Tarih: 12 Temmuz 2019
Yazan: Av. Seniha Rasim SABRİ
Konu: Anayasanın öteki adı Toplum Sözleşmesidir.
Her işin bir ayarı ve dengesi vardır. Bulgaristan’ın geçmişindeki dengeli ve dengesiz devirler ilginçtir. Bulgarlar, ömrü 1 300 yıldan uzun devletimiz var derken, 800 seneden beri Bizans, Osmanlı, Almanlar ve Ruslar tarafından yönetildiler.
Yönetimlerin de dış dengeleri vardır. İç dengeleri iç çelişkilerin ayarlanmasını sağlarken, dış müdahale bazen iç dengeye oturur ve egemen olur. XX. Yüzyıl’da Bulgaristan’da son olarak işaret edilen durum Rusya, Almanya, sonra yine Rusya ve Almanya ve sonunda Birleşik Amerika çöreklenmesiyle kendini göstermiş oldu.
Durumun vaziyeti böyle olunca Anayasa bir demokrasi perdesi (maskesi) rolü görmekten ileri gidemez. Bulgaristan, Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra 4 Anayasa değiştirdi. Bunların her birinin farklı rolleri vardı.
***
Önce Anayasaya bir bakalım. Nedir, ne değildir?
Anayasa için temel kural ve ilkelerin bütünüdür diyebiliriz. Tüm önemli şeyler gibi anayasa maddelerinin de ilk önce taşlara yontulduğuna inanıyorum. Irak’ta yapılan kazılarda, M.Ö 2300 yılında Sümerler’de Lagaş şehir devleti kralı Urukagina tarafından çıkarılan en eski yazılı kanunların kanıtları bulunmuştur. M.Ö. 621’de Draco adlı bir katip, Atina Şehir Devletinin acımasız sözlü yasalarını yazılı hale getirmiştır.
Anayasa, bir ticaret kanunu, vergi yasası, deniz veya havacılık hukuku değil, onların hepsinin üstünde olan ve adaletin ana dayanağıdır. O, yere ve zamana göre, toplumsal ilişkilere değişen kurallar koyma, düzen sağlama gereğinden doğmuştur. Bu bakıma Anayasalar kısıtlayıcı veya özgürlükçüdür.
Yenidünyada ilk Anayasa 1781’de Birleşik Amerika’da kabul edilmiştir. Bu esas üzerindeki gelişmeye dayanan ABD Başkanı Abraham Lincoln 1854 yılında “özgürce doğan bütün insanlar eşittir” demiştir.
Eski kıt’ada Toplumsal Sözleşmeye götüren aydınlığı yakan Jean-Jacques Rousseau; (1743-1826). Toplumsal sözleşme veya sosyal sözleşme; bireylerin karşılıklı uzlaşma, bazı kurallara uymak üzerinde anlaşma ve birbirlerini şiddet, sahtekarlık veya dikkatsizlikten korumak için birleştirdiğini varsayan bir kavramdır. İnsanlar arasındaki kullanımı, insanların bir devlete ya da otoriteye bağımsızlıklarının bir kısmından hukukun üstünlüğü anlayışı ile vazgeçmeleridir. Yönetilenler tarafından, bir takım bazı kurallar ile yönetilme üzerine anlaşma olarak da düşünülebilir. Bunun başka bir adıysa ANAYSA’dır. Anayasal düzen ise, anayasal monarşi, liberal demokrasi ve cumhuriyetçiliğin temelini hazırlamıştır.
***
Bugün günlerden 13 Temmuz 2019’dur. Sonuçlarından III. Bulgar Devleti’nin doğacağı 1878 Berlin Konferansı çalışmalarına 141 yıl önce bu gün başlamıştı. O güne kadar Avrupa kıtasında yapılan hiçbir uluslar arası konferansta, konferans kararında, Manifesto ve bildiride BULGARİSTAN adı geçmemişti. Sözde Bulgaristan’ı “kurtarmaya” gelen Rusya Çarı bile hiçbir resmi evrakta BULGARİSTAN dememişti.
“93 Harbinden” sonra Osmanlı İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasında imzalanan (3 Mart 1878) San Stefano geçici Protokolü ile barış sağlanmış, fakat Bulgarlar için gerçekleştirilmesi bir hayal olan bir yalan olarak ortada kalmıştı.
