Dr. Nedim BİRİNCİ
Konu: HÖH-DPS Başkanı Değişiyor.
Bulgar basınında önemi haberleri ilk veren “Galeriya” gazetesi, Bulgaristan Hak ve Özgürlükler Partisi (DPS) Başkanı Lütfü Mestan’ın parti örgüt işleri sekreteri Mustafa Karadayı ile değiştirileceği haberini verdi. Gazetenin 318. Sayısına kapak olan haberde aynen şöyle deniyor:
MUFTAFA KARADAYI HÖH-DPS partisi şefliğine favori adaydır.
Lütfü Mestan’ı nalçası düşmüş ayakkabı gibi çöpe atıyorlar.
Partinin en yüksek makamına en güçlü aday olarak gösterilen M. Karadayı’nın arkasında duran, parti işlerini “Saray” dan idare eden, gizli servislerin bir dediğini iki edemeyen “fahri” başkan Ahmet Doğan.
Mestan’ın günleri sayılıdır. “Büyük Bos” ve “Partinin kurucusu” 1 Kasım yerel seçimlerde elde edilen sonuçlara kudurdu. “Saray’a 4 günde, 4 bakımcı çağırmış ve dördü de “hemen değişiklik, Mestan’ın pili bitmiş” demiş.
Saray’dan kulağa gelen yankılarda “Mestan beni sattı, yüksek sadakat göstermiştim, bitti! Borisov’a sattı beni!” gibi sesler yükseldikçe yükseliyor.
Saraya gidip gelişmeleri yakından koklamak isteyenlerin getirdikleri şu sözler üzerinde duruluyor. “GERB’e hizmet edecek ve uydu siyaset yapacaksak, halk bize öfkelenir.” Anlatılanlarda, “Fahri Başkan satılmışlığın, ezilmişliğin yükü altında, güven krizi acısı çekiyor.” havası ağır basıyor.
Doğan, “Lütfü Mestan’dan kesin ayrılmanın parti örgütleri üzerinde bırakacağı muhtemel izleri sorup sorgulamış ve görüştüğü güvenilir kişilerden yeni Başkanın ismini de söylemişler M. Karadayı’ya arka olmalarını istemiştir.”
HÖH içinde kansız kavgasız bir darbe daha hazırlanıyor. Sarayda sadece onaylıyor.
Karadayı’yı yakından tanıyan siyasetçiler, ondan Türkiye Cumhuriyeti’nin HÖH üzerindeki etkisini azaltması, Bulgaristanlı Türkleri ve diğer Müslümanları Türkiye bağımlılığından uzak tutması, özgün kültürel ve diğer hakların tanınması konusundan uzak durması istendiğine değiniyorlar.
Tarafsız siyasi gözlemcilerin işaret ettiğine göre, L. Mestan Ankara güdümlü bir siyasetçi olmaktan kurtulamamıştır.
Doğan, yaptığı açıklamalarda “HÖH partisinin bağımsız kalması ve yalnız ve bir tek Bulgaristan’da bulunan liderlerinin sözünü dinlemesinde ısrarlı olduğunu” belirtmiştir. DPS içindeki Alevilerden sorumlu olan milletvekili Ramadan Atalay ise, partinin büyük seçim kayıplarından sonra tamamen Doğan’dan yana saf tutmuş ve M. Kardayı adaylığını kendisini koruyabilmek için desteklemeyi kabul etmiş.
***
Mustafa Karadayı, Rodop Dağları göbeğindeki Devin Belediyesine bağlı Borino Türk köyünden olup 1991’den beri Hak ve Özgürlükler Hareketi gencik örgütü ve parti saflarında emek vermiştir. Rodop Türklerinin özgürlük ve demokrasi davasına canla başla katılmış ve sert sınavlar vermiş, biridır. Yeni kuşak özgürlükçü ruhun temsilcisidir.
2014 erkek genel seçimlerinde M. Karadayı Smolyan ilinden milletvekili oldu. HÖH-DPS Ulusal Yönetim Kurulu üyesi olup parti örgüt işlerinden sorumludur. Gizli polis DS ya da yeni gizli polis DANS ajanlığı konusunda, yayınlanmış bilgi yoktur.
Karadayı’nın bu yüksek göreve önerilmesinin ardındaki gerçekler:
Değişmez başkan bilinen, fakat 23 yıl sonra 19 Ocak 2013’te 3 bin yerli ve yabancı delegenin gözü önünde Sofya Milli Kültür Sarayı’nda (NDK) toplanan HÖH-DPS olağan 8. Kurultayı’nda konuşma yaparken, üniversiteli özgürlükçü Oktay Hasanov Yeni Mehmedov tarafından ansızın kürsüden savrulup atılan Genel Başkan A. Doğan düştüğü yerde debelenirken yardımına ilk koşan Mustafa Karadayı olmuş mu du? Şimdi Mestan’ın yerine Genel Başkanlığa aday gösterilmesi gecikmiş bir bakıma minnettarlık olarak algılanıyor.
Olayın ardında uzun mücadele yolu var. 19 Ocak 2013 sabahı başkaldıran genç Oktay’ın kurşunsuz tabancası NDK’da tutukluk yaptı. Fakat Bulgaristan Türklerinin, Müslümanların hak ve özgürlük, adalet ve mutlu umutlarla daha gönençli yaşam davası asla tutukluk yapmadı. Halkımız özgürlük ve adalet davasında oyuna getirildiğini anladı; davayı zafere taşıma yeminini unutmadı; Türk kimliği uğrun verdiği direnişlerin en ağır günlerinde doğan “sen ölmedin, ölemezsin, her zaman yüreklerimizdesin” mırıltısını şarkılaştırdı.
Her geçen gün biraz daha dirildi, biraz daha bilinçlendi. “Hep kahır, hep kahır, bıktım ben” diyenlerin sesi gökleri delmeye başladı. Hayatı bir başka okuyorlar artık. 2014 erken meclis seçimlerinde Kemaller’de (İsperih) Güney Hüsmen’i ve Blagoevgrat’ta A. Doğan’ın önerdiği A. Başev’in yerine Paşov’u tercihli (öncelikli) sisteme göre bilinçli oy kullanıp Sofya parlamentosuna delege ettiler. Türk seçmenden bu kadar yüksek bilinç düzeyi kimse beklemezdi. Olay mecliste, kamuoyunda, ulusal çapta azınlıkların dip dalgasında kıpırdama var şeklinde yorumlandı.
Asında bir ne oldum delisi olan Genel Başkan L. Mestan ocak başında çorba karıştıran, ahırda inek sağan, sayada koyun kırdan seçmenlerimizle boks maşında ilk kez son erken genel seçimde nakavt olmuştur.
Maçın ikinci raundu 1 Kasım 2015 günü yerel seçimde oynandı. Gırmen, İsperih, Kubrat ve Dulova’da gitti DPS kaleleri yıkıldı. HÖH davasında ruhen çökme gözlendi, çünkü seri zaferler ikinci turda (balotajda) kazanıldı. Seçmen HÖH merkezinin gösterdiği dayları seçmemekte kararlılık sergiledi. İradesini değiştirmedi.
Bunun anlamı seçmen kitlesinin parti içindeki ilişkilerde derinleşen kokuşmuşluğa daha fazla tahammül etmek istediği; derebeyi davranışlarından kurtulmayı amaçladığı; HÖH içindeki yolsuzluklardan güç alan kişisel rejim baskısına son verilmesinde kararlı olduğunu ortaya çıktı. Seçmenin ağızında şu sözler vardı:
“HÖH-DPS Ahmet Doğan ile Lütfü Mestan çiftliği değildir.”
Seçmen çekilerinin tarih kitabının yazılmasını istemiyor, HÖH kalelerini domino pulları gibi yıkıyordu. Geniş kapsamlı değişim gözlendi. Halkın gözdesi bağımsız Türk adaylar, HÖH baskılarına, buram buram kokan korkuya, tehditlere, kudur musluğa rağmen, milletvekili Ramadan Atalay’ın 500 bin leva saçarken, avuç dolusu rüşvet dağıtmasına karşın, sonuçlar Genel Başkan L. Mestan’ın dut yemiş bülbül gibi susturdu.
