Plovdiv İl Mahkemesi’nin 600 yıllık Müslüman vakıf mülkü olan “Kurşun Cami”yi Bulgaristan Baş Müftülüğüne iade etme kararına karşı, Karlovo Belediye Başkanı Emil Kabaivanov, 9 Kasım 2013 Cumartesi gün şehir merkezine topladığı 1000 kişi mahkeme kararını lanetledi.
Karara uymayacaklarını beyan ettiler.
Lanetlenen haklı bir karardı. BİR BELEDİYE BAŞKANI MAHKEMENİN VERDİĞİ KARARI KABUL ETMİYORSA; HALKI ADALETE KARŞI AYAKLANDIRDIRIYORSA BU ÜLKEDE DEMOKRASİDEN SÖZ EDİLEBİLİR Mİ?.
İslam dinini kötülemek, gasp edilmiş Müslüman vakıf mallarının iadesine karşı çıkmak, adaleti lanetlemek için otobüslerle kanı kaynamış ırkçı taşımak, iş mi!
Bunların arasında modern şekillere bürünmüş çok azgın milliyetçi ve ırkçılar var:
“Levski” futbol takımı taraftarları; rokerler; ülkenin birçok yerinden işsiz güçsüz serseriler hep bunlardandır.
Ne imiş efendim: “Kurşun Cami”de ibadet yapılmasına izin vermeyeceklermiş!
Mahkeme kararına uymayacaklarmış.
“Kurşun Cami” bizim yalnız geleneksel ibadethanemiz değil, bir de şu fani dünya ile helâllaştığımız ilahi yerdir.
Ölmemize de mi izin yok?
Ne yazık ki, günümüzün Belediye Başkanları, ırkçıları şehrinin tarihini bile bilmiyorlar:
Kısaca tarihi bir hatırlatmak isteriz;
Bulgar diline Karlovo adıyla giren, güzelim Balkan eteğinde bulunan bu şehri, Türkçemizde “Karlı Ova” olup XV.Yüzyılda Türk paşalarından Karlı Bey tarafından kurulmuştur. Atlılarıyla Koca Balkan’dan deli dolgun, şelalelerden sıçrayarak inen “Stryama” – (Delice) ırmağı suyunun buz kesen berraklığına hayran kalan Paşa, subaşında durmuş, beş toklu kesmelerini ve bunları 10 kilometre arayla Balkan eteği ırmak ve dere boylarına asmalarını emretmiştir. Yedi gün sonra etleri geri istediğinde, bulunduğu yerde bir ağaç dalında sallanan koyun etinin asla kokmadığını görünce, “ŞEHRİ BURAYA KURACAĞIZ!” buyurmuştur.
“Karlı Ova” şehrinin temelleri 600 yıl önce işte böyle atılmıştır.
“Koca Balkan” ile “Orta Balkan” arasına serilmiş bu vadinin havası, suyu emsalsizdir. Kuzeyden geçit vermez siper olan ve adını “bal” ve “kan” birleşiminden alan, Kara Deniz’den Sırbistan’a uzanan bu sıra dağlara “BALKAN adını veren de yine Karlı Bey olmuştur.
Bu uygun buluşuyla coğrafyaya girmiştir. Balkan yaylaları o zamanlar arı kovanı, koyun sürüleri ile doldu, Isparta ve Kafkaslardan getirilen “yağ gülü” vadiye yayıldı, adına
“Karlı Ova Gülü” dendi, dünyaca tanındı. Lavanta bahçeleri, kestane, ceviz ve ıhlamur koruları yetişti. Avlulara nar, incir dikildi. Komşu kapıları açıldı. Porta önlerinden arık dolusu sular akıtıldı. Duvarlardan, kapılardan mor salkımlar döküldü. Dağa önce insan ayağı basmamış dağ yamaçlarına al benekli “Ayşe Gelin” kirazları, “Misket” üzüm bağları dikildi.
“Beş Pınar”da şehirliler Paskalya ve Hıdırellez coşkusu yaşardı.
