Filiz Soyturk2Filiz SOYTÜRK

 

Konu:   En eski masallar bile bugünü anlatır.

Okul kitabımda ÇOCUK VE RÜZGÂR masalı vardı. Kaç defa okuduğumu bilmiyorum ama kitabımın o sayfası hep açıktı. Şimdi okul kitaplarındaki masallar değişmiş. Biraz karıştırdım “TOKAT BABA CEBİNDE masalı zamanın istemlerine ve okul havasına uygun düzülmüş. Başkahraman olan oğlan okumuyor, uyumuyor, yemek de yemiyor, gözü oyunda, babası onu mecbur etmek için, anadilimizde “beşkardeşi görüyor musun?”  dediğimiz gibi,  “tokat cebimde, şimdi çıkaracağım!” diyerek durumu idare ediyor. Baba evde olmayınca anne de “tokat babanın cebinde, o şimdi geliyor!” şeklinde tehdit ediyor. Öyle ama masalın sonuna kadar tokat cepten çıkmıyor ve afacan sürekli tokat tehdidi altında olsa da, bir tokatçık yemeden bildiğini okumaya devam ediyor.

Bu, daha kısa olsun diye “babanın tokadı” diyeceğim masalı, “Çocuk ve Rüzgâr” masalının yerine okutuyorlar. Size iki masal arasındaki farlı ve uyanan çağrışımları anlatabilmem, için bildiğim masala giriyorum.

Kalbur saman içinde, eski zamanlardan birinde, yoksul bir kadın, onun da bir oğlu varmış. Günlerden bir gün ekmek pişirmeye niyetlenen anası oğlanı un almaya ambara göndermiş.

Oğlan tavaya un doldurmuş, annesine götürürken aniden esen sert rüzgar unu uçurup savurmuş. Ambara dönen oğlan tavayı yine doldurmuş, fakat bu defa daha hızlı esen rüzgar unu yine savurmuş.

Yine dönmüş, ambarın dibinde ne varsa elleriyle toplamış, tavayı bir yere kadar yine doldurmuş, ne ki, iyice şiddetlenen rüzgâr, amansız davranarak,  unları bu defa da hemen alıp götürmüş. Oğlan öyle kızmış ki, anlatılacak gibi değil.

Öfkesine yenik düşmüş oğlan unlarını isteyip geri aşmak için rüzgârı aramaya koyulmuş. Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş ve nihayet rüzgârın inine bulmuş.

  • Günaydın, Rüzgâr Hazretleri, demiş.
  • Hoş geldin, diye cevaplayan rüzgâr, şen bir edayla: Ne işin var buralarda?
  • Çaldığın unlarımı geri almaya geldim! Demiş oğlan. Biz zaten çok yoksuluz, sen bizim son yedeklerimizi aldın ve bizi aç bıraktın!” diye eklemiş.
  • Evet, geri verebilirdim ama bende un yok. Benim yüzümden aç kalmanızı da istemem. Al şu masa örtüsünü! O size ne kadar isterseniz yiyecek verecek. Hadi örtücüğün, VER! Demen masanın üstünün dolmasına, Hadi örtücüğüm sofrayı kaldır! Demen de masanın temizlenmesine yeterli olacak, demiş.

Oğlan örgütü için teşekkür etmiş ve eve doğru yola düşmüş. Yorulmuş ve gecelemek üzere bir hana girmiş. Akşam yemeği zamanı gelince örtüyü açmış ve

  • Hadi, örtücüğüm VER! Demiş.

Son söz ağıcından çıkmadan, önü birbirinden leziz yiyeceklerle dolmuş.

Hancı ile eşi gördüklerini çok kıskanmışlar ve zahmet çekmeden yolcuları doyurup para kazanmak geçmiş akıllarından. Oğlan yiyip içtikten sonra uzanıp uykuya daldığında, hancının eşi sihirli örtüsü usulca çekip almış ve yerine kırıntısı bile vermeyen başka bir örtü sıkıştırmış.

Eve dönen oğlan anasını da çağırmış, örtüyü sermiş ve önce anasına

  • Anacığım, unumuzu geri istemek için rüzgârın yanına gittim, o da bana un yerine, isteyince yiyecek veren şu örtüyü verdi, bak şimdi: Hadi, örtücüğüm, VER! Demiş.

Öyle ama örtünün üstünde bir yudum ekmek bile belirmemiş.

  • Bir hile var bu işin içinde, yol göründü, ben rüzgârın yanına döneceğim. Örtü beni yalnız bir defa dinledi. Demiş. Ertesi sabah yola düşmüş ve soluk soluğa vardığında hemen rüzgârın kapısını çalmış.
  • Günaydın, Rüzgâr Hazretleri, demiş yine.
  • Hoş geldin, hayır ola! Diye cevaplayan rüzgâr: Neden geldin?
  • Unumu almaya geldim. Bir defa yemek verdi, artık vermiyor.

