Editörün Köşesi
Tarih: 31 Ekim 2020
İkinci Dünya Savaşını kim kazandı? Sovyetler Birliği mi? Birleşik Amerika mı? Bu soru aktüelliğini kaybetmiyor. Şöyle ya da böyle cevap verenlerden hiç biri, Nazi sürülerine sıkılan 3 kurşundan biri Kazakistan Müslümanlarının elleriyle üretildi; Kızıl Ordu’nun yaktığı her 2 litre mazotun bir litresi cepheye Bakü’den taşındı demiyor.
Son büyük savaşta her 3 şehitten biri Orta Asya Türkü’dür. Zaferin omurgası Türklerdi, diyen yok. “Gerçek kahraman biz Türkler olmamıza rağmen” hep gölgede kaldık. Berlin’de Alman parlamentosu Reistag çatısına zafer bayrağı diken bir Tacik kardeşimizdi. Onun bile anıtı yok. Şan şöhret birikimi yapamadık. Biz Bulgaristan Türklerinde bu acı derin ve yakıcıdır. 1960’lı -70’li yıllarda memleketimizin adını gökteki yıldızlar gibi parlatmış olsak da balı alınanmış gömeç gibi eritildik.
Yeni uyanışımız Türkiye Cumhuriyeti, Türk halkı, Türk Dünyası olarak birlik oluyoruz. Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Anayasası’nın Önsözüne Balkanlarda kültür ve devlet kuranlar sıralamasında biz Türkler baş yere konulmuşuz. Okuyunca tüylerim diken diken oldu. Gönlüm ferah doldu. Aynı duyguları daha önce Friedrich Nitzsche’nin “Böyle Buyurdu Zerdüşt” eserindeki “Seven, geçmiş kuşakları kurtarır” fikrini okuduğumda duyumsamıştım. Zerdüşt, doğum ve ölüm tarihi M.Ö. olan, akılcı düşüncenin temellerini atan Platon’dan daha önce bugünkü Azerbaycan topraklarında yaşamış ve günümüze kadar bütün değer yargılarını etkilemiş bir bilgedir. Onun yaşadığı bugünkü Azerbaycan, Anadolu ile Orta Asya Türklerini birbirine düğümleyen toprak ve deniz parçasıdır. Bulgaristan Türkleri bu büyük bütünün Balkanlar ve Avrupa halkasıdır. Kazakistan topraklarına uzanan eski Türkistan’da (Turan Diyarında) doğan erdemler Azerbaycan ve Anadolu üzerinden bize de uzanıp ulaşmıştır. Bu bakıma kendi topraklarımızda, öz değerlerimizle yaşayıp gelişerek yücelme mücadelemizi aynı düşmanlara karşı verdik.
XIX. ve XX. yüzyıllarda Kafkaslar’ da kardeşlerimizin aştığı tüm mücadele aşamalardan biz de geçtik.
Türk oluşumu içindeki taşıyıcı öz dilimizdir. Anadilimiz, olağanüstü değerli fikirlerin üzerine yuvalanan bir kehribar olduğu için, ilk önce o kırılıp parçalanmak ve yok edilmek istenmiştir. Her halkı yaşatan büyük miras dilidir. Aynı soydan, boydan ve kültür ortamından insanları birbirine kenetleyen, onlara kimlik nakşeden, hayatlarını şuurla aydınlatan ve kendilerini korumalarında güç kaynağı olan dil bağıdır.
Tarihte kaybolan (eskiyince zamanı dolan ve ölen) diller var. Bu ölüm kültürün ve tarihin ölümü anlamına gelmez. Dillerini yaşatamayan halklar ve onları yöneten elitler zaman içinde kendileri yok olur. Türkler, dilleri için direnen ve bu acıyı yaşamayan halklardan biridir. Tarih boyu kendilerini yeni nesillerle tazelerken dillerini zenginleştirerek yaşatabilmişlerdir. Bu temelde dünyada en eski kimlik Türk kimliğidir.
Genel planda Türk kimliği tek, bir ve yücedir.
