeni beklendiği kadar iyi kavrandığında ani gerileme yani geri adım atma gelir.”
Acaba biz huzursuz ve zorlanan tabanın ve seçenek göstermede zorlanan liderlerin durgunluğunda, ansızın ortaya çıkan Gen Radev örneğinde böyle bir ürkme ve gerileme olayı mı yaşıyoruz? Tarihte benzer olaylar yaşanmış ve gerileyen toplumlar tarihin hendeğine devrilmiştir. Mesela Napolyon ilk saldırıda iktidar koltuğuna oturmakla taçlandırılanlar hakkında şöyle demiştir: “Süngüyle iktidar olmak koyladır, fakat sonra süngülere oturup da yönetmek zordur!”
Gelişmeler bir asır öncesini çağrıştırıyor.
Şöyle bir noktaya da dikkatinizi çekmek istiyorum. Aynı eserinde M. Thatcher 1992’de şöyle diyor: Demir perdenin ardından baş gösteren Avrupa’da 1914 ile 1939 yılları arasındaki Avrupa’nın karakter çizgilerini görüyorum: “etnik kavgalar, sınırlara çit gerilmesi, sınırların değiştirilmesinin istendiği, solda ve sağda siyasi aşırılıklar, milliyetçi hortlama ve ekonomik olarak geri kalmışlık.” Buna Doğu Avrupa ülkelerinin ekonomik ve kültürel gelişmişlik bakımından birbirinden faklı düzeylerde bulunduğunu ve kimilerin toparlanamadığını, Çekoslovakya ve Yugoslavya gibi ülkelerin parçalandığını da eklemeliyiz.
Bulgaristan’da faşizan güçlerin toparlanması da 1933-34 Almanyasını çağrıştırıyor. Zaman bölünme zamanı değil toparlanma zamanıdır.
Aslına bakılırsa uygarlık olduğu gibi demokrasi de soyut olgulardır. Fakat kendiliğinden oluşmazlar. Onlara erişilmesi ve onların ayakta tutulmasına büyük halk kitlelerinin inanmış, kararlı, sistemli ve uzun süreli çaba göstermesi gerekir. Cumhurbaşkanı adayı Gen Radev bu çabaları sürdürme davasında var mı?
Üç ana dayanak:
Dikiz aynasında göremediğimiz ve birden bire Bulgaristan Cumhurbaşkanı olmak isteyen Gen Radev’e 13 Kasım 2016 (Pazar) günü oy vermezden önce, demokratik toplumun 3 ana direği olan, YASALARIN ÜSTÜNLÜĞÜ VE HUKUK DEVLETİ.
Yalnız demokrasi değil, DEMOKRATİK TOPLUM DÜZENİ kurulması ve
SİVİL TOPLUMUN güçlendirilmesi konularında görüşlerini işitmek isterim.
Biz Bulgaristan’da Avrupa Birliği (AB) üyesi olsak da, Batı ülkelerinde sivil toplum birkaç yüzyıl önce oluştuğu ve hatta doğanın bir parçası haline geldiğinden ve bizde ise henüz mayalanamadığından dolayı sorun yaşıyoruz. Bulgaristan’da demokrasinin temel taşları olan sivil toplum örgütler, dernekler, vakıflar, kulüpler hele etnik azınlık bölgelerinde “can çekişen ve ölümü bekleyen kuruluşlardır” toplumsal dinamit durumunda olduklarını söyleyebilmek zordur. Evet, 2013-14’te bir hareketlenme oldu, fakat emellerinden hiç biri gerçekleşmedi. O meydanları dolduran göstericilerin temsilcileri bugün bakan bile olsalar reformlardan hiç biri sivil toplum örgütlerinden güç alarak kök salamıyor.
Bu bakıma Bulgaristan’ın AB ve NATO’ya güveni de yüzde yüz olmamalı, çünkü biz bu örgütlere sanki misafir olarak davet edilmişiz ve elimizde hiçbir şeyin “tapusu” yoktur.
Sivil toplum örgütleri ve demokrasi:
Bu olayı şöyle noktalamak istiyorum:
SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERTİ BİR TOPLUMUN TOPRAĞIDIR. DEMOKRASİ İSE BU TOPRAKTA YETİŞEN AĞAÇTIR. SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ YANİ TOPRAK OLMADIĞI YERDE DEMOKRASİ OLMAZ.
Ben Almanya’da serbest vaktimi bu konuya ayırıp, karşılaştırmalı analizle, düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Doğrusunu isterseniz, General Rumen Radev Bulgaristan toplumunun dikiz aynasında yoktu ve ölü bir noktadan çıktığı için gözüm tutmadı.
Yazıma yer verirseniz önceden teşekkür ederim.
Bir sonraki yazımda: HENDEN İNSANI ÇEKER konusunu işlemek istiyorum.
Arkadaşlarınıza paylaşırsanız memnun olurum.
Sağlıcakla kalınız.