      Dinlemiyor beni!

  • Bende un olmadığını söyledim sana. Öyleyse, sen şu keçiyi al!

      “Hadi, keçiciğim VER! Dediğinde avucun altın dolacak. Demiş.

Oğlan teşekkür etmiş ve dönerken gece konaklamak üzere aynı handa durmuş. Bu defa han yemeğinden yemiş. Ödeme vakti gelince, keçiye dönerek:

  • Hadi, keçiciğin VER! Der demez, avucu altın dolmuş. Ödemiş ve uykuya dalmış.

Paragöz olan hancı ile eşinin gözüne uyku girer mi? Gece yarısı sihirli keçiyi çalıp, yerine sıradan bir keçi bağlamışlar.

Sabah erken, bu defa olsun anasını sevindirmek isteyen oğlan hemen yola düşmüş. Avluya girerken, anasına şöyle haykırmış:

  • Annem, anneciğim, sana avuç dolusu para veren bir keçi getirdim.
  • Görelim bakalım! Demiş annesi.
  • Hadi, keçiciği VER! Demiş olan, avucunu açmış ama içine bir altın bile düşmemiş.
  • Rüzgârın yanına üçüncü defa gideceğim! Demiş oğlan.

Hemen yola çekilmiş ve gün batmadan kapısına dayanmış.

–  Örtünü de al, keçini de! Ben unumu isterim, demiş.

Rüzgâr örtüyü eline almış, ardından keçiye de bakmış. Oğlana verdikleri olmadığını anlamış. Kapı ardına uzanmış ve dış görüşü bir sıradan değneğe benzeyen bir sihirli sopayı oğlana uzatmış.

  • Al! Bu da işine yaramazsa, ilelebet yoksul kalacaksın! Demiş.

Oğlan dönerken, aynı handa mola vermiş ve gecelemiş. Alaca karanlık bir köşeye oturmuş ve rüzgârın kendisine bu sopayı neden verdiği üzerinde kafa yormaya başlamış. Acaba bu sopada sihirli olan ne olabilir? Mücevher verme hüneri olabilir mi? O düşüne dursun, aynı şeyler üzerinde kafa yoran hancı da, alıvereyim de hünerini sonra öğrenirim! Demiş ve sopayı alıp mutfağa eşinin yanına götürüp masanın üzerine koymuş ve:

  • Hadi, sopacığım VER! Demiş.

Yerinden fırlayan sopa hancı ile eşinin sırtına, eline, koluna, başına, neresine gelirse yüklenmeye başlamış. İkisi de kapıdan çıkıp kaçmak isteseler de soba arkalarını bırakmamış, yetiştiği yerde indirmiş. Kurtuluş olmadığını gören hancı, oğlanı çağırmaya başlamış:

  • Hadi, be oğlan gel, durdur şu sopayı! Örtünü de keçini de vereceğim?

Bağırış çağırıştan uyanan oğlan, işi anlamış, hancıların felaketini biraz daha seyrettikten sonra:

  • Hadi, sopacığım yetsin artık! Demiş.

Hancı keçiyi, eşi de örtüyü getirmiş, oğlan eve dönmüş ve annesini sevindirmiş.

İşte bu masalda herkes muradına ermiş, ama okul kitaplarına yeni giren birinci masalda tokat babanın cebinden çıkmıyor. Bir düşünürsek, Bulgaristan’daki, duruma tamamen uyuyor üç kişiden biri hırsız, rüşvetçi, dolandırıcı ama tutuklanan, sorgulanan, içeri giren yok. Tokat hep cepte duruyor. Bu da genç kuşağa, devlet babanız gibidir, toleranslıdır bildiğinizi okuyun demiyor mu? Trafik kazalarının % 17’sini ehliyetsiz, 7 yaşın altında lise öğrencileri yapıyor. Başka erkekler de var.

Büyükler ise, Avrupa Birliğinden gelen yardım ve sübvansiyonların büyük kısmına yol boyunda el atıyorlar. Hancı ve eşinin oğlanın sihirli masa örtüsünü ve keçisini çaldıkları gibi.

Birinci masaldaki sopa harekete geçmiyor, bu da yaşadığımız devrin en büyük özelliğidir. Avrupa Birliğinden gelen paralar “saraylarda” ve “konaklarda” daha yol boylarında çalınıyor.

Masallar günümüzü algılayabilmemizin anahtarıdır, günümüzün sırlarını anlatıyor. Masalları çarpıtılan, değiştirilen toplumlarda adalet duygusu körelir, hatta tamamen ortadan kaldırılır. Masal okumaya devam edelim.

Reklamlar