Yaşadığımız Bulgaristan’da faşizm ve komünizmle nitelenen devletin ve milliyetçi Bulgar toplumunun ana ödevi Türk dilini, Makedon dilini, Ulah dilini, Romen dilini vs yok sayıp yasaklayarak zulümle yok etmek değişmeyen bir stratejik hedeftir. Dil kimliğin omurgasıdır. Dil yok edilmeden, unutturulmadan kimlik eritilemez, kimse asimile edilemez. Bu gerçeğe ilk işaret eden, Kuranı Kerim’in ünlü çeviri ve tefsirini yapan Abdullah Yusuf Ali’dir. O şu özelliğe vurgu yapmıştır: “Dillerin ve renklerin çeşitliliğini hem coğrafya hem de tarihsel açıdan değerlendirebiliriz. Yaşayan diller ölümsüzdür.”
Tarihte bir kültürel topluluktan ve çok derin ve kadim gelenekleri olan insanların dillerini kaybettiğini görürüz. Arap yayılmacılığının sekizinci ve dokuzuncu yüzyılları şu yazdıklarıma en parlak örnektir. Mezopotamya ve Atlantik Okyanusu arasında yaşayan halklar anadillerini kaybetmek zorunda kalmışlardır. Türkler Arapları ve Arapçayı da kültürlerine katarak medeniyet yaratmışlardır.
Bunu gören Rus Çarlığı Türk dilini yok etmeyi stratejik hedef haline getirmiştir. Bu yol 1773 Küçük Kaynarca Antlaşmasıyla açılmıştır.
Toplum tarihin gerçeklerini anlatan sayfaları yeni yeni açıyor.
Avusturyalı yazar Erih Faygıl “Ateş Ülkesi ve İpek Yolu – Azerbaycan Tarihi” eserinde şu gerçeğe özenle değinmiş:
“Hükmettiği devrin coğrafya ve tarih sınırları içinde, diğer halkların öz dilinin köklerini koruyan bir terk halk vardır. O, Osmanlı İmparatorluğunda temel oluşturucu halk olan Türk halkıdır. 500 yıl sonra (birçok yerde daha da uzun bir süre) çok milletli bu imparatorluktaki Osmanlı hükümdarlığı, ne Yunanların, ne Arnavutların, ne Sırpların, ne Farsların, ne Ermenilerin, ne Bulgarların, ne Arapların, ne Romenlerin, ne Kürklerin, ne de daha küçük dil gruplarının hiç birinin dillerine dokunmamıştır. Yukarıda sıraladıklarımdan hiç biri dilini ve kültürünü kaybetmemiştir. Üstelik ne daha önce ne de daha sonra olmak üzere, İslav, Yahudi ve başka herhangi bir dini toplum Osmanlı devrinde olduğu kadar özgür ve sorunsuz olmamıştır.”
Osmanlı devleti Bulgarlara 1872’de Doğu Ortodoks Hristiyanlığı bahşeder, onları Yunan kilise köleliğinden kurtarır, tarihlerinde ilk kez kendi dillerinde okuma, yazma, dua etme ve yaşam tarzı geliştirmeleri için yasal yollar açar, maddi ve manevi yardım eder. Bir halka ve onun diline kaba davranıp zulüm etmenin tarihte yalnız bir amacı ve anlamı vardır: Zulmedilen halkın dilini köreltip ağızını kapatmak, şuurundan tarihini ve kimliğini silmek, zorla söküp almak.
Bu trajedi, Bulgaristan Türkleri de aralarında, Türk dünyasının daha büyük kısmında, XIX. Yüzyıldan başlayarak, XX. yüzyıl boyunca ve hatta günümüze kadar azalmayan şiddette sürmüştür.
Osmanlı topaklarında küçük Hıristiyan devletler kurmak, Türk dilini, Osmanlı kültür ve kimliğini, yaşam tarzını ret edip onu kötüleyerek gözden düşürerek ve mirasını yok etmek büyük bir stratejinin günlük uygulama biçimi olmuştur. Bunun en parlak örneklerini Bulgaristan ve Ermenistan’ın millileştiği ve devletleştiği XX. yüzyılda ve günümüzde izliyoruz. 25 Aralık 1991’de Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’nin (SSCB) dağılmasıyla Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan Cumhuriyetlerinin bağımsız devletler olarak ortaya çıkmasıyla Türk Dünyasında XXI. Yüzyıl ufku açıldı.
