Nevzat ÖZTÜRK
Bu yıl(18 Mart 2019) 18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü’nün 104.’ncü yıldönümüdür. Bu anlamlı günü daha iyi anlayabilmek adına “ Çanakkale Zaferinin Manevi Dinamikleri” ni ele almak, sizlerle paylaşmak istiyorum.
Çanakkale savaşı 1915 yılında Osmanlı o Çanakkale Savaşı Birinci Dünya Savaşı’nın kaderini tayin eden en kritik savaşlardan biriydi. Osmanlı Devleti’nin çarpıştığı cephelerden biri de Çanakkale ‘ydi ve en başarılı olduğu cephe de buydu. Belki denilebilir ki diğer cephelerden daha ziyade imparatorluğun uzak topraklarının, ücra köşelerinin devletten kopması kaçınılmaz görülen toprakların savunulması söz konusu idi. Çanakkale ‘de ise ana vatanın savunulması vardı. Yani buradaki bir yenilgi, boğazların, başkentin düşmesi, ülkenin yenilgiye uğraması hatta kısacası bütün ülkenin elden çıkması demek olacaktır. Bu psikolojik etkinin verdiği moral ve güç ile Türk milleti, Çanakkale ‘de binlerce şehit vermesine rağmen ülkesini savundu ve bunda başarılı oldu.
Çanakkale Harbi bir çok noktalarda, diğer harplerden farklıdır. Türkler Cihan harbine tam anlamı ile Çanakkale ve Galiçya’da varmışlardır. Kafkasya ‘da Irak ve Suriye’de olan savaşlar genel harbin gösterdiği özellikler değildir. Fakat Çanakkale ‘de Türkler dünyanın en kuvvetli ve en büyük orduları ile çarpışmışlar, daha önce savaşlarda kullanılmayan teknik ve taktiklere karşı koymaya çalışmışlardır. Böylece Türk Milleti ‘nin savaş karşındaki psikolojisini Çanakkale’de bulabiliriz. Çanakkale savaşan iki tarafın da savaştan önce, savaş anında, savaş sonrasındaki psikolojileri aynı değildir. Türk milletinin psikolojisini şekillendiren olgu vatan bilincidir. Çanakkale muharebesi tamamı ile Türk topraklarında geçtiği için savaşın getirdiği tüm olumsuzlukları da Türk milleti çekmiştir. Kurtuluş Savaşı ve sonrasında gelişen milli bilincin uyanması Çanakkale Savaşı’nda oluşmuştur.
Çanakkale Savaşı’nda itilaf devletleri Çanakkale Boğazı’nı zorlayıp içeri girmek istedikleri zaman Türk Milletinin bunlara karşı koyacak sağlıklı araçları yoktu. Çanakkale istihkâmları eski toplarla eski araçlarla savunuluyordu. Kalelerimiz betonarme bile değildi. Bu kalelerin sağlıklı ve kuvvetli bir donanmaya karşı koyamayacağı herkesçe biliniyordu. Aynı zamanda düşmanın karaya asker çıkarmasına engel olacak savunma araçlarımız yeterli değildi. Yalnız boğazı torpille doldurmuştuk, düşman bunları torpil aracılığıyla gemilerle topluyordu. Donanmamız Yavuz ve Midilli’den ibaret gibiydi. Yani düşmana göre zayıf bir mevkide gibiydik. Yalnız boğazın coğrafi özelliklerinden faydalanacağı ümit ediliyordu.
Böylece savunma araçlarımız bugünkü bilimsel gelişmelerden ve savaş tekniklerinden çok uzaktı. Fakat bütün bu eksikliklere rağmen başarı Türk Ordusu’nun oldu. Bu başarıda Türk Ordusu’nun manevi üstünlüğü etkili oldu. Türk Ordusu yüksek bir maneviyatın gerek gördüğü bütün şartları bünyesinde toplamıştı. Öncelikle ordu, dini, vatani milli hislerle dolu insanlardan oluşuyordu. Atalarımızın miras bıraktığı bu toprağı bu duygularla müdafaa ediyorlardı. Türk Milletinin geleceğini tehlikede gören insanlar her türlü fedakârlığı göze almaktan çekinmiyorlardı. Yıllarca yaşanmış ortak kan ve dil birliği bütün orduyu birbirine bağlıyor. Bütün orduyu birbirine bağlıyor, bütün bu etkenler tek amaç etrafında birleşiyordu. Orada birey değil, millet mevzu bahisti. Böylece bireyde korkaklık ve kişisel çıkarlar söz konusu değildi.
