“Varna’ya bağlı Pravadi kazası Pamukçu köyünde Hacı Süleyman’ın on iki yaşındaki kızı, Bulgarlar tarafından dağa kaldırıldı… Şumnu’nun Mahmuzlu köyünde üç gelin, iki kız… Küçük Ahmetler köyünde on beş kadın…”
Sebilür Reşad, 16 Ekim 1913-15 Zilkade 1331… Bir Dobriçli’nin, altına, 1 Ekim 1913 tarihini attığı mektup şöyle: “…Bugün Bulgaristan’da Deliorman’da boynu bükük Müslümanlara, Bulgarların reva gördüğü zulümler, işledikleri vahşetler, orta çağdaki zulümleri çoktan unutturmuştur. Nerede ‘Balkan milletlerine (Osmanlılar tarafından) zulüm yapılıyor’ diyen Buxton?”
Noel Buxton (1869-1948), babasının vefatından sonra Lordluk makamına oturmuş, İngiliz siyaset adamlarındandır. Cambridge’de okuduktan sonra, 1896’da babası, Güney Avustralya Valiliği’ne tayin edilince, onun yaveri olarak Avustralya’ya gitmişti. Balkan Savaşları sırasında/sonrasında kurulan Balkan Komisyonu’nun başkanı olarak, Balkanlar’da incelemelerde bulundu.
VURUYOR BUXTON’U, HASAN TAHSİN
Daha sonra 1914’te biraderi Charles Buxton ile beraber tekrar bölgeye gelerek, Bulgaristan’ın tarafsızlığının sağlanması konusunda çalışmalar yaparken, 1914 yılı Ekim ayında, Osmanlı İstihbarat Teşkilatı Teşkîlât-ı Mahsûsa’da görevli olan ve daha sonra da İzmir’e çıkan Yunan askerlerine ilk kurşunu atıp, şehit edilecek olan Hasan Tahsin (1888-1919) tarafından vuruldu. Kendisi de, biraderi de yaralanmalarına rağmen, suikasti atlattılar ve hemen İngiltere’ye döndüler. Avrupa, Türkler ve Balkan Savaşları ile ilgili dört beş kitabı yayınlanan Noel Buxton, bundan sonra da on beş yıl İngiltere Avam Kamarası’nda milletvekilliği ve bir süre de Tarım Bakanlığı yaptı. Dobrucalı’nın mektubunda Buxton’un haksızca Bulgarları desteklemeye devam ettiği vurgulanıyor. Zaten bu mektuptan tam bir yıl sonra Hasan Tahsin’in onu vurması da, Bulgarların yaptığı feci zulümlere destek olduğunu gösteriyor. Ayrıca Buxton’un başında bulunduğu Balkan Komisyonu’nun haftalık olarak yayınladığı Yakın Doğu isimli bir gazete vardı ki, bu gazete sürekli Osmanlıların aleyhine yayın yapıyordu. 5 Mart 1914 (7 Rabiu’l-âhir 1332) tarihli S. Reşâd’da konuyla ilgili şu bilgi vardır:
“BU KAĞIT PARÇASINA AÇIP DA BAKMIYORUZ BİLE”
“İngiltere hükümeti, daha doğrusu Balkan Komitesi tarafından haftalık olarak yayınlanmakta olan Şark-ı Karîb (Yakın Doğu) gazetesi sürekli Osmanlı Devleti ve milletini, en kötü ve zayıf taraflarını Hint Müslümanlarına göstermek ve Osmanlı topraklarında ihtilal ve isyanların yakın olduğunu, güya kendi muhabirlerinin uydurmalarıyla yalan mektuplarını yayınlayarak, Hint Müslümanlarını da ümitsizliğe düşürmek ve yıldırmak ve Osmanlılar hakkında ümitsiz ve kötü düşünceler vermek için yayınlarını yoğunlaştırarak sürdürmektedir. Bu gazeteye maddi yardım adı altında Hint hükümeti