Şakir ARSLANTAŞ
Tarih: 11 08 2020
Bulgaristan meydan olaylarını ben de izliyorum. Hükumetin istifa etmekten vaz geçip göstericilerin üzerine polis sürmesi ve gerçekleştirilen gece operasyonu, direniş saflarını sıklaştırırken, kalabalık kitle de büyüdü.
Üniversite’de hocam siyaset anlatırken her zaman dikkatlerimizi iki yaka arasında sakin akan bir ırmağa kilitliyordu. Üzerindeki kayık ve lastik botlar çekilmiş, balıkçılar oltalarını toplamış, hatta kurbağa orkestrası bile konserine bir an için ara vermiş bir durum oluşuyordu. İlk cümlesi, “ırmak akıyor”, su dibindeki çukurlara, şu söğüt açlarının köklerine girip çıkıyor, akışın devam ettiğine işaret eden küçük dalgalar belirli engelleri aşıyor, olurdu. Ve hemen ardından “ırmağı geri akıtma veya akışını hızlandırma” ihtimaline geçerdi. “Suya, sudan büyük bir güç etki yapmazsa, olasılıklar hayalimizde kalır, diyerek beynimizde çizdiği tablonun sağ kenarına sanki imza atarmış gibi bir işaretle olayı noktalardı.
Sofya’da gençler kavşaklara, üniversite yoluna ve “Bağımsızlık” adlı meydanda çadır kurmuşlar. Direniyorlar. Hükümetin çadırdakilerden korkmadığı görüldü. Hükümet binasına atılan domates ve yumurtaların, bir de hükümet ortaklarının ofis pencere, kapı ve duvarlarından akması anlamlı oldu. Hükümet kurulabilmesi için politik sahneye çekilen, bu iş için de Lütfi Mestan’ın kurduğu DOST partisini kullananalar, 2017 Mart seçimleri arifesinde ve seçim günü şiddet olayları yaşanmasına neden olmuştu. Olayın şöyle bir yönü vardı. Erken genel seçimden 2 gün önce MİLLİ GÜVENLİK KONSEYİ toplanmış ve seçimlerden önce beliren gerginliği yumuşatıp huzur sağlayacağına, polisi kenara çekmiş ve sözüm ona “Bulgaristan’ı Kurtarma Ulusal Cephesi” (NFSB), İç Makedon Devrim Örgütü (VMRO), “Ataka” gibi sol ve sağ marjinal (sıra dışı) partileri ve Türk düşmanlığı ateşinde bilenmiş kalın enseli, mafya, sopacı grupları özellikle Türklerin ve etnik seçmenin üzerine sürmüşlerdi. Yani seçimlerin huzurlu geçmesini sağlamakla görevli partiler, seçmene saldırmayı kışkırtmıştı. En kötüsü de ağızını açtığından “Türkler” demeye çalışan HÖH-DPS lideri M. Karadayı da o toplantıdaydı ve seçmen soydaşlarımıza saldırılmasına “olmaz, yapmayın” demedi. Bu üzücü bir olay kuşkusuz.
Bir hatırlatmada bulunmak gerekirse, 1990 yılbaşı milliyetçi Bulgar patlamasından sonra, Cumhurbaşkanlığı düzeyinde, Milli Güvenlik Konseyinde, “Türk Sorunu” görüşülmemiş ve polisi kenara çekip yan güçlerle onlara “saldırıda bulunulsun” kararı alınmamıştı. Avrupa Konseyi’nin de haklarında “faşist” nitelemesinde bulunduğu bu güçler aynı yıl hükümete davet edildiler. 2 Başbakan Yardımcılığı ve Bakanlıklar elde ettiler. Artık yürütmeden sökülme günleri geldi.
Bu tutucu güçlerin kendilerine “biz yurtseverleriz, biz demokratlarız” deme hakkı nereden mi doğdu? 1944 – 1946 katliamından sonra, VMRO hareketi yasaklanmıştı. T. Jivkov diktatörlüğü Türk düşmanlığını göklere çıkarmış ve 1970’li yıllardan başlayarak Müslümanlara soykırım hedefli iç savaş açtığında faşist çömezlerden yararlanıldı. 1990’ dan sonra aşırı milliyetçi ve ırkçıların gizli ve açık örgütlenmesine, dernekleşmesine, cepheleşmesine göz yumuldu. 1990’dan sonra ortaya çıkan “Trakya” şapkalı örgütlenmenin köklerinde anti-Türk kan dolaşırken, düşmanlık fışkırdı. Bugün hükümet adına konuşan, babası bir sınır subayı, kendisi de bir siyasi subay olan Valeti Simyonov’un NFSB- cephesi gücünü Türk düşmanlığından topladı. “Ataka” partisi ise, Türkleri HÖH-DPS sayasında kapalı tutmak ve diğer politik partilere dağılmalarını önlemek için Multigrup ve HÖH-DPS parasıyla kurdurulmuş, sol-uçta cavlatılan bir saldırganlıktı.