Türk Milletinin bu maneviyatını yaratan etkenlerden biri de elbette dini duygularıydı. Din insanları, yüksek düşüncelere, bağımsızlığa güdüleyen önemli unsurlardan birisidir. Türk Milleti dinine düşkündür. Maddi kuvvetlerden ziyade manevi kuvvetlere inanır. Çanakkale harbi, Türk ordusu ile itilaf devletleri arasında geçen en büyük muhârebelerden biridir. Düşman iki gün içinde İstanbul’u almayı ve Rusya’nın yolunu açmayı düşünüyordu. Bu savaşta Osmanlı cephede 250 bin şehit ile en seçkin, en gencecik evlatlarını kaybetti. Mehmetçik silah olarak güçsüzlüğünü imân gücüyle telafi ederek destan yazmıştır. Bu savaşta dünyanın en güçlü donanmaları, en güçlü orduları büyük hüsrana uğrayarak gerisin geriye dönmüştür.
Çanakkale tam bir insan öğütme makinası haline gelmişti, giden gelmiyordu. Yığınla gencimiz gönüllü gidiyor “ölürüz ama bu vatanı düşmana çiğnetmeyiz” diyorlardı. Şehit kanları yerde birbirine karışıyor, gül yüzlerindeki gülümsemelerin anlamı vardı. Gök ekinler gibi nice yetmeden biçilmişler vardı. Sönmüş ocaklar, yetim yavrular, desteksiz kalmış ana babalar vardı.
Çanakkale diplomalı askerleriyle çok konuşuldu. Bunlar Osmanlı’nın geleceği, eli kalem tutarken silah altına girmiş mektepli Mehmet’lerdi. Yeni nesiller, istikbâl onlarla şekillenecekti. Onların hepsi gönüllü olarak katıldı ve şehit oldular. Bu savaşta askerimiz yokluklar içinde olmasına rağmen yaralı ve esir aldıkları düşman askerine de insanlık elini uzatmış yardım etmişlerdir.
Bu savaşta müslüman müslümana bilmeden kurşun sıkmıştır. Ölen Fransız üniformalı zenci bir askerin üzerinden Kur’an-ı Kerim çıkmıştır. Sömürgeci İngiliz ve Fransızlar bunları cepheye sürmüşlerdir.
Onlar destan yazmışlardı. Onların yazdıklarından bir tanesini okuyalım: Yarbay Hasan Bey birliğinin önünde atıyla ilerliyordu. Kilitbahir köyünde meydan çeşmesinin yanından geçiyorlardı. Çeşmenin etrafında kadınlar çocuklar vardı. O sırada yara bere içinde, tüyleri dökülmüş, iki büklüm bir köpek su içmek için çeşmeye yaklaştı. Oradaki kadınlar çocuklar hayvandan ürkerek onu kovaladılar. Zavallı hayvan tam boynunu bükmüş uzaklaşırken olayı takip eden Yarbay Hasan Bey atından indi, yaralarından akan cerahata aldırmadan köpeği kucakladı, ona su içirdi, yaralarını temizledi, karnını doyurup köpeği yanına alarak birliğiyle birlikte oradan uzaklaştı. O günden sonra Hasan Bey köpeği hiç yanından ayırmadı ve adını Canberk koydu. Canberk kısa zamanda iyileşti, Mehmetçiklerin yanından ayrılmıyordu.
