Tarih: 18 Ocak 2019
Hazırlayan: Filiz SOYTÜRK
Konu: Nazım Hikmet 117 yaşında. Anılar Konuşuyor.

Geçen asrın tam ortası …

Bulgaristan Türk’ünün göç ve kalım arasında tereddüt ettiği günler..
Sene 1951, aylardan Ağustos-Eylül Deliorman ve Dobruca ulu şair, mülteci Nazım Hikmet’i karşılamaya hazır oluyor. Okullarda çocuklara onun eşsiz şiirleri ezberletiliyor. Daha Yaz mevsiminin hüküm ettiği bir eylül günü, uzun boyu ile mavi denizi andıran gözleriyle, asrın dev adamı o zaman ilçe merkezi olan Dulovo”ya ermişti. Büyük bir kalabalık ve yerel yönetmenleri önderliğinde coşku içinde onun Türk halkına hitap içerikli demecini derin sükûnet halinde seslenmekteydi. Ona doyum olmuyordu. Ama ne yazık ki, şairi başka ilçe ve köylerde de sabırsızlıkla bekliyorlardı. Tam vedalaşırken Nazım’ın bir sorusu, günün programını alt-üst edivermişti. Neydi o soru?
—Hey soydaşlarım, bize burası edasıyla “Çakıcı dağdan iner” türküsünü söyleyecek birisi yok mu?-der.
Hemen cevabını orta yaşlı bir yerlisinden alır.
–Var öyle ses, öyle nara ki, doyamayacaksın başka türkülerine de. Ama onu seslemek ve tanışmak için aşağı-yukarı on beş kilometre bir mesafeyi geçmemiz gerekiyor. Kendisi Doğrular (Pravda) köyünden, ismi Elman ama Kayış Elman diye anılıyor…
İşitir işitmez dev şair hiç tereddütsüz hemen keser sözünü:
–Haberimi hem ona, hem oralara iletin, yarın oradayım!
Haber yayılır etraf köylerine. Ertesi gün güneş doğar doğmaz Pravda köy merkezi tıklım tıklım insanla dolar. Ağaçlar bile salkım saçak insan vücutları ile yüklenir..
Tarih tam 17 Еylül 1951.
Ünlü şair, siyasi mülteci merasim için özelden yapılan sahneye çıktığında gök ve yer alkışlarla çınlar. O koca ellerini havada selâm misali savurduğunda daha da çok coşar halk. Ama “Soydaşlarım“ diye bağırarak demecine başladığında etrafı acayip bir sessizlik alıverir.
–Soydaşlarım, arkadaşlarım, göç etmek istiyormuşsunuz. Ama biliyor musunuz ki göç harple bire bir. Ölüm kalım mücadelesidir. Ateşten gömlek giymek misalidir. Yüzyıllarca dedelerimizin dedelerinin dedeleri yaşamış buralarda. Sayısı bilinmeyen nesiller sıralanmış. Onun için buraları terk etmeyi, hele de unutmayı kolay sanmayın. Ben bunun canlı örneğiyim,bu durumu bizzat yaşamaktayım…
Derken o devin maviş gözleri doluverir, dudakları titremeye başlar.
Sonraları kendini toparlayıp demecine devam eder. Bitirdiğinde ağır adımlarla sahneden inerken gür sesler ve coşkulu alkışlar insan denizini dalgalandırır. Uzun kollarını uzatığı kadar uzatır, iri elleriyle ekseriyetle ihtiyarlarla tokalaşır, kimilerini ellerinden öper. Çocukları kucağına alır ve okşar.
Saygıdeğer dost ağabeyim, Mümün Kara halân unutamıyor babasının kucağındayken, şairin onun yanağına makas attığını ve eğilerek öptüğünü.
Sonraları kabile henüz yeni kurulmakta olan kooperatif avlusuna yönelenir. Orada onu başbakan Kütüp Mehmet ve halk ozanı Mehmet Con’la büyük bir grup sevgiyle karşılar.
Sonra halk düğünlerinde ün salmış kır koşu atı ve yavrusunla tanıştırılır. Bu anı tarihleştirme misali yavru ata Nazım Hikmet”in Türkiye”de babasından ayrı kalan oğlu Mehmet”in adı verilir. Büyünce de çok seneler Deliorman’da başarılarıyla ün salar.
Öğlen biraz geçtiğinde orman kenarında sofralar kurulur. Bol yemekten sonra içkiler içilir ve onlarla beraber şairin eşliğinde meşhur rumeli türkülerimiz tüm Deliorman ve Dobruca’yı çınlatır. Tabi ki,bura ziyaretin sebebi olan Kayış Elman da “Çakıcı dağdan iner” ve zevkle dev ozanın gözlerine bakarak söyler. Nakaratlarda Bosna köyünden Duduş Mahmut eşlik eder.
Köydeşlerim o tarihsel günden sonra, evlerinde, sokakta, düğün-dernek ve bayramlarda hep Nazım”ı hasret ve sonsuz sevgiyle anarlar.
Hele de Rafet (Huriyet) belbere sarılmasını, göğsündeki sahte de olsa takılı medalları görünce…
Ya da Eyup pehlivanın ak sakalını saygıyla sıvazlanmasını. Herkesler etraftan olanlar dair, O’na tutkun kalırlar.
Ne mutlu bizlere ki, o kaca çınar,barış elçisi, dev şair köyümüzün havasını solumuş,suyunu içmiş, ekmeğini yemiş, hitap etmiş.. O ölemez! Şimdi de bizimle yaşıyor!
Gelen nesillerle de yaşayacaktır! Kaleme alan: Habil (Mümün) Kurt

Reklamlar