30 yaşına giren bu bocalamayı, köke dönüş, yeni kültürel ve medeniyete atılım yaparken dış güçler tarafından son 2 asırda dayatılanların posasından arınma olarak karakterize edebiliriz.
Bu süreci şöyle örnekliyorum.
Dil ve kültür bakımından, 11 devlet, hanlık ve beylik kuran Azerbaycan halkına ilk saldırı, Karakoyunlular Devletinde, Arap saldırı ve zorlamaları olmuştur. Öz kültür köklerini ve dil özelliklerini korumaya çalışan Azerbaycan halkının Araplara tepkisi sert olmuştur. Tabii düşman tek gelmez. Güney’den Araplar, Doğu’dan Farslar ve Kuzey’den Ruslar XIX. Yüzyıldan başlayarak Azerbaycan halkını “yazı dili” olarak üçe bölmeye çalışmıştır. Farsların ele geçirdiği bölgelerde Arap yazısı yerleşirken, Rus bölgesinde idari işlerde ve ticarette Kiril Alfabesi uygulanmıştır. Azerbaycan aydınları kültürel istilaya karşı XIX. Yüzyılın sonlarına ve XX. Yüzyıl başında isyan etmiş, Arap ve Kiril alfabesinin kaldırılması ve Latin Alfabesine geçilmesi istekleri başkaldırmıştır. Bunlar aynı zamanda Azerbaycan Türk kimliğinin korunması direnişleridir. Ruslar, Müslüman Kafkas dağlarına bir Hıristiyan Ermeni devleti dikme ve Karabağ’ı işgal etme planı Sang Peterburg’ta II. Ekaterina (1762-1796) ve I. Pavel (1796-1801) sarayında çizilmiştir. İşin meraklısı Ermeni papazlardır. Ermeni papazlar Kafkaslar ’da bir “Hıristiyan” Ermeni Devleti kurulmasının iyi olacağına Romanovlar çevresini ikna etmeyi başarmıştır.
Yalan Ermeni tarihi yazılmış ve 1805 yılında sinsi plan uygulamaya konmuştur.
Eski adı Karabağ Panahabad’ya bugünkü Şuşa şehri basketti. Düştü. Rus idaresi kuruldu. Yürütülen sert çarpışmalardan sonra Talış, Bakü, Guba, Gence ve Derbend şehirleri de düştü. 1826’da Nahcivan Hanlığı ile Çuhur-Saadı (Erivan) da Rusların eline geçti. Gülistan Barış Antlaşmasının imzalanmasından sonra, Derbent’e bağlı olan bu toprakların hepsi Büyük Perto’nun emrine geçti. Fakat Büyük Petro ve ondan sonra gelen Çarlar Kafkasları Ruslaştıramadı. Bu ödevi, Ermenilerin kafasına “Büyük Ermenistan” zehri akıtarak gerçekleştirmeyi düşünen de Rus Çarları oldu. 1878’de Bulgaristan’ı istila edip düşündüklerini yaptırmak için Bulgar Prensliği kurdular. Müslüman halkı Arap yazısına bağlayıp devlete almadılar. Avrupalılaşma yolunu kestiler. Bulgarların kafasına “3 denize çıkan büyük Bulgaristan devleti zehri akıtarak hayatlarını zehir ettiler.”
Devir değişti, hedefler değişmedi.
1917’de Rusya’da Ekim Devriminden hemen sonra, Sovyet hükümetinin çıkardığı özel bir emirle, Orta Asya Müslüman Türkistan Dünyası’nın İslam’la bağlarını koparmak amacıyla Latin alfabesine geçilmesi istendi. Hedeflerinde birkaç yıl sonra ikinci bir kültür darbesiyle Kiril Alfabesine geçip yeni nesli öz tarihinden tamamen koparmak vardı. Böylece atalar oğullarının ve torunlarının, babalar da evlatlarının yazdığını okuyup anlayamayacak ve nesiller arasındaki kültürel bağlar giderek koparılıp yok edilecektir. Orta Asya Türki kültür ve medeniyeti yok edilmek ve toplumlar parçalanmak, Atilla, Çengiz Han, Altın Ordu türbe ve efsanelerinde yaşayan edep, ahlak ve medeniyet unutturulmak hedeflenmişti.
