Rafet ULUTURK
Biz çekişmeli yılların çocuklarıyız. İki asırda birden yaşamak, 20.yy kâbusundan sıyrılıp 21. yüzyıla geçmek için doğmuşuz. Neslimizin ana vazifesi bu olsa da, sanki talihsiz doğmuşuz, çekilerin etkisinden ne sıyrılabildik ne de kurtulduk. Yapamadık! Bir önceki asrın (19.yy) dayattığı problemler içinde bocalamaya bugün de devam ediyoruz.
Bulgar Prensliği, ardından monarşi-faşist Bulgar Çarlığı, gerekse totaliter komünist düzen bizden kimliksiz Türk, kimliği olmayan insan yaratmak istedi. Yapılan ve uygulanmaya devam eden atalarımızın ve bizim üzerimizde süresiz bir denemedir.
Hitlerin cani doktoru Men gele İkinci Dünya Savaşı ölüm kamplarında insan geni değiştirmekle başlatmıştı bu denemeleri. O, öldürmeye hevesli, öldürmekten zevk alan robot adam tipi yaratmak istedi. Klonlanmış asker tipi her savaşı kazanmak zorunda, çünkü onun programında yenilgi diye bir şey yoktur.
Bizim Türk ve Müslüman kimliğimiz beden ve ruhumuzdan sökülüp alınacak ve katledilecekti. Kimliğimizin kemikleri kazanlarda eritilip suyu lağım kanalına akıtılacaktı. Erimeyen kemiklerse değirmenlerde öğütülüp unu rüzgarlı bir havada çöplüklere savrulacaktı. Kemliksiz olmayı doğal kabul etmezsek köleleştirilecektik. Kölelik çağında köleler de kimliksizdi. Kabullenemedik. Onun için Türkiye’deyiz.
Son hedef Türk olarak kimliksizleştirilmemizdi.
Bu bir süreçti. Osmanlıdan kopmamızın acı tarihi olan 1877–78 Plevne yenilgimizle başladı. 136 yıldır devam ediyor. Acımasız planın temelinde, kılıç artığı olan Bulgaristan Türk ve Müslümanlarıyla istediğimizi yapma fırsatı bize düştü anlayışı vardı. Yolda okulda askerde kafalarımıza hep bu sokuldu ve hepimiz birden uyanamadık. İnsafa gelir. Ekmeğimizi yemiş, hayrımızı görmüş, İş Allah duamızı da hak eder, sözleriyle kendimizi avuttuk.
Onlar da çarıklı, abalı poturlu ve fesliydiler. Çarşı pazardaki ümmet aynıydı. O zamanlar ayırım sözü henüz yoktu. Osmanlı ceninden bir tek Bulgar çıkar rüzgarı da esmeye başlamamıştı henüz. Ayırım burunları din, dil ve etnik kültür kokusu aldığında başladı.
Derken, dağların ardından güneşin yalnız kendileri için doğduğunu düşünenler kalabalaştı. Uçuşan kelebekler biri sen biri ben gel farklılıkların oynaştığı bir dünya kuralım çağrısını kabul edilmez oldu. O vadilere gülü atalarımız götürse de, her goncada kendilerini gördüler, birisinin de biz olmamıza tahammülleri söndü. Bu ne kendini bilmezlik, baharda cümle alem gül kokar, dense de, o gün bugün inatları devam ediyor.
Sözde ümmet kozasından onlardan 100 yıl sonra çıkmışız. Hakkımız uçmadan ölmek ya da uçup onlara katılmakmış. Şanlı geçmişimizi göremediğimizden, zifiri karanlıkta Türklük kaynağını bulup özümüzden içmemiz zor oldu. Ancak 100 yıl sonra ayaklanabildik. Politik bilinç ve örgütlenme seviyesine bir asırda erdik. Uyanıp bilinçlenmemiz kimliklerimiz giderek dönüştürülüp farkına bile varmadan Bulgarcalaştırılmamıza paralel oldu. Gözlerimizi umut kapısından kimliğimize çevirmeyi kardeş kellesiyle ödedik.
Biz hepimiz aynı sebepten Türkiye’deyiz. Hiç birimizin ayrıcalığı yok. Biz bedenen ölümden, ruhen kimliksizleştirilmekten kaçan insanlarız. Göçmen soydaşın anlamı budur. Kimliksizleştirilmeyi kabul etmediğimiz için soydaşız. Yurdumuzdan kovulduğumuz için buradayız. Şimdi Türk kimliği ile yaşayan vatansızlarız. Ana vatan öz vatanın yerini dolduramaz, çünkü bizim kimliğimizin bir parçası da vatanımızdır.
