Donekler bölüm -4-
Tarih: 27 Mart 2018
Yazan: Mehmet ÇAKIR
Konu: Döneklerin bugün hala sesi çıkıyor.
Şu dönek kurtları hak ve özgürlük; insan hakları ve adalet; barış ve huzur; ayrıca da hukuk düzeni ve demokrasi davamızın içinden çıkarıp ezmeden işler durulmayacak.
Atalarımız,“sıkıntı yok, çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçüncüde düşer ve çamura saplanır” demiş ama bizimkiler dayanıklı çekirgeler, onları havadan sudan besleyenler ve gördükleri yerde ezilmeyenler de olduğundan dolayı, artık irileştiler ve hantal oldular ama, nefes alıp vermeye devam ediyorlar.
Döneklik dediğimiz eski bir iştir. Hainlerin yaptığı iş de dönekliktir, faili de dönektir.
Siyasi partiler kurulmazdan önce ve insanlar bu partiden öteki partiye, cephe ve harekete geçmeye başlamazdan yanı davalarına ihanet edip, ben değiştim diyerek karşı cepheye sıçramaya başlamazdan önce, din değiştirmişler ve din değiştirenlere de “renego” demişler yani döneklik ve bu yüz çevirmeyi seçen dönekler adını almışlar. Bunu en kolay bir biçimde anlatabilmem için hatırlatıyorum.
1878’de Bulgaristan’da kalan Türklerin yüzde yüz Müslüman’dılar.
İslami hayat kurallarına uyarak yaşıyorlardı, 1980’lı yıllarda yani yüz sene sonra din eğitimi yasaklanınca, medreseler kapanınca, imamlardan mevlitlere 3 kişiden fazla toplanmasına izin verilmemesi istenince ve Cumaya gitmek bile engellenince insanlarımızın çok büyük bir kısmı içten Müslüman kalmaya devam etseler de, görünümde ateist yani dinsizleştirildiler.
Bayramlar kalkmış, oruç yasaklanmış, umre ve haç kesin yasak, camiye sadece 70 yaşın üzerindekilere serbest, kuranı Kerim de toplatılmıştı.Bulgar bunu Müslümanlara ve İslam’a karşı mücadelesinde büyük bir “başarı” olarak kaydetti.
Biz anadil öğrenmelerine, Türkçe şiir okumalarına, şarkı türkü söylemelerine izin verilmeyen çocuklarımız “ana dilimizi öğrenme konusunda soyumuza ihanet ediyorsunuz” diye baskı yapamayız koşullar böyle. Görüyorsunuz geçen hafta Mestanlı (Momçilgrad) ana-yurdunda Türk Dansları sergilediler diye Savunma Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Krasimir Karakaçanov az kaldı. Devletin tüm kalaşnikov silahlarını, tankılarını ve toplarını çocuklarımızın üstüne az kala Mastanlı’ya gönderiyordu. İnsanımız ürperdi. Ayağa kalktı. Bu cocuklarımız “dönek” değil, bizim canımızdır. Kahramanlarımızdır. Tüm yasaklara rağmen anaokulu avlusundaki etnik törende “Kol Bastıyı” patlattılar ve dünyayı sarstılar. Demek istediğim her olayı somut analiz edip somut çıkarmamız gerekir.
Bir düşünsenize, Türkiye Cumhuriyeti, TSK, Türk halkının Türkiye dışında yaşayan Türklerle sıkı dayanışması olmasa ne olurdu. Yeni patlama 30 günde bire varıncaya kadar her birimizi, ailelerimizi, bu defa mezar taşlarımızla birlikte yepimizi toptan yok edebilirlerdi. Veya Kapı Kule”den öteye gönderme hevesini gerçekleştirebilirdi. Avrupa Konsepti, Avrupa Komisyonu ve Avrupa Birliği de durduramazdı bu defa kuduracak olan Bulgarları. Hani 1985’te SBKP MK Politik Büro üyesi Haydar Aliev’in, isimlerimizin değiştirilmesine karşı Gorboçov’u harekete geçirmek için çok çaba göstermesine karşın, başarısız kaldığı gibi..
Bize karşı olan zehir öyle bir panzehiri olmayan bir zehir ki, panzehiri yok. Sanki Türk düşmanlığı olmasa Bulgar milliyetçiliği olmayacak, olsa bile dişsiz ve buruşmuş, 140 yaşında bir Bulgar babo gibi olacak ve ısırdığı yere diş batıramayacak, kendi sıkıntısından kendi çatlayacak. .
