BGSAM
Konu: Barut Fıçısı Balkanlar.
Çocukluğumdan kalmış aklımda, Balkanlar bir barut fıçısıdır. Tarih hocam Petrov, hele Birinci Dünya Savaşı arifesini anlatırken sık kullanırdı bu değimi. Ben o fıçıyı bir türlü hayal edemediğimden evimizin mahzenine iner ve fıçılara bakardım. Büyükçe olanda turşu, ortancasında küspe, küçüğünde ise pastırma tuzlanırdı. Üçünün de üstü havalanacak şekilde açık olduğundan patlama ve evimizi havaya uçurma tehlikesi yoktu.
Petrov’un anlattığı barut fıçısı bir kıvılcımla patlamaya hazır barutu kuru bir fıçıydı.
“Fıçı patladı” sözünü Aralık ayında okulda Bulgar arkadaşlarımdan işitirdim. Bocuk bayramına fıçıda bekletilen şarabın kaynayıp köpürerek tapasını fırlatması ve taşmasıydı anlatılan. Üzücü bir olaydı fıçının patlaması onlar için, çünkü kıvamı kaçmış şarap kış gecesi muhabbetlerinde kadehler kalkıp inerken keyfe kederdi.
Bu olay biz Bulgaristanlı, Balkanlı Müslüman gençleri pek etkilemez ve ilgilendirmezdi. Bizim kültürümüzde şarap sofrasında sızmak yoktur
Aradan yıllıyyar geçmesine rağmen “barut fıçısı” değimi bu yıl yine pazara sürüldü. İngiliz parlamentosu “Suriye’ye savaş uçakları gönderelim DAEŞ mevzilerini bombalansın” kararını büyük bir çoğunlukla onaylar onaylamaz Başbakan David Cameron Sofya’ya indi. Burası “yine barut fıçısı olmuş” gibi sözler kulağa gelmeye başladı.
Cameron aslında bizi görmeye değil, Burgas askeri uçak alanımızı denetlemeye, Türkiye Bulgaristan sınırımıza gerilen tel örgünün güvenirliğini yoklamaya ve politik havayı koklamaya gelmiş. Burgas’a gitme sebebi hemen anlaşıldı. Irak bombalanırken US uçakları Burgas’dan kalkmıştı. Şimdi İngiltere Irak’a bomba sallamaya devam ediyor da, Suriye’ye atılacak bombaların Burgas’dan yüklenmesi uygun olur mu diye bakınıyor. Sığınmacılar evlerini hangi ülkenin uçakları yıkarsa o ülkeye sığınmaya gittiklerinden, tel örgülerimizi de yerinde gördü. Kuşkusuz yeni yoğun bombardımanlarla artacak olan sığınmacı akını beklendiğini iyi bildiğinden, kendi tedbirlerini almakta gecikmedi. Sığınmacılara artık sosyal yardım verilmeyecekmiş. Bize önerisi ise, daha 6 sığınmacı kayıt merkezi açmamız yönünde oldu.
Cameron sınırın tel örgüsünden her ay 15 bin Suriyeli geçtiğini biliyordu. Bunların 5 bini sınırda tutuklanırken, 5 bini ülke içinde yakalanıyor, beş bini de Sırbistan üzerinden AB’ye gidiyordu. Sığınmacıları İstanbul’dan Belgrada kadar telefonla yönlendiren bir Bulgar kaçakçı örgütü olduğunu, bu insan kaçıran teşkilatın büyük paralar yığdığını ve politik iktidarı ırgalamaya başladığını da işitmişti.
Bu işin içine Bulgar mafyası yalnız değildi, Balkan ve Avrupa Mafyasıyla beraberdi. Yunanistan, Makedonya, Bosna, Slovenya tarlalarının kenarından acele acele yürüyen kafile her yerde “toprak bastı” parası ödüyordu. Sığınmacı yolu ipek yolu gibi uzarken arkasında altın izler bırakıyordu.