Buralara yaralı geldik. Bir yarımız orada kaldı. İçimizdeki boşluğu dolduracak yedek parça yok. “Balkanda adam, ovada kabak yetişir.” Bizim vatanımız Balkanlardır. Türk kimliği Türk olan adamın kimliğidir. 1878’den beri yapabildiğimiz en büyük iş, Türk kimliğimizle boy atmış olmamızdır. Dünyaya şu Trakya, şu Rodoplar, şu Deliorman, şu Dobruca ve şu Gerlovo ezelden Türklük kalesidir dedirttik.
Türk kimliğimizi bir öz ve biçim olarak korumaya çalışırken çok büyük fedakârlıkta bulunmak zorunda kaldık. Dedelerimiz mimari değerlere önem veren bir milletin mensubuydular. 17. yy.da sadece Sofya’da 53 cami ve mescit vardı. Dahası var: 40 okul, 2 Medrese, 11 han, 1086 dükkân ve daha birçok köprü gibi değerli eserler. Bunlar yüce bir medeniyet ve kültürün sembolleridir. O gün bugün biz, her yeni gün bir önceki günden biraz daha soysuzlaştırıldık.
Bulgaristanlı Türk kimliğimiz 4 rejimle mücadele içinde oluştu. Bulgar Prensliğinde (1878 – 1908); Bulgar faşist-monarşi Çarlığında (1908 -1944); totaliter sosyalist devlet düzeninde (1944 -1990) ve demokratikleşme devresinde (1990 – 2015) büyük kayıplar versek de, kimlik ve özgün Türk kültürümüzle var olma çırpınışımız bir an olsun dinmedi.
1984 Aralığı ile 1985 Martı arasında Türklüğümüz en ağır darbeyi aldı. Öz kimliğimize ait neyimiz varsa zorla ve resmen elimizden alındı. Posta kutularımızdaki adlarımız bile değiştirildi. Yolunmuş piliç gibi ortada kaldık. Baskı-terör hat safhadaydı. Rejim zorbalığı dayanılır gibi değildi.
Siyasi atılım için örgütlü birikimimiz 1989 Mayısı’nda patladı. Türklüğümüzden çalınanların tümünü geri istedik. Ayaklanma politik bilinçlenmede son aşamadır. Başkaldıranlar kenetlenmiş yapılanmaya ve siyasi partide örgütlenmeye hazırdır. 1989’da bu an yaşandı. Halkımız siyasi partisini doğurmaya hazırdı.
Kanatlanmış uçtu uçacakken, kanadımızı kırmak için göçe zorlandık. Şimdi buradayız.
İtiraf ediyorum. Bize Türk gibi solumayı çok görenler 136 yıldır uyumuyor. Karanlıkta çatlayan tohumun Türklük olduğunu görünce kudurdular. Son gizli silahlarını çıkardılar. Karşımıza dikilen kimliksiz kimlik laboratuar ürünü Ahmet Doğan’dı. 10 Ocak 1990 günü Varna’da ilan ettiği Hak ve Özgürlükler Hareketi ile başımıza beklenmedik büyük musallat oldu ve olmaya devam ediyor.
Doğan olayının özünü bir daha açmadan ileri hamle yapamayız. Bilinmeyen ve tanınmayan düşman yenilmez. Bugün Bulgaristan Türklerinin en büyük düşmanı Doğancı zihniyettir.
O, ana-baba soyu belli olmayan, doğumundan 3 ay sonra sokağa bırakılmış, gönül sıcaklığımızdan, ahlak ve hoşgörümüzden nasip almadan, kendini Türk olarak pazarlayan biridir. Bir gün çamurda sürünürken Türklere ve Türklüğe karşı çalışan Bulgar gizli polisine köstebek olmayı kabul etmiştir. 1974’ten beri devam eden bu sürüngenlik Ahmet İsmailov Ahmedov, Medi Doganov, Ahmet Doğan, Angelov, Sergey, Sava, HÖH lideri gibi isimlerle hep önümüze çıktı.
Ahmet Doğan bir hafiyeden, muhbirden, ajandan öte biridir. O 31 yıldan beri tanıdığı her Türk’ü ispiyonlamış ve jurnallemiştir. Birçoklarımızı ekmek parasından etmiş, tutuklatmış, sürgün ettirmiş, hapse attırmış, okumasına mani olmuş, aile parçalamış, rastladığı Türklere “milliyetçi,” Türkçe konuşan, Türkçe müzik dinleyen, gözü Türkiye’de gibi damgası vurmuş, gammazlamış, kötülemiş, yollarını kesmiş, hayatlarını kâbus etmiştir. Ahmet Doğan’ın iyilik yaptığı birisi varsa o da kendisidir. Kimseye bir bardan su uzatmamış, hiç kimseye bir tas çorba uzatmamıştır. Elindeki yetkilerle yaptığı tek iş “hak” ve “özgürlük” gibi vaatlerle uyuşturabildiklerini kimliklerini unutmaya zorlamak ve onları 26 yıldan beri sayada koyun gibi sağmaktır.
