1989 göçü artık 30 yaşında
Konuşma: BULTÜRK Genel Başkanı Rafet ULUTÜRK.
Sayın büyüklerim, Sayın Milletvekilim, Değerli Parti ve STK yöneticileri
Büyük Göç’ü Anma Gecemize hoş geldiniz, sefalar getirdiniz.
Daha önceki anma buluşmalarımız gibi, bu defa da bizi bir araya getiren, KADER ORTAKLIĞIMIZ, acı tatlı izleri hatıra belleğimize işlenen ortak geçmişimiz, hep beraber daha iyi, sağlıklı ve bereketli olanı aradığımız bu günümüz ve uğruna ümit çelenkleri değerlediğimiz yarınlarımızdır.
Değerli konuklarımızla bu mübarek Ramazan-ı Şerif Akşamında Türk Dünyasının dava arkadaşlarımızın beraber bir arada olmamız, dualarımızın kabul olacağına, daha mutlu ve güzellikler yüklü günlerin bizleri beklediğine Yüce Tanrımızın işaretidir. Bunu da böyle kabul edelim.
Şu iyi biline! Biz Bulgaristan Türkleri 1989’da GÖÇ ETMEDİK.
Biz, Ata-Vatanımızdan kovulduk ve asla ebediyen olmamak şartıyla ANA-VATANIMIZA döndük. Bu dönüş sabırlı bir bekleyiş ve esinlenerek yüreklenme ve yeni bir uçuşa hazırlıktır! Biz ana-vatanımızda mutluyuz. Türkiye halkına minnettarız. Aramızda evsiz, işsiz, aç kalan, evladı okula gidemeyen yoktur.
Türk’ün ayak bastığı, her yer yurdudur. Gittiği her yere dil, din, maddi ve manevi hayat tarzı, kültür, üretim araçları ve üretim biçimi götürmek, kısaca medeniyet götürmek Türklüğün özündedir. Türk’le ve Türklerle şendir, her diyar.
Biz, dünyada Türkçe yaşadığımız için İNSAN OLDUK.
İnsan olduğumuz için ve çok çalıştığımız için kıskanıldık, hor görüldük,
Yolumuz kesildi, hep insan olduğumuz için
Ve hırsızlar bizden hep malımızı mülkümüzü, canımızı istedi, kimliğimizi çaldı.
Ve bahar yelleri okşarken şeftali dallarını ve Akasya çiçekleri açarken durup dururken, sarı gül beyaz gülü kovalarken yine bir Ramazan Günü, 1989 Mayısında ayaklandık. “Ayaklanma” sözünü işitenler tuhaf tuhaf bakmıştı. Çünkü biz hep ayaktaydık.
“İsyan ettik” sözü de yerli yerinde bulunmadı. Çünkü bizim isyan ateşlerimiz 1878’den sonra hiç sönmemişti. Susan kuşlar, kuma yaslanan dalgalar ve dumanlı dağ başları SELAMA DURDU.
“Dirilmiş ve direniyorduk” 1989 Mayısında ellerimizde koskoca dünya ve gözlerimizde güneş. İnsanın uyanması, diriliş ve direnme nedir bilirsin sen! Çünkü o yolda biz yoldaştık. Ateş fırtınaları ile beraber yürüdük. Göbeğimiz Tanrı Ağıcının köküne gömüldü, kendi yolumuz ve kendi kaderimiz olsun diye.
Ve 30 yıl önce biz fışkırmıştık. Totalitarizm şişesinden CİN gibi çıkmıştık.
Yürürken 72 binimiz birden üzerine üzerine, yürüdü
Türkler yürüdü Türklerin karşısında duramadı komünist totaliter devlet
Dayanamadı Toşo, tahtı devrildi kendi üzerine…
Bir yasallıktır bu. Doğaldı her şey. Sel olup Ata-Vatandan Ana-vatana akmamız da…
Hiç kimseden hiçbir şey istemeden geldik.
Sevgi dolu kucakla karşılandık.
İzninizle bir kıyaslama yapmak isterim 1791’de Fransa’dan İsviçre’nin yalçın Alp Dağlarına böyle bir kitlesel göç olmuştu. Büyük Fransız Devrimini yapanlar, tüm tarihlerin en büyük eseri Fransa’da Kardeşlik, Eşitlik ve Özgürlük Doğduğunda onu istediği gibi ve doya doya büyüsün diye, adı “demokrasi” olan yeni toplumsal düzene bırakmışlardı.