Berlin Konferansı’ndan önce (Haziran 1878) Rusya’nın Londra Büyük Elçisi ile Britanya Krallığı arasında varılan bir Anlaşma’da Kuzey Bulgaristan eyaletinde Bir Bulgar Prensliği, Güneyde ise “Doğu Rumeli” otonom bölgesi kurulmasına önceden karar verilmişti. Bu karar Berlin Konferansında onaylandı.
***
Bulgaristan’la ilgili bu karara yürürlük kazandırmak için Tırnovo Büyük Halk Meclisi Kaymakam Konağında toplandı ve 12 Temmuz 1879 tarihinde Birinci Anayasayı onayladı.
Bulgaristan Anayasal Monarşi ilan edildi.
12 Temmuz 2019’da Sofya halk meclisinde ANAYASA TÖRENİ düzenlenecekti. . Tören günü, 240 milletvekilinden 121’i kayıt yaptırmadı, çoğunluk sağlanamadı, 3. ANAYASA GÜNÜ vesilesiyle törensel toplantı ve kutlama yapılamadı.
Aslında ANAYA GÜNÜ meclisin kutsalıdır, çünkü bir yasama organı olan meclisin temel ödevi Anayasa’ya uygun yasa ve kararlarla memleketi yönetmektir. Böyle önemli bir günde çoğunluk sağlanamaması, Bulgaristan’daki kaidenin “it ürür, kervan yürür” usulünce tepindiği izlenimini güçlendirdi.
Şimdiki Anayasamız, 140 yıllık III. Bulgar devletinin 4. Temel kanunudur. 1990 Haziranında seçilen Büyük Halk Meclisinde hazırlanıp onaylanmıştı. Bu meclise, yıllar yılı ağır mücadeleden sonra, 1990’da Hak ve Özgürlük Hareketi adıyla siyasi sahneye çıkan, Bulgaristan Müslüman Türklerinin 23 milletvekili, onların politik temsilcileri sıfatıyla bir grup olarak katılmıştı.
Yeri gelmişken şu özelliğe vurgu yapmak isterim.
Bulgar parlamenter tarihinde daha önce de mecliste 23-24 Müslüman milletvekili yer almıştır. Örneğin 1913’te Vasil Radoslavov’un Liberal Partisi 24 Müslüman milletvekili çıkarırken, 1919’da Çifti lideri Aleksandır Stanboliyski de Müslüman vekilleri aday listelerine almıştı. 1973 Anayasasının kabul edilmesine de 23 Türk milletvekili oy vermişti. Ne var ki, 1991’de, Bulgaristan Türkleri Anayasa hazırlama forumuna ilk kez bir parti grubu olarak, daha yüksek bir bilinçle katılmayı sağlamıştık.
1973’te sosyalist demokratik düzen Anayasası olarak hazırlanan, fakat çok kısa bir sürede totaliter rejime dönüşen, yasama, yürütme ve yargı arasındaki farkı kaldırıp, idareyi bütünüyle komünist partisinin eline veren, devlet, hükümet ve parti yönetimini de diktatör Todor Jivkov’un iradesine bırakanlar, aslında zulüm kuyusunu kendileri kazmış ve içine düştüklerini hemen anlayamamışlardı.
Burada özellikle işaret edilmesi gereken Bulgaristan Müslümanlarının 3.ANAYASA GÜNÜ; sözüm ona “Soya Dönüş” (vızroditelen protses) ve Golyamata ekskurjiya (Büyük Göç) ” gibi zorla isim değiştirme, total yasak uygulayarak kimlik değiştirip Bulgarlaştırma ve komünist partisinin asimilasyon politikasını kabul etmeyenleri ülkeden kovma siyaseti yaşandı ki bu aslında çok yönlü bir soykırımdı.
Artık bu olayların üzerinden 40-50 yıl geçti.
Önemli yeni gelişmeler oldu. Haziran 2019’da Çorlu Belediyesi ve Tekirdağ “Namık Kemal” Üniversitesi girişimiyle şehirde bir uluslar arası forum düzenlendi. Anayasa ve yasalarda yer almayan komünist rejim ve ideologlarının icat ettiği ve sosyal medya, basın yayın ve hatta bilimsel çevrede yarım asır zorla dayatılan ve telkinle kabul ettirilen “soya dönüş” ve “Büyük Göç” veya “Büyük Seyahat” gibi gerçekleri çarpıtan kavramların kullanılmamasına oybirliği ile karar verildi.