Gizli servisin parasıyla Sofya Üniversitesinde sözde felsefe okuyan bu hain, herkese “Felsefede Simetriklik” konusundan dem vururken, şu konular üzerinde çalıştı. “Türk milliyetçiliği ve İmanda Köktendincilik” , “Bulgaristan Türklerinin Biri Bulgar Öteki Belli Olmayan İkili Kültürü”, “Bulgaristan Türklerinde Kimlik Oluşturma Çabalarına Karşı Mücadelenin Yol, Yöntem ve Araçları”, “Türk Kimliği İle Yaşamak İsteyen Bulgaristan Vatandaşlarıyla Mücadele Edelim” ve “Etnikleri Eritip Tek Bulgar Ulusu Kurma Yolları.” Bu konuda doktora tezi savundu. Bize karşı bıçağını biledikçe biledi.
Başkanı olduğu parti ancak şekil olarak hak ve özgürlükçüdür. Öz olarak dünya görüşü ve yapı olarak totaliter düzen partisidir. Demokratik merkeziyetçilik mekanizması çalışmayan, lider ve yönetimi tabandan kopmuş bir siyasi oluşumdur. Bulgaristanlı Türk ve Müslümanların yürekler acısı yeni durumu onun eseridir. O ve etrafındaki 7–8 zengin hepimizi alabildiğine, insafsızca ve gaddarca eziyor. Türk kimliğimizi ve özgün Türk kültürümüzü yok etme davası ellerindedir.
25 yılda ana dilimizi unutturmaya çalışırken, ellerinde olsa dilimizi kesip köpeklere atma yolunu seçtiler.
Bize karşı merhametsizlik ve gaddarlık yaşatan zihniyet.
Ahmet Doğan’ın kılcal damarlarına işlemiş hainlik, 1985 başında kırılma noktası geçirdi. Bir ara kendini bulunmaz Bursa kumaşı sanmış, 6 isimli kimliksiz bir hainin adı mı değiştirilir ya da ben bu işi hal ederim diye düşünmüştü. Oysa 1985 Şubatı’nın soğuk bir sabahında Sofya’da sıkıyönetim uygulanmış, kuş uçmuyor. Üniformalı milis onun kapısını da çaldı. “Aç ağzını dişlerini sayacağım!” dedi. Kafa Kaf dağında – bir gün Libya’da ya da Bağdat’ta İslam felsefesi okuyor, Baş Müftü olacak; ertesi gün Sorbona’da felsefe hocası; iki saat sonra Kembrich’te, öğleden sonra Moskova Üniversitesinde, bir sonraki günse Harvard’da “felsefe simetrisi ve kimliksiz Türk yaratma uygulamasını” açıklıyor. Geri zekâlı desek az, kafa yok, kafa gitmiş… Ondan kimse bir şey istemedi. “Angelov” ismini 1974’te gönüllü seçmişti. Türkçesine de dokunan yoktu, Türkçe onun ne ana dili ne baba diliydi. Köstebek olmak Türk olmaya yeterli olamazdı. Bir ara Türklere sokulurken, “babam Türkiye’de yaşıyor,” dedi. Türkiye’ye sığınmakla Türk olunsa, bugün Güney Doğu’daki 4 milyon kaçak Suriyeli, Türk sayılırdı.
Bizim zavallı gencin hayatı baştan aşağı hayaldi. Kendini feylesoftan satıyor ama Sofya Üniversitesine giriş sınavlarında Bulgar Tarihi sınavında Plevne Savaşı’nı anlatamadı. Zayıf not aldı ve kayıt dışı kaldı. Ajanlar kovanı “DS”- 1. şube; 2. şube, BKP MK Türklerin kimliğini tarihe katma- ideolojisi şubesi şefi St. Mihaylov. Bulgar Bilim ve Teknik Komitesi Başkanı N. Papazov, İş İşleri Bakanı, Milli Eğitim bakanı hepsi kafa kafaya verdi ve “bu ajansız olamayız” noktasında birleşti. Sonunda – 6 ay sonra – sabık bir KGB ajanı olan doç. Vitanov’un Rektör olduğu Şumen “Payisiy Hilendarski Üniversitesi” Bulgar Dili Fakültesine kaydını yaptı. Bu kadar otoriteli devlet adamının ve makamların gayreti ve “adam olur” umuduyla 5. yıl felsefe sınavından iyi (4) aldı. O yıllarda bu başarıyla iş bulmak zordu. Fakat bizimki, Bulgar Bilimler Akademisi (BAN) Felsefe Enstitüsü’nde doktora tezi yazmaya başladı. “Türkleri kimliksizleştirme” konusunda asisten tayin edildi.