Biz Bulgaristan’da aynısını yapmadık mı?
Bulgaristan’da demokrasiyi hayata çağıran biz değil miyiz?
Ata-vatanımızda, 1989 Mayısında, adını HAK VE ÖZGÜRLÜK DAVASI koyduğumuz devrimci mücadele ruhu biz değil miyiz? Elleri, kolları, ayak bilekleri kelepçeli, gözleri kör edilmiş, katranlı ellerle, kimliği can çekişen, ama yüreklerinde Türk Ruhu güm güm attıkça kanatlanan ve tankların yolunu kesen biz değil miydik!?
Bulgar ağacı bizim gölgemizde sararıp solmadı mı?
Bugün “demografik çöl” yani insansız kalmış ıssız, köylerden, derelerde ve tepelerden, akmayan pınarlardan, kurumuş çeşmelerden, yıllarca açıp tozlaşmamış ağaçlardan, kapısındaki kilit küflenmiş, okul ve sağlık merkezlerinden, yakılmış kitapların savrulmuş külünden söz ediyoruz.
Bir toprak neden çölleşir, GELECEĞİ GASP EDİLEN İNSANLARIN YURDU OLMAK İSTEMEDİĞİNDEN DOLAYI kurur, çatlar, nadas olur ve pes eder…
İnsan olmadığı yerde toplumsal hayat yoktur.
Onlar Bulgarlar 600 sene bizimle beraber yaşarken kardeştik. Anlattığım ve anlatacağım olaylar hiçbir Bulgar ailenin başına gelmemiştir. Esaret denen bir masal, tüm kötülükleri uydurma ve bizim kimliğimize uzanamayanların icat ettiği kötülüklerden kırıntılardır.
İnsanın olmadığı yerde kardeşlik, eşitlik ve özgürlük yoktur, olamaz.
Şu da unutulmamalıdır her millet devlet kuramaz.
Biz çekilince Bulgar devleti resmen çöktü. Biz 1989 Mayısında ilk 3 ayda 345 bin kişilik bir sel olarak ana-vatanımıza akarken, faşist ve totaliter – komünist zulüm rejimlerine karşı fışkıran Volkan, kocaman dünyanın dört bir tarafına aktı. Bu gün 3 milyonu aşan vatandaş, aynı sebepler yüzünden – baskı ve terörden, zulümden, acımasız hayat kavgasından, geçimsizlikten, kör cahillikten, gerekçesi olmayan korkudan, çaresizlikten dolayı MEMLEKETTİ Bulgaristan’ı terk etti.
Öncü olan yine bizlerdik.
En değerliği varlığın eğitilmiş insan olduğunu anlamak istemeyenler, ırkçılar, aşırı milliyetçiler, kan emiciler, gardiyanlar, ölüm kampı şefleri, polis, jandarma ve tüm kolluk kuvvetleri, açık ve gizli polis ORTADA KALDI.
Bir polis devletinde demokrasi olamaz.
Bir mafya-milis-oligarşi düzeninde ADALET olamaz. Bakan koltuklarında rüşvet ağalar oturuyorsa, meclise eski gizli polis “DS” ajanları dolmuşsa, yargıç koltuklarında oturanlar hukukçu diplomalarını Polis Akademisinden almışsa, o ülkede adalet, demokrasi, hak ve özgürlükten söz edilemez. Bulgaristan’da maalesef durum budur…
Uzatmamak için sadece bir örnek vermek istiyorum:
Atılımlı siyasetçi Lütfi Mestan partisinin açık adı Avrupa liberallerinden almıştı: SORUMLULUK, HOŞGÖRÜ VE DAYANIŞMA İÇİN DEMOKRATLAR, kısaltılmışı-na ise DOST demişti? Tuttu mu? Bulgar “bataklığında” tutmadı.
Geçen Pazar günü 26 mayıs’ta yapılan ve oy hakkı olanlardan ancak %26,2’sının katıldığı Avrupa Parlamento seçimleri için Cumhurbaşkanı Rumen Radev “Bulgar politik sınıfına çok güçlü bir tokat oldu!” dedi.
2014 -2019 yıllarında yapılan AP 2 seçim arasında katılım oranı % 5 daha düşmüştür.
Yoksul, işsiz, sefil vatandaş, protestosunu sandığı tekmeleyerek ifade ediyor. Bulgaristan çöktü, soyuldu. Eli iş tutan vatandaş memleketi terk etti. Suçlu ve sorumlusu yok. Hakkında dava açılan hırsız, katil ve soyguncu yok. Öldürülen kişilerden sorumlular yok, yani her soruya tek cevap yok…
Bulgar halkı bu durumdan memnun olabilir.
