Seyhan ÖZGÜR
Hoplayıp zıplamaya gerek yok. Çalıp oynamaya, sevinmeye de gerek yok. Politika sahnesinden 24 yıl önce ebediyen inmesi gerekenler, yeni bir oyun peşinde olmalılar ki, sözde parçalanarak dağılıyorlar.
Bulgaristan’da demokrasi şafağının sökülmeye başladığını müjdelediğimizde yenilenmenin kendi zincirlerini kırmakta bu kadar büyük güçlüklerle karşılaşacağı aklımızın ucundan bile getirmemişti.
Devrimin bayrak sallamak olmadığını artık biliyoruz.
Görülen bir şey varsa o da şudur: Toplumsal yasalara uymayanlar, doğal yasalara uymak zorundadır.
Olmamaya mahkûm olanlar sihirbazlık gösterdi:
T. Jivkov’la betonlaşan totaliter rejime çikolatalı cila yaptılar. BİZ ÖLÜRSEK SİZ DE ÖLECEKSİNİZ korkusu yaydılar. Dünyanın hiçbir ülkesinde olmayan GEÇİŞ DÖNEMİ saçmalığıyla sanki yeni bina kuracaklarmış gibi, eski çatımızı yıktılar, tuğla ve kiremitlerle birlikte varımızı yoğumuzu satıp yediler, çalıp sakladılar.
POLİTİK PROGRAM HÜKÜMETİ diye gündeme getirdikleri idare biçimi, hiç çekinmeden KENDİ ADAMLARINA 1 (bir) LEVAYA SATTIKLARI DEV AĞIR ENDÜSTRİ TESİSLERİMİZİ – (Kremikovtsi Metalurji Kombinası, Vratsa Kimya Fabrikası) vb. şimdi devlet parasıyla ulusallaştırıp geri alma niyeti açıkladılar. Bize sunulan hem acı hem tatlı bir çikolata cilasıdır ki, yiyenlerin kimisi kahroldu, kimisi dev oldu. Öyle böyle derken 24 yıldan beri ayakta kaldılar.
Diktatörlük adıyla tarihe verilen aşırı baskı ve terör rejiminde, biz çektik evlatlarımız çekmesin tepkisi veren kadınlar, çocuk doğurmadı. Kendilerini, erkekliklerini, kızlarının güzelliğini överek bitiremeyen Bulgarlar, kendilerini meşe ormanı zannettiler. Bilirsiniz meşe ağaçları 6 (altı) yılda bir normalin çok üstünde pelit doğurur. Meşe tohumlarını kışlık olarak saklarken dağıtan sincap ve kuşlar ormanın yayılarak büyümesini sağlar. Ne ki, tabiata denge veren istisnalar, toplumda kural değildir.
Toplumda, negatif düşünceler, negatif uygulamalar, negatif sonuçlar doğurur.
Bunların başında gelen de egoist yani bencil ruh halı ve davranışlardır. Ve bugün artık, olumsuzlukların doğurduğu sonuçları yanı piliçleri sayma zamanı geldi. Temel sorun, Bulgar ulusunun dağılarak, parçalanarak yara alması değil, yaşanan genetik olarak yok olma tehlikesinden doğan sızı ötesinde büyük acıdır.
2050’den sonra, Bulgarlar bugünkü Bulgaristan’da azınlık durumuna düştüğünde ve Bulgaristan Çingenistan olduğunda, ömrümüz olursa, Avrupa’da ilk Çingene Cumhuriyeti kuruluşunu kutlayacağız.
Çok ürediniz bahanesiyle bize göz açtırmadıkları o karanlık dönemin en kör yıllarında “Yukarıda Allah var. Bu böyle giderse, Bulgar kökü kurur!” değenleri hatırladıkça, halk zekâsının kitaplarda yazılanlardan çok daha öngörülü olduğuna inanmamak elde değil. “Çok gezen çok bilir!” “Çok okuyan bilir!” falan tekerlemelerini sallayan Bulgaristan Türkünün çektiklerinden kaynaklanan bilgeliği muzaffer oldu.
Gurur duymak hakkımızdır. Bulgar da bunun farkındadır.
Bir. Bulgar istihbaratına şimdiye kadar ULUSAL GÜVENLİK MAKAMI diyenler bile düşündü kaldı. “Ulusal olan yok olmaya devam ederken, makamın adını da değiştirip” “DEVLET GÜVENLİK MAKAMI dediler.
