hamiyet-cakir Hamiyet Yıldırım ÇAKIR

Konu: Çocukluğumdan aklımda kalan bir masaldan esinlenerek yazdım bu yazımı.

Cumartesi akşam, toplanmışız M.Erbil’in “Çarkı Felek” programı dönüyor duvarda, yarışmacı oğlanın Varna’da okudum sözleri, kulak perdemi açtı. Başımı çevirdim, Ersin isminde bir genç, sesli ve sesiz harfler arasında ayrım yapamıyordu.

Sunucu, “Nerede okudun?” sorusunu yineledi.   “Bulgaristan’da, Varna’da!” cevabını alan Erbil, kendi usulünce “Dobrovski” sayfasına geçti, bildiklerini döktükten sonra, “Sen Bulgarca biliyor musun?” sorusunu sormaktan kendini alamadı.

Balgarski razbiram.” (Bulgarca biliyorum) yanıtını alınca, o dalgasını geçerken, Bulgar dilini bilen cümle alem, 5 sene Varna’da okuyan Ersin’in Bulgarca bilmediğini hemen anladı. Çünkü Bulgar dilinde söz dizimi dilimize göre terstir ve onun “Az razbiram Bılgarski” yani (Ben biliyorum Bulgarca) demesi gerekiyordu.

Olabilir ya bu inceliğin de farkına varan zeki sunucu hemen yapıştırdı: “Sen liseden sonra mı gittin Varna’da yüksek eğitim almaya?” Gelen şimşek cevapsa herkesi pes etti: “Ben lise okumadım!” dedi Ersin.

Kasnak vuruşları hep belden aşağı olan usta sunucu “anlaşılmayan bir şey kalmamıştır” anlamında kaş göz işaretleriyle olayı müzik ve alkış tufanına boğdu, ama ben gibi seyirciler donup kaldık.

***

İstanbul’a geldiğimiz yıllarda lise çağındaydım. Otobüsten Beyazıt’ta indiğimizde annemi elinden çeker, ne yapar yapar “Çemberli Taş”taki Türk Kültür Merkezi’nin yanından geçirken duvarlara asılmış afişleri okurdum. Bir defasında bu afişlerin birinde lise diploması olmayan gençlerin de Bulgaristan Yüksek Enstitülerinde ve Üniversitelerinde okuyabileceğini okumuştum. Afişte yıllık ödenekler vardı. O zamanlar cebimiz boş olduğundan Dolar üzerinden fiyatlar aklımda kalmamış.

***

Mehmet Erbil’in kamuoyuna tanıttığı Ersin siması, ana ve ilkokulunu özel okulda okumuş, FETÖ kayığına atlayıp gençliğini Varna’da yaşamış, askerden kaçmış, vatan sevgisi üstüne yalnız dalgalarla konuşmuş ve sonunda sesli ve seslileri birbirinden ayıramayan, dış ülkeden yüksek lisanlı bir parlak Türk genci olmuş.

***

Hangi düğmeye bastığıma bakmadan kanaldan kanala zıplarken Türkiye Başkanımız Sayın R. Tayip Erdoğan’ın aynı saatte “ATV ve a haber” e konuştuğunu görünce durdum. “Bize bu FETÖ işini 20 sene önce anlattıklarında kulak asmadık” diyordu. “Virüsten tümör olduğunu, metastaz ettiğini, kim o-tedavi ve radyo-tedavi yapacağız,”diye içine düşülen bir çaresizlikten söz ediyordu.

***

Ersin takıldı aklıma. Ayın on dördünde bir oğlan. Parlak bir kader yaşıyor. Türk milletinin istikbali için dudağında, gözünde, kulağında, kalbinde olan o tedavisiz tümörün Türk halkının istikbali için ölümcül olduğunun farkında bile değil. Hatta o bu parlaklıyla gururlanıyor. Sessizlerle seslileri birbirinden ayırt edememesi onun için hiç de önemli olmamış ve bugün değil. Yüzde yüz Varna’da derse girmeden, Bulgar dilini öğrenmeden, hatta hocalarının ismini bile öğrenmeden satın aldığı diplomasını YÖK’te onaylatmış ve Ankara’da Bakanlıklardan birinde MÜSTEŞAR yardımcılığına başvuru yapmıştır.

