Seyhan ÖZGÜR
Giriş:
Yazımızın 2. (ikinci) bölümünde Bulgaristan’da başlayan ve adına Totalitarizmden Demokrasiye Geçiş Dönemi (TDGD) denen sosyal olguyu ele almak ve değişik yönlerden değerlendirmek istiyorum. Gazete yazılarına ve son 24 yılda çıkan kitaplara bakıldığında TDGD 1990’da başladı. Bu, başka bir değişle, o zaman bir yenilgi yaşandı ve bir zafer kazanıldı anlamındadır. Yenilgi için tam tarih vermem gerekiyorsa, BKP Merkez Komitesi (MK) Genel Sekreteri ve Bulgaristan Halk Cumhuriyeti (BHC) Devlet Konseyi Başkanı Todor Jivkov’un Sofya’da 10 Kasım 1989 günüdür. O gün, MK toplantısında totaliter rejimin başı tüm görevlerinden alındı. Fakat o gün köklü bir dönüşüm oldu deyemeyiz, çünkü toplumun alt ve üst yapılarında köklü bir değişiklik olmadı. Onun Devlet başkanı görevine en yakın ve sadık adamlarından Petır Mladenov ve Başbakanlığa da yine en yakın adamlarından Andrey Lukanov geldi. Ne de olsa, 34 yıl iktidarda kalan T. Jivkov geri adım attı, görevlerinden alındı, kafası tamamen yıkanmış olan Bulgar halkı değişim olabileceğine inanmaya başladı.
Dönüşüm simgeleri:
Totalitarizmden demokrasiye geçişin ilan edilmesiyle Bulgaristan gibi kaskatı, baskıcı bir terör devletinde bir günde, birkaç yılda eski düzen sökülüp demokratikleşmeye geçilecek umudunu doğursa da, bunun hemen olacağına inanlar yok kadar azdı. Bir de, ne yapılacağını ve daha önemlisi nasıl yapılacağını bilenler azdı. Yasaklı bir rejim olan totalitarizmden yaralı olan kafalar ürkek ve korkaktı. Ağır basan hafıza bilinç açılmasına yol vermiyordu.
Hatta meydanlardan taşan insan coşkusundan başka bir kudret de belirmedi. Bugün Kiev “maydanında” sıfırın altında 20 derecede çarpışan eski ve yeni fikirleri, insan iradesini izlediğimde, bizde böyle bir şey olmadığını yazıyorum. Ama şunu hemen ekliyorum, 1989’un sonunda ve 1990 başında bizdeki devrim dalgası öyle bir doruğa erişmişti ki, bir defa bu zirveye bir daha çıkılamadı ve dönüşüm isteyen enerji o gün bu gün düşmeye devam ediyor.
O zaman dev bir atılım müjdeleyen tarihsel bir olay da gözlenmedi.
Diğer Doğu Avrupa ülkelerinde semboller belirdi. Hatırlayacaksınız, Berlin Duvarı yıkılmadı. Bizdeki simge BKP MK binasının kısmen ateşe verilmesi; aynı binanın tepesindeki yıldızın sökülmesi; bir de sosyalizm atalarından olan Komintern kahramanı G.Dimitrov’un Sofya’daki mozolesinin yıkılması oldu. 1989 Aralığının son gününde Pomakların ve dolayısıyla Türklerin ve diğer Müslümanların isimlerinin ve din haklarının iade edilmesi de, bu cümleden sayılabilir.
Haziran 1990’da Bulgaristan Büyük Halk Meclisi’ni seçti. KP yasaklandı. Anayasa değişikliği yapıldı. Komünistlerin toplumun öncü ve yönetici gücü olduğu temel yasadan silindi. Demokratik bir sosyal cumhuriyet olduğumuz yazıldı. Uluslararası insan hakları yasallaştı. Adalet umuduna kapı aralandı. Kâğıt üzerindeki değişiklikler insan bilincini belirlemedikçe, toplum değişmez. Bizde de öyle oldu. Değişiklikler, katılaşmış totalitarizm yapısını eritip toplum bünyesinden sökerek çöpe atamadı ama Bulgaristan Müslümanları totalitarizmin bir ejderha dahi olsa yenilebileceğini gösterdi.
