Sevilcan YÜCE
Gökten düşmeden yerde toplanmaz! Diyenler haklı. Edebiyatçılarımız açısından bu, “yazmadan kitap olmaz” şeklinde ifade bulurken, maşallah 2009’da bir, 2010’da 2. ve şimdi de 3. kitap. Ön Söz’ü kaleme alan Haşim Semerciye katılıyorum: “Bu da başarı sayılmazsa!” Hele bizim beklerken aşınan kıt kanat şartlarımızda…
Genelde yazı yazmak bizim içimizde mayalanan şeyleri dökmek gibidir, şiir de öyle. Eğer birikenin hepsini dökmesek içimizde kalanlar sirkeye dönüşür. Yasaklar kalksın, havalar değişsin, kalemler sivrilsin diye beklerken ruhumuzu aşındı. Şair ve yazar Selahattin Şakir hayallere hamallık etmemeye karar verip, çözüm bulmuş, şiir ve düz yazıya gelmeyenden, öykü, daha da yola gelip biçimlenmeyenden fıkra ya da epigram yaratmaya başlamış ve derken eli alışmış. Dahası da var, hiç yola gelmeyen fikirlere ise, sanat fırçasıyla darbe vurup, şekil vermiş… Kuşkusuz yaratan yetenekleri herkese bol keseden vermese de, o gün cömertliği tutmuş…
Onun ki, bir özlem değil, hani şöyle “Zordur bir sevgiden, sevgiliden ayrı düşmek! gibi bir şey değil. Doğup büyüdüğü Kırcaali’ye bağlı Karagözler yöresinin iyisinde ve kötüsünde bir başka dünyayı ararken, biraz elinden geldiğince, biraz özlediği gibi ya da böyle olsun arzusuyla anlatmış.
Birinci eserin adı “Kırık Kalpler”, ikincisi “Gölge”, üçüncüsü henüz elime geçmedi. Birinci kitap basılırken 11, ikincisi için 21 arkadaşı elini cebine sokmuş. Fedakârlık, şu günün şartlarımızda sıra dışı bir yaşam öyküsü! Sanatsever Rodoplu kardeşlerimizin tümüne teşekkürler! En sıcak selamlar! Yaratıcılık ve yayımcılıkta başarılarınızın devamı yürekten temennimizdir. Ağaç dikmeden meyve yenmez. Ve tüm meyvelerin arasında bizimkiler en lezizdir. Aynı söz şiirlerimiz, öykülerimiz, masallarımız, fıkralarımız, manilerimiz, taşlamalarımız, türkülerimiz ve şarkılarımız için de geçerlidir. Hani dünya daha nota nedir bilmezken, Orfey çalmaya bizim orada başlamadı mı!!! Çaldı da, bizim kavalın ve sazın sesi gibi yoktur…
Selahattin Şakir köyünü, insanlarını, problemleri, güzel Türkçemizle BİR ÖYKÜ VE BİR ŞİİRİNDE bakın ne güzel anlatmış:
KARAGÖZLERİN GÖZYAŞI
Son yıllarda sıcaklığın ve kuraklığın artmasıyla beraber bölgemizde su sorunu en önemli problemlerden birini oluşturuyor.
Teknolojinin ve yaşam standardının yükselmesi de “biz susuz çalışamayız” diyor.
Bir insanın yüzde yetiş beşi akara ait oklunca, bir yumurtanın da pişmesi için kendi büyüklüğünde iki kat suya ihtiyacı vardır.
Sorunun bir küresel sorun olduğunu bildirirler. Fakat canlarının her aldığı ve verdiği nefesinde tamamı ile suya bağlı olduğunu çok iyi biliyoruz ama paylaşmaya gelince, bir türlü hataları bitiremiyoruz.
Bu bir sorun mudur?
Yoksa yorum mu?
Ayşe nine sıcakların artmasından dolayı hastalanır ve yatağa düşer. Koca Ali de ailesine elinden geldiği kadar yardım etmeye çalışır. Hasta nine sık sık baygınlık devrelerine girer ve Susuz Gölünden sadece bir bardak su sayıklar.
Böyle arzulara dayanamayan Koca Ali, eline testiyi alır ve Susuz Gölü’nün yolunu tutar. Sağına bakar çeşmeler kurumuş, soluna bakar, hali nice olmuş.
