BGSAM
Konu: Sorunların derin kökleri var.
Bugün yaşamak zorunda kaldığımız olayların Birinci ve İkinci Dünya Savaşları yıllarından kalan ve günümüzde de yeşeren köklerine bakmak istiyorum.
İkinci Dünya Savaşı’nda sırtını Hitler’ci Almanya’ya dayayan Bulgaristan Çarlığı Kuzeydoğu Yunanistan’ı , Güney Dobruca’yı ve Yugoslavya Makedonya’sının büyük kısmını ele geçirmişti. Balkan bölgeleri alevler içindeydi. Her şey vahşeti çığrıştırıyordu.
Amerikalı yazar Mark Mazower “İşgal Avrupa’sında Nazi Yönetimi” başlıklı kitabında Bulgaristan’ın tavrını şöyle anlatıyor. S. 469.
“Bulgarların işgal olarak sergilediği acımasızlıktaki davranışları da geçmişi hatırlatıyordu. Bulgarlar için de bu, esas Balkan Savaşları’na, 1904 Makedonya Mücadelesi’ne hatta daha da öncesine giden bölgesel mücadelelerin bir devamıydı. Aslında Bulgaristan Mihver’i (Almanya, İtalya ve Japonya) tek bir nedenle destekliyordu: İlk kez 1878’de Rusların vaat ettiği Büyük Bulgaristan’ı kurmak. Nazi Almanya’sıyla kurdukları ortaklık onları bu hedefe olup olabileceğinden daha fazla yaklaştırmıştı. Almanya’ya sağladıkları hayati hammaddelere ulaşma izni karşılığında , Yugoslav Makedonya’sının ve Kosova’nın büyük bir bölümünü yönetmelerine izin verildi; 1942’den itibaren, Bulgarların ağır askeri varlığının zulmüne uğrayan Sırp mülkünün sessizce de facto ilhak ettikleri bölümünü denetlediler. Macarların aksine bu bölgeleri barış döneminde asla fiilen yönetmemişlerdi ve zihinlerindeki örnek Birinci Dünya Savaşı’nda bizzat uyguladıkları vahşi işgal siyasetiydi.
Kuzey Yunanistan’da, 590 bin kişinin yaşadığı, 16 bin kilometre karelik alanı ilhak edip bölgeye “Ege Eyaletleri” adını verdiler. Burada izledikleri nüfus siyaseti eski Yugoslavya’dakinden daha çok kapsamlıydı. On yıllardır süren Helelenleştirme siyasetini tersine çevirerek birçok Yunanı bölgeden çıkarıp attılar. Bulgarcayı resmi dil yaptılar ve çoğunlukla iki dilli, olan köylü çocuklarını eğitmek için bölgeye Bulgar öğretmenler gönderdiler. Yunan şehri Drama’da bu uygulamalara karşı bir ayaklanma olduğunda,Bulgarlar yaklaşık 3 bin kişiyi öldürerek hareketi ezip geçtiler. Bulgar milliyetçilerini tercih etmeyi ret edenlere gölgede ayrılmak zorunda olduğu söylendi ve on binlerce Yunan ya sürüldü ya da Almanlar için çalışmak üzere Orta Avrupa’ya gönderildi. 1943’te yörenin Yahudi cemaatleri toplanarak “Treplinka” ve “Auschwitz’e gönderildiler. 1944’te bölgenin savaş önceki nüfusunun sadece yarısı kendi evlerinde yaşıyordu. O sıralarda toprak garantisi ve başka tavizlerle cezp edilen, tamamen yeni bir yönetici sınıf geldi. Bölgesel sömürgeleştirme yöneticileri, Yunan mülkünün kamulaştırılmasını ve on binlerce Bulgar’ın bölgeye yerleştirilmesini denetledi.
O zaman Bulgar istila güçlerinin Yunan kilise ve manastırlarından 2 milyar Euro değerinde değerli dini eşya çaldığı da 2015 yılında Fener Patriği Vartelemon’un Sofya ziyareti esnasında ortaya çıktı.
İşte böyle Bulgar asimilasyon siyasetinin derin köklerini yalnız ülkemizde yaşayan etnik dil ve din azınlık topluluklarına karşı uygulamakla kalmayıp, diğer halklara karşı da uyguladığı ve Avrupa Birliği var olmaya devam ettikçe bu siyaset köklerinin mutlaka sökülmesi, kurutulup yakılması ve tüm azınlıklara kaderlerini belirleme hakkı tanınması zamanı çoktan gelmiştir. İnsanları vatanlarından kovma ve vatandaşlıklarının değişik sözde yasal oyunlarla ellerinden alınması siyasetine kesinlikle son verilmelidir.