Bu görüş Sofya’da geçen hafta düzenlenen Güvenlik Forumu’nda ifade buldu. Yeni sığınmacı kafilelerinin gidecekleri ülkeye hava yoluyla gönderilmesi istendi. Büyük kararsızlık gösteren Batı Avrupa’nın sığınmacılar sorununa çözüm bulabilme şansını elinden kaçırdığına işaret edildi.
Forumda Suriyeli sığınmacı kadınlar da bulundu. Birisi 4 çocuğuyla Bulgaristan’a geldiğini, eşinin Özgür Suriye Ordusu’nda savaştığını, evlerinin ve köylerinin yakıldığını, kız kardeşinin DAEŞ tarafından kaçırıldığını gözyaşlarını silerek anlattı. Anlatırken birden kafasını dikti ve Suriye’de iç savaşı başlatan diktatör B. Esat, köylerimize zehirli gaz bombası attı. İşkence gördük. Zulüm etti, derken sesi çok sertleşti. Çocukları ile birlikte sığınmacı olarak yollara düşen kadınların eşleri Özgür Suriye Ordusunda savaşıyor. Bu yurtseverlerin toplam sayısı 100 binden fazladır. Hafta sonu 13 anti-Esat direniş örgütü birleşme ve direnişi kat kat güçlendirme kurultayı çağırmıştır. Rusya’nın havadan bombalayarak ve Kürt asilere silah atarak, Akdeniz Lâskîye limanından Fırat’a kadar uzanan bir “Kürt Bölgesi” oluşturarak ve terör kurtlarını Türkiye’nin ensesinde solumaları için devamlı besleme planı artın gün ışığına çıktı. Türkiye’nin sığınmacıların ve savaş kaçaklarının kalacakları bir güvenlik bölgesi yaratma planını suya düşürmeye çalıştığı da ortaya çıktı. Putin’in Perşembe gün Moskova meclisinde, tüm bakanların ve eyalet başkanlarının önünde, Türkiye’ye gözdağı verme yeltenişinde şu “terör ocağı bir Kürt Bölgesi” oluşturma hesapları artık açıktan açığa politikaya sızdı. Bu planlara göğüs geren ana güç anti-diktatörcü silahlı direniş hareketidir. Rusya’nın PKK ve diğer yan terör örgütlerin yanında yer aldığı pazartesi gün Kürt bölgelerine 5 ton modern silah atmasında kendini bir daha gösterdi. Suriye halkı Rus bombardımanlarının diktatör Esat’ın ömrünü uzatabileceğine, ama onun mutlaka yenileceklerine kesin inanıyorlar.
Foruma katılan Yunan temsilciler, yılbaşından beri deniz yoluyla gelen 700 bin sığınmacıdan % 25’inin yani yaklaşık 200 bininin çocuk olduğunu, bunların da sahile ölü çıktığını yürek acısıyla anlattılar. Makedon Yunan sınırında çadırda yaşayan kimsesiz Suriyeli 70 çocuğun UNİSEF himayesinde olduğu duyuruldu. Yunanistan sığınmacılara geçit verirken, kamplarda kalmalarına izin vermiyor, yarım da göstermiyor..
90’lı yıllarda iç savaşla parçalanan Yugoslavya’da iç savaş sızılarının hala geçmediği bir ortamda, Avrupa’da en hassas bölgesinin yarımada olduğu ve yarımadada tırmanan gerginlik ortamında terörün kıvılcımları sıçraması beklendiğine işaret edildi. Almanya Başbakan’ı Angela Merkel’in olayı şu sözlerle açtı: “Balkanlarda bir iç savaş kızışıyor.” Konuşmacılardan bazıları, Balkan devletlerini kendi arasında bir “Küçük Schengen” kurmaya davet ederken, diğerleri bunun çok farklı etkiler doğurabileceği üzerinde tartıştı.
Günümüz Balkanlarında, birbiriyle bağdaşmayan bir ortam var.