Döneklik olayına şöyle de bakabiliriz.
23 Mart 1985’te Bulgaristan İç İşleri Bakanlığı Kolegyumu’nda (yüksek yönetim makamı) yapılan bir General ve Albay Hesap verme toplantısında, sözüm ona “soya dönüş” sürecinin isimleri, kimlikleri ve diğer evrakları değiştirme ve Bulgar isimleriyle kayıt yapma sürecinin ilk baskı aşamasında, Bulgar kayıtlarında resmi olarak 1 253 583 (bir milyon iki yüz elli üç bin beş yüz seksen üç) Türk’ün isimlerinin değiştirildiği ve bunlardan 3 0 16 (üç bin on altı) Türk’ün “ajan” olduğu açıklandılar.
Bu rakamlarla yapılan işlemlerden Bulgaristan Türklerinden 100 (yüz yılda) binde 3,8’inin muhbirci yapabildi ve sözün Bulgarca anlamında “ajan” muamelesi gördüğü ortaya çıkarılmıştı. Demek oluyor ki, Türk kimliğimiz açısından baktığımızda dönmeyi kabul etmiş olanlar, kimliğine ihanet etmeyi kabul edenler devede kulaktan küçüktür. Ajanlık bir olaydır. Sap olsa bulamadan yeşermez, büyümez ve bağlamaz. Onlarda boşa bırakılmadılar. Hep kollandılar, gerektiğinde sırtları keselendi, gerektiğinde dipleri kazıldı, sulandılar ama bahçeye renk verdiler.
Gerçeklerin gün yüzüne çıkmasını engellediler. Paracık aldılar keyf çattılar ve sustukça gerçek hainlerin tutuklanmasına, onlardan hesap sorulmasına engel oldular. Ne güzel be, sanki Hak ve Özgürlük Davamız bir kişisel davaydı. Onlar muhbir maaşı alacak ve bizim ortak davamızın serpilip açmasına engel olacaklar.
Uyanın kardeşler. 1985’te Barutin köyünde ismi değiştirirken kurşunlanan ve ömür boyu sakat kalan kız kardeşimizin sosyal yardım maaşına 10 leva prim vermeyi kabul etmeyen Bulgar devleti nasıl oldu da hainlere para veriyor, çünkü onlar hala onlara yardım ediyorlar. Olayın özü budur. Dieğr taraftan bu gün Doğan haine Bulgar devlet bütçesinden 2 milyon yıllık korumayı gören yok, nerede bu milliyetçi Bulgarlar…
Bulgar atasözleri arasında çok yaygın olan “Türk’ten Bulgar’a muhbir olmaz”, bugün de geçerlidir. Şu anda, bu yazımda “döneklik” olayını anlatmaya gayret ederken, bu kardeşlerimizden büyük çoğunluğunun gammazcılığı çok ağır koşullarda, baskı altında, eziyetten, toplama kamplarında sürünürken, hastanelerde ameliyat olmayı beklerken, iş ararken, sopa yemekten kurtulmak için kabul etmek zorunda kaldığını biliyoruz. Türk olan Türk gönül razılığıyla hafiyelik yapmaz, biz bunu gururumuza yediremeyiz. Bu olayın nefes almaya devam ettiğini, yeraltı sularıyla beslendiğini vb biliyoruz ve kokusunu alıyoruz. Zaten bunu yapanların büyük çoğunluğunun da kökünde bir eksiklik vardır ya babası ya anası yabancıdır.
Dünya görüşümüze, vicdanımıza, kimliğimize ters olan bazı çok acı olaylar yaşansa da, dinimize ihanet açısından değerlendirme yapıldığında, Camiden çıkıp kilise kapısı açan hiçbir Bulgaristan Türkü olmadığını gururla belirtiyoruz. Bu güne kadar bunu başaramamışlardır.
3 Mart günü, bir sahte yıl dönümünü Milli Bayram olarak kutlama törenlerine Başbakan B. Borisov bile gitmezken, “her çağrılan yere giden ve sonradan pişman olanların” bugün telefon açarak bize, “ama onlar da bizim iftar soframızda, kurban ziyafetimizde bulunuyor,” demelerine de hala anlam veremiyorum. Bilincimiz bu kadar sığı bir tabakaya mı sığınmak zorunda kaldı acaba?!