İki: Tek olan Yaratandır. Bizde Komünist Partisi (BKP) tekti ama yaratan değildi.
1990’da ona “Yok ol!” dendiğinde, intihar etmek kolay olmadı, hemen kılıf değiştirdi.
Bulgar Sosyalist Partisi (BSP) oldu. BKP’nin 470 bin kayıtlı üyesi vardı. Onlardan yarısı eski defterden yeni kayda geçmedi. BSP 220 bin üye kaydetti. Az olsun bizim olsun, azdır özdür, derken ayakta kaldı, bitmediler. Bugüne kadar dayandılar. Halen iktidardırlar.
Ne var ki, “demokrasi geldi” sözü tek anlamlı değildi.
“Demir perde kalktı” değenlerin bakış açısı daha farklıydı.
Totalitarizm yasaklar rejimiydi. Dört bir yanı total yasaklar kaplamıştı. Etraf sarılmış, kuşlara bile uçmak yasaktı. Başka bir değişle sosyal hayat üzerinde, kendi aramızda “bu pislik kalkmaz” dediğimizi hatırlarsak, o zamanlar göz önüne getirdiğimiz çok kalın, yıllanmış bir buz tabakasıydı.
BKP dışında hayat yoktu. Olsa bile tadını çıkarmak bir yana, tatmak, ağza almak yasaktı.
Bugünün yaşlıları, ellerinden öperim, işte böyle bir sosyal ve politik ortamdan geldiler.
Ve her şeyi değiştirmeye kendilerinde kuvvet bulamadılar. Zaten devrimler, yenilenme gençlerin işidir. Fakat gençler sofrasına demokrasi algısı ballı börek şeklinde mi sunuldu, yoksa onlar da her lokma için mücadele etmek zorunda mı kaldı?
Bir an için geri bakıp bu soruya yanıt arasak, anaların evlatlarına ana dilini öğretmesi bile yasak olan bir sıkı düzenden söküldük de, kaç adım ilerleyebildik, yalnız bunu düşünsek iyi olur. Bu açıdan, ben hala bir anaerkil toplumda yaşadığımızı düşünüyorum. Artık doğum yapmayarak, ayaklanarak, sevgiye susamış gelinlerin eşlerinin hapislerde tutulmasına isyan ettiler. Şimdi ise ekmek parası için dış ülkelere gitmeyi tercih ettiler. Hiddetlenen analara, bacılara, onların hasretlerine ve çilesine hak vermemek elde mi!
Neymiş efendim, Rusyalı V. Putin, bir Rusya vatandaşı kadına 2. (ikinci) çocuk doğurduğunda 426 bin Ruble veriyormuş, bizde de bu uygulansa paralar Çingenelere gidecekmiş. Delirmek işten değil. “Bu pislik kalkmaz” sözlerinin derin anlamı, bu dünya görüşü değişmeden, işler düzelmezdir. Bu anlayışla devlet yönetilemez. Çökerse de bu ülkeyi kaldıran olmaz!
İlk kez her şey değişecek dediğimizde hep aynı olayı düşünürüz:
1990’da Sofya’da 1 (bir) milyon insanın katıldığı bir miting yapılmıştı, etkisi altında kalmış olabiliriz. Olağanüstü etkileyiciydi. 10 Ocak 1997’de Bulgar demokratların sarı kaldırımlar üzerinde güç toplayıp camını penceresini indirdiği an, parlamentoya dalarak masaları, dolapları, bilgisayarları devirenler her şeyi kırıp döktüklerinde, BSP istifa etmişti. Biz Türkler ve Pomaklar içinse son 24 yılın unutulmaz iki olayı vardır.
Biri, isimleri geri alma direnişinde meclis kuşatmasıdır.
İkincisi de, Hak ve Özgürlükler Hareketi fikrini geliştirip, partimizi kurmamızdır.
Beş gün önce, 10.Ocak 2014’tü. 97 ayaklanmasının 7. (yedinci) yılıydı. O günden bu güne hiçbir şey değişmediğinden olacak sarı kaldırımlı meydan sanki muazzam bir kalabalık bekliyordu. Kaldırıma 7 (yedi) bin polis yığıldı. Gelen olmadı. Zamanla çok şey değişti. Korku bazen umudu boğuyor. Yılla r içinde yan dalgalar vardı, 2014 başında onların etkisi de hissedilmedi. İktidar politik sabırla silahlandı.