****

Bu olay kalbimi cızlattı. Yaktı demiyorum. Kucaklamak istediğimiz gerçeklerin kalbimi sıkması çok acıtıyor.

1600’lerde hiç kimsenin hatırını kırmamak ve amansız eleştirdiği insanların hep dostu kalmak için olayları hayvan ve haşarat hikâyeleri ile anlatan unutulmaz La Fontaine’yi ve onun “Kırlangıç ve Küçük Kuşlar” eserini hatırladım. Ders verici yanı yürekler yakıyor.

***

Kırlangıç ve Küçük Kuşlar

Akılı oluşuyla ünlü bir kırlangıç varmış. Bir gün bu kırlangıç, köylünün birinin tarlasına kenevir tohumu ektiğini görmüş. Kırlangıç, küçük kuşları çağırıp “bakın bu adam sizin kuyunuzu kazıyor, size tuzak hazırlıyor” demiş. “Bu adamın başınıza ektiği tohumlar başınıza çorap örecek. Bunlardan yapışkan macun yapılacak, ip, sicim, kafes yapılacak ve bunlarla sizi birer birer avlayacak. Kiminiz kafese, kiminiz tencereye girecek. Sizin sonunuzu hazırlayacak olan şu kenevir tohumları bitmeden, büyümeden, daha nazikken yiyin” demiş.

Ama küçük kuşlar, bilge kırlangıcı dinlememişler. Kenevirler büyümeye başlamış. Kırlangıç küçük kuşları gene uyarmış. “İş işten geçmeden, başınıza bela gelmeden şu körpe kenevir yapraklarını yeyin bitirin, tehlikenin önünü alın” demiş. Bilge kırlangıcın sözünü tutacaklarına ona kızmışlar. “Ne şom ağızlısın” demişler. Bu arada kenevirler büyümüş.

Kırlangıç kuşları bir kez daha uyarmış. Demiş ki, “Kötü tohum yurdumuzda aldı yürüdü. Bugüne kadar bana inanmadınız. Kötü insanlar bizi avlamak için dağda bayırda ağlarını kurmuş. Yuvanızdan hiç çıkmayın, ya da başka yere göç edin. Ama siz küçüksünüz, çölleri denizleri geçemezsiniz. Yeni dünyalar aramak size göre değil. Yapabileceğiniz tek şey, duvar deliklerine saklanmak.”

Kuşlar kırlangıcı dinlemekten yorulmuş, cıvıl cıvıl ötüşüp durmaya başlamışlar.

Sonunda kafesler kuşlarla dolmuş.

La Fontaine, 500 sene önce sanki bugünkü halimizi anlatmış.  İsterseniz şimdi, yüreğiniz varırsa,  bunu günümüz Türkiye ve Bulgar toplumlarına, hâlimize uyarlayalım.

***

Hayırla HAYIR yaktı beni cayır cayır!!” diyor sevilen şairimiz Naim Bakov Tuna boylarından. Ve haklı. Bizden istenen hep hayırdı. Biz de bir defa gittik kapılarına ve bize: “Sen bana ne vereceksin? Ben senden ne alacağım?” dendi. Bu soruların ikisine de cevap veremedim, çünkü benim hayırdan başka verebileceğim hiç bir şeyim yoktu.

***

Akıllı oluşuyla ünlü kırlangıç ayarını toprak ve havanın kokusuna göre yapan Türk halkıdır. Biz bu kokunun bozulduğuna şahit oluyoruz. Tarih boyu aldanmamış, aldatılamamış halkımız artık aldatılabilir duruma, uyutulabilir duruma geldi, hayallerin hamalı olmaya başladı.