11 Temmuz 1915 günü Kerevizdere’de saldıran Fransızlara gün biterken büyük kayıp verdirildi. Fransız ölüleri siperlerimizin önünü doldurmuştu. 17. alay komutanı Yarbay Hasan Bey yerde yatan Fransız ölüleri arasında bir kıpırdama gördü, eğildi ve yaralı askeri omuzundan tutarak çevirdi. Yaralı Fransız ani bir hareketle elindeki süngüyü Yarbay Hasan Bey’in göğsüne sapladı. Alay komutanı gafil avlanmıştı, yere yıkıldı “Allah Şahidimdir ki Fransıza yardım edecektim” diyebildi. Alay imamı başında Kur’an okumaya başladı. Yarbay Hasan Bey “İmam efendi La havle vela kuvvete illa billahil Aliyyil azim” duasını 33 kere okuyunuz” dedi. Kendisi de okudu. Sonra “Beni ayağa kaldırınız” dedi. Koltuk altlarından tutarak ayağa kaldırdılar. Yarbay Hasan Bey birden “La ilahe illallah Muhammedün Rasulullah” dedi. Gözlerini ileriye dikmişti… Yüzünde bir tebessüm belirdi ve yüksek sesle “Niçin zahmet buyurdunuz YA RASULALLAH” dedi. Bu sözler Hasan Bey’in son sözleri olmuştu. O; Kâinatın Efendisiyle birlikte ötelere doğru kanatlanmıştı. Mehmetçikler acı gözyaşlarıyla Hasan Bey’i yere uzattılar, üzerine bir Türk bayrağı örttüler. Bu arada Hasan Bey’i ebedî istirahatgahına yerleştirmek için bayrağı açtılar ve Canberk’i yan tarafa çekmek istediler. Ama köpek kımıldamıyordu. Tutup kaldırdıklarında Canberk çoktan hayata gözlerini yummuştu…
Yüzbaşı Dimitroyati İstanbullu bir Rum aileden ve Osmanlı ordusunda tabip yüzbaşıdır. Çanakkale savaşı patlayınca gönüllü Çanakkale’ye koşar, canla başla yaralılarımızı tedavi eder. İnsanımızın insana verdiği değere hayrandı. Öyle sevmişti ki bizi vatanımızı vatan, bayrağımızı bayrak bellemişti. Bizi öyle sevmişti ki şehitlerimizle birlikte ölüme koştu. Son nefesini verirken Ali Çavuş’a şunları söyledi:
“Sakın ha sakın Ali Çavuş, gavur mavur dersiniz başka yere gömersiniz, beni sizlerden, şehitlerden ayırmayın.”
Hz. Peygamber (s.a.v)’de Çanakkale’deydi. O (s.a.v) ümmetine çok düşkündü. Bu dini söndürmeye çalışan düşmana karşı göğsünü siper etmiş asker evlatlarını yalnız bırakmaya gönlü razı olmamıştı. Bunun hikâyesi şöyle anlatılır:
“1915 yılı haccına Allah dostu, âlim, aşık Hintli bir zat gelir. Rasulullah’ı türbe-i saadetlerinde ziyaret etmiş, arkasından derin bir hüzne kapılıp acı gözyaşları dökmeğe başlamıştı. Bu zatın bu hali gittikçe artıyordu. Sebebini kendine sorduklarında şöyle cevap verdi: “Bana bunca yıl sonra hac nasip oldu. Güzeller güzeline ziyarete geldim, huzurunda özlem giderecektim, ama müşahede ettim ki O makamında değil. İşte bu düşünceyle perişanım.” Düşünceli bir şekilde Hintli zattan ayrılan türbedar o gece rüyasında Sevgili Peygamberimiz (s.a.v)’i görür ve türbedara şunları söyler: “Evet ben şimdi Medine’de değilim, Çanakkale’de çok zor durumda olan asker evlatlarımın yardımına geldim.”
Bu savaşta Mehmetçikteki sahabe şuurunu M. Akif şöyle dile getiriyor:
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi
Bedr’in aslanları ancak bu kadar şanlı idi.
Çanakkale savaşının ardından Mehmetçik ve onunla aynı ruh yapısına sahip olanları cephede yenmenin mümkün olmadığını anlayan “Çanakkale geçilmez” fikrine sahip olan düşman kuvvetleri 9 Ocak 1916 da çekilerek gittiler… Ve onların komutanları “Biz Çanakkale’de Türklerle değil Allah’la harb ettik, tabii ki yenildik” diyorlardı.Bu savaşta yaşanan ulvi hadiseler Allah Teâlâ’nın ordumuza iyilik ve yardımını açıkça sergilemektedir.