Bu şehirde her yıl doğayla diriliş, umutların yeşermesi ortaktı. Kendi lokmasını döktüğü alın teriyle çıkaranların saygın onuru ve ortak hayalleri vardı. Bölge insanın birlikte var olma kültürü kendiliğinden mayalanmıştı. Komşuluklar duvar delmiş ara kapılar açmıştı. Bunları hep BİZİM ATALARIMIZ TÜRKLER yaptı.
Bu şehre hakim mimar sembolleri: SENDİKALAR SARAYI – XIX. yüzyılda kurulmuş TOSUN BEY KONAĞI. Balkanlarda benzeri olmayan bir başka eser DOKTORLAR SARAYI. İkisi de, görmeye değerdir. Gül ve lavanta kokulu tarih sayfalarında, bal arısı vızıltısı ve şarlayan ırmağın şarkısı var. Ve gerçekler böyleyken 600 sene önce kurulan “Kurşun Cami” bizim diye hortlayanlara şaşalım mı? Gülelim mi!
Bu şehrin tam merkezinde bulunan ve en büyük olan “Cami” 1978’de Todor Jivkov’un emriyle bir gecede yıkılmasından ve “Kurşun Cami” nin (mimari eser” statüsüne alınıp ibadete kapatıldı. Daha sonra, ibadethane olarak açık kalan bir tek “Yalı Cami” cemaatte dar gelmeye başladı. Bu nedenle, Karlovo’lu Türk ve Müslümanlardan bazıları Cuma ve Bayram namazına Ablalar köyüne gitmeye başladılar ve halen bu durum devam ediyor.
Bu yüzden Karlovo Belediye Başkanı’nın “şehirde açık cami var” iddiası saçmalıktan başka bir şey değildir.
Şunu da unutmayalım, totalitarizm döneminde Karlovo’ya “Levski” dendi.
Ne var ki, sakinleri “Karlovo” isminin iade edilmesinde Bulgarlar direndi. Başarılı da oldular. Şehir bu zaferini kilise ve camileriyle, müze ve abideleriyle, köprüleri ve parklarıyla kutladı.
Bu şehirde otobüsle haydut taşıyarak miting yapmak gelenekten değildir.
Yakışmadı da! Yanlıştı!
Kalabalık öğle saatlerinde toplandı. Etraf evlerin açık mutfak pencerelerinden sarma, dolma kokuları alanlar, başlarını sağ sola çevirdi. Evet, sarma, dolma, kurban çorbası, karnıyarık, pastırma, imambayıldı, baklava, irmik tatlısını, yağ tatlısı, etli bulgur, gül reçeli, gül lokumu, çifte damızlı anasonlu rakı ve bunlarla kurulan sofralardaki muhabbetler, bu şehre Türklükle birlikte, çağın emsalsiz kültürünü yerleştirmiştir. Sen kaynatılmış kestane mezeli rakı masasında bulundun mu? Hiçbir bedel talep etmeden bildiklerini komşularına devredenlerin torunları olmakla gururluyuz…
Bu şehirden hayırlı Bulgarlar çıkmıştır. Heykelleri Sofya Üniversitesi önündeki Evlogi ve Georgi kardeşler. Doğup büyüdükleri bu şehre has ipek fabrikası kurdu. Türk, Bulgar, Çingene demeden, 500 kişiye bir asır boyu iş verdi. Günümüz demokratları fabrikayı kapattı. Makineler hurdaya çıktı. Kesti! Kıydı! Sattı! Önüne aldığı sümsük kitleye konuşan Beledi Başkanı’nın göz mihverinde, ocağı demokrasiyle sönen ipek fabrikasından, Balkan doruğuna el atan ve olup bitene öksüz gibi bakan, uzun bir baca kalmıştı.
Doğup büyüdüğün şehrin ve Vatan tarihini bilmemek ne kötü bir bilseniz!
Unutmayalım! Bulgaristan’da son 24 yılda doğan 1 milyon 760 bin çocuk var. Onlar okula gitmeden askere gittiler. Şimdi boş boş dolaşıyorlar.