Devleti soymayanın iktidarda işi ne olabilir? Bu mantığı bir salgın şeklinde halkı sarmış olabilir. İzninizle geçmişten bir hatırlatmada bulunmak istiyorum: “Çılgın Hitlerin yaptığı kötülüklerden, Alman halkı işlenen tüm suçlara ortak gösterilmişti.” İktidarı destekleyen her kişinin çalıp kapma, soyma ve baskı uygulama, dayak atma, ulu orta insan öldürme ve azınlıkların evlerini yakma hakkı olduğu yerde, “demokrasiden” söz edilemez.
Bulgaristan’da kanunsuzluk almış yürümüş ve iktidar adaletten korkuyor. Adalet biziz! Burada sadece Türkiye’de çift vatandaşlar artık 1 milyona ulaşmış durumdayız ve Bulgaristan politik sınıfının aklını karıştıran ve uykusunu kaçıran da biziz.
Çünkü Türkiye’yi gördük, Türkiye demokrasisinde nefes aldık, 82 milyon içinde hayat kavgası verdik ve kazandık. Güçlüyüz. Son zafer mutlaka bizim olacaktır.
Türkiye’de soydaş olmanın çok büyük bir hayat akademisi olduğunu, yüksek bilinç düzeyine ulaşmış, hayat suyu almış, emsalsiz bir birlik ve beraberlik olduğunu, örgüt kültürü, yeni bir dayanışma ruhu taşıyan son medeniyet olduğunu görmeyen kalmadı. Bu nedenle Avrupa Parlamentosu seçimlerine katılmamız engellendi. Biz burada oy potansiyeli olan 700 bin civarında soydaşımız var. Bulgaristan’da Pazar gün yapılan AP seçimlerinde hiçbir siyasi parti 720 bin oy al(a)mamıştır.
Değerli dava arkadaşlarım işte birlik ve beraberlik ola bildiğimizde görüyorsunuz biz hepsinden güçlüyüz. Bu kitleyi maalesef Türkler kullanamıyor, işte burası çok önemli, birlik derken Türk-Müslüman çıkarları doğrultusunda çalışacak kurumlar dernekler, partiler olmalı. Kavga şimdi yeni başlıyor…
Bizi göçmen durumuna itenlerin, kafasında bir umut var:
“Müslüman’ın öfkesi göz yaşını sildiği mendil kuruyuncaya kadardır.” Geçer, unutur diye düşünüyorlar. Bunu hepiniz biliyorsunuz, davamızın baş haini Ahmet Doğan ve bozguncu tayfasının ihanetine ve kötülüklerine rağmen, orada mücadelemizi yaşatma kavgası veren kardeşlerimiz Türk kalelerinde HAK VE ÖZGÜRLÜK BAYRAĞIMIZI dalgalandırmaya devam ediyorlar.
Kıracali’de, Radgrat, Şumen, Tırgovişte, Pazarcık, Silistre ve Smolyan’da 2014’te seçimin rengini Türk seçmen belirlemiştir. Bu seçimde Pazarcık, Smolyan ve Silistrede tekel GERB partisi eline geçti. Merkez İstatistik Komisyonu oy dağılımıyla ilgili şu resmi açıklamada bulundu.
GERB 574.417 oy, BSP 450.005 oy, ДПС – 303.714 oy. Toplam 1.328.136 oy.
2017’e göre azalma yüzde yüzdür. Bulgaristan’da 1.5 milyon Müslüman kardeşimiz yaşıyor. Bizim BULTÜRK olarak Sofya meclisine sunduğumuz “mektupla ya da elektronik yoldan” oy kullanma yasa teklifimiz onaylanmış olsaydı, yukarıdaki oyları kendi başımıza çıkarır ve bugün Brüksel’e Bulgaristan’ın 17 milletvekillinden 8’ini biz gönderirdik.
Memleketimizde Romen kardeşlerimize çok büyük bir baskı var. Biliyorsunuz 1879 Anayasası onlara seçme ve seçilme hakkı tanımamıştı. Şimdi oyları 20- 50 ve 100 leva üzerinden, ev kadını, işsiz ve çalışan ama oy kullanmak istemeyen kategorilerine göre satın alınıyormuş.
Bu vatandaşların 2030 yılında genel nüfus içinde Bulgar etnikten daha büyük bir topluluk oluşturacağı ortaya çıkınca, onları da döverek, tutuklayarak, tehdit ederek, gettolar etrafından gece fener alayları düzenleyerek, sosyal yardımlarını keserek ve evlerini ateşe vererek vs nüfus olarak azaltmaya ve çoğunluğu kendi lehlerinde elde tutmak istiyorlar. Bu tespit olağanüstü önemlidir. Çünkü Romen (Çingene) nüfus çoğunluk olmuş olsa bile, çoğu kör cahil ve toplumun maddi ve manevi değerleri dışında bırakıldığı için ve devlet kurma ve yönetme istidadı olmadığından dolayı ata-vatanımızda (Bulgaristan’da) çok büyük bir kargaşa yaşanabilir.
Bulgaristan’da yaşayan etnik, dil, din ve kültür azınlıkları arasında Müslüman Türk soydan başka, farklıkları birleştirip erk olma ve toplumu yönetme, adil olma ve hoşgörü toplumu oluşturma yeteneğine sahip sosyal güç yoktur. Bu nedenle, soydaş çocuklarından 2. kuşağı iyi eğitmemiz en az 15-20 bin yükseköğrenimli, hoşgörülü ve bilgili, sabırlı ve yaratıcı bir siyasi tabaka oluşturmamız, yüksek ihtisas sahibi kadrolar eğitmemiz ve hazırlamamız gerektiği kanaatine vardık.
Anlatmaya çalıştığım seçim yenilgisi, ilgisizlik, pasiflik ortamında vatan topraklarımıza Batı’dan büyük gruplar yetiştirme hazırlıkları yapıldığı, Suudilerin ise Bulgaristan’ı (Yunan Adası Gibi) satın alma ve zümrüt yeşilliğin tadını çıkarırken, yerli nüfusu köle durumunda kullanma hesapları yaptığı basında manşet olmaya başladı. Dünya artık küçüldü, her an her şey olabilir.
Son seçimden 3 gün sonra kısa politik değerlendirme yaptığımızda Bulgaristan’ın, tekrar ediyorum, derin bunalımı ve seçmenin %74 oranında sandığa gitmeyerek durumu protesto ettiği bir daha gün ışığına çıktı.
Avrupa Parlamentosuna giden 5 politik partinin hepsi de Avrupa Birliği ve NATO’dan yanadır. Bunlar, GERB, BSP, DPS, VMRO ve Demokratik Bulgaristan hareket partileridir.
245 bin kişiye maaş veren GERB partisi, adeta bütün oylarını satın almıştır. BSP 2014’e kıyasla Brüksel’e 1 milletvekili daha fazla (toplam 5) gönderse de, derin bunalım içindedir. Parti Başkanı Korneliya Ninova istifa etmiş ve 15 Haziran’da yeni Kurultay çağırmıştır.
DPS partisinin milletvekilleri 4’ten 3’e düşmüş ve kimin Brüksel’e gönderileceği henüz açıklanmamıştır. Çünkü ilk sırada olan M. Karadayı ile D.Peevski’nin yerlerini diğer adaylara bırakması konusu henüz görüşülmemiştir.
VMRO – aşırı milliyetçileri 2 ve oylarının daha fazlasını dış ülkelerden ve Sofya’da 2.semtte en fazla oy alan Demokratik Bulgaristan reformcu hareketi Brüksel’e hukukçu Sn.Radan Kınev’i gönderecektir.
Bulgar partilerinden hiç birinin Avrupa Parlamentosu programı yoktur. DPS de bunlardan biridir. Gidenler ne iş yapacaklarını kendileri de bilmiyorlar.
Biz bir GÖÇMEN SOYDAŞ kuşağıyız. Derneğimiz BULTÜRK, gençlik ve kadın kollarımız, “www.bghaber.org”, “Bulgaristan Türklerinin Sesi” BULTÜRK gazetemiz Bulgaristan Stratejik Araştırma merkezimiz ve Bilim Kurulumuz 2002’den beri çok büyük işler yaptı. Son 60.kitabımız önümüzdeki ay çıkıyor.