Gerçekleri büyült geç altına aldığımızda, Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) 4. Anayasa’ya götüren yolda Bulgaristan Müslüman Türklerinin toplumsal dönüşüm ve değişim iradesini belirleyen, topluma öncülük eden siyasi bakımdan olgun, örgütlü ve bilinçli bir güç olarak rol almasını, bilinçli olarak engellediğini görebiliyoruz. 1990 baharında, ilk özgür seçimlerin yapılmasından önce kurulan YUVARLAK MASAYA Türk temsilcilerin alınmaması bu tespitimize kesin bir örnektir.
Ve burada BKP MK’nin 2 adet kararına işaret etmek iyi olur görüşündeyim.
Bir) 29 Aralık 1989’da BKP MK’nin değiştirilen Türk isimlerinin ve yasaklanan din haklarının iadesi kararıdır. 1 390 000 Müslüman ismi değiştirilmiş, 1100 cami kapısına anahtar takılmış, 325 imamın maaşı kesilmişti. Bu vatandaşlardan birçoğu o tarihte tutukluydu. Dikkat çekilmesi gereken nokta, bir siyasi partinin kendisini ANAYASA, YASA VE TÜM KURALLARIN, HUKUKUN üstüne koymasıdır. Anayasa o tarihte BKP MK’ne böyle bir hak tanımamıştı. BMP MK suçlu durumdaydı.
İki) 16 Ocak 1990 tarihinde Halk Meclisi Milli Sorun Bildirisi ve Halka Çağrı kabul etti. Bu belgelerin anlamı, isimleri iade edilenlere karşı başlayan saldırılarla ilgiliydi. Bulgarların kafasına Türklerin “İslamlaştırılmış Bulgar” oldukları telkin edilmiş, boş kafalar zonkluyor, milliyetçiler kuduruyordu. İsim değiştirme zulmüne katılmış olan “Yuvarlak Masa” ileri gelenleri “kendi kendine gelin damat” olup durumu yatıştırmayı üstlenmişlerdi. Toplum bu ikiyüzlülüğün içinde seçime ve 4. Anayasa’ya gitmeye hazırlanıyordu.
Bunlar Çorlu Forumunda da konu oldu. 10 Kasım 1989’da Todor Jivkov’un dikta rejiminin yıkılmasına, BKP’nin maske değiştirip Sosyalist Parti (BSP) olmaya soyunmasına iten korku ortadaydı. Dönüşüm ve değişim isteyen yeni devrimci güç, Türkler sahnedeydi. Zaman hesap sorma ve yeni denge kurma zamanıydı.
Görüşümüze göre mayalanan dönüşümün kudret kaynağı, Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs ayaklanmasıydı. Ayaklanmaların pek çok şekli olabilir. Bulgaristan’da Türk ayaklanmasının 2. Aşaması toplu göç, yani ülkeyi vatandaşlığını koruyarak geçici bir süre için terk etme şeklini aldı. Bu örgütlü ve bilinçli büyük dalga devleti çökertmiştir. Karne sistemi başlamıştı. Türkler ekmek teknesini sırtlamış Türkiye’ye taşıyordu.
Yola hazırlananlar 1989 Temmuz ve Ağustosunda Razgrat’ta 155 milyon levayı, Kırca Ali’de de 250 milyon levayı bankalardan çekti. Sovyetler Birliğinde görevli Türk işçiler Türkiye’ye aktı. Tüm İşler durdu. Moskova da dahil, tüm devletler Bulgar devletine borç para vermedi. Bulgaristan’da sosyalizm ve komünizm hayali balon gibi patladı. Bulgar toplumunun en çalışkan ve dürüst iş gücü sahneden çekişmiş, politik kudretini dış ülkeye taşıyordu.
