O, zamanlar ilkokula giden yedi sekiz yaşlarında bir kız çocuğu idim.
Annemin her sabah arkama ördüğü saçlarım bile bir demek kadar ağır geliyordu ufak narin bedenime. İlkokul öğretmenim rahmetli İbrahim Mıtışef sabrı ve sevecenliği ile hepimizin saçlarını okşaya, okşaya okuma yazmayı daha ilk yılda benimsetti bizlere. Başkalarını bilmem ama benim gözümde örnek bir insan kaldı ve kalacak her zaman. Şiir sevgisini ilk o oldu bana aşılayan. O sevdirdi bizlere Türkçeyi. Okul törenlerinde sahnelerin küçük yıldızı olmuştum. Ezberin güçlü olduğu kadar mısralara ruh vermeyi de öğrenmelisin diyordu her şiir okuyuşumda. O yaşta mısralara can vermenin ne olduğunu bilmesem de hep yarınlara sakladım dediklerini.
Bir gün öğretmenim:
Çocuklar, yarın öğleden sonra okul yok ama okulda törenimiz olacak, çok ama çook kıymetli bir misafirimiz gelecek onu layıkıyla karşılamamız gerekecek dedi. Herkesin becerisine göre şarkılar, türküler ve şiirlerden ibaret bir karşılama olacaktı. Görev dağılımı yapıldı ve bana da bir şiir uzattı. Bu şiir yarın öğleden sonrasına hazır olacak dedi. Şiiri hala ezbere bilirim artık nasıl ezberlediysem?
Kapıları çalan benim Kapıları birer birer Gözünüze görünemem Göze görünmez ölüler. …Diye başlıyordu.
Yazan NAZIM HİKMET. O yaşta Nazım Hikmet’i bilmek kimin haddine?
Lakin öğretmenimizin heyecanı yüzünden okunuyor ve bize de yansıyordu, gece sabaha kadar gözümü kırpmadım sadece öğretmenimin verdiği şiiri tekrar tekrar okuyor ve yarını heyecanlı beklentisinde geceyi sabaha bağlamak imkânsız gelmişti bana.
Ondan sonra Hazım Hikmet adını kalbime yazdım.
Nihayet sabah oldu ve okula vardık. O, kıymetli misafiri karşılamaya hepimiz hazırdık birinci sınıftan ta sekizinci sınıf öğrencilerine kadar. Her sınıf öğretmeni, öğrencilerini en güzel bir şekilde hazırlamaya gayret göstermiş ve okulun salonu dopdoluydu. Beklenen an gelince minik kalbim yaralı bir serçe gibi titrediğini hala unutamam. Şiirimi okudum, tam öğretmenim beni sahneden alacak iken, o çok değerli misafir eşsiz endamıyla sahneye geldi. Karşıma geçti ve yüzümü görebilmek için adeta diz çöktü. Elleri ile yanaklarımı okşayarak gözlerime derin derin denizlerle bakarak ismimi sordu. O kadar sıcak gülümsedi ki gözlerime, o gülüş her zaman peşimden geldi. Sonra da öğretmenime dönerek “bu kızda bir cevher var öğretmen Bey, ondan bu cevheri çıkarmayı unutmayın” dedi deniz gözleriyle gülümseyerek. Hafızamda kalan bu konuşma, gökyüzü ve deniz karışımı gözler derin izler bıraktı bende. Artık onun eserlerini arayıp buluyor ve zevkle okuduğum eserleri devamlı Işık oldular yoluma.
Akabinde sadece şiir okumakla, şiiri sevmekle kalmadım ve daha ilkokul bitmeden kendimce şiirler karalamaya başladım. Kimi ulaşamadığım maviş güzel kelebekler, kimi sonsuz mavi gökyüzü içimdeki o gizli kahramanımı anımsatan renklerdi bana.
O günden bu yana, o yoldan dönemedim, daha lise yıllarımda şiirlerim YENİ IŞIK, HALK GENÇLİĞİ, gazetelerinde ve YENİ HAYAT dergisinde yer almaya başlamıştı.
Sonralarında birçok gazetenin muhabirliğini üstlendim, Ta ki yolumuz ATA vatanımız Türkiye’ye gelene kadar.
Geçmiş günlerin acısını ve yaralarını Avrupa’dan daha Avrupalı olan canım Türkiye’m sardı. Vatan verdi can bahşetti bizlere. Yeniden sarıldım kalemime Nazım Hikmet’in memleket sevdasıyla. Orada yasaklar nedeniyle yapamadıklarımı buralarda başarabilmenin mutluluğu içindeyim.
Firdevs BÜYÜKATEŞ
KIRKLARELİ