Ahmet Doğan şahsına bu kadar ayrıntılı değinmemin nedeni şudur.
Bu mevkide bir genç, “DS” Birinci Şubesinde gözde bir ajan, işyeri BAN, gözü Harvard’da ve 1985 yılının Şubat ayında aniden “U” dönüşü yapıp geçmiş defterini kapayarak köyüne dönüyor. Akrabaları ve birkaç tanışla birlikte illegal bir örgüt olan ve hedefine isimlerimizin geri alınmasını birinci yere koyan Bulgaristan Türkleri Milli Kurtuluş Hareketi’ni (BTMKH) kurmaya, beyanname ve bildiri dağıtmaya ve program kaleme almaya ağırlık veriyor.
3 defa ajan adı değiştiren bir köstebek, üniversite tahsilini gizli polis “DS” bursuyla alan bir hain, nereden ve nasıl cesaret bulup da, “davadan döner”? Bu ne cüret!?
Ajanın bu noktadaki “kırılışı” birçok kişinin dikkatini çekmiştir. Gizli poliste “dönekliğin” faturası kelledir. “DS” VI. Şube şefliğinden ayrıldıktan sonra 6 kitap yazan ve bugün de gizli polise kadro eğiten “Kütüphaneci Enstitüsü” Rektörü Dimitır İvanov konuyu “bu işte tepenin üstünden bir karar olmalı” tespitiyle geçiştiriyor.
“Doğan Dosyası” nı ilk okuyanlardan biri olan Bulgar yazar Toma Bikov, bu “danışlı bir dönekliktir” – “bu bir oyundur” diye yazdı.
Üstelik Tolbuh’in köylerinden birkaçını ziyaret ettikten ve akrabalarıyla görüştükten sonra, (BTMKH) “kurunca” tutuklanan ve güya “devlet güvenliğine tehlike yaratmaktan” sorgulanmaya girmezden 4 gün önce, (07. 06.1986 akşamı) Sofya’da “Rodina” otelinin 12. katında A. Doğan ile DS” den Albay T. Genov arasında 2 saat süren bir gizli görüşme yapılmıştır.
O görüşme başlarken dosyasının adı “DÖNEK” olan Doğan yeni gizli vazifelerle köstebekliği ikinci kez kabul etti. 10 gün sonra tutuklandı. Onu sorgulayan Angel Aleksandrov daha sonra Bulgar Sorgulama Makamı Genel Müdürü oldu. Onun savunmasını yapan av. Nikolay Svinarov’un daha sonra Savunma Bakanı oldu. Sofya Hapishanesinde onu besleyen sağlıkçı d-r Stoyan Stoyanov’un Sofya Vali Yardımcısı ve BC Sağlık Bakan Yardımcısı atandı. Pazarcık hapishanesi gardiyanları HÖH partisinden milletvekilliği adaylığı teklifi aldı. Ahmet Doğan totaliter diktatör, isimlerimizi değiştiren en büyük Türk düşmanı T. Jivkov’u 10 Kasım 1989’dan sonra hemen ziyaret etti. 5 saat görüştüler. Öpüştüler koklaştılar. Bunlar kendiliğinden öykülenen olaylardır.
10 Ocak 1990 günü Ahmet Doğan Varna’da HÖH partisini kurarken, emrine 3016 gizli polis ajanı verildi. Bunlardan 57’si “Belene” Ölüm Kampında, 73 de değişik ceza evleri ve sürgün kamplarında köstebeklik yapmıştı. HÖH partisi gizli polis “DS” eliyle totalitarizmi ayakta tutmak ve ömrünü uzatmak için kuruldu. Türkler gerçekleri görüp baş kaldırınca Ahmet Doğan korumaya alındı ama dolapların başında olandır.
Maskesi inen gerçeklerin hakiki yüzü budur.
Evet! Biz hepimiz aldatıldık! Bir ajan eliyle tuzağa düşürüldük. 26 yıldan beri soydaşız. Derneklerde örgütlendik. HÖH partisine 25 defadır oy verip, Ahmet Doğan haininin değirmenine su taşıyoruz. Ne yapmalıyız? Bizi bekleyen tarihsel rol nedir?
Devam edecek.