Çorlu Konferansında, Bulgaristan Türklerinin devrimci dönüşüm, adalet ve demokrasiyi hayata çağıran bilinçli ve örgütlü bir güç olduğu gerçeği hak ettiği nitelemeyi, oynadığı rolün gerçek değerini bulamadı. Konuya değinen Sofya Yeni Bulgar Üniversitesinden (Nov Bılgarski Universitet) Doç. Dr. Mihail İvanov’un (etnik sorunlar uzmanı olarak Cumhurbaşkanı Jelü Jelev’in danışmanlığını yapmıştır) savunduğu görüşe göre, Çorlu forumu olayların yorumlanmasında niteliksel ayrım farklarının aşılmasına katkıda bulunmadı. Şöyle konuştu:
”Türk meslektaşlarımla Mayıs 1989 olaylarının yorumlanmasında aramızda farklar var. Benim tezime göre Bulgar totaliter rejimi diğer sosyalist ülkelerdeki ve Sovyetlerdeki rejimle birlikte çökmüştür. Yıkılmaması imkânsızdı. Olaya Doğu ile Batı arasındaki soğuk savaş açısından baktığımızda, Bulgaristan’da sosyalist sistemin sosyo-ekonomik imkânlarının tamamen tükenmesine geçerli nedenler vardı. Burada Bulgaristan Türklerinin gurur duymaları gereken bir şey varsa, o da eksiksiz bir şekilde örgütlenmeyi başarabilmiş olmaları ve isyanı gerçekleştirerek, komünist sistemin yıkılmasına büyük manevi bir katkı sağlamış olmalarıdır
Şu gerçekler çok önemlidir: Bulgaristan Türkleri Bulgaristan’daki baskı terör ve zulme karşı tüm tutuklu, mahkûm ve sürgünlerin hemen serbest bırakılması için, isimleri, din haklarını ve 1950’lerde elde ettiklerini kültürel edinimlerin iadesi istekleriyle isyan etmiştir. Bizim Moskova’daki M. Garboçov idaresiyle işimiz olmamıştır. Üstelik Gorbaçov silah zoruyla isim değiştirme zulmünün durdurulması isteklerine kulak asmamış, bizi duymamıştır. Ayaklanma Programındaki hedef maddeleri yukarıdakiler gibiydi.
Doç. İvanov, Bulgaristan Türkleri Ayaklanmasının Bulgar dönüşümündeki rolünü küçümseyerek, ülkenin daha öte dönüşüp değişmesindeki rol ve önemlerini önemsizleştirmek için, iç hedef ve sorunları rafa kaldırıp komünist sistemin yıkılmasındaki rolümüzden dem vuruyor. “ Bizim derdimiz Todor Jivkov zorbacısıyla idi.
Ayaklanmamızın Bulgaristan tarihindeki önemi ve rolü şöyle de anlaşılır:
- 1944-1989 yılları arasında Bulgaristan’da yalnız 3 ayaklanma olmuştur.
Bunların Birincisi – “Gorunya darbe denemesi” olarak tarihe geçmiş ve Bulgaristan Komünist Partisi içinde Birinci Sekreter Todor Jivkov’u devirmeyi hedef almış, 11 kişinin tutuklanıp yargılanması ve 192 kişinin de görevine son verilmesiyle noktalanmıştır.
- 1972-1973’te Pomakların Batı Rodoplar’ da isim, din ve kimlik
Değiştirmeye karşı başkaldırısında büyük sayıda ölü, yaralı, tutuklu, hapse ve toplama kampına atılan, çok sayıda evinden yerinden sürgün edilen olsa da, zafere ulaşamamış, toplum üzerindeki etkisi 1989 Türk Ayaklanmasına kadar yoğunlaşmıştır. Zor yıllarda kavgadan vazgeçmeyen Müslümanlar, bir yandan tutuk evlerinde gelişen Bulgar mahkûmların insan hakları direniş hareketiyle işbirliği oluştururken, Türk İsyanına 200 bin kişilik yedek güçle arkamızda olmuştur. Demek oluyor ki, Türk isyanı çok geniş bir kitleyi kucakladığından ve öncü rolünden dolayı komünist iktidarı felce uğratmış ve devirebilmiştir. Bu direnişlerin ana güç kaynağı özellikle Bulgaristan Müslümanlarının insan ve vatan hakkı mücadelesi olmasındır.
- 1984-1989 zulüm dönemi bir baştan sona ayaklanma dönemidir.
52 direniş örgütü kurulmuştur. Sürgünde ve zindanda örgütlü direnişler devam etmiştir. Demokratik Lig adında parti kurulmuş ve 21 Mayıs 1989’da Kongre çağırmıştır. Ayaklanmaya 72 bin kişi katılmıştır. Bütün azınlıkların desteğini almış, 37 şehit vermiş…. Bu kavga zaferle sonuçlanmıştır.
Olaya daha derin bakalım:
Birinci Bulgar Anayasası 1879’da Tırnovo’da toplanan Birinci Büyük Bulgar Meclisinde hazırlanıp kabul edildi. Bu anayasaya göre, Bulgar Prensliği, çok partili ve azınlık haklarını da tanıyan bir parlamenter monarşi devleti olarak kuruldu. Birinci Anayasa Bulgaristan Müslümanlarına oy kullanma hakkı tanımıştı.
