Gülten RAYİMOĞLU

Yeşil Kriminoloji (veya çevresel kriminoloji), çevresel suçlar, ekosistemlere verilen zararlar ve doğal kaynakların tahribatı ile ilgili suçları inceleyen bir alt dal olarak günümüzde hızla önem kazanmaktadır. Bu alan, çevresel adaletin sağlanması, insan faaliyetlerinin çevre üzerindeki etkisi ve bu etkilerin suç sayılıp sayılmaması konusunda hukuk ve toplumsal düzen arasındaki ilişkiyi anlamaya çalışır. Yeşil kriminoloji, suç ve adaletin çevresel boyutlarını ele alırken, tarihsel olarak çevreye verilen zararların nasıl tanımlandığı ve nasıl hukuki bir çerçeveye oturtulduğunu da inceler.

1. Yeşil Kriminolojinin Tarihsel Gelişimi

Çevreye verilen zararlar ve bu zararların suç sayılması, tarihsel olarak oldukça uzun bir süreçte gelişmiştir. Ancak modern anlamda yeşil kriminolojinin temelleri 20. yüzyılın ikinci yarısına dayanır. Bu dönemde, sanayileşme, ormanların yok edilmesi, hava kirliliği, su kirliliği gibi çevresel sorunlar toplumları ve bilim insanlarını daha fazla ilgilendirmeye başlamıştır.

– Endüstriyel Devrim ve Erken Dönem Çevresel Suçlar

Sanayi devrimi (18. yüzyıl sonları ve 19. yüzyıl başları), çevreye zarar veren faaliyetlerin artmasında belirleyici bir rol oynamıştır. Fabrikaların yaygınlaşması, yerleşim alanlarının genişlemesi ve doğal kaynakların aşırı kullanımı, çevreyi tahrip etmiştir. Ancak, bu tür zararlı faaliyetler genellikle suç olarak kabul edilmemiştir. Çevreyi kirletmek ya da doğal kaynakları aşırı kullanmak, o dönemde “doğa ile uyumsuzluk” olarak görülmüş, ancak cezai bir yaptırım uygulanmamıştır.

– 20. Yüzyıl ve Çevresel Hareketlerin Yükselişi

20. yüzyılın ortalarına doğru çevre kirliliği, ormansızlaşma ve diğer çevresel sorunlar daha fazla dikkat çekmeye başladı. 1960’ların sonları ve 1970’lerin başları, çevresel hareketlerin güçlü bir şekilde yükseldiği yıllardır. Çevreye zarar veren sanayi faaliyetlerinin artırdığı kirlilik ve bu kirliliğin insan sağlığı üzerindeki olumsuz etkileri, çevresel suçlar kavramının doğmasına yol açtı. 1970’lerde, çevresel suçların daha yaygın olarak tanınması ve ceza yasaları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği vurgulanmıştır.

2. Yeşil Kriminolojinin Temel Kavramları

Yeşil kriminoloji, çevresel suçları iki ana başlık altında incelemektedir:

Doğrudan Çevresel Suçlar: Bu suçlar, çevreyi doğrudan tahrip eden faaliyetleri kapsar. Örnekler arasında orman yangınları çıkarma, yasadışı avcılık, su kaynaklarını kirletme, hava kirliliğine neden olma ve habitat tahribatı bulunur. Bu tür suçlar, özellikle sanayi, tarım ve maden işletmeciliği gibi insan faaliyetlerinin doğaya verdiği zararlardır.

Dolaylı Çevresel Suçlar: Bu suçlar, çevreye zarar vermeyen ancak doğrudan çevreyle ilişkili olan faaliyetlerdir. Bu tür suçlar arasında yasa dışı atık dökme, ticari faaliyetlerde çevre standartlarını ihlal etme, iklim değişikliğine yol açan faaliyetler sayılabilir.