Silah demişken, 14 Ocak Salı günü, Sofya’da çok önemli bir olay oldu. İki defa Cumhurbaşkanı seçilen, daha önce de BSP partisi başkanı görevinde bulunan Georgi Parvanov, Kültür Sarayında “ABV” adıyla bilinen ULUSAL SİVİL GİRİŞİM başkanı sıfatıyla topladığı forumda, “tüfek patladı” dedi. Bulgar politika sözlüğüne Rus klasik Anton Çehov’un “ÜÇ KIZKARDEŞ” piyesinde duvarda asılı tüfek vardır. Bulgarcaya “mutlaka paylar” şeklinde girdiğine göre, bir de yerli kültürde “kiraz topu patladı” tekerlemesi olduğundan Parvanov ne demek istemişti?
“BSP PARÇALANMAYA BAŞLADI” mı demek istedi!
Eski Cumhurbaşkanının geliştirdiği mantık, komünist partili mantığına yüzde yüz terstir. KP’de, parti içi fraksiyon (hizip, bölüntü) kesin yasaktır. Parvanov hem partide kalacakmış, hem de önümüzdeki Mayıs’ta yapılacak AB meclisi seçimlerinde alternatif liste tescil ettirecekmiş. Bulgar kamuoyunun bunu anlaması zaman ister. 100 oy alamaz. Bulgarlar kıskanç olduğu kadar, intikamcıdır, yeni olana sarılacağına, herhangi bir seçeneği anlamaya çalışacağına, bildiğinden şaşmaz. 100 (yüz) yıldan beri, yani 5 (beş) kuşaktır, gölgesinde serinlediği BSP partisine ihanet etmez, biraz daha sıkışır, gerekirse katılaşır, ama aynı gölgede kalır.
Çünkü Bulgar mantığına göre, bir insan aynı zamanda hem öne hem de geriye bakamaz, iki gölgeye sığınan açıkta kalır. BSP içinde gelişen bir hizip, anasının karnında konuşamaz, doğmadan dünyayı göremez, yürüyemez, istidatlı bile olsa adam olamaz. Doğmadan adı konmaz, beşik kertesi bile yapılamaz. Ama BSP’den kopmayı, ayrılmayı, bölünmeyi kafalarına koyanlar ortaya çıkmıştır, dağılmaları doğaldır.
Bu arada, yine BSP elit kadrolarından Tatyana Donçeva ve 20 kişilik ekibi “XXI. Yüzyıl” (Yirmi Birinci Yüzyıl) partisi kurmak için Sosyalist Parti’den ayrıldılar. Öyle ki, 2014’ ün sembol sözü “DAĞILMA”, “BÖLÜNME” oldu.
Bu gelişmeler doğrultusunda, Bulgar seçimlerinde 3 (üç) kez şampiyon olan GERP partisi lideri Boyko Borisov’un ruh hali huzura kavuştu. İktidar partisi BSP parçalandıkça AB Meclisi Seçimlerini de kazanacağını yüksek sesle söylerken, Mayısta sırtları yere gelecek ve ardından PARLAMENTO SEÇİMİ YAPACAĞIZ, çorabını hızla örüyor.
Kuşkusuz, 350 (üç yüz elli) tescilli politik parti olan Bulgaristan’da seçimlere 20–25 oyuncu giriyor.
Örneğin kayıtlı 35 Çingene partisinden tek başına oy isteyen yok. Yapılan seçim önü koalisyonları da seçim gününe kadar yaşıyor. POLİTİKADA VE ÇOĞULCU PARLAMENTER SAHNEDE 2013’te 4 (dört) parti vardı.
12 Mayıs 2013 seçimlerinde en fazla oy alan, ama % 51 çoğunluk sağlayamadığı için hükümet kuramayan ve muhalefette kalınca ruh çöküntüsü geçiren Boyko Borisov’un GERB partisidir. Bu partinin omurgasını emekli polisler ve ordu subayları oluşturur. 1989’da devletin memur kadrosuna politikadan çıkması emredilmişti, ardından şu gizli servis dosyaları gündeme geldi ve bu örgütlü kesim uzun zaman politik bütünlük sergileyemedi. Demokratik Güçler Birliği CDC’nin dağılmasından sonra, aynı kadrolarla Çar II. Simeyon’un kurduğu partinin de çözülmesiyle açılan boşluğa yerleşen GERP partisi, aslında Bulgaristan Komünist Partisi’nin eğittiği ve daha sonra talancı ve soyguncu ruhla silahlanan bir görüşünün ürünüdür.
