Semra YUSUFLAROĞLU
Tarih: 16 Temmuz 2020
Görüyorsunuz, işitiyorsunuz, bir yandan korona virüs, maske, dezenfektan meselesi ensemizdeyken, memlekette büyük bir ısrarla devam eden 4 yaşındaki çocuklarımızın Bulgar anaokuluna yazdırılmasında kötü niyetler var.
Bulgar Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı, emekli maaşlarına % 5,6 zam yaparken, öğretmen ve eğitmen maaşlarına % 100 zam sözünde durdu. Özellikle etnik azınlıkların yaşadığı 15 belediyeye bazıları genç, birçokları da yaşlı Bulgar öğretmen göndermeye devam ediyor. Bunların amacı Türk afacanlara okula ayak basmazdan önce ve Türkçeden önce Bulgarca öğretmek ve beyinlerini köreltmektir.
Anaokullarında ve okullarda Bulgarcadan başka herhangi bir dilde temas kurmak, konuşmak, bilgi alış verişinde bulunmak sıkı ve sert yasak. Çocuğunu anaokulundan almaya gelen annenin veya anneannenin Türkçe konuşması da yasak. Azınlık çocuklarının kendi aralarında Bulgarca konuşmalarına, oyun esnasında Bulgarca konuşmasına büyük baskı var. Peki neden?
Bu gerçekler bize memleketimizde Bulgarlaştırma sürecinin Eğitim ve Teknoloji Bakanlığı üzerinden ve Avrupa Birliği’nden sürekli yeni paralar alınarak devam ettiğini kanıtlıyor.
Bu konuları AB kurumlarında etnik azınlıklarımız lehinde savunan ne avukatımız ne vekilimiz hiç kimsemiz yok. Liberalizme sevdalanan Gençlik Örgütü Başkanı İlhan Küçük, hain Ahmet Doğan lehinde demeç toplamakla meşgul, işi başından aşkın, yıllar boş işlerle uğraşmakla geçti. HÖH partisi ülkede bir top sahası açmadı, oyun alanı donatmadı, küçük çocuklu annelere bir Türk mutfağa açmadı. Sofradan kalkıp etrafı görmüyorlar.
Herkesçe bilinen atasözlerimizden biri “İnsan yedisinde neyse, yetmişinde de odur!” der. Bu doğru bir atasözümüzdür ve büyük bir gerçeği yansıtmaktadır.
Çocuklar doğduklarında konuş(a)maz.
Türk ortamında Türk toplumsal bilincinin egemen olduğu ailede, köyde, avluda, harmanda, meydanda etnik topluluğumuzun kendi şartlarında ortaya gelir. Çocuk anadilini ana sütü aradığı içtiği gibi öğrenmeye çalışırken, aslında o dünyaya “toplumsal bilinç gözlükleriyle” bakar. Bu değişmeceli bir değimdir. Bu gözlükler onun gözünde değil, annesinin, babasının, yakınların, onunla ilgilenenlerin hepsinin gözündedir, yaşadığımız ortamın bilgeliğini belirleyen toplum bilincimizdeki değerleri, ideleri, fikirleri, bilgileri, tecrübeyi öğrenme arzusudur.
Bizler bir topluluk olarak içinde yaşadığımız ve belirli bilgi birikimi olan ortamımızdaki değer zenginliği, ana baba, dede nine, kardeş kız kardeş ve diğer yakınlarımızın, bazı yerde bakıcıların aracılığı ve yardımıyla çocuklarımızın beynine dolmaya başlar. Çocuğun konuşmaya başlamasıyla birlikte ise, bilgi akışı hızlanır, hafızaya doldukça ve çocuğun söz hazinesini oluşturmaya, düşünme biçimlerini şekillendirmeye başlar ve onu adam etme yolunu açar.
Çocuğun ilk öğretmeni annesidir.
Yani yukarıda sözünü ettiğim gözlükler, aslında yaşadığımız ortamın toplumun ortak değeri olan bilgileri çocuğun beynine taşır ve onun dünyayı idrak etmesini, öğrenmesini, algılamasını, okumasını sağlar. Burada yani çocuğumuzun dünyayı kendi gözlerinden önce ana-baba, bizim gözlerimizle (yukarıda sözünü ettiğim gözlükle görmesi) onun bir değerli bir insan olarak yetişmesinde sonuç belirleyici rol oynar. İlk çağda en önemli olan çocuğa anadilinde yani Türkçe konuşmamızdır. Ninnileri, şarkı ve türküleri Türkçe söylememiz, bildiğimiz masalları ve söylevleri Türk dilinde anlatmamız bir başlangıçtır. Bu alanda alçak sesle şiir okunması, en anlamlı dörtlüklerin, bilge sözlerin tekrarlanması da paha biçilmez öneme sahiptir.