Onlar suçlu değiller çünkü bunlara Vatan tarihi tüm güzellikleri ve ortak yanlarıyla bunlar anlatılamadı.
Bilinenleri bilmesinler diye, toplumsal bellek, teyp kaydı gibi silindi.
Plak başa alındı.
Ortalık milliyetçilik kokuyor.
Bu bölgeyi bir ırkçı sisi basıyor.
Oysa bu şehirde herkesin övünebileceği bir ortak yaşam hikâyesi var, hem de gül ve ıhlamur kokulu, damıtma anasonlu “misket” rakısıyla beslenmiş bir öykü, yaşlı ve genç Türk ve Bulgar avcıların “Delice” ırmağı boyunda ocak başında ne başı ne de sonu olan sohbetlerinde incelmiş, tatlanmış ve ballanmış öykülerde yaşıyordu.
Şu meydandaki cami düşmanları nereden bilsin bunu…
Ama biz bu yazımızı demokrasi hakemsiz olmaz tezimizi ispatlamak için soruyorum:
BELEDİYE BAŞKANI MAHKEME KARARLARINI UYGULAMAZSA ADALET SAĞLANABİLİR MI?
DEMOKRASİ TESİS EDİLEBİLİR Mİ?
Hakem taraf tutuğunda futbol karşılaşması oynanabilir mi?
Ever, bunların ikisi de olmaz, çünkü Belediye Başkanı tarafsız olmalıdır, insan ayrımı yapmadan yasalara bağlı kalmalıdır, meydanlarda mahkeme kararlarına keyfi yorum getiremez, bu olunca oyun bozulur. (diyenleri duyuyor gibiyim)
Deniz toprağa küstükçe git gel yaptığı gibi, doğal yasalar toplumsal adaletin uygulanmasına arka çıkar ve işler karışır.
Ve biz, XXI. yüzyılda, XIX. ve XX. yüzyıl kafasıyla yaşamaya devam ettiğimizde, hangi demokrasiden söz edebiliriz!
Eskiden, devir değişirken, yani 200 yıl öncesi insanlar milliyetçiydiler çünkü ulusal devletlerini kurmak istiyorlardı.
Haklıydılar da.
Çünkü imparatorluklar devri kapanmıştı.
Bulgarlar da öyleydiler ve o zaman ne olmuş olurlarsa olsunlar, değişerek yenilenmek zorundadırlar, çünkü XXI. yüzyılın mantığı:
HÜMANİST YANİ İNSANSEVER; YARATICI YANİ OLUMLU YAKLAŞIMLI; PRAGMATİK YANİ YAŞAMA YAKIN OLMAMIZI ZORUNLU KILIYOR.
Bu protesto mitinglerinde en fazla yükseltilen sözde uyumsuzluk gerekçesidir, yani “Kurşun Cami” nin Bulgar komitacılardan Vasil Levski Müze Evine 200 metre uzakta bulunması. Karlovo’da hem “Kurcun Cami”yi hem de Vasil Levski Müze Evini bilmeyen yoktur, birisi yolun sağ tarafından öteki de aynı yolun sol yakasındadır.
Eğer V. Levski Bulgar Ulusal Davası sembolüyse, onun oluşmasında ve bir bayrak olarak dalgalanmasında yerli Türklerin çok büyük, hatta olağanüstü katkıları olmuştur.
Bunu da Bulgar Milliyetçilerine anlatalım öğrensinler;
Komitacı sıkıştığı zamanlar, Karlovo’lu Hanife ninenin evinde 5 defa gizlenmiş, gecelemiş ama ele verilmemiştir.
Ulusal egemenliğinin ilan edilmesinden sonra kurulan Bulgar Parlamentosu Levski’ye yataklık eden Hanife nineye ömür boyu emekli maaşı vermiştir.
Şerefliliğimize başka kanıt gerekmez.
Bulgar egemenliği bizim de koynumuzda doğmuştur.