tarafından yüksek miktarda bir para verilmektedir. Bu gazeteden her hafta binlerce alan Hint hükümeti, gazeteyi her yerde polis müdürleri aracılığıyla, özellikle etkili Müslümanlar olmak üzere dağıttırdığını Hindistan’da gözlerimle gördüm. Bu şekilde açıktan açığa seçilen düşmanlıktan ne İngiltere ne de bu gazete bir şey kazanmayacaklardır. Onlar her ne yazsalar, Hint Müslümanlarının kalplerine bizim hakkımızda kötü düşünceler sokamayacaklardır. Çünkü Hint Müslümanları bu Şark-ı Karîb gazetesini bir ‘düşman gazetesi’ ve ‘İslam düşmanı’ olarak gördüklerini, bana birçok defa söyledikleri gibi, ‘Bu varakpareyi (kağıt parçasını) hükümet bize bedava gönderdiği halde, biz bir kere bile açıp da yüzüne bakmıyoruz. Çünkü ne gibi safsatalarla dolu olduğunu esasen biliyoruz’ demişlerdir.” Bhopal’den, S. M. Tevfik
“OKURSA BU MEKTUBU BUXTON”
Mektupta şöyle devam ediliyor:
“Bu mektubu Balkan Komitesi Reisi sıfatıyla övünen Buxton cenapları okursa, vazifesini tarafsız olarak yerine getirmediğini anlayacaktır. Haç adına yapılan canavarlıkları görünce, kendisiyle beraber Haç’ın da yüzü kızaracaktır. Bugünlerde Bulgaristan’ın Romanya hududuna yakın köylerde cereyan eden ve hala yüzlercesi devam etmekte olan zalimce ve hunharca olayların birçoğunu bizzat gözümle müşahade ettiğim gibi, bazıları da zavallı köylülerin şikayetlerine dayanmaktadır. Gezdiğim yerlerde halk, Bulgarların barbarlıklarını, ‘Efendi! Bize Bulgarlar öyle eziyet ediyorlar ki… Ağlamamızı görecek birini bulsak… Kimse bizi dinlemiyor. Kadın ve kızlarımızın namusuna geçiyorlar. Mallarımızı yağma ediyorlar. Gece evlerimizde bile rahat yok. Her gün bir iki Bulgar kapıya dikilir ve “Çabuk, gelinini çıkar !” diyerek, elindeki balta ile içeri hücum eder. Halimiz ne olacak? Dayanamayacağız. Köyümüz boşaldı. Herkes topraklarını bırakarak göçtüler’ diyerek yana yakıla anlatıyorlar.”
“BEN BİR GAZETECİ DEĞİLİM”
Mektubu yazan ve Karadeniz kıyısındaki (günümüzde 213 bin nüfuslu olan) Dobriç’den postaya veren Deliormanlı şöyle devam ediyor:
“Ben bir gazeteci değilim. Fakat saf kalbimle, bu gerçeklerin savunulmasını kaleminize havale ediyorum. Her gün ve gördüğüm herkes sürekli buna benzer zulümler anlatıyorlar. O Avrupalıların âdaletli dediği Bulgar hükümetinin zalimane idaresini, bu halk, kederli lisanlarıyla anlatıyorlar. O Bulgar hükümetinin memurları, bu canileri himaye etmeye devam ediyorlar. Aşağıda anlatacağım vahşiyane olayların, hakikatin ta kendisi olduğuna, mukaddesatım üzerine yemin ederim. Medenî olduklarını iddia eden hükümetlerin bakanlarına, medeniyetlerinin meyvelerini gösterin. Bu vahşetlerin sonu gelmeyecekse, Hayvanları Koruma Dernekleri kuran (ama insanı koruyamayan) Avrupa, daha şimdiden, bir milyon Bulgaristan Müslümanlarının idam fermanını imza etsinler.
(Bu mektuptan yüz yıl sonra da bugün hiçbir şeyin değişmemesi, Kur’ân’ın [onlar hakkında söylediği] gerçeklerin doğruluğunu bir kez daha ortaya koyuyor: “…Kalplerinde gizledikleri [düşmanlık hissi] ise daha büyüktür [daha fecidir/daha korkunçtur]…” Âyetin tam mêâlini burada bir kez daha hatırlayalım: “Ey İman edenler! Kendi [din kardeş]lerinizden başkasını [dost ve] sırdaş edinmeyin. [Çünkü] onlar size kötülük ve fesat yapmakta hiç kusur etmezler, size sıkıntı verecek şey[ler]i arzu ederler. Doğrusu, onların [kin ve] buğuzları ağızlarından [taşıp] meydana çıkmıştır. Göğüslerinde gizlemekte oldukları [düşmanlık] ise daha büyüktür. Size âyetlerimizi [kesin bir şekilde] açıkladık, eğer düşünürseniz.” Âl-i İmrân sûresi, mealen, âyet: 118)
“İSTANBUL GAZETELERİ İŞİN FARKINDA DEĞİL”
Deliormanlı’nın İstanbul gazetelerini de takip eden birisi olduğu anlaşılıyor. Şöyle devam ediyor:
“İstanbul’daki gazetelerimiz, mallarının yağmalanmış ve ırzlarının çiğnenmiş olması nedeniyle hicrete mecbur kalmış Müslümanlardan şöyle bahsediyorlar: ‘BULGARİSTAN’DA BEŞ YÜZ MÜSLÜMAN MUHACİRİ GELMİŞTİR’ Bu tür haberler çok yavan satırlar. Muharrir (yazar) efendiler, bunun sebeplerini aramak lüzumunu bile hissetmemişler. Bakın şimdi (SADECE BİR HAFTA İÇİNDE) 1 Eylül 1329 (14 Eylül 1913) ile 6 Eylül 1329 tarihleri arasında, Deliorman’da Bulgarlar tarafından işlenen vahşetlerden bir örnek listesi:
1-Pravadi kazası Araplar köyünde, Mehmed Ağa ve hanımını Bulgarlar canavarca parçaladıktan sonra, bu ailenin on dört yaşındaki kızını dağa kaldırdılar. Daha sonra da kızı zorla Hıristiyan yaparak adını Marika’ya çevirdiler.
2-Beştepe köyünde Hasan Ağa’nın küçük gelinini yine zorla Hıristiyan yapıp, dağa kaçırmışlar, sabahleyin çıplak olarak salıvermişler. Bu vahşetlerine engel olmak isteyen, on beş yaşında bir çocuğun burnunu kesmişler.
3-Dobruca kazasında Gökçedelik köyünde, Bulgar vahşileri iki Müslüman’ı öldürmüşler, bu hareketlerine engel olmak isteyen köyün bakkalı Rum’u da feci şekilde parçalayarak öldürmüşlerdir.
4-Pravadi’nin Peçeli köyünde, Hacı Hasan’ın evine bir Bulgar çetesi gelerek, para istemişler. Hacı Hasan (pencereden) , ‘Daha yeni iskeleye (Pravadi pazarına) gidiyorum. Henüz bir şey satmadım’ demişse de, dinlememişler. Balta ile hücum ederek, kapıyı parçaladıktan sonra, buldukları eşyayı yağmalayarak, gelinini de yanlarına alarak dağa götürmüşler. Hacı Hasan çeşitli yerlere şikayet etti ama, kimse dinlemiyor. Bir hafta sonra, gelinini salıvermişler.
5-Yine Pravadi’nin Pamukçu köyünde, Hacı Süleyman’ın on iki yaşındaki kızını dağa kaldırdılar. Irzına geçtikten sonra salıvermişler. Kız üç gün sonra vefat etti. Kızın annesi felç oldu ve yataktan kalkamıyor.
6-Şumnu kasabası Mahmuzlu köyünde üç gelin ve iki kızı dağa kaldırmışlar. Irzlarına geçtikten sonra bırakmışlar.
7-Şumnu’nun Senebirlik köyünde dört kadın ve iki kızı dağa kaçırmışlar, üç gün sonra bırakmışlar.
8-Pravadi’nin Araplar köyünde, Tek Dilli adındaki pehlivanın kızını almışlar. Bir hafta sonra başı yarık, bir kolu kırık halde bırakmışlar.
9-Pravadi’nin Çanakçı köyünde, dağa kaçırılan beş kadın ve kızdan on beş günden beri haber alınamıyor.