Milletimizi tehlikelere karşı uyaran, olumsuz kötü gidişatı önceden haber veren ve tedbir alınmasını isteyen, milletimizin vicdanı olan AYDINLARIMIZ, millete örnek olan, önder, kılavuz, yol ve yön gösterici olan bilge tabaka dikkate alınmaz, sesi duyulmaz oldu. Memleket FETÖ-ci doldu, cepleri camilerde doldu, yol kesen çetesi oluştu, güneşi balçıkla sıvamaya kalktılar. Gazeteler, dergiler, kitaplar, TV’ler, radyolar ve daha neler neler hep onların oldu ve masalar köfte doldu. Onlar sözde bedava dağıttıkları “Zaman Bulgaristan” gazetesinin parasını pastacılara yaşlıların emekli maaşlarından kestirecek kadar ileri gittiler.

Şükür çok şükür çok kalabalıktık ve bizi bitiremediler. Vatan bildiğimiz, terimizle suladığımız ata toprağımıza hizmet ettik bilmem ne dediler. Bize kül atarken kendi çirkefliklerini gizlediler. Toplumun çöplüğünü karıştırdılar ve halkımızın gözünü oyacak kadrolar yetiştirdiler. Mutluyuz. Başkaldırdılar ve yenildiler.

Hainlerin vatanı olmaz. Çok kalabalaştılar artık Hainler Mezarlığı var.

Vatana, bayrağına, Türkçemize, Türk kültürümüze, İslam dininin asil özüne, tarihimize, Ata türkümüze, şiirimize, edebiyatımıza, ozanlarımıza, örf ve adetlerimize laf ettiler, halk dinimiz değerlerine, özgün kültürümüze, ordumuza peşkeş çektiler ve tümümüzü yabancılara yem ettiler. Türk kimliğimizin yağmalanmasına yol açtılar. Anadilimize, ata toprağımıza, Türk kimliğimize sahip çıkamayan yalakalar Türk aydını olamazlar, Hemen daha şimdi sahneyi, camileri, okulları, dernekleri ve dergâhları boşaltmalıdırlar. Onlarla birlikte secdeye duran artık bizden olamaz.

Fe Fontaine eserinde köylünün tarlarına kenevir tohumu ekmesinin karşılığı da özellikle Türk tarlasına, ata-vatanımıza, kadim Türk vatanına, hele de 1878’den sonra Türk milletini avlayacak fitne fesat, kötülük, ayrılıkçılık, sahte din bilgisi, yalan dolanı taç eden,, gâvura tapanlar, gâvurun aklıyla hareket etme, onun vaatlerine inanma, parasına tapma, yalanlarına kanma, misyonerlik tohumları ekilmesidir. 138 yıldan beri onlar bizi avlayıp kıskıvrak yakalayıp yok edecek tuzak tohumları saçtılar. 6 defa paketlenip sınır dışı edilmedik mi? Büyük Göç bir tuzak değil midi? Dışarıdan Ruslar, yeri geldikçe İngilizler, Fransızlar, Almanlar hep bizi vatanımızdan kovmak isteyenlerin değirmenine su taşımadılar mı? Ve bugün de Hak ve Özgürlükler hainlerini ve diğer yalayıcıların eliyle tarlalarımıza (vicdanımıza) Türk kimliğimizi, Dini Kimliğimizi, Avrupalı kimliğimizi, geçmişimizi ve geleceğimizi yok edecek kenevir tohumları ekiliyor. Camilerde Türkçe konuşulmayacak isteğine kulak verin. Mikrofon kullanamazsınız. Hoparlörde ezan okuyamazsınız isteklerine şaşmayın, bunlar hep kenevir tohumlarıdır.

Bizde 26 yıldan beri ekilen kenevir tohumlarını sıralayalım:  Sahte demokrasi!

Sahte pazar ekonomisi! Totalitarizmi ve komünizmi sökme konusuna değinmemek; “soya dönüş” zulmünden suçluları tutuklayıp yargılamamak. Önemli konularda susmak! Meclisi polis ajanlarıyla işgal etmek!  Demokrasiyi felce uğratmak! Ne olduğu belli olamayan zamanını yaşamış liberalizmi aşılamaya çalışmak! Dinsizlik ve dinler arası diyalog telkin etmek! İftar sofralarımızda papazları baş tacı etmek!  Gerçek Müslümanlara karşı düşmanlık püskürmek!  Halk geleneklerimizi değiştirmek!