Bulgar ulusal davasının bayrağı olarak kabul edilen Vasil Levski’nin Osmanlı saltanatına başkaldırıda yükselttiği yeşil atlas bayrağı üzerindeki şahlanmış aslanı kem gözlerden uzak gizlice nakış eden Mara teyzenin bir sert kış gecesi altın renkli ipek ipliği biter, komşu Bulgarlarda da bunlar yoktur. Son çileyi komşusu Hacet bacıdan alır ve aslanın yelesini tamamlar. Bu, Bulgar ulusal devrim alayında yükseltilen sancaktır.
Levski, kiliseden çıkıp Balkana tırmanan bir komita başı olduğundan, bu mitingde “kutsalın kutsalı” olarak işaret edilen “BABA EVİ” gece karanlığında giderken, ele verilmeyeyim diye hep Türk Mahallesi’nden geçmiştir.
Gece vakti, yolluk için elini hep kümeslere uzatan bu “ulusal kahraman”ın Türkler arasındaki lakabı “tavukçu momçe”dir.
Karlovo’lu olgun Türk soyları bu durumları hep “bir şey olmaz!” la geçiştirmişlerdir “mahallede her çocuk bizim çocuğumuz!” hoşgörüsü ve mantıyla olumsuzlukları olumlayarak geçiştirmişlerdir.
Geldik bu güne ve bugün birbirini tutmayan şddşalarla laf atılan şerefimizde şu da var.
Karlovo’ya “Vasil Leski Müze Evi” yapılması, komitanın baba evinin onarılmasına gerekli olan ödeneği ilk veren, kuşağından çıkardığı 17 altını Belediye Başkanına gönderen Mıstık Mustafa olmuştur.
Sonra, Vasil Levski, hiçbir Türk tarafından ele verilmemiştir, onun yakın dava arkadaşı olan Lüben Karavelov’un sevgilisi Natalya (Nata) Karavelova onun resmini Belgrat polisine vermekle, ihbarda bulunmuştur. Sonra Sofya Mahkemesinde Vasil Levski’ye ölüm cezası kesen, kendisine İstanbul’da en fazla komita parası veren İvanço Hacıpençoviç’tir.
Aramızda söylenmemiş ne varsa ortaya dökelim ve anlaşalım, ne Osmanlının yükünü, ne de bize yöneltilen itham yükümü daha fazla taşımaya hiçbirimizin tahammülümüz kalmadı.
Dönelim yazımızın konusuna, Karlovo Belediye Başkanı yazdıklarımızı biliyor da neden duruma hâkim olmuyor. Vasil Levski’nin başını yiyen de karışmadığı “Araba Konak” hırsızlığı değil midir. Bulgar tarihinde çalıp kapma, gasp etme seren cemleri çoktur.
Ne güzel ki, tarihte geçiştirme zamanları gelip geçmiştir.
Belediye Başkanlarının birinci vazifesi şehirlerini hakça, adaletçe, uyumlu ve şerefli yönetmektir. Tarihi ve hak olanı çarpıtmak, hukuku, halkın belleğini, onurlu vicdanı ters yüz göstermek, doğrudan doğruya kamuoyunu yanıltmak anlamına gelir ki, böyle bir ortamda adaletten güç alan demokrasi tesis edilemez, edilse bile yaşayamaz.
Bakış açılarımızı ve tavırlarımızı zorunlu değiştirme çağında yaşıyoruz.
Hakemler sahada, oyun esnasında kural yaratamaz, düdüğü kuralsız öttüremez, bir de zamanı doldurmuş kurallarla da karşılaşma yönetilmez!
Uluslararası kurallar tüm futbol takımları için olduğu kadar, tüm demokrasiler için de geçerlidir, uymak zorunluluğu vardır, hakemsiz demokrasi olmaz, bir de demokrasinin hakemi olmak çok zordur.
Demokrasi çağdaş istemlere göre arınmak zorundadır, bunu yapamazsa yani eski zehirden kendini arıtamazsa, yok olmayı, ölmeyi kabul etmek zorundadır.