Bir yandan Kosova ve Bosna gibi yeni bağımsız devletler, egemen devlet gibi ayakta durmakta sorunlar yaşıyor. Romanya ile Bulgaristan da bunalım içinde yaşamalarına rağmen bu sorunları aşmıştır. Bosna gibi ülkelerde insanların son savaştan yaraları henüz kapanmamış, yakınları ölmüş ve yaralanmış aileler zorluk çekmeye devam ediyor, kayıplara karışmış veya göç etmek zorunda kalmış aileler, malını mülkünü yitirmişlerin sızıları dinmiyor. Bu aileler sığınmacılara kapı açsa bile, kalabalık sığınmacı kafileleri kabul edip onlara gerektiği gibi bakabilecek durumda değildir.
Makedonya’da yapılan bir araştırmanın sonuçlarından, Suriyeli sığınmacılardan % 65’i hayatları için dolaysız tehlikeden kaçtıklarını paylaşırken, asla geri dönmek istemediklerini kaydettirmiştir. Bulgaristan sığınmacı kamp ve yurtlarında kalanlardan % 67’si Almanya ve İsveç’te yaşayan yakınlarının yanına gitmek istiyor. Kamplarda kalan sığınmacılardan yaklaşan kışta ancak % 10 sosyal yardımla yetinmeye razı olduğunu beyan ederken, diğerleri çalışmak, ev bark sahibi olmak, çocuklarını okutmak ve meslek sahibi yapmak istediklerini gizlemiyor. Sosyal ve kültürel yaşama katılma olanakları arıyor.
Sofya Güvenlik Forumu, sığınmacılar konusunda olduğu gibi, Balkan ülkelerinin diğer sorunlarıyla ilgili de farklı yaklaşım ve somut ve amaca yönelik bir siyaset yürütülmesinde ortak noktaya vardı. Örneğin sosyal ve ekonomik sorunları çok ağır olan Makedonya’nın sığınmacı almasında direnmek bugün anlamsızdır. Slovenya bu konuda Macaristan, Çek, Slovakya ve Polonya birlik olmuş ve sınırlarına tel örgü çekti. NATO üyeliğine davet edilen Kara Dağ, sığınmacı kabul etme tekliflerine henüz cevap vermedi. Mali sorunları derin olan Arnavutluk da olaya soğuk bakıyor. Balkan ülkeleri arasında gelir düzeyi en yüksek olan Yunanistan ise, Atina yakınına 50 bin kişilik bir sığınmacı kenti kurulmasını kabul etmedi. AB üyeliğinde fasılların sonuncusunun da açılmasını bekleye Sırbistan konuya şimdilik sert tepkili değildir. Ne ki, olanaklarının sınırlı olduğunu defalarca belirtiyor. Bulgar milliyetçileri ve Moskova’nın Suriye saldırısıyla burunları kızaran Rusofiller, iki sığınmacıdan birinde terörist gördüklerini gizlemeyip İslam ve Müslüman düşmanlığını harman edip savuruyor ve Putin’in Türkiye’ye karşı düşmanca demeçlerinden ilham alarak yeni saldırı cepheleri açıyor ve düşmanlık ocağı etrafında ısınırken kuduruyorlar. Bu arada Cameron’un Sofya ziyareti esnasında Başbakan B. Borisov’la görüşmesinde, “AB içinde Türkiye’yi sizden iyi tanıyan yok Moskova ile gerginliğin aşılmasına arazı olun” dediği de basına sızdı.
Güvenlik Forumu Başkanı Yordan Bojilov ise kapanış konuşmasında, sığınmacı sorunları zaten kutuplaşmış olan toplumumuzu daha da böldü. Savaş ateşinden düşmanlık doğar, barış ve güvenliği, hoşgörü (tolerans) ve iyi komşuluğu, dostlukları yeniden yaşayabilmek için diktatörlüklerin yıkılması, yeni hayatın medeniyetlerin herkese yayarlı olan en iyi erdemleriyle kurulması gerektiğini vurguladı.
Yalnız Avrupa’nın değil Türkiye’nin de, Balkan devletlerini ve halklarını bir bütün, bir tek olgu olarak gören, geleneksel yaklaşımından vazgeçip, farklı ülkelere farklı yaklaşım uygulanması çoktan kapı çaldı. Balkanlara Osmanlı bakışıyla bakmak artık çok zarar veriyor. “Biz sizi bir birinizden hiç ayırmadık” sözlerinin artık anlamı kalmadı. Burada 14 devlet ve 10’dan fazla dil, faklı dinler söz konusudur. Bu devletlerden sorunları çok farklıdır. Makedonya anayasası ile Bulgar anayasası karşılaştırıldığında insan hakları konusunda değil benzer, değil yakın, değil birbirini tamamlayan maddeler, birbirine zıt durumlarla karşılaşırız. Bulgarlar, Sırbistan’da yaşayan Bulgarların etnik ve kültürel haklarının tanımadığına soğuk bakıyor fakat Bulgaristan’da etnik sorunların çözüm açısı gözden geçirmeye yanaşmıyor. Binlerce camide kurumlaşmış olan İslam, bu yarımadada birçok etnik ve ulusal dille buluşmuş, sevilmiş ve kaynaşmışken, bazı ülkelerde ciddi sorunlar yaşıyor. Bulgaristan’da 1360 cami ve mescit, 4 İslam lisesi ve bir de İslam Enstitüsü varken, Slovenya’da bir tek cami ve musalla taşı yok. Arnavutluğun devlet dini ise İslam’dır. Bosna’da İslam kültürü Slavlıkla kaynaşmışken, Bulgaristan’da İslam’la ilgili olan her şeye ters bakış hala aşılamadı. Ne var ki, inancı güçlü olanlar İslam Kültür ve Bilim Merkezi’nin Sofya’da olması gerektiğinde birleşen fikirler güç toplamaya devam ediyor. Türklük ve İslam medeniyet sütunlarını dikenler açısından Balkan Yarımadası İslam uygarlığının yayılmasında ve zenginleştirilmesinde, Avrupa Katolik ve Balkan Doğu Ortodoks dinleri ve kültürlerine köprü atıp uyumluk sağlamada büyük adımlar atmış, çağ açmıştır. Olaya eski dinler ve farklılık merkezleri açısından baktığımızda Bogomilciliğin de, Bulgaristan ve Bosna Hersek ile Hırvatistan’da derin izler bıraktığını görürken, diğer Balkan ülke ve halklarını saflarına çekememiştir.
Balkanlarda her azınlığın politik partisi yoktur. Bulgaristan’da Türklerin ve Pomakların politik iradesini savunmak için kurulan Hak ve Özgürlükler Hareketi, 26 yıl geçmesine karşın, siyasi suda yüzmeyi öğrenemedi, tefecilik, dolandırıcılık, para aklama, rüşvet alma gibi yasa dışı suçlardan fire vermeye devam ediyor. Müslüman kültürden uzak kalarak etnik toplulukları idare edebileceğine inanıyor. “Bulgar Etnik Modeli” ile azınlıklardan uzaklaştı. İktidarlara koltuk değneği rolü görüyor.
Balkanlar işte böyle bizim fıçılar gibi irili ufaklı devletlerdir. Kimisinin problemi içinde turşu olması, diğerinin tuzlu etleri koruması, bazılarının da kaynayan ve tapasını fırlatan şarapla ter su içinde kalmasıdır. Belki de bu yüzden, yani birbirimizden çok farklı olduğumuzdan bize “barut fıçısı” demişler. Dedikleri zaman Bulgaristan da “Orient” idi. Ve “Orient” dendiğinde bütün Yarımada anlaşılıyordu. Sonra Rumeli, Balkanlar ve Şimdi Güney Doğu Avrupa olduk. Bu değimin içine birçok bağımsız, kültürü, dini, dili ve sorunları farklı, kimileri NATO ve AB üyesi, diğerleri aday üye, kimileri sığınmacı kabul eden, kimileri “toprak bastı” parası toplayan ve daha pek çok sorunları olan ülkeler girdi. Bunların arasında Bulgaristan var ya, onun problemleri ise diğer komşularına kıyasla çok daha derin, daha özgün ve yalnız somut ve farklı yaklaşımla çözülebilir nitelikleri olan sorunlardır. Başkan sözü bilimdir. Toprağımızın dağlarındaki balın kan yaptığını anlatır. Okuyanların hepsine bal kan olsun.