Artık biliniyor ve tanınıyoruz. Yeni fikirlerin, dünya görüşünün, ahlakın, namuslu olmanın, şeref ve alçak gönüllülüğün simgesi olduk. Yayınladığımız kitaplarla şu amaca hizmet ettik:
“50 yıl Mücadele” kitabımızla Türk Dünyasına Bulgaristan Türklerinin bir konuşma ve yazı dili, dini, edebiyatı, halk kültürü, gelenekleri, Türkiye gibi sonsuz bir esin kaynağı ve yine sonsuz Ata-vatan sevgisi olduğunu anlattık. Kendimizi, BULTÜRK’ü, gençlerimizi, umutlarımızı tanıttık. Türk dünyasına Bulgaristan Türklerinin Türk soyundan geldiğini, topluluk kurabildiğini, kadın erkil toplum geleneklerine bağlı olduğunu, Türk kimliği mücadelesi verdiğini uzun uzun anlatmaya çalıştık.
Türk Dünyası içinde bizlerde bir damla olarak var olduğumuzu ve hep birlikte YENİDÜNYADA BÜYÜK OKYANUSUMUZU BÜYÜK TÜRKİYE’Yİ BU DAMLALARLA OLUŞTURACAĞIMIZA İNANCIMIZ TAMDIR. YENİ BÜYÜK TÜRKİYE’Yİ BİZLER HEPİMİZ BİRLİKTE İNŞA EDECEĞİZ.
“Bulgaristan Türkleri Kimlik Mücadelesi” eserimizde, tarihsel yolumuzu, Türk Kimliği oluşturma yolunda verdiğimiz savaşlarımızın aşamalarını, edebiyatımızı, kültürel geleneklerimizi, dinimizi, hepsi Türk soyundan gelen Pomak Kardeşlerimizi, Tatar-Gagauz kardeşlerimizi, onların sorunlarını ve göçlerini anlattık.
İlk kez olmak üzere, Bulgar soyunun 7 ağır ve onarımı olanaksız tarihsel kırılma geçirdiğine, bunlardan birkaçının son asırda yaşanan Alman ve Rus ve Sovyet istilacıyla nasıl yaşandığını anlattık. Bu konuda öğütleri, dış ülkede bulunan bir “üst akıldan” alan Bulgar kavminin, her konuda bizden çok farklı düşündüğünü, ana-kent (metropol) ve tarihlerinde sömürgeci kavim nitelikleri olmasa da, Bulgarlar kendi kendine gelin güvey olarak çok değişik biçimlerde her türden etniğe asimilasyon siyaseti uygulayarak, 140 yıllık son tarihsel dönemi hayırsızlıkla nasıl kararttıklarını anlattık.
Bu eserimizde Bulgaristan Türklerinin Türk dünyasından, Türkiye’den, Türk milletinden kopmaz ve asla koparılamaz bir parça olduğu ve “Ne mutlu Türküm Diyene!” şiarından güç aldığı özellikle konu edilmiştir. Türk Gök Kuşağı ve Türk formasyonu da yeni aydınlık bulmuştur, ufukta Yeni Türkiye bizi bekliyor.
Özellikle değinmek istediğim son eserimiz de, BULTÜRK inisiyatifi ve yönetiminde 9 Mart 2019’da gerçekleşen TÜRK DÜNYASI İLK KADIN KONFERANSINA adanmıştır. Konferansımıza Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan, Doğu Türkistan, Almanya, Hollanda, Balkanlar, Bulgaristan, Kuzey Kıbrıs ve daha birçok ülkeden Türk Kadın Dünyasını, kadınlarımızın yaşamını, geleneklerini, kavgasını ve ümitlerini, birlikte olma azmini dile getiren konuşmaların, Türk kadınına adanmış seçme şiirlerin, destanların vs derlemesidir. Bu bir ilk olduğu için ve bu ilk de bize BULTÜRK’e nasip olduğu için çok önemlidir. Bu çalışmalarımıza devam ediyoruz, edeceğiz.
Sevgili kardeşlerim, Göç, büyük göç, 20 asır göçleri bizi yenememiştir. Bizler özellikle Türkiye’de olanlar her zamankinden daha dinç, birlikte ve güçlüyüz. BİRLİK VE BERABERLİK ÖLÜMDEN BAŞKA HERŞEYİ YENER: Bizim uyuduğumuzu düşünenler aldanıyorlar. Türk Dünyası, Büyük Türkiye atılım halindedir ve Taşan Türkiye’nin ilk dalgalarıyla sınırları aşacak olan bizleriz.
Hepinizi kutluyorum.
Sağ olun, var olun.
Gençler Gelecek bizimdir sakın ümidinizi yitirmeyiniz.
Dostlarınızla paylaşmayı unutmayınız.