Totalitarizm nedir?
Bulgar örneğindeki totalitarizm, yönetim, yargı ve yürütmenin tek elde yani BKP ‘nin elinde toplanmasıdır. KP’den başka hiçbir kimseye söz ve icat hakkı tanınmaması anlamındadır. Her yere her hususta devlet ve KP tekeli oturmasıdır. O zaman, Komünist Partisi organları ve aparatı dışında çalışan ve sözü geçen hiçbir şey yoktu. Politik muhalefet tamamen susturulmuştu. Bu yüzden Bulgaristan Türklerinin 1989 Mayıs isyanı Bulgar tarihinde emsali görülmemiş bir kahramanlıktır. Pomakların 1972 Nevrokop, Kornitsa ayaklanması da bu kadar önemli ve bilinç oluşturucu oldu. Bütün bunlar bir kasaban bir kasabaya, bir köyden bir köye gitmenin yasak olduğu yıllarda yaşandığından asla unutturulmamalıdır. Biz ancak şanlı tarihimizle yaşarsak güçlü oluruz. Kimlik bilincini oluşturan en önemli öğelerden biri tarih bilincidir. Tarihini bilmeyen bir halkın yarını olamaz. Bu açıdan değerlendirildiğinde, Bulgaristan Müslümanlığının dip dalgası 1970’lerde yerinden oynadı ve bütün görkemliğiyle ayağa kalkarken totalitarizme “yerin tarihin çöplüğüdür” deyen fikir ve güç doğururken, çarpışan dalga oldu. Kuşkusuz, bu büyük gerçeğin yakın Bulgar tarihi kitaplarında işlenmesi, ders odalarında anlatılması, bilinç ve gurur haline gelmesi, bu konularda yeni romanlar yazılması önümüzdeki yüzyılda olacaktır. İnsanlar, adil bir toplum düzeni yaratmak için iktidar olan sosyalizm düşüncelerinin aşırı milliyetçi ve ırkçı bir anlayışla çarpıtılmasından oluşan baskı ve terör rejimi – totalitarizmi toplumsal sahneden atmakla, sosyal yasaların yaşadığını, onların öğrenilmesinden meydana gelen iradenin kalkan ve kılıçtan güçlü olduğunu görebildi.
Bazı ayrıntılar:
Totalitarizmde bütün kurum ve enstitüler, sendikalar ve dernekler bağımsızlıklarını yitirmişti. Savcılık ve mahkeme de parti komitelerinin emrine çalışılıyordu. Adalet aramanın hapishaneyi gönüllü boylamaktan başka bir anlamı yoktu.
Bulgaristan’da ikinci bir parti de vardı: Bulgaristan Halk Çiftçi Birliği(BHÇB) fakat onun hiçbir alanda sözü geçmiyordu. Tabela partiydi. Sistem iki partili gibi görünse de, çoğulcu değildi.
Totaliter rejim, yönetim, yargı ve yürütmeyi birbirine kenetlemişti, ne geleneklere ne de yeniliklere nefes aldırmıyordu. Evrensel insan haklarını saymadığı gibi, sadece baskı ve terör araçlarıyla idare ediyordu. Hak hukuk diye bir şey yoktu. Özgürlükler rafa kaldırılmıştı.
Daha yaşlı okurlarımın tanığımdır, örneğin “Bulgarlaştırma” sürecinde, Türkler diğer Müslümanlar polis, jandarma, asker gücüyle yüz yüze geldi. Aydınlar, cesur erkekler yargılanmadan hapse atıldı, sürüldü, hor görüldü. Sonunda sınır dışı edildiler.