Olan tarihi bir olaydı. Türkler Ahmet Doğan’a karşı çıkamaz diye düşünenler yanılmıştı.
HÖH yönetimi böyle sille yememişti. Hepsi korktu, sanki gök yarılmış ve güneş görülmüştü. Güneşe uzanan halkımızdı. Nasırlı eller ve asla yılmayan savaşçı ruhumuzdu. Güneştir bizim özgürlüğümüz, inançlarında olandı….
Güneştir bizim adaletimiz. Herkese eşit gelen ve adil dağıtılınca asla bitmeyen kutsalımız odur. A.Doğan ve L. Mestan ve etraflarına topladıkları perde arkasında iş çevirme ustaları artık peş para etmez olmuştu. Umutlar boşanmış, özlenen adaletin kardeşlik sofrası kurulacaktı.
Çöküş perdesinin başka bir perdesi de şöyle gelişti.
Kükreyiş, kararlılık ve bilinç fışkırışı SARAYDA YATAN RUS AYISINI UYANDIRDI.
Bilirsiniz ayılar uyurken yavrular. Durumu öğrenen hainlerin haini, etrafına bakındı. Kimi görsün. Karşısındaki üzgün, suskun, büzgün Karadayı. “Umut budur” dedi. Meydanda, seçim sahnesinde, mecliste oynatılacak yeni bir yavrucağız bulunmuştu. Halbuki Başkan hayatında ilk defa Kırcaali camisine bile girmişti. Amma Saray Lütfü erken kocadı, geçti aklından. Ona, bir gözlük kılıfı, bir de tansiyon ölçme cihazı hediye edip onunla vedalaşma, daha doğrusu ondan kurtulma zamanı gelmişti. Camide istenmeyen, seçimde oy alamayan yeteneksizle daha fazla işi olamazdı. Bir kahvenin bir sene hatırı var, Başbakan B. Borisov’la kahve içse yeter, masallarına bel bağlayıp daha fazla vakit kaybetmek tehlikeli olabilirdi diye düşünmüş olabilir.
***
Deliorman’da taa Şeyh Bedrettin zamanında açılan sınırsız ve duvarsız kardeşlik sofrası bilinç olmuştu. Burada yüksek kültür sahibi canlara “Türkçe konuştuğum için beni cezalandırdılar” efsanesini ısıtıp ısıtıp önlerine sunarak oy avlamak olanaksızdı.
Demir Baba’nın su kenarına yatırdığı o ilk bakışta sanki musalla taşına benzeyen ama zaman içinde sihrini yitirmeyen inanca dayanan hünerin etkisi güçle yaşıyordu. Gökyüzünde uçan kuşlar özgürlük tablosu çizmekten yorulurken, kravat takıp karşılarına dikilen partililer yüzünden kaç defa ak yüzleri yere sürülmüştü. Halk çekisinin öyküsünde üzerine yeni tuz ekilmiş yara acısı vardı.
Buraların adı Deliorman olsa da, halkın adet ve töre kaynağında en büyük kadın topraktı. İnançlarının özünde kadına ve yaratana saygı vardı. İman kültürlerinde, her gönülde yer etmiş hakikatte ve yarın yanağından gayrı, her şeyde, her yerde hep beraberiz olabilme inancı, emsalsiz bir kardeşlik (biraderlik) yaratmıştı. Lütfü Ahmedov gibi ağır sıklet olimpiyat ve dünya şampiyonları bu toprağın ve burada yaşayan Türlüğün evladıydı. 70 yıldan beri başlıca dertleri yaşayış tarzımızı, ekmek mayamızı bozma, onları ana toprağımızdan soğutmaya çalışanlar, fazlasıyla zarar ziyandan sonra artık ebediyen toslamışlardı.
Yerli aksakalların bilgeliği, başka koşullarda ve başka yerde yazılmış, yerlilerin okuyup öğrenemediği kalın kitaplardaki kurgularla değiştirilemezdi. Karşılarına dikilip anlaşılmaz sözlerle konuşanlara boyun eğip hizmet etmek günahtı. Bu ayak oyunlarıyla berrak Türklük suyunu bulandırmak isteyenler, hayattan kaynaklanan bilgelik düşmanları ve hafızaların derinliğindeki paha biçilmez zenginliği köreltip unutturmak istediler. Deliorman’ı anlatan nice kitap yazıldı ama bir türlü gün yüzü görmedi. Sağlam ekonomik temele dayanan altyapı yarattılar da, sanatla, edebiyatla, müzikle örgüsünü bir türlü tamamlayamadılar.
Hep engel olundu. Sazlı sözlü Deliormanlılar gecelerinden korktular.
Deliorman’da bahar kokusu herkese yetecek kadar doyurucu, buğday sarısı altın sarısını aratmıyor. Kuşların, vahşi hayvanların, derelerin ve ormanların, rüzgâr ve güneşle kucaklaşan halkın söylediği hikâyeler, şarkılar, türküler, ninniler anlaşılamamış, fısıldanan fıkralar çözülememiştir. Ne madden ne de ruhen vuslat umudundan başka hiçbir şeye el avuç açmamış yerlilerin gözleri gökyüzü kadar derin, güneş kadar sıcaktır. Deliorman’ın kükremesini, toprak uyanırken milyonlarca yaprak ve çiçekle açması nasıl doğalsa, insanının bilinçlenmesi, sevdalanması, toplumun kenetlenmesi da o kadar doğaldır, ayaklandığında haykırışı dünyayı sağır eden, Deliorman kadınları kadar güzeldir.
Seçimden sonra BULTÜRK Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği Başkanı Sayın Rafet Ulutürk başkanlığında ve BGSAM – Bulgaristan Stratejik Araştırma Merkezinden gazeteci arkadaşlarla birlikte İsperih, Dulovo ve Kubrat Belediyelerini ziyaret ettik, yeni başkanların başarısını kutladık ve kendileriyle yardımlaşma, dayanışma ve ortak eylem ufku açtık. Be de izlenimlerimi kaleme aldım. Burada 1 Kasım 2015’te olan yalnız birkaç belediye seçimini kazanmak değil, toplumun ve doğanın sonsuz bir coşkuyla alkışladığı tarihsel bir olaydır.
Deliorman insanı çok ihanet gördü.
A. Doğan ve L. Mestan’dan önce onlara büyük oyuna getiren sevip saydıkları Penço Kubadinski yoldaştı. Loznitsa köyündendir. Gençliğinde partizandı, eşkıyaydı, komitacıydı, silahlıydı, söz dinlemezdi. Çar III. Boris jandarmaları hep peşindeydi. Bir gün iyice sıkıştırıldığında bir Türk evine sığındı, karnı açtı doyuruldu, sabah şafak sökerken koyun postuna sarıldı koyunlarla birlikte köyden çıkarıldı. Bu defalarca tekrarlandı. Türklerin büyük dostu, Sofya temsilcisi oldu ve sonunda 12 bin kardeşimizi hapse attı, sürgün edildiler, adlarımız değiştirildi ve sonunda vatanımızdan kovulduk.
Böyle dostluk öte dursun. 1.5 milyon Türk’ten birini – hain Ahmet’i sarayda yaşatıyorlar ve hayır işliyoruz havalarına giriyorlar. Öte dursun böyle hayır.
Köyler doktorsuz ve öğretmensiz. Halk sıkıntı içinde.
***
Saray sekreterinden M. Karadayı dosyasını istedi:
Son dönemde o Sofya Meclis Başkanlığı tarafından biraz sıkıştırılmıştı. Sebebi, yaşadığı daireyi devlet fonunda çok ucuza alırken, usulsüzlük tespit edilmişti. Başa bir çürük diş ise, Borino muhtarlığı ve Türkiye İnegöl Belediyesi arasında tesis edilen dostluk ve yardımlaşma ilişkileri çerçevesinde düzenlenen son şölende, Türkiye’den davet edilen Makedonya kökenli, Bulgaristan Türk hak müziği ve kültürü özelliklerini bilmeyen bir sanatçının ön plana çıkarılmasında parmağı olmasıydı. 26 Eylül günü aynı sanatçı İsperih’e götürülmüş ve her notanın başını tokmakla ezen bir Çingene “orkestrası” eşliğinde, Deliorman’ın göbeğinde, Bulgarların gözde şarkılarından olan “Prenses Rayna” eserine çamur atılmasına göz yummuştu. O da Saraydaki gibi yemeyi içmeyi seven, alçak gönüllü biri baba olan HÖH Örgüt İşleri Sekreteri Karadayı’nın bu olayların hepsinde az çok gölgesi olsa da, gölgelenme henüz alacalıydı.