Bulgarların dönek (renegat) kavramına verdiği anlam ise genellikle siyasi çerçevede barınıyor. Örneğin bir komünist partisinde istifa edip, bir Nazi (faşist) partisine girmek gibi bir şey düşünün. Olabilir mi? Olsa bu ihanetin ve dönekliğin kaçıncı derecesi olur acaba ve bunu yapanın yüzüne kaç kişi birden tükürür!? Dünya siyaset tarihinde döneklere, hizipçiliğe ayrılmış başlıklar ve eserler var, okuyun da görünüz. Siyasi döneklerle hesaplaşmanın bedelini de öğrenin…
Ne var ki günümüzde bu kıstaslar da değişti. Değer yargıları buharlaşmış bir dünyanın kapısındayız. Bahçelerdeki güller kokmuyor, daha ne deyelim… 1990’dan sonra kurulan siyasi partiler “biz liberaliz” davulu çalıyor. Şu dünyada birinin Liberal buğday ektiğini, biçip dövüp ekmek yaptığını ve “yenir” dediğini işitmedim. Liberal çiçeği de görmedim.
Hak ve Özgürlük Partisi (DPS) “sol liberal” parti grubuna katıldı. Türk’ten sözde Bulgar olduğumuz gibi, bizim komünistler, çiftçiler ve partisizler birden bire “sol liberal” oluverdiler. Kimse liberalizmin ne olduğunu bilmiyordu!
Liberalizm köklerinin 1926’lara kadar uzandığını, Rus Bolşevikler ve Alman Naziler savaş hazırlıkları yapmaya çalışırken, Yahudi Troçki önderliğindeki liberalleri dünya egemenliği kurma planları hayal etmeye başladılar. Avrupa’da Bolşeviklrle Naziler birbirlerini kırarken, Amerika’da finans egemenliği kurabilmek için ortam bilen Liberaller iyice palazlandılar ve Soğuk Savaş’tan (1990) sonra da Doğu Avrupa ülkelerine sıçradı ve Soros gibi para babalarının uluslar üstü egemenlik sağlamasına yol açtılar. Milli olandan vazgeçip ulus üstü olanlara gönül vermek de “döneklik” türlerinden biridir. Sonuçta ulus devletleri ve bu ülkelerde yaşayan halkların soyulmasına neden olan bir olaydır.
Bulgaristan’ın Avrupa Vatandaşları Partisi – GERB “sağ liberalim” dedi. 2007’dem beri Avrupa Halk Partileri grubunda boy gösteriyor. Eski ordulu, polis ve itfaiyeci kadroları ve yakınlarını örgütleyen bu parti, sözde “soya dönüş “sürecini gerçekleştiren kadroları örgütledi. Bugün Bulgaristan’da bu partinin çatısından telefon gelmeden iş bulmak, işbaşı yapmak bir gelir sahibi olmak tamamen imkansızdır. Bu kadroların büyük bir kısmı totaliter dönemde komünist partiliydi. BKP kapanınca uzun zaman partisiz maskesi ardından gizlendiler. Komünistlikleri ve kirli işleri biraz unutulunca da GERB partisinde birleştiler ve iktidara uzandılar. Bu kadrolar ve partileri izlerini kaybettirdiler ve şimdi Avrupa Halk Partisi sularında yüzüyorlar.
Komünist Partisinden vazgeçip Bulgaristan Sosyalist Parti (BSP) olan eski komünist partisi profesyonel kadroları “dönekliklerini” kabul etmiyorlar. Oysa komünistler “proletarya diktatörlüğü, sınıfsız ve devletsiz toplum düzeni” isterken, sosyalistler “sosyal devlet” sloganı yükselttiler. İkinci Dünya Savaşından önce Komünist Enternasyonale, savaştan sonra Uluslar arası Komünist ve Sosyalist Harekete bağlı olan BKP partisi, Sosyalist Partiye dönüşünce, Avrupa Sosyalist Hareketi (PES’e) üye oldular. Avrupa Birliği Parlamentosuna katıldılar.