Yeşil kriminoloji, bu suçları incelerken aynı zamanda bu suçların neden toplumsal adaletle ve insan haklarıyla nasıl ilişkili olduğunu da sorgular.

3. Yeşil Adaletin Sağlanması ve Hukuki Çerçeve

Yeşil suçların cezalandırılması, genellikle çevre yasalarının güçlendirilmesi ve çevresel suçlarla mücadele için ayrı bir hukuki çerçeve oluşturulması ile sağlanır. Çevreye yönelik suçların tarihsel olarak tanınması ve cezalandırılması, çoğu zaman bu tür suçların toplumun dikkatini çekmesiyle birlikte olmuştur.

– Uluslararası Çevre Hukuku ve Yeşil Adalet

Uluslararası çevre yasaları, çevresel suçların hukuki anlamda tanınmasında önemli bir rol oynamıştır. 1972’de Stockholm Konferansı, çevre koruma ve sürdürülebilir kalkınma gibi önemli konuları gündeme getirmiştir. Ayrıca, 1992’deki Rio Konferansı ve 1997’deki Kyoto Protokolü, çevresel suçların küresel düzeyde daha fazla dikkate alınmasını sağlamıştır. Birçok ülkede, çevreyi korumak amacıyla yasalar ve düzenlemeler oluşturulmuş, çevresel suçlar için cezai yaptırımlar uygulanmaya başlanmıştır.

– Yeşil Kriminoloji ve Adaletin Toplumsal Boyutu

Yeşil kriminoloji, çevresel suçların yalnızca çevreyi değil, aynı zamanda toplumsal yapıyı da etkilediğini vurgular. Örneğin, çevreye zarar veren sanayi faaliyetleri genellikle düşük gelirli bölgelerde yaşayan toplumları daha fazla etkiler. Bu, çevresel adaletin sağlanması anlamında önemli bir noktadır. Adaletin sağlanması, yalnızca çevreyi korumakla kalmaz, aynı zamanda çevresel zararlardan en fazla etkilenen topluluklara da koruma ve destek sağlar.

4. Yeşil Kriminolojinin Geleceği ve Suçun Yeni Tanımları

Günümüzde, çevreye verilen zararın artması, özellikle iklim değişikliği, biyolojik çeşitliliğin azalması ve su kaynaklarının kirlenmesi gibi küresel sorunlar, yeşil kriminolojinin önemini daha da artırmıştır. Bu bağlamda, ekosistemleri ve biyoçeşitliliği korumak için suç tanımları genişletilmiş ve çevresel suçların daha sıkı bir şekilde denetlenmesi gerektiği vurgulanmıştır.

– İklim Değişikliği ve Yeşil Suçlar

İklim değişikliği, yalnızca doğa üzerinde değil, aynı zamanda toplumsal yapılar üzerinde de etkiler yaratmaktadır. Küresel ısınma ve çevresel felaketler, dolaylı olarak suç oranlarını etkileyebilir. Kriminologlar, bu sürecin çevresel suçlarla nasıl ilişkilendirileceğini ve bu suçların hukuki boyutlarını tartışmaktadır. Örneğin, sera gazı salınımını aşırı derecede artıran şirketlerin cezalandırılması gerektiği fikri giderek daha fazla önem kazanmaktadır.

Sonuç

Yeşil kriminoloji, çevresel suçlar, çevreyi tahrip eden insan faaliyetleri ve bu faaliyetlerin toplumsal adaletle ilişkisi hakkında önemli bir alan sunar. Tarihsel olarak, çevreye verilen zararlar başlangıçta suç olarak görülmemiş olsa da, zaman içinde çevreyi koruyan yasaların geliştirilmesi ve çevresel suçların cezalandırılması yönünde önemli adımlar atılmıştır. Bu süreç, çevresel adaletin sağlanmasına yönelik küresel bir farkındalık yaratmış ve toplumsal yapıyı koruma adına önemli bir çerçeve oluşturmuştur.

Reklamlar