Fahri liderin aklından geçenler ısındı, düşündükleri olabilirdi. O, yanız kaldığında, HÖH-DPS’yi bir saya olarak görüyordu. Bir çoban olan dedesinin peşinde sürünün ardında büyüdüğünden, saya ve sürü sahibi olanın çobanı her zaman değiştirme hakkı olduğunu biliyordu. Hayat akıp gitse de hepimiz için, bu çocukluk anısı onu asla terk etmemiş, çoban bulup seçme ve atama hakkını kendine korumuştu. Ömründeki en büyük başarısı, gençliğinde muhbiri olmayı kabul ettiği Bulgar gizli istihbarat servisinin bir gün ansızın eline sıkıştırdığı, hayat oyununun dört valesini, asla kullanmamış olmasıydı. Genç Oktay onu kürsüden saman çuvalı gibi savurduğu an, acı yaşamaktansa, o valelerden birini kullanıp, Genel Başkan görevinde kalabilirdi aslında. Ağızını arayanlar da olmuştu. Ama yapmadı, yardım aramadı, çünkü bu acı alışılır, çekilir ve sevilir türden bir acı değildi. Onu saray hapsine mahkûm eden bu oldu.
Temel ödevi, Bulgaristan Türk ve Müslümanlarına, Romen, Türk ve Pomaklara demokrasiyi tattırmamak, özgürlük gülünü koklatmamak, haklarını devletten değil, Tanrı’dan beklemeleri gerektiğine, bir Hıristiyan erkin Müslüman nüfusa hak hukuk tanımasının günah olduğuna ikna etmekti.
Bu ödevi o şahsen, başarmasına başardı da, geçmişi onunkinden daha karanlık ve karışık olan ve 3 yılda berraklaşmayan Mestan’ın hayat yolu ara sıra, kimseye paylaşmasa da, canını iyice sıkıyordu. Kahve içtiği her kişiyi “dost” sanan Mestan, aldatıldığını duyumsayamıyordu. Nalları daha 20 yıl önce o Mestnlı’da iş ararken sökülen, bir süre üyesi olduğu Demokratik Güçler Birliği (CDC) ile hiçbir zaman üyesi olamadığı, bir defacık kapısını bile çalamadığı BKP ve gizli istihbaratın emekli elit kadrolarından oluşan GERB partisini birbirine karıştırıyordu. Muhalefetteki yerini genişleteceğine ya da Bulgar muhalefetinin mezarını kazacağına durmadan bağlaşıklık arıyor, erkek erkeğe öpüşüyor, rüzgârsız havada fırıldak gibi dönüyor, yön değiştirirken meclis kürsüsünde olmasına rağmen, kendine köy okulunda edebiyat hocası havası veriyor ve zamanını yaşamış birçok saçmalığı politik sepette dolduruyordu. Onların köyü çalılık olduğundan “her taş yerinde ağarır” atasözünü sanki hiç işitmemiş, anlamını öğrenememişti.
Şu Karadayı da çam ormanında patatesle yetişmiş biriydi. Çocukluğunda öğrendiği tek iş kozalak toplamaktı. Bunu bilenlerin ondan bir şeyler bekleyeceğine inanmıyordu. Ankara ile arayı bozmayı üslenmesi de iyi oldu. Nedim Gençev’i Baş Müftülüğe getirebilse işler yine yolun girmiş olur ve birkaç sene daha kış uykusuna yatabilirdi.
Durdu ve yemek bekleyen köpeğinin yanına gitti. Köpek “Çao” sözünü anlıyordu.
Lütfü içeri girmeden doğrudan köpekle de vedalaşabilirdi.
Sonu sonunda her ikisi de onun köpeği değil miydi!?…
İnsana güvenmeyen köpeğe güvenebilirdi.
Ne var ki, Lütfü artık kendisine güvenilecek bir köpek değildi…