10-Pravadi’nin Karagözler köyünden kaçırılan beş kızında nerede olduğu bilinmiyor.
11-Küçük Ahmetler köyünden kaçırılan on beş kadından da yirmi iki günden beri haber alınamıyor.
12-Pravadi Beştepe köyünden Hacı Kaytan Ağa’nın gelini evden kaçırıldı, on günden beri haber yoktur.
13-Pravadi Derahi köyünün bütün Müslümanlarına Bulgarlar hücum etmiş, eşya ve ırz ve namusları yağma edilmiştir.
14-Şumnu-Babadağ arasındaki Türk Arnavutluğu köyündeki tecavüzler ise, yedi sekiz yaşındaki masumlara kadar yayılmış, bunları savunmak isteyen kahveci Mustafa Ağa ise, Bulgarların bir odun vurmasıyla yere serilmiştir.
15-Şumnu’nun Akbaba köyünün bütün Müslümanları aç bir halde köylerini zorla terk ettirilmişlerdir.
16-Şumnu’nun Senceli köyünde Abdullah Çavuş’un gelinine tecavüz edilmiş, ölüm derecesinde darbeler vurulduktan sonra bırakılmıştır. Kadın daha sonra vefat etmiştir.
17-Şumnu’nun Küçre köyünde Rüstem oğlu Osman’ın evine giren otuz kişilik bir Bulgar çetesi, bu ailenin ırzını namusunu çiğner.
Sebîlu’r-Reşâd’ın sayın müdürü! Şuraya kadar saydığım zalim olaylar, dünya insanlığını ürkütecek, medeniyetin vicdanını ürpertecek derecede çok çok fazla olan Bulgar zulmünden sadece birkaç misaldir. Dünkü Balkan vahşetlerine, medeni dünya nasıl bîgâne (kayıtsız) kaldı ise, bunlara da çok hafif bir bakışla bakacağında şüphe yoktur. Bu satırları karalarken, bilir misiniz, Deliorman’da nice günahsızlar dövülüyor, incitiliyor ve ne kadar masumların namusları parçalanıyor, hânumânlar (ocaklar) söndürülüyor. Bunları gözlerimizle görüyoruz. (Kuzey Bulgaristan’daki Silistre’ye bağlı, Tuna kenarındaki) Tutrakan, Silistre, Dobriç sokakları Müslüman dilencilerle doldu. Şu olayları, gazetenizin bir köşesinde yayınlama lütfunda bulunursanız, insaniyet namına bilhassa Bulgaristan Müslümanları namına teşekkür ederim.” Bir Dobriçli, 18 Eylül 1329 (Rumi) (1 Ekim 1913)
POMAK KÖYÜNDEKİ ZULÜM
2 Ocak 1914 (4 Safer 1332) tarihli Sebîlu’r-Reşâd’da “Hıristiyanlığa Yakışır Bir Zulüm” alt başlığı ile verilen haber sonbahar ve kış boyunca da zulmün devam ettiğini gösteriyor:
“Balkan gazetesi yazıyor: ‘Cebren (zorla) Hıristiyan yapılan Pomak köylerinden Çilli köyünde Mehmed Ali oğlu Süleyman isimli bir Müslüman, bir işi dolayısıyla İstanimka kasabasına gitmiş ve bunu fark eden köy halkından Dimitri Kostantinof isimli bir Bulgar, Süleyman’ın kızı Safiye’yi çalmıştır. Bu arada Filibe’ye geçmiş olan kızın babasına hemen telgraf çekilerek çağrılmışsa da, çevredeki Müslümanları zorla Hıristiyan yapmak isteyen papazlar tarafından kıza derhal nikâh kıyılarak, Dimitri denilen adamla evlendirilmiştir. Papaz kızı hemen vaftiz etmiştir. Bu vicdanları parçalayan meselenin nereye varacağını takip ediyoruz ve yazmaya, takip etmeye devam edeceğiz. Mahkemeye başvurulmuş durumda ama göreceğiz, Bulgaristan’da kanunun eli mi daha güçlü, papazın eli mi?’”