Türk kimliği düşmanlığı yaymak! Ötekileştirme siyasetine katılmak! Türkleri devlet bünyesinden sökme siyaseti izlemek. “Bulgar Etnik Modeli” Müslümanları “seçim kölesi” haline getirmek!

Sorosçuluk, NATO-culuk, ne olduğu belli olmayan batıcılık, Putincilik, “fil” ve “fob” furyası. Türk ve Türkiye düşmanlığı; genellikle baştan sona bütün etnik siyaset, dil yasağı, din yasağı, etnik kültür yasağı, mitinglerde ana dilde konuşma yasağı, camilerde Türkçe ibadet etme yasağı, Türkçe gazete kitap yasağı vb vb.

Bu tuzağa düşürülen insanlarımızı taş kafa durumuna getirip, Türklüğümüzü ve Türk kimliğimizi unutturma; insanımızdan Türk ve Türklük, Müslümanlık ve İslam düşmanı kadrolar yetiştirme; insanımızı öz kimliğine, bir çok yerde ana ve babasına düşman etme siyasetini özendirme; kuşaklarımızı birbirine düşürme; Bulgaristan’da yaşayan kardeşlerimizi Türkiye’ye göç eden yakınlarına düşman etme propagandasına alet olma;  hepimizde sonsuz bir kaynak olan Türk kimliği ruhu varken, “liberal”, “enternasyonal”, “global”, “halklara özgürlükçü demokrat” falan gibi anlamsız, ucube kavramlarla tanımlanmayı kabul etmeye zorlanmamız unutulmamıştır.

Küçük kuşların kırlangıcı dinlememesinin sebebi nedir.

Türk aydınlarını dinlememekte ısrar edenler var. Şunun şurasında BGSAM Bulgaristan Stratejik Araştırma merkezi ekibi her gün araştırma yapıyor, her olayın kabını soyup içindeki taneleri birer birer ele alıyor, değer yargılarına yeni çz kazandırmaya çalışıyor, her an ve her yerde halkın yanında olmaya çalışıyor, kaç kişi kalkıp da iyi yapıyorsunuz, dedi?

DOST partisi Başkan Yardımcısı halk toplulukları karşısına çıkıp “Büyük Göç”ün Peygamber öncülüğünde Mekke’den Medine’ye göçle mukayese ediyor, tamamen saçma yorumları şişirip şişirip balon gibi salıyor. Dezenformasyon adıyla yaygın olan yanlış haber yaymak suçtur. Türk düşmanı etnik siyasetçilerin değirmenine su taşıyoruz. Gerçek Türk aydınlar mikrofon başına davet edilmiyor. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin ruhu oyuluyor, medeniyeti ellerinden alınıyor. Razgrad Merkez Camisi yıllardan beri onarılamıyor. Bir kolundan ÜNESKO tutmuş, bir bacağından Kültür Bakan Vejdi Raşidov çekiştiriyorlar ve yıkılmasını bekliyorlar. Sofya “Banya Başı Camii” onarımı henüz bitmedi. İskeleler kaldırılmadı. Pencere altı ana taşların kayıp düşmüş, dikkati çekiyor. Bilemiyorum, paralar mı yanlış sayılıyor, aydınlarımız her işten uzak mı tutuluyor, her işimizi FETÖ’cülere vermek mecburiyeti mi var….anlamak güç, ortada rezillik diz boyu.