1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ilan edilmiş
1918’de Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti ilan edildi. Çarlık çizmesi kalkmış, Kafkaslarda umut doğmuştu. Görkemli kültürel ve medeni dirilişten korkan Ermeni ve Rus Bolşevik asiler Bakü’de soykırım yaptı. 25 bin Azerbaycanlı Türk katledildi soykırıma uğradı. Demokratik cumhuriyet kana boğuldu. Aynı zamanda XIX. Yüzyıl boyunca Ermeni milleri oluşturup Bakü başkentli “Büyük Ermenistan” ilan etme planı da suya düştü.
1886’da Sofya’ya gelen ve Bulgar Prens’i olarak Osmanlı Konağına yerleşen Ferdinand Saks-Koburg-Gotski Çar olmayı 22 yıl sayıkladıktan sonra 1908’de Bulgar Çarlığını ilan etti.
İstanbul’a girip Konstantin’in tahtına oturma virüsünü 10 Mayıs 1910’da ölen akrabası VII. Edward’ın cenaze törenine gittiğinde Londra’da kaptı. 1912’de Edirne’ye girdi, fakat Çatalca’yı geçemedi. Bu savaşta Bulgaristan’da Taşnak çeteleri kurulmuş ve Bulgar ordusuna katılmıştır. Katil komutanlarına anıt dikilmiştir. Halkın yeni milli uyanış ve dirilişinin ancak Türk dilinde olacağına inanmış aydınlar 1926’da Bakü’de Birinci Türk Dili Kongresi topladılar. Türkçeye en uygun olan yazının Latince olduğunda birleştiler. Halk kültüründen güç alan bilim, kültür ve sanatta gelişme yolunu açtılar.
Bulgaristan Türkleri 1929’da Sofya’da Birinci Milli Kongresinden
1929’da Sofya’da toplanan Bulgaristan Türkleri Birinci Milli Kongresi de Türkçe kültür ve eğitim kararları onayladı.
Delegeler arasında ağırlıklı olan Turan dernekleri delegeleri ve öğretmenler Kiril Alfabesinin Bulgaristan Türk okullarına sızması yolunu kesme kararı onayladı. İstanbul Türkçesini Edebiyat Dilimiz olarak kabul ettik. Atatürk’ten ilham alan Türkleri ezmek için 1925’te ve 1934’te askeri darbeler yapıldı. Bulgar faşist monarşi devleti milli uyanışımıza karşı din adamlarını kullandı. Polis ajanı Hüseyin Hüsnü Efendi’yi (1928-1936) Başmüftü Kaymakamı ve Başmüftü olarak Arap harfleriyle “Medeniyet” gazetesi çıkarttı. Latin Alfabesinin Türk okullarına girmesini ve milli uyanışımızı engelledi. İlerici öğretmenleri okullardan ve memleketten kovdu. Anti-Atatürkçülük kışkırtıldı. Öğretmenler ve aydınlar üzerine saldırıları şiddetlendi. Bulgaristan şartlarında sert ırkçı uygulama olan Türk okullarını kapatma hareketi başladı. 1878’de sayıları 2 700 olan Türk okullarından 1944’te ancak 450 okul kaldı. Büyük sayıda öğretmen tutuklandı, yargısız içeri atıldı, sürüldü, memlekette kovuldular.