Bu üç hükümet ortağı ve mecliste sandalyeleri olan partinin ofislerinin yumurta yağmuruna tutulması, henüz politik platform yayınlamayan sokak kalabalığının ve 3 Ağustos tarihinde “Alfa….” nabız yoklama ajansının açıklamalarında bu 3 siyasi gücün erken ya da zamanında yapılacak seçimler bugün yapılsa topluca baraj altında kalacağını ortaya koydu.
Doğrusu siyasi tablo birden değişti. Sakin akan ırmağa büyük bir taş düştü. Yeni siyası dalga hepsini korkuttu. İktidardaki milliyetçilerin baskısıyla alınan kararla “polis gece darbesi” yaptı. Çadır kentleri dağıttı.
Ne ki, sokağın anti-faşist ve aşırı milliyetçilere tavırlı olduğu da gün ışığına çıkmış oldu. Yine aynı sokak, Borisov hükümeti ve aşırı milliyetçilerin önümüzdeki seçimlerde “Türkçe propaganda yasağının kaldırma” ve ardından, ülkede ve ülke dışındaki tüm Bulgaristan vatandaşlara seçimlere katılması olanakları sağlama ve hiç olmadı internet üzerinden ve posta yoluyla ilk denemede bulunma gerçek istek oldu. Olaylar gurbetçilerde destek buldu. Avrupa ve Amerikan basını Sofya’yı eleştiriyor. GERB Başkan Yardımcısı, Başbakan Yardımcısı ve partinin “beyni” olarak bilinen Tomoslav Donçev Eylülde istifa edelim, sokaklar huzurlu durulsun, demekten geri durmadı.
Bu arada, “Demokratik Bulgaristan” Türkiye’de soydaşların istedikleri partiye oy kullanma hakkını gerçekleştirmeleri için politik çalışmalar ve propaganda başlatacağını açıkladı.
Sanki herkes beklemede. Bu arada asıl bekleyenlerin ve hesapların en incesini yapanların Bulgaristan sosyalistleri BSP yönetimi olduğu seziliyor. Partide susma devri yaşanıyor. BSP sokağın nabzından uzak kalıyor.
Yedi hizipten oluşan bu partide, Eylül ayında direk oylamayla yeni başkan seçilecek. Şimdiki Başkan Bayan K. Ninova yeniden seçilirse Başbakan Borisov’un 4. defa başbakan olmaya şansı yok. Ninova B. Borisov ve GERB’le ortaklık istemiyor. Yeni bir BSP Başkanı partiyi GERB ile ortak hükümete götürebilir. O zaman bugün direnen güçler meclis muhalefetinde daha 4 yıl “iyi günler” beklemek zorunda kalacaktır.
Bu arada, istekleri yalnızca “içinde Borisov ile Geşev’in istifası kilitli” sır kutusundan çıkaran demokratik kamuoyu rejim değişikliği yolunu açacak önerilerini sosyal medya üzerinden açıklamaya başladı.
***
Bilindiği üzere birinci öneri BULTÜTK lideri Rafet Ulutürk’ten, Türklerin, tüm Müslümanların ve azınlıkların da yeni toplanacak yuvarlak masaya katılması ve azınlık haklarının da görüşülmesi şeklinde yükseldi ve büyük ilgi gördü. Bursa basını olayı hemen yansıttı. Olay gösterilerin en yoğun merkezlerinden olan Eski Zara Bulgar basınına sıçradı.
Ülkede kaynayan sivil enerjiden daha başarılı bir şekilde yararlanılması çağrısında bulunan sosyolog Ognyan Minçev, meydanlardan yükselen isteklerde ya “her şeyi” ya da “hiçbir şey” şeklinde yükselen isteklerle “diyalog kurulamayacağına” işaret ederken, Cumhurbaşkanı Rumen Radev’in “diyalog zamanı kaçırıldı” sözleri etkisiz kaldı. Tabii şu da var, sokaktaki kitle “görüşme masasına oturmaya hazırız ve temsilcilerimiz şu şahıslardır” dese bile, halen hükümet tarafında böyle bir hazırlık sezilmiyor.
Görüşme masasına şu sorunlar yatırılabilir:
1-Seçim kanununda değişiklik.
En önemli sorun oy satın alma ve oy sandıklarını ve seçim protokollerini değiştirme yolları kapanmalı, sabıkalı kişilerin, mafyadan ve mafya sistemine bağlı olduğu bilinen kişileri seçimden, seçim sandıkları ve protokollerden uzak tutulması sağlanmalıdır. Bulgar vatandaşı olan her kişinin milletvekili olma hakkı olmalıdır. Nerede olursa olsun her vatandaş seoyunu kullanıp seçebilmelidir. Seçim bültenlerinin basıldığı matbaalar ve korunacağı depolar sıkı kontrol altında tutulmalıdır.
2-Seçimler uluslararası gözlemciler kontrolünde yapılmalıdır.
“Sınırsız şeffaflık” ilkesi uygulanmalıdır. Siyası partilerin aday gösterme hakkı kaldırılmalı, en fazla oy alan aday seçilmelidir. Sivil toplum örgütlerinin öncelik kullanma hakkı yasallaştırılmalıdır. Meclis siyasi partilerin didiştiği yer olmaktan çıkıp yasama meclisi görevini onurla yapmalıdır.
3-Devlet kurumlarında çalışanlar ülkedeki azınlık toplulukları oranına uygun olmalıdır.
Halen ülkeyi karıştıran AB fonlarının kullanılması ve kamu ihaleleri konusunda uygulama sistemi değiştirilerek halk kontrol sistemi seçilmeli ve devlet kurumları çalışmaları sıkı kontrol altına alınmalıdır. Devlet kişiler tarafından değil, kurumlar tarafından süreçlerle yönetilmelidir.
4-Alt ve üst yargıda, yargı sisteminde ve güvenlik makamlarında köklü değişikler yapılmalı.
Adaletin yolu açılmalıdır. Başsavcının istifasından sonra yüksek
Mahkemelerinden de bazı ilgisizlerin alınmalı ve son 30 senede sonuçlanmayan davalar sonuçlanmalı ve adalet yerini bulmalıdır. Bu arada güvenlik güçlerinin yetkileri gözden geçirilmeli, mafyaya bağlı şirketlere verilen ihaleler geri alınmalı ve bakanlıklardaki mafya yetkilileri görevden alınmalıdır.
5-Sağlık ve eğitim sisteminin azınlıkların yaşadığı bölgelerde de yararlı bir duruma getirilmesi kısa sürede sağlanmalıdır.
Acil sağlık yardımı programlarıyla hükümetin her kasaba ve köye ulaşma zamanı gelmiş, az gelirli vatandaşa kışa hazırlık yardımı yapılmalı kolaylıklar sağlanmalıdır.
6-Kişisel, küçük ve orta halli üretimleri yeniden başlatma ve özendirme programı ülke çalında ve her yerde uygulanmalıdır.
Korona salgını koşullarında işçi çalıştıran işletmelerde maaşların % 60’nın işveren, % 40’ın da devlet tarafından karşılanması, sigorta sisteminin kusursuz çalışması ve ek yardımlar her çalışana ulaşmasına ilgi ve özen gösterilmelidir. Tarım alanındaki çalışmalar tek yanlı değil, adil bir şekilde özendirilirken, üreticiye bedava tohum dağıtma işi ön plana alınmalı ve üretici yönlendirilmelidir.
Bulgaristan’daki gençlik direnişleri bir seçim kampanyası değildir. Demokratik isteklerin uygulanmasında sivil toplum örgütlerinin toplumsal rolünü gösteren bir güçlenen hareket şeklinde yönlenmeli ve destek bulmalıdır. Şu durumda olayların dış güçler ve özellikle de değişik dalavereler nedeniyle adaletten kaçan ama Bulgaristan’da malı mülkü, taşınmazları ve başkalarına devredilmiş çalışan sistemleri olan kişiler tarafından kontrol edildiği izlenimi de oluşmuş bulunuyor.
Sonuç: Mafya temsilcilerinin, yasa dışı iş yapanların, rüşvete eli bulaşmış kesimin politik iktidardan sökülmesi süreci desteklenmelidir. Gidişatın bundan ötesi yuvarlak masaya yatırılması ve eşit haklı taraflar arasında, demokrasi kurallarına göre görüşmeler başlamalı ve Bulgaristan’ın içine düştüğü derin bunalımın nedenleri ortaya çıkarıldıktan sonra, her kesimden temsilcilerin katıldığı bir ortamda öneriler değerlendirmelidir. Yuvarlak masada hiçbir siyasi gücün önceliği olmamalı, halkın iradesi son söz sahibi olmalıdır.
Korona salgını kurallarına uymak zorundayız.
Aşı bulunana kadar birbirimizi ve kendimizi korumak zorundayız.
Okuyanlar paylaşırsa teşekkür ederim.
Hepinize sağlık dilerim.