Şunu eklesek iyi olur: Berlin Konferansı aslında Bulgarları Rus İmparatorluğu tarafından asimile olmaktan kurtardı. Sizi “kurtardık” diyen Ruslar, Bulgarlara önce otonomi, ardından Tuna Rus eyaleti hakkı tanıyarak, hepsini eritip yutmak istiyorlardı.
Birinci Anayasa’da Türk” kimliği geçmese de, bu haklar tüm Müslümanlara tanınmıştır. Önce ülkede Müslüman varlığı tanınmış ve kurucu meclise 9 Türk aydın ve 6 il müftüsü davet edilmiştir.
Herkes bilir ki, 1850 yılında Balkanlarda yapılan nüfus sayımında 11 480 000 (on bir milyon dört yüz seksen bin) Müslüman kaydedilmiş ve bunların 2 000 000 (iki milyonu) 29 yıl sonra kurulan Bulgar Prensliği topraklarında yaşamıştır. 1885 yılında Bulgar Prensliği ve Doğu Rumeli’de ikamet eden nüfusun sayımında Müslümanların toplam sayısı 800 000 (sekiz yüz bin) olarak saptanmıştır. Demek oluyor ki, 1877-78 Rus-Osmanlı imparatorlukları arasındaki en büyük meydan savaşlarının birisinin Plevne, Şipka ve Stara Zagora (Eski Zara) gibi Türk nüfusun yoğun yaşadığı yerleşim merkezlerinde yürütülmesi, yerli Türkler arasından da büyük sayıda kurban verildiği ve Anadolu’ya toplu halde göç olduğuna kanıttır. Aynı zamanda Bulgar devletinin yerleştiği topraklardan Anadolu’ya göçlerin kitlesel devam ettiğine başka bir delil de, 1 Ocak 1888’ tarihinde yapılan seçimde ortaya çıkmıştır. Bu tarihte Müslümanların sayısı 607 331 kişi olarak kaydedilmiştir. 1925 yılında Ankara’da imzalanan Göç Anlaşmasına uyularak 1943 yılına kadar (18 yılda) Bulgar Çarlığından Türkiye Cumhuriyeti’ne 228 000 (iki yüz yirmi sekiz bin) Türk göç etmiştir. İkinci Dünya Savaşında Bulgaristan Türklerinin Türkiye’ye göçü durmamış, 1950-51 yıllarından 212 150 (iki yüz on iki bin yüz elli) kişi göç vizesi almıştır. Sosyalist devletin Bulgaristan Türklerinin manevi (kültürel) haklarına şiddetli saldırılarının başlamasıyla 1964 yılında Türkiye konsolosluklarından 400 000 (dört yüz bin) Bulgaristan Türkü vize almıştır. Bu nüfustan 150 000 (yüz elli bini) kişi 1976 yılına kadar göç etmiştir. Son kitle göçü de 1989 Temmuz ve Ağustos aylarında 360 bin kişi olarak gerçekleşmiştir. Dördüncü Anayasa görüşmelerinin başladığı tarihte bu rakam 500 bin kişiyi bulmuştu ki, Bulgaristanlı Türkler Demokratik Anayasa’da hak ve özgürlüklerinin temel yasada ve yasalarda güvence altına alınmasında ısrarlıydı. Yalnız Türk isimlerinin ve dini hakların iade edilmesi demokratik ve adil bir sosyal düzen kurulabilmesi ve yaraların sarılması için yeterli olamazdı ve değildi.
Bu konferans, olaya Berlin Konferansı (1878) ve 4. Anayasa (1991) ile paralel baksak da Bulgarlar için “Müslümanların gerçek düşman” olduğu görüşünü aşamamıştır. Yine Yeni Bulgar Üniversitesinden olan ve olayları ancak bir Bulgar olayı olarak ele alan Dr. Evgeniya İvanova, asimilasyonun uzun vadeli bir süreç olduğunu söyledi. Hedefinin kimlik değiştirme olduğunu, bu saçmalığın XX. Yüzyılın seksenli yıllarından herhangi bir kişinin kurumun veya partinin aklına ansızın esmediğini bildirdikten sonra şöyle konuştu: “1950 – 1970 yıllarında etnik temizlik hareketi başarısızlığı Pomak, Çingene ve Tatarların isimlerinin değiştirilmesine gerekçe oldu. Türklerin adları da bir defada ve hepsinin birden topluca değiştirilmemiştir, bu çalışma 10 yıl (1975 -1985) sürmüştür. Deyan Küranov konuşmasında, 1991 yılından başlayarak 2010 yılına kadar geleneksel Bulgar ant- Müslüman milliyetçiliğinin Avrupa lehinde yapılan propaganda ile perdelenip süslendiğini ve gerçeklerin saklanmak istendiğini belirtti.