DOST partisi kurucuları, “sol liberal” bir parti olan DPS’den koparak kurdukları partiye “sağ liberal” dediler. “Sağ liberaller” genelde elini işe sürmeden yaşayanlardır. Faizden ve kira gibi parazit gelirlerden aldığı paralarla yaşarlar. Bizim zavallı kıt kanat geçinenler, her gün sefillikle boğuşan ve yoksulluğa pes etmemeye gayret eden köylülerimiz liberalizmin “sol” ve “sağ” türleri arasındaki farkı bilmedikleri gibi, birisinden ötekine atlamanın “döneklik” yani “ihanet” olduğunu da bilmezler.
Nasıl oluyor da “sol liberal bir parti,” bir gecede, “sağ liberal bir partiye” dönüşebiliyor? Bu da, bir dönekliktir kuşkusuz! Benzer durumlar sayısızdır. Sorulan sorulara da cevap veren yok gibi… Toplum sanki baştan sona “dönekler” alayı kurmuş ve daha fazla yara kazanma yolunda insanlar birbirini her konuda af ederken, döneklik de sulandırılıyor.
Her ajan “dönek” midir? İnsan kendi kendine ve kendi özüne ihanet etmeden “ajan” olabilir mi? Ajanlık bir dava mıdır. Neden bazı ülkelerde ajanların yaptığı her iş ödüllendiriliyor, övülüyor da, diğer ülkelerde ise, ajanlıkla hainlik eşdeğer görülüyor. Burada doğru anlaşılması engellenen konu nedir? Biz Bulgaristan Türkleri Birinci ve İkinci Dünya savaşlarında Vatan için savaşırken Türk ve Müslüman nüfus olarak 9 653 şehit verdik. Yaşadığımız toprakları Vatan bildik. Besbelli insanın 600 yıl üzerinde yaşadığı toprakları Vatan bilmesi doğal olmalıdır.
Son günlerde üzerinde düşünmeye çalıştığım şöyle bir sorun var.
Soyun Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN Avrupa Konseyi ve Avrupa Komisyonu Başkanlarıyla zirve görüşmesine katılmak üzere Bulgaristan’ın Varna şehrinde (26 Mart 2018) yapılacak görüşmeye katılmaya giderken, Bulgar aşırı milliyetçileri Varna’ya toplanmışlar. “10 milyar US Dolar isteriz” diye haykırarak tüm yolları kesmek istediler.
Aynı anda (Filibe) Plovdiv Ulusal TV kanalı Eurocom ‘da “Özgür Alan” programında gazeteci G. Kuritarov eski kıdemli diplomat ve Dış İşleri Bakanı Yardımcısı Kisyöv’a “10 milyar US Dolar talep ediyorlar, bu iş nasıl çözülür?” diye sordu.
Bakan Kisyov, “Biz bu işi Ankara’da görüştük. Tamam, verelim de, 1989’da Bulgaristan’dan kovulanların yaraları açık, akmaya devam ediyor, onların tazminatını kim ödeyecek, sorusuna yanıt veremedik,” dedi. Türkiye’de 1 020 000 (bir milyon yirmi bin) Bulgaristanlı Türk göçmen var.
Çok büyük kıtasal gelişmelerin gölgesinin en kenarında bir yerde bulunan Bulgaristan Türkleri ve Türkiye’deki 4-üncü kuşak göçmenlerimiz Bulgaristan ile Türkiye arasındaki ilişkilerinin her hücresinin özünde bulunduğunu artık herkes anlamalıdır. Şu asla unutulmamalıdır memleketimizde inşa edilen barajların % 80’nin nasırli ellerimizin ürünüdür, yıkılıp satılan hurda edilip yerlerinde yeller esen fabrikaların yarısından fazlasını biz kurmuştuk, ahırlarımızda 1 milyon 690 bin iri baş hayvanımız, 15 milyon koyun kuzumuz vardı. Her yıl 280 bin ton tütün, yüz binlerce ton domates, biber, patates, üzüm, mısır, buğday, elma armut üretiyorduk. Bozulan bu düzenin tazminatını kim ödeyecek. 2-3 katlı evlerimizin, ahırlarımızın, su pompalarımızın, traktör ve biçer döverlerin, orak, çekiç ve kosaların, dibeklerimizin, değirmenlerimizin ve fırınlarımızın tazminatını kim ödeyecek. Sorun budur?
Çok derin bir çıkmazın içindeyiz. Bilmem çıkabilecek miyiz?
Çekirge bir sıçrar, iki sıçrar, üçte…
Devam edecek.