Bizim kendi aramızda dürüstlük kapışması var…

Bu gidişle kültürü, dili, dini, maddi nimetleri, ruhu, her şeyi elinden alınmış bir halk topluluğu olma tehlikesiyle yüz yüce geleceğiz. Birisine bir şey söylüyorsun kötü oluyorsun. Birkaç yıl önce Sofya Baş Müftülük Binası onarıldı. O şehrin yerlilerinden Hikmet Efendi her sabah herkes uyurken “Bratya Miladinov ile Pirotska” sokağı kavşağına gelip uzun uzun binaya bakıyordu. Sonra telefona sarılıp Baş Mühendis Tuğrul Beyi çağırıyor, burası yıkılsın, şurası sökülsün diye sitem ediyordu. Aynı işi kimse anlamadan üç defa yaptırdığını anımsıyorum. Şimdi, artık Hikmet Efendi’ye Baş Müftülük binasına girmeyi yasaklamışlar. Gerekçe: müftülükte Türkçe konuşuyormuş…

Şimdi artık dinleyenler iyice azaldı. Küçük kuşların kırlangıca “Ne şom ağızlı bir adamsın” dedikleri gibi, artık iyice taş kafalaşmış bir kesim, Türk aydınlarına “sen paranoyaksın, korkular üretiyorsun” alay etmeye kalkıyorlar. A. Doğan korku makinesine elektrik veriyor ama telin içinde cereyanı görebilen yok…

Türklüğümüzü oluşturan her unsuru budamaya hazırlanan milliyetçi ırkçı kesimin tarladaki darılar gibi büyüdüğünü, örgütlendiğini, birleştiğini, Cumhurbaşkanlığına uzandığını, son aşamada analarımızın başörtülerine el atmaya çalıştığını, yarın keşkek pişirmeyeceksiniz, kurban kaynatmayacaksınız diye kazanlarımızı toplatmaya hazırlandıklarını görmeyenlerin gözlerini, vinçle açmak mümkün olmayacak. Akıllarında varsa yoksa Umre, Hacılık.. Yakında Suudi Arabistan’a gidip Kral’la konuşmak ve umre ve hacılık için halka yardımı dokunmayan, Tümlüğünü satan, Müslümanlığa ihanet edenlere “vize” verilmemesini rica etmek istiyorum. Hac işi para kazanmak için bir iş olmamalıdır!

Biz Bulgaristan Türkleri “oh her şey ne güzel, her şey çok iyiyte gidiyor, her şey gittikçe gelişiyor, ilerliyor, ekonomi artıyor, şu oluyor, bu oluyor” sözlerine tokuz. Bu sözlerin ardında, yöneticilerin vur çatlasın, vur oynasın, ye iç eğlen, gez toz havası gizlendiğini biliyoruz.

Bu sözler, çürüyüp yok olmanın kılıfıdır. Cahillik tohumları ülkemizin dört bir yanını sardı. 50 bin Türkiyeli genç şu memlekette sözde okudu, yüksek yetki belgesi aldı da, halkın durumunu değerlendirip, şunu söyle yapalım deyen beş kişi çıkmadı. Yanar mısın ağlar mısın!

Avrupa Birliği baskısıyla milli ekonomimiz; misyoner FETÖ faaliyetleriyle dinimiz; basın yayın, sinema, müzik yoluyla özgün Türk kültürümüz, eğitim programlarıyla anadilimiz, Türkçe dışında değişik dil eğitimleri dayatmasıyla anadilimiz üzerinde irili ufaklı, saplı sapsız kafesler örülmüştür. Bulgar, Rus ve emperyalizm bizi Türklük-süz bırakmak için dağda bayırda, her yerde, hatta evimizin içinde tuzak kurmuştur. Türkiye’ye göç edenlerimiz bu tuzaklardan kolunu kanadını kurtarabilen kardeşlerimizdir. Nedense her birimizin kapağa sıkıştırılmış ve tuzağa hapsedilmiş olduğumuzu anlamamız zaman aldı. Yeni durumda, Türk olan Türk ya evinden hiç çıkmayacak, damına gömülecek ya da başka yere göç edecektir. Ya da genç Ersin gibi Varna’da Yüksek Üniversite diplomasıyla bom baş taş kafayla dönecek ve Türkiye’nin içinden oyacaktır.

En keskin oyma aleti cahilliktir.

Oyuk yarası ne yazık ki kapanmaz…

Çok üzgünüm, devam edemeyeceğim.

Sağlıcakla kalınız!

Reklamlar