1989 Ayaklanmasının etkisi bugün de devam ediyor. Şartları yaşanmaz duruma gelen ve 360 bin kişiyle başlayan ülkeyi terk etme hareketi arasız yoğunlaşarak 2019’da artık 3 milyon kişiye yükselmiştir.
12 Temmuz 2019 tarihinde DPS Genel Başkanı Mustafa Karadayı, son durumu şöyle nitelendirdi: “Şimdiki iktidar mutlaka yüzüstü düşecektir. Ülkedeki sosyal ve politik durumu ve Avrupa Parlamentosu seçimlerini analiz ettik. Ülkemizi yöneten halk yardakçısı milliyetçi yönetim başarısızlık batağına demir atmıştır. Çöküşten sorumlu olan GERB partisidir. Öfke kızışıyor, toplum bölünüyor. Vatandaşların hak ve özgürlükleri güvence altında değildir ve sürekli ayakaltına alınıyor. Seçim kuralları her seçimden önce değiştiriliyor. Hükümet şeffaf ve onurlu seçim örgütleyemiyor. Adalet sağlanamıyor. Kanunlar uygulanmıyor.”
Bu durumun temelinde olan gerçek, Bulgar halkının ömür boyu hiçbir başarılı ayaklanma, devrim ve reform yapamamış olmasında ve dönüşüm ve değişim gerçekleştirebilecek Türkler gibi milli kimliği olgunlaşmış azınlıkları rol dışı bırakıp devlet ve kamu bünyesinden uzaklaştırmasında gizleniyor.
Örneklersek ve Balkan tarihinin yeni döneminin 1875 Bosna Hersek Ayaklanmasıyla başladığını dikkate alırsak, 1875’te Bulgarlar da İç Devrim Örgütü Başkanı Aleksandır Stambolov yönetiminde Stara Zagora’da; ikincisi de Gürgevo Komitesi ve Komitacı Georgi Benkovski tarafından yönetilmiş Nisan 1876 Ayaklanması da başarısız olmuştur. 13 Temmuz 1878’de toplanan Berlin Konferansına kadar, Bulgaristan adı II. Aleksandır veya başka bir Rus Çarının bir Manifesto veya kararında, Rusya ve Osmanlı imparatorlukları arasında 3 Mart 1878’de imzalanan Yeşil Köy protokolünde yer almamıştır.
Berlin Konferansının hazırlıklarını Rusya İmparatoru II. Aleksandır adına yürüten Graf. Evgeniy Novikov, anılarında, Çar’ın Özel Kalem Odasından aldığı talimatlarda, “Balkanlarda büyük bir Bulgar devletinin kurulmasına izin verilmemesi emredildiğine” işaret ediyor.
Şöyle ki, Tuna kıyısında bir Bulgar Prensliği ve Güney Bulgaristan’da Osmanlıya bağlı Doğu Rumeli otonom eyaleti kurulması kararı, Berlin Konferansından önce (Haziran 1878) Londra’daki gizli görüşmelerde alınmıştır. Hatta büyükçe bir Bulgaristan kurulmasına karşı çıkan Rusya’nın İstanbul Büyükelçisi Graf İgnatiev, başkentleri Tırnovo ve Sofya olan 2 eyalet kurulmasını önermiştir. Yine aynı zamanda Ruslar Bulgar dilinin yok edilmesi ve yerine bir İslav dili geliştirilmesi projesi hazırlamışlardır. Bulgaristan’ı sözde kurtaran Ruslar, ardından özerk bir bölge (anklav), daha sonra da Güney Tuna Eyaleti oluşturarak Bulgaristan’ı asimile etme tasarımını da çizmişti.
İşte böyle bir ortamda gerçekleşen gelişmelerden Berlin Konferansına “Bulgaristan’ı kurtaran konferans”, 1989’da hazırlanıp onaylanan Anayasa’ya da tm eksikliklerine rağmen, Bulgar devlet yapısının ana belgesi diyebilir miyiz? Bugün Bulgaristan’daki karmakarışık durumda ne 12 Temmuz Anayasa, ne de 13 Temmuz Berlin konferansı gününü kutlama iradesi olmaması, olağanüstü endişe verici bir durumdur.
Okuyanların paylaşmasını rica ediyoruz.
Teşekkür ederim.