GERP partisi sosyalizmin totalitarizm döneminde pekişen kadroların politik subjesi ise, BSP partisi, geleneksel sosyal demokrat, sosyalist ve komünist hareketin öncüsüdür. Büyük bir esneklikle komünist ideleri sosyalist fikirler şeklinde yayan ve Avrupa’daki demokratikleşmeye ayak uyduran, Rusya’ya göz kırpsa da, AB içinde kalmak istediğini beyan eden, Amerika’ya da olumlu yanaşan BSP artık zor günler yaşıyor.
AB ve NATO üyeliğini koruması parçalanma sürecini engelleyemiyor. İç politikada yerli oligarşiyle sarmaş dolaş olan ve tarihsel geçmiş üzerine sünger çekerek Türk ve Pomakların politik nüvesi HÖH partisini kendi çadırı altına çekebilmeyi başaran “yaşlılar partisinin” iktidar gücü, son gelişmelerle pekişmedi. Onun, Mayıs 2014 seçimlerinde ezici zafer kazanmak için saflarını sıklaştırması beklenirken, hem “ABV” hem de “XXI. Yüzyıl” kanatlarından olması, çok çelişkili ve derin bir ayrışım ve dağılma süreci yaşadığına işaret ediyor.
Üçüncü parti durumunu 24 yıldan beri koruyan HÖH / DPS son seçimlerde oylarının üçte birini kaybetti. Seçime katılım oranın düşük olması mevzilerini korumasında şans oldu. Partinin ana sorunu, yapmacık politikalardan sıyrılıp, memleketin ve temsil ederek savunduğunu iddia ettiği etnik azınlıkların çözüm bekleyen sorunlarına uzak kalmasıdır. İnsan hakları, temel hak ve özgürlükler, anayasal hakların uygulanması ve ulusun temel sorunlarının çözümünde daha etkin olma gibi problemlerden uzak olan HÖH partisi, sahnelenen piyeste rolümden memnunum havasında, gövde gösterisine devam ediyor. Fikirsel çöküşün ardından örgütsel çöküş geleceğini görmezlikten gelmeye devam eden bu parti, seçmenin sefilliğinde, halkın kör cahilliğinde, çaresizliğinde yüzmeye devam ederken, mafya ve oligarşi çadırında serinlik buluyor, memleketin ana dengeleri bozulana kadar yazılacak yeni senaryoların hepsinde bize de bir rol olur, “kapıcı” olamazsak, “kaleci” oluruz, havalarında esiyor.
Dördüncü parti olan koyu milliyetçi, ırkçı “ATAKA” partisi, yağmur ne kadar sağanak yağarsa, ıslananlar o kadar çok olur, mantıyla hareket ederek, en fazla propaganda yapan en fazla oy alır uygulaması peşindedir. Lider V. Siderov, skandal ardından skandal kundaklayarak 2013’te TV ekranlarını işgal eden politikacı oldu. Yıl ortasında, BSP-HÖH partisi kurulmasına gerekli olan 1 (bir) oyu verip programsız bir iktidarın ortağı olduğu için sert eleştiriler alan ve ardından onun yerine talep olan 4 (dört) yeni aşırı milliyetçi oluşumun sokaklarda boy göstermesinden ders alan lider Siderov, hele şu yılbaşı skandallarıyla iletişim ortamını, öncelikle ekranı tamamen kilitledi. Senaryosu yazılmamış sahne oyunlarında baş aktör olmaya devam ediyor.
Sağ ve sol ayrışımı olmayan, orta direksiz, bir politik ortamda analiz yapmak olağanüstü güç. Bütün oyunlar, dağılıp gruplaşmalar, sanki AB’den ya da başka bir yerlerden gelen ya da gelecek olan nimetlerin “BANA, BANA, BANA” mantıyla dağıtılmasına hizmet ediyor. Bu olayı bizden çok daha geniş kapsamlı ve derin irdelemiş olan sevilen yazar D. Stiyl, Bulgar okura sunulan “DÜNYA ADALETSİZLİĞİ” eserinde, çarpıtan aynalarda güler yüzlü mutlu insanlar yerine, hayal kırıklığı yaşayanları anlatırken, okuruna feryat ettiriyor. Bu dünyada dağılıp kaybolan şeylerin, derelerin ırmaklarda toplandığı gibi, kavşaklarda ve meydanlarda toplanarak, yeni yol arayacaklarına inanıyorum. Saygılar