“Belene” ölüm kampı eziyet simgesi oldu. Sürgün çekisi yıllarca sürdü.
Milis, candarma ve eli sopalı kafası yıkanmış gönüllülere takviye ordu birlikleri Türklere karşı hareketlendi. Tabii bu büyük tepki topladı. Sliven’e bağlı Yablanovo köyünde tanklar ayaklanmayla karşılandı. Novi Pazar yollarını kesen Türk kadınlar panzerlerin üzerine çıktı. Bunlar ilk akla gelen çarpıcı örneklerden bazılarıdır. Sosyalizmin yerine dayatılan ve emekçi halkın iktidar hülya, fikir ve pratiğini çarpıtan totalitarizm, Bulgar koşullarında büyük sayıda kurban aldı. Uzlaşıcı bilinç savaşçı bilinçle deşti. Halkta mukavemet iradesi şahlandı. Bu yüzden, o karanlık yıllar baskı ve zülüm rejimi olarak akılda kaldı. Böylesine sertleşmiş ve buzlanmış olan bir rejimi çözüp yerine demokratik bir düzen koymak zor işti. Çekilen çile olan ayaklanmalara politik bir öncü önderliğinde gerçekleşmedi. Halkın kini kendiliğinden ve yer yer patladı. Uyanış fikirlerin çatışmasından çok, pratik şahlanıştan güç alır. Son hesapta, bizde demokrasiyi yaşama çağıran düşünce ve eylemler üretim ilişkileri ile üretim güçleri arasındaki çelişkiyi çözerken, mülkiyet biçimini değiştirirken tökezledi, eski rejim kopoylarının oyununa geldi tuzağına geldi. Halka karşı havlayan köpek sürüsünde “bizden” olanlar da vardı ve onların başındaki ihanetçilik kahramanı yeni saraylı doğanlardı.
Bu gerçek anlaşılmadan, ben burada nasıl yazı yazarsam yazayım, isterseniz gökten yıldız indireyim, “a be, gene Amed’i yazıyor, bunların da başka işi yok, Amed’e karşı yazmaktan geçiniyorlar” deyip bana ve arkadaşlarıma küfür savuranlar sokaklarda boş boş dolaşmaya, kahvelerde kül tabakları taşana kadar kokuşmaya devam edecektir.
Başka bir değişle, kafalardaki totaliter kış devam ediyor. Buzlar zor çözülüyor. Bu yüzden, Geçiş Döneminde insanlar ülkeyi terk ettikçe taban hantallaştı, yeni filizler vermez oldu. Çarpışan büyük fikir dalgaları belirmiyor. Taban suskun, özü hareketlendirebilen tahrik olmadı. Bu şu demektir, sevgilisinin gurbetten gelmesini bekleyen bir kız düğüne bayrama gitmek istemez, bu bir ortam benzerliğidir. Beklenen dönüşüm gerçekleşmediği gibi, önü açık kuralsız bir bekleyişe girdi.
Her şey olan komünist partisi ve ona iyi bir yamak olan bir ikinci parti yerine 1990’dan sonra 360 politik parti kurulması niteliksel dönüşüm sağlayacak ne bir lider ne de kitlesel bir kudret doğurdu. Yeni kurulan partilerden biri Türklerin Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) partisidir.
Devlet tekeli oluştu:
Totaliter rejim ekonomide, 1945’te başlayan sosyalist kalkınmanın son aşaması olan ve 1980’li yılları kapsayan, Gelişmiş Sosyalist Düzen kuruyoruz propagandası yaparken, işi özünden çarpıttı ve tekelci devlet kapitalizmi oluşturdu. Başka bir değişle halkın malı olarak gösterilen ekonomik mülkiyet, üretim araçları, BKP kontrolünde devletin malı mülkü oldu, ulusal devlet tekeli oluştu. Sosyalist demokrasi olarak tanı tılan baskı ve terör rejimi, yargı sistemi BKP kontrolüne girince, duraksadı, bir süre yerinde saydıktan sonra tamamen rafa kaldırıldı.
Bu olaylara gerçekçi baktığımızda, Geçiş Döneminde sosyalist halk mülkiyetinden doğan kapitalist ulusal devlet tekelini parçalayıp dağıtacak, eritip yok edecek ne bir fikir çatışması, ne bir rekabet savaşı, ne de bu ulusal tekeli yutacak dev bir dalga belirdi. Demokrasi kıvılcımlarının Sofya’da toplanan Yuvarlak Masada çakmaya başladığını var sayarsak, bu masanın etrafındaki her koltukta oturanın yetkililerden Demokratik Güçler Birliği Başkanı, saha sonra 2 (iki) dönem Cumhurbaşkanı olan Jelü Lelev, Geçiş Döneminin ilk başbakanı Andrey Lukanov, Güçlü Bulgaristan Partisi Başkanı ve eski başbakanlardan İvan Kostov ve o yılların Baş Müftüsü Nedim Gençev’e kadar hepsi artık kapanmış olan BKP üyeleriydi. Kuşkusuz böyle bir Yuvarlar Masa bileşiminden DEVRİM MAHKEMESİ anlayışıyla kararlar alma ve uygulama beklemek yanlış olurdu. Öze dokunmadan biçimsel değişimin formülü yürütmenin ana organı olan Halk Meclisi terkibini yeni kurulan politik partilerin terkibine vermekle yetinildi. Politik parti başkanları, HÖH Başkanı Ahmet Doğan da dahil olmak üzere bir de gizli polis örgütü “DC”ye başlı çalıştıklarından, Geçiş Dönemi dizginleri tamamen eski KP yönetimi ile gizli polisin elinde kaldı. Bu güçlerin kafasında ise, dönüşüm yapma, ülkeyi demokratikleştirme, hiç olmazsa yolsuzluklarla mücadele başlatma, insan haklarını tanıma gibi fikirler yoktu. Sabahtan akşama konuşulan mecliste gerçek siyasi dönüşüm polemiği henüz başlamadı. 29. Ocak 2014 günü, Cumhurbaşkanı Rosen Plevneliev, ilk kez bir yapıcı öneriyle ortaya çıkarak, 25 Mayısta yapılacak olan AB Parlamentosu seçimlerinde, aynı zamanda bir halk oylaması (referandum) da yapılarak parlamenterlerin yarısının parti listeleri dışında ve çoğunluk (majoriter) sisteme göre seçilmesini önerisini meclise sundu. Bu, Sofya meclisini danışlı doğuş oyunundan kurtarıp gerçek demokratik tartışmaya götürecek olan Yuvarlak Masadan çeyrek asır sonra atılan ilk adımdır. Bu, meclis polemiğinde komünist tekeli açılmasına götürebilir. Başlaması muhtemel fikirsel gevşemeye ekonomik olarak baktığımızda ise, ekonomideki devlet tekelinin başına 25 yılda iki serencam geldi:
Bir, 1990 başlarında devlet mülkleri hisse senedi haline getirilip emekçi halka pay olarak dağıtıldı, bunu izleyenler küçük ortaklı halk kapitalizmi yaratılıyor, diyebilirdi ama bu olmadı.
İki, ilk aktiviteden hemen sonra bir elle dağıtılan hisse senetleri, öteki elle toplandı. Gösterişte yapılan özelleştirmeden sonra “senet” denen kâğıtları toplatıp kasalarına kilitleyenler buy defa işletmeler sattı, hurdaya çıkarıldı, kestirdi, gemilere yüklendi, hiç kimsenin görmediği ülkelerde dev potalarda eritti ve olay bitti. Böylece demir kasalardaki “senet” yığını yanına bu defa US Dolar yığıldı ve giderek Bulgar oligarşi oluştu. Bugünkü hükümet yumurtadan masum çıkan ama artık bir dik dikenli kirpiyi andıran oligarşinin kuklasıdır.
Devam edecek.