Koca Ali, bir saat kadar süreceği o uzun yolculukta neler düşünür?
“Susuz Gölü, Çamlıca ırmağının en temiz ve en güzel bölgesine kurulmuştur. Karagözler belediyesine bağlı toprakların içerisinde kalır. Susuz Gölü, Balkan ülkelerinde tatlı ve temiz olarak ilk sıralarda yer alır.
Bugünkü Susuz Gölü, Kırcaali belediyesine bağlı köylere ve şehre yüzde yüze yakın su vermektedir, hatta Mestanlı şehrine bile.
Her şey çok güzel! Ne var ki, büyük kardeş Kırcaali, küçük kardeşi Karagözler (Çernooçene) Belediyesini unutmuştur. Elli altmış kilometre su borusu döşeyebilen büyük kardeş, bunun dörtte birini bari küçük kardeşine yapsaydı, bugün on beş bin nüfusa sahip olan Karagözler, çektiği su sıkıntısını çözmüş olacaktı. Hâlbuki Susuz Gölü’nün sahibi Karagözlülerdir.”
Koca Ali tam bu düşüncelerini bitirmek üzereyken, bir de baktı Susuz Gölü’ne varmış. Elindeki testiyi gölün soğuk sularına batırdı. Düşünceli ve yorgun Susuz Gölü’ne varan Koca Ali, sevinç gözyaşlarını tutamayıp, güzel gölün soğuk sularına damla damla akıttı.
GÖL: Sularıma akıttığın gözyaşlarını büyük kardeşlerin de içecekler. Belki onların yürekleri o zaman yumuşar ve küçük kardeşini hatırlarlar.
Koca Ali: Ayşe nine senden bir yudum su istedi.
Kim bilir, belki de son sözü idi.
Ben gideyim, Susuzlar Gölü,
Açık gitmesin Ayşe ninenin gözü.
15. o8. 2010
“Gölge” sayfa 97/98.
SONRADAN PİŞMANLIK
Bugün yolculuğum vardı
Hep yürüdüğüm yollarda;
Aklım ise yine ardımda
Geçmişli yıllarda.
Bir genç gördüm
Delikanlı yaşlarda,
Selam verdim ona
İçimden gelen acılarla
Yirmi dört dedi, delikanlı yaşını,
Savura savura saçlarını.
Özümü bir yük sardı,
Soramadım adını.
Hatırlamış oldum
Kendi yirmi dört yaşımı!
Kardeşim, dedim yoldaşa,
Onunla kaldım, baş başa.
Dedim ki,
Ne söylersin senin yaşta
Benim yaşa?
Duraklama gördüm yoldaşta
Ve dedim ki,
Seksen dört yılları ben
Senin yaşta.
Baktı baktı, gülümseyerek,
O yıllarla, bu zamanlar çok başka.
İnternet yokmuş,
Cepte telefon yokmuş,
Ama çarliston pantolon çokmuş.
İçim sızladı.
Hatta biraz da ağladı.
Sanki beni karanlık
Yıllara bağladı.
Yirmi dört yaş yıllarım
Karanlık gecelerle, uyku tutmayan gözlerim
Damla damla yaşlarla
Hiç unutulmayacak bir zulmü bekliyordu.
Dilim, dinim, ismim
Alınacak gönlümden, bile bile.
O karalı geceler
Dünyaya kapanmış kapılar ardında
Nelerle karşı karşıya geldi;
Bilerek söylerim ben
Hiç yalan söylemeden.
Tarih değil midir bu çizdiğim,
Gözlerimle gördüğüm,
Ağlayan annelerle
Beraberce yürüdüğüm?
Fırınlarda bir ekmeğe
Ekmek dersem yiyemediğim,
Anneme anne diyemediğim,
Bir selama beş leva verdiğim,
Allahın bayramında bile
Bir kurban kesemediğim.
Aah, delikanlı!
Tam böyleydi
Senin yaşında benim anım!
Bizlere inanın ve unutmayın:
Sonradan pişmanlık,
Sayılmaz insanlık!
08. 12. 2008.
“Kırık Kalpler” sayfa 73 / 75.