Bu savaşta madde ötesi olağan üstü hadiseler olmuştur, manevi dinamikler devreye girmiştir. Geçmişimizi ayakta tutan manevî dinamikleri bilmek, onları güçlü yapan unsurları göz önünde tutmak bugün başarıya ulaşmak için gereklidir. Çeşitli harplerde olduğu gibi, Çanakkale muharebelerinde de bir takım fevkâlade olaylar görülmüştür. Meselâ bir askerin tek başına 276 kiloluk bir top mermisini kendi başına kaldırıp, basamaklardan çıkıp topun namlusuna sürmesi, fevkalâde bir olaydır. Bunu bir insanın tek başına başarması mümkün değildir. Çünkü, bu olay, en kuvvetli insanın takatinin da üstündedir. Nitekim aynı kimse harpten sonra, aynı şeyi denediği halde mermiyi yerinden kaldıramamıştır. Demek ki ortada bir fevkalâdelik vardır.
Burada esas mesele, manevî gücün maddî güce nasıl üstün geldiğidir. Nasıl oluyor da teknik medeniyete, teknolojinin üstünlüklerine insan galip gelebiliyor? Bir atom bombası, bir kimyasal silah, bir anda milyonları mahvedebilirken, insan maddî-bedenî güçsüzlüğüne rağmen nasıl mücadele edip galip gelebiliyor? Onun için, insana madde ve makine gözüyle bakan sömürgeci zihniyet, teknik üstünlüğüne güvenerek, Çanakkale’ye çullanmıştı. Bunların hesapları sağlamdı, teknik ve teknolojik üstünlük ile sayıca fazlalık, her şeyi halledecek, düşmanlarını yerle bir edeceklerdi.
“Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ” olan sömürgeci ve kaba kuvvete tapan kişiler, kısa zamanda hesaplarının tıkandığını anladılar. Gerçi tarihte de bunun örnekleri çoktur. Alparslan’ın ellibeş bin kişilik ordusu, vaktiyle, ikiyüzbin kişilik Bizans ordusunu yenmişti. Kanunî Süleyman’ın ikiyüzbin kişilik ordusu, beşyüzbin kişilik Macar (Haçlı) ordusunu perişan etmişti.
Mehmetçik ismi Muhammed’ten gelir. Asker ocaklarına Peygamber ocağı denmesinin sebebi budur. Savaş illa topla tüfekle olmaz. Bugün hepimiz Mehmetçiğiz, mesleğiyle, ilmiyle, kitabıyla, kalemiyle, her şeyiyle. Vatan, millet, din, hizmet denildiğinde “Ben varım” diyebilenlere ne mutlu!
Onlar bizlere bu hayatın yeni sahiplerine inandıklarını teslim etmeye yürüdüler. Vatan denilen bu mukaddes taht birçoğu isimsiz olan şehitlerimizin omuzunda yükselmiştir. Bugün sahip olduğumuz varlık onların mirasıdır. Bu mirasın sahiplerine vefa borcumuzu ödeyebiliyor muyuz, yoksa bu mirası sahte mirasçılara mı kaptırdık? Her Türk evladının bu soruyu kendisine sorması gerekir.
İnsanlık tarihinin en büyük ve en kanlı savaşlarının yaşandığı Çanakkale’de ecdadımız tarihimizin en şanlı destanlarından birini yazmıştır. Çanakkale savaşlarında 250.000 şehidimizin ve sayısız gazimizin vatan, bayrak ve Allah aşkıyla ulusumuza bahşedilen Çanakkale ruhu aziz milletimizin manevi dinamiği olmuştur.
18 Mart Çanakkale Zaferi ve Şehitleri Anma Günü’nün 103.’ncü yıldönümünde Gazi Mustafa Kemal Atatürk başta olmak üzere, vatan için canlarını feda eden tüm şehitlerimizi rahmet, gazilerimizi minnetle anıyorum.
Ruhları şad olsun….