Yani çocuk hayata küçük yaşta yaşlıların gözüyle bakmazsa, dünyayı yaşlıların anlatımından tanımazsa, hiçbir şeye, insana, olaylara anlam veremez.
Çocuk açısından, onun dünyaya “akıllı ya da düşünen gözlüklerle” bakmasından söz ederken, onun bizim açımızdan bakıp öğrenmesinden söz ediyorum. Burada eğitim ve öğretimin yani çocuğu daha küçük yaşta yetiştirmenin önemine vurgu yapmak istiyorum.
Amerika’da bir araştırma sonucu
Bir grup Amerikalı eğitimcinin Avrupa Tipi İnsanlar üzerinde yani bizim insan türümüzün 1 ile 7 yaş kesimi üzerinde, son 25 yılda yaptığı araştırma çalışmalarından alınan sonuçlar çok ilginçtir.
Bu sonuçlar 21-inci yüzyılda çocuk beyninin bilgiye, öğrenmeye 4 yaşında tamamen açıldığını, bilgiye susadığını ve ana babasının ve yakınlarının kaynağından doya doya içmeye hazır olduğunu gösteriyor, doğruluyor ve kanıtlıyor. Değim yerindeyse çocuk dördünde (zihin olarak) açılıyor.
Başka bir değişle toplum bilincinden emmeye hazır olan çocukta, bilgilendikçe kişisel bilinç oluşmaya başlıyor. Bu yolda ilk adım Türk ismini söylemesi, ana ve baba, abla, ağabey demesi bile, çocuğun kimlik bilincindeki ilk taşların Türkçe atıldığına bir kanıt olacak ve “o daha sonra hiçbir zaman anam babam bana Türkçe öğretmediler” demeyecektir.
Belirtmek isterim, bu ilk adımlarla çocuğumuzun kişilik kazanması yoluna girişinde belirleyen, önemli olan, birincil sayılan toplumsal bilinçtir. Buna çocuk kendisi uzanamaz. Dünyayı bizim ona anlattıklarımızla yani dünyayı bizim gözlerimizle görme ihtiyacı vardır. Bu kişisel bilinç ikincildir. Ancak birisinin aracılığıyla insan beynine dolar ve belirleyici olur.
İşte bu nedenle Bulgar Eğitim ve Teknoloji bakanlığı, çocuklarımızı 4 yaşında zorunlu olarak anayurtlarına (kreşlere) toplamaya çalışıyor. Zorunlu olarak diyorum, çünkü anaokuluna gitmeyen çocukların okula yazılmayacağı haberlerini de yaymaktalar.
4 yaşındaki Türk çocuklarını Bulgar anaokulunda, kendilerine yalnız Bulgarca konuşularak yani ana babanın Türkçe gözlüklerinin “gospojaların” Bulgar gözlükleriyle değiştirilerek çocuklarımızda Türk bilinci oluşmadan, çocuğun dili daha Türkçe çözülmeden, Bulgar dili ve Bulgar toplum bilinci dayatılarak” Bulgarlaştırılmalarında ısrar ediliyor. Bu çok acı bir gerçektir.
Şu asla unutulmamalıdır Türk ailesinde, ortamında, halk belleğinde yaşayan ve bizim bir Türk ve Türk topluluğu olmamızı sağlayan Türk toplumsal bilincimizdir.
Bulgar devletinin, şimdi tüm işlerini bırakmış çocuklarımızla uğraşmasının temel nedeni, onlarda Türk kimliği oluşmasını daha küçük yaşta bastırmak, köreltmektir. Bu olaya daha derin bakarsak ve 1989 Mayıs Ayaklanmamızın – Bulgaristan tarihinden en büyük isyandır – neden çıktığını öğrenmek isteyenlere hatırlatıyorum:
Biz Türk kimliğimizi yeniden üretme, yani yeni doğanlarda yaşatabilme gücümüzü, imkânlarımızı tamamen yitirdiğimiz için ayaklandık, Türk kimliğimizi yenileyebilmek için göç edip Türkiye’ye geldik.
Bu tarihsel olayın başka açıdan değerlendirilmesi tamamen yanlıştır. Bir yere kadar Bulgarca konuşan Pomaklar ise, Müslümanlığı yaşatabilmek, yeniden üreterek genç kuşakları Müslüman yetiştirebilmek için 1964 – 1972-1973’te ayaklandılar ve 1989’da İslam’la yaşama haklarını geri alabildiler.
1989 yazında Türkiye’ye göç edenlerden 150 bin kişinin geri döndüğünü gördük. Neden geri döndüler? Türkiye’yi beğenemediler mi? Hayır onlar Bulgaristan’daki kargaşalık, kavga, soykırım, kültür kırım, daha kesin bir tabirle okulların ve Türk dilimizin yasaklanmış olduğu yıllarda Türk Kimliklerini kaybetmişlerdi ve Türkiye onlara yabancı geldi. Yani ne Bulgaristan’da Bulgar ne de Türkiye’de Türk, iki arada kaldılar, zaten çok ezilmişlerdi ve belki işler düzelir umuduyla geri döndüler.
1878’den sonra Bulgaristan’da 2 700 Türk Okulu, medrese kapandı. Okullarımız devletleştirildi. Türk öğretmen enstitüleri kapandı. Türkçe kitap basımı durdu. 80 yıldan beri Türkçe çocuk kitabı çıkmıyor. Çocuk gazete ve dergisi yok.
Yazımın özeti şudur.
Bir çocuk dünyaya geldiği zaman bilinç sahibi değildir. Kusur görmezseniz, onun bir yarı fabrik ürün olduğunu söyleyebilirim. Konuşamayan bir canlı! Afrika’da maymunlar arasına salıversek, ana maymunlardan biri onu emzirip büyütebilir, ama konuşmayı, toplum değerlerini, fikir ve görüşleri öğrenip insan olma şansı sıfırdır.
Bir çocuğun bireysel bilince ulaşabilmesi için onun birikmiş olan toplumsal bilinci birilerinin yardımıyla öğrenmesi şarttır. Bulgar çocuklarımızı 4 yaşında Bulgar anaokullarına toplayarak sözde “iyilik” yapıyormuş gibi duruyor da aslında en büyük değerimizi, tam değerli Türk olmamızı elimizden daha 4 yaşta almaya çalışıyor ve hedefinde bizi Türk insan tipi olarak yok etmek var. Bunu (felsefe, hukuk, tarih, psikoloji vs) okumuş olmalarına rağmen görmek istemeyen, HÖH, DOST ve HŞHP yöneticilerine gözünüzü açın, diye çağrıda bulunuyorum. Anlatmaya çalıştığım ikinci derece bir sorun değildir. En önemli problemimizdir.
Belirtiyorum: Eğitim, öğretim, insan yetiştirme yol ve yöntemleri toplumsal bilinci insana akıtarak bireysel bilinç oluşturup geliştirme yoludur.
Bu yol bize tamamen kapanıyor. Millet meclisi kürsüsünden “Bulgaristan’da yaşayan insanların % 80’ni “debil” yani hayvanla insan arasında sürünen varlıklar demesi büyük ve sert tepkiler uyandırmış olsa da, ben bu görüşe katılıyorum ve 2020/2021 ders yılında ve anayurtlarında daha şimdiden bu bilinçli, planlı stratejik uygulanmaya kör kalanları lanetliyorum.
Bizim ne yapıp yapıp Bulgaristan’da Türk anaokulları, ilk ve ortaokullarımızı, liselerimizi açma zamanımız geldi. Bu yapılmazsa erimemiz işten değil. Çocuklarımız Türk ortamında, Türk okullarının avlularındaki oyun sahalarında, spor salonlarında, Türkçe konuşulan ders odalarında, Türk ders odalarında ve kütüphanelerde yetişmelidir. Öğrencilerin bireysel kimliği Türkçe bilgilerle, haberlerle, sanat değerleriyle, din ve dünya görüşüyle biçimlenmelidir. Başka kurtuluş yok. Önce kendimizi göreve davet ediyorum. Anneler domuz eti sunulan anaokullarına ve okullara çocuklarını salmamalıdır. Bunları herkes çok iyi değerlendirmelidir çünkü daha sonra dizlerini dövmek işe yaramayacaktır.
Türk Türkçe konuşur, Türk toplumuna katılır, Türklük gelenekleriyle yaşarken gurur duyar ve onları yüceltir. Türk demek mazlumlara kucak açmaktır. Milletin çok belirgin niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan, her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, topluluğuna bağlılığını iddia ederse buna inanmak doğru olmaz. Türk milletinin dili Türkçedir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlâkının, geleneklerinin, hatıralarının, çıkarlarının, kısaca bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk milletinin kalbidir, zihnidir.
Türk demek Türkçe demektir; Ne mutlu Türküm diyene!
Lütfen paylaşınız.