Azerbaycan halkının ızdırapları çekileri
1939’da Stalin Türk milletinden olanların geri zekâlı duruma getirilmesi için özel bir karar alarak, Müslüman okullarında 10 yılda bir Alfabe değiştirilmesini emretti. Hedefinde olan, okuyanı okuyamaz, bileni bilmez duruma getirmek, Müslümanları kör cahil bırakmaktı. Bu uygulama Ermeniler için geçerli değildi. Müslümanlar için alınmış özel bir karardı. Müslüman topluluklar içindeki soy ve kültür bağları koparılmak isteniyordu. İmzasını Kiril Harfleriyle atmayan işçilere maaşları ödenmiyordu. Türk düşmanlığı 2 kıtada birden şiddetleniyordu. Bulgaristan’da bu uygulama, askerde, işte veya Türkiye’deki akrabalarla ancak Kiril harfleriyle ve Bulgarca yazışma zorunluğu şeklinde sertleşti.
XX. yüzyıl Türkler için zor bir yüzyıldı.
Türk halkları kendi toprakları üzerinde milli uyanış, bilinçlenme ve devletleşme yolunu seçmişlerdi. Bulgaristan Türklerinin gözü Türkiye Cumhuriyetindeydi. Azerbaycan halkı, Bakü’deki Kız Kulesi Hazar Denizine baktıkça tüm dertlerinden silkineceklerine inanıyordu. Özgür ruhlu Zerdüşt’ün şu sözlerini hiç unutmadılar: “Kardeşlik tohumları topla… Kötülükten gelen tohumlar mutlaka çürür… Bu dünyaya barışı yalnız iyi yürekli önderler ve halklar getirebilir…”
Biz bugün buna belki de, “kötülükleri yapıp da iyilik perdesi arkasına gizlenenlerin zamanı doldu.” demeliyiz. Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki, Bulgaristan’da da insanların gerçekleri mutlaka duymak ve bilmek istiyor. Hele Ermeniler için Bulgarların “biz onları kurtardık” demelerine gülmemek elde değil. Belediye meclislerine ve Sofya meclisindeki milletvekillerine “Ermeni Soykırımı olmuştur” bildirisi imzalatılması tarihin güldüğü bir saçmalıktır. Daha büyük bir saçmalık ise, Anadolu uygarlığını “Ermenilerin yarattığı” saçmalığıdır.
“Noman” (kon göç) halk olan Türklerin Anadolu’ya, Azerbaycanlıların Kafkaslara yerleşmesi Alp Aslan’ın 1071’de Malazgirt zaferinden sonra gerçekleştiği tarihsel tutarsız bir Yunan-Ermeni iddiadır. Kadim Türkler aynı zamanda Orta Asya’da, Kafkaslarda ve Anadolu’da yaşamışlardır. İlk Azerbaycan devleti M.Ö. 330 yılında kurulmuştur. Anadolu’da gelişen eski Yunan kültürü temelleri burada yaşayan Türkler tarafından oluşturulmuştur. Çatal Höyük ve Göbekli Tepe bu büyük gerçeğe deliler ve kanıtlar sunar. Afrodit, Avrupa ve Zeus Anadolu Tanrılarından doğmuş antik-Yunan Tanrıları ve Çariçeleridir. Ermeniler, “üstün ırktan” oldukları iddiasıyla bölgeye çok geç gelmişlerdir.
Ruslar tarafından, bir Ermeni devleti kurmak ve Türk Dünyasını parçalamak planları uygulanırken, Rusya’dan toplanıp getirilmişlerdir. Birinci ve İkinci Dünya savaşından sonra Yunanlar ve Yahudiler Bulgaristan’ı terk ettikten sonra yerlerine Trakya, Ege ve Makedon göçmenleri istihkâm edilmiştir. Bulgar ırkının körelmesiyle Türkler, Pomaklar, Romenler, Tatarlar, Gagavuzlar, Makedonlar ve Ulahlar Bulgar ilan edilmiş, Bulgarlaştırılmaya çalışılmış ve büyük göçler yaşanarak nüfus %50 azalmıştır. Bulgaristan’da yaşayan Ermeniler devletin asimilasyon ve kimliksizleştirme siyasetini, uygulanan zulmü ve soykırım denemesini, sürgün ve göçe zorlama terörünü desteklemiştir. Yalan düğümünden sicim yapan ve dünyayı aldatmaya devam eden Ermenilerin 10 yıldan beri “bizim” dediği Dağlık Karabağ tarihine bir göz atalım.
Bakülü Nasib Nasibli’nin Tarih belgelerