Tarih:  24 01 2018

Yazan:  Şakir ARSLANTAŞ

Konu:  Bulgaristan yine karıştı ve parçalandı.

Kadınlara yapılan cinayetlerle ilgili 2011’de İstanbul’’da kaleme alınan ve 2016 yılında Bulgaristan tarafından da imzalanan ve ancak Bakanlar Kurulu geçen hafta kabul ettiği özel bir kararla onaylanmak üzere Halk Meclisine sunmaya hazırladığı sözleşme Bulgar kamuoyunu ve toplumunu ikiye böldü.  Bu Antlaşma Avrupa Konsey Başkanlığının kararı üzere hazırlanmıştır. Şimdiye kadar 44 devlet tarafından imzalanmış. İmza düzeyinde Avrupa Birliği ülkelerinden 28’i de “evet” derken, onaylamaya gelince ancak 17’si adım atmıştır. Dikkat çeken bir özellik ise, İngiltere, Fransa, Birleşik Amerika, Rusya Federasyonu ve bazı başka büyük devletlerin “İstanbul Sözleşmesini” kabul etmemesidir. Nihayet Türkiye’mizin de bu sözleşmeyi imzaladığı ortaya çıktı, fakat biz pek fark edememişiz.

Sözleşmenin görüş ve tartışmak üzere 18 Ocak günü kamuoyuna sunulmasıyla sert ve anlamlı fikir alış verişi başladı. Önce, belgenin İngilizce ve Fransızca olarak hazırlandığı, Bulgar diline yapılan çevirisinde halen Bulgarcada karşılığı ve anlamı olamayan “jender” kelimesi dikkate çekti. Made 3 ve madde 4’te  “Jender”in modern bir kavram olduğu, Amerikan İngilizcesinden geldiği ve “sosyal cinsiyet” anlamı taşıdığını anlatanlar belirdi.

Bunlardan birisi, İsveç’te öğretmenlik yapmış Nikolova adında bir Bayan öğretmen. İsveç eğitim sisteminde bu kavrama “erkek” ve “kadın” cinsiyet arasında 13 cinsiyet anlamı yüklendiğini açıklayınca “üçüncü cins” tartışmaları kızıştı. Tartışmalar derinleşince, “İstanbul Sözleşmesini” imzalamamış olan İngiltere’nin Bulgaristan’a verdiği mali destekle artık bizde 18 “jender” merkezi kurulduğu, bunlarda öncelikle sosyoloji ve psikoloji uzmanları çalıştığı, bu merkezlerin Bulgar milli polisiyle işbirliği yaptığı, ama çalışmalarının sözde “taciz gören kadın ve kızlara yardım göstermek” olduğu gün ışığına çıktı.

Biz şimdiye kadar Bulgaristan’da tacize uğrayan kız ve kadınların doktora veya sağlık ocağına gittiklerini ve orada tedavi gördüklerinin, yaraları pansuman edilince de evlerine döndüklerini, olayların polise bildirildiği ve istatistik tutulduğunu düşünüyorduk. Oysa olay öyle değilmiş. Bulgar polisi savcılığa veya karakola verilen yazılı şikâyet üzerine çalıştığı için klinik ve hastanelerden “kadına taciz” konusunda bilgi almıyormuş.

23 Ocak 2018 gecesi Sofya Halk Meclisi duvarında 23 kadının ismi ve soyadı belirdi. Bunlar 2017 yılında tecavüz esnasında öldürülen kadınların adlarıydı. Ardından basın 1 milyon Bulgaristan’ı kadının, yani her 3 kadından birinin tecavüze uğradığını başlık yaptı. Köşe yazılarında “İstanbul Sözleşmesi”nin ancak “kadına tecavüzü önleme” amaçlı olduğu vurgulandı.

“Bizde kadını, kadın haklarını koruyan yasa yok mu? Sorusu gündem oldu. Kadın haklarının Anayasa ve yasalarda yer aldığı, bu konuda 1950’den beri onlarca bildiri ve yasa imzalandığı, ülkemizin Birleşmiş milletler Teşkilatının ve Kadın ve Çocuk Haklarını esirgeyen bildiri ve önerilerini kabul ettiği, “İnsan Haklarını Koruma Çerçeve Anlaşmasını” imzaladığı hatırlatıldığı ve bu anlaşmalar uygulansa yeterli değil mi sorusu yöneltildi.

Tartışmalar derinleşirken bu bir “yanlış anlaşıma”, “tercüme yanlışlığı” diyenler olsa da tutmadı, çünkü “sosyal cinsiyetin” anlamı üstüne çıkan yorumlarla  “homoseksüellik”  yani “hemcinssellik” olduğu ve “aynı cinsten olanların evlilikleri resmen tanınarak” Anayasamızın delinmek istendiği ortaya atıldı.  Bu tartışmalara benzin dökmek için özel olarak Bulgaristan’a dönmüş olan bir bilim adamı da görüş açıklayarak, Birleşik Amerika’da “jender” anaokulları”, “jender” sınıflar ve okullar olduğunu, “jender” sözünün sosyal yaşama meslek veya uzmanlaşma yolu seçmekten fazla “cinsiyet seçmek” yani “cinsiyet değiştirme” merkezleri olduğu bilgisini sundu. Kısaca bu tartışmadan “jender’in”, erkek tecavüzünden ve dayağından korunmak isteyen kadın ve kızların seçtikleri kurtuluş yolu olduğu anlaşıldı ki, bu noktada durum değişti. Çünkü çok farklı örnekler ortaya kondu. Bunlardan birinde, Bulgar bayan halter takımından Bayan Georgieva’nın 17 Mart 2017’e dünya şampiyonu olduğunda laboratuar sonuçlarının şampiyonun “erkekten dönme” olduğunu saptayınca, madalyası verilmedi. En kötü olan ise, ülkemizde bu işlerle uğraşan 19 merkezinde çocukları ana kucağından alıp daha 3 yaşında bu yönde etkilediği, erginlik çağına girmezden önce çocuklara hormon bloker  verildiği ve bu “ilaçlar” 12 ay alındıktan sonra önü alınmaz bir değişim başlattığı, gencin psişiğine derin etkime bulununca beynin de yeni yönelim meydana oluştuğu toplumu sarstı.

Bu konudaki tartışmalara “İstanbul Sözleşmesi”ne Gerekçe ile katılan meclis başkanı Ts. Karayançeva,  “kuşku uyandıran 6 maddenin” mahkemelerinde uygulanmasını önleyici bir ek belge imzalanmasını önerirken, “çevirisi problemli” diyen hukukçular, aynı sözleşmeyi uygulayan Polonya’nın artık sorun yaşadığını çünkü hiçbir ulusal yasanın veya “açıklayıcı yorumun” sözleşmenin hiçbir maddesini bloke edecek, donduracak ya da uygulanmasını engelleyecek durumda olmadığını ortaya attılar.

Tartışmalar kızıştıkça kızışırken açıklanan sosyolojik araştırma sonuçlarından, tecavüze uğrayanların % 83,5’i kadın; % 79’u çocuk; % 59’u azınlıklarda ve % 52’sinin de ülkemize gelen sığınmacılar olduğunu herkes öğrendi. “İstanbul Sözleşmesinde” “sığınmacılara zulmün önlenmesi” konusu 5 madde işlense de, Bulgaristan’da bu olay, Avrupa Birliği’nin amacı bize ”savaş kaçakları ve sığınmacılara arasından homoseksüelleri seçip göndermek ve ülkemiz eş cinsellerin cennetti olacak” şeklinde allanıp pullandı.

 

Ne dersek deyelim, bu sözleşmede “kadından” sonra işlenen ikinci ana kavram “ tacizdir”. Tacizi önlemek ve ortadan kaldırmak için uydurulan ve son 30 yılda Bulgar lisanına alabildiğine girip yerleşmeye çalışan yabancı kavramlardan biri olan “jender” in bir anlamını da Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne Kültürel Sorunlar Danışmalığı yapan Bayan Nikolova’dan öğrendik ki saçlarımız ve tüylerimiz dimdik oldu. Bu açıklamaya göre, kız ve kadınları tecavüz, baskı ve zulümden koruma anlamına gelen bu kavramın adı Yemen’de kız çocuklara yapılan “klitoris sünnetinden” geldiği anlaşıldı. Bu da 1989 yılından beri Bulgaristan’da hamile kalan ve Yunanistan’a geçerek orada doğum yapan ve evladını görmeden 7–8 bin US Dolara satan Romen kadınların kara yazgısını anımsattı. Ortaya çıkan yeni soru ise şu oldu: Bu sözleşme onaylandığında getto-mahallerde 12–13 yaşlarında evlenme ve doğum yapma olaylarını önleye bilecek mi! Cevap hep “Hayır!” oldu.

Bütün tırmanmaların doruğu olduğu gibi, Bulgaristan’daki “jender” tartışmalarının da zirvesi sivrili verdi. Sofya “Kliment Ohridsli” Üniversitesinin Büyük Salonu’na toplanan Bakanlık, kilise, Baş Müftülük, Katolik Kilise, yüksek okullar, baro temsilcileri, sivil toplum örgütleri, öğretmenler, kadın dernekleri, spor kulüpleri,  sosyoloji ve psikoloji uzmanları vb görüşlerini açıkladılar. Adalet Bakanı Tsaçeva, “sözleşmeyi yorumlayan bir bildiri hazırlanması ve Anayasa Mahkemesi” onayı istenmesini önerirken,  Doğu Ortodoks Kilisesi piskoposu Kirkiyan, “sözleşme onaylanırsa Bulgar soyu kuruyacak, kimse torunlarını göremeyecek” dedi. “ Meclisi bu sözleşmeyi onayladığı takdirde milletvekillerinin hepsini Hıristiyan kilisesinden atacağını” duyurdu. Protesto eylemine çağırdı. Din adamları ve Hıristiyanları kiliselere toplanmaya, ayine katılmaya çağırdı. “Çanlar her gün çalacak” buyurdu. Bu davet diğer kiliseler tarafından da desteklendi. Bulgaristan Müslümanları Baş Müftülüğü de “Sözleşmeyi” reddeden görüş açıkladı.

Aynı zamanda Bulgaristan Cumhurbaşkanı R.Radev de bir basın toplantısı düzenlerek, “İstanbul Sözleşmesi”nin onaylanmasını kabul edemeyiz, dedi.

Böylece dış ülkelerden ve özellikle de 6 aylık dönem toplantısı için Sofya’da bulunan Avrupa Konsey Başkanlığı’nın çok sert tepkilerine rağmen, Bulgaristan kamuoyu karpuz gibi ikiye yarıldı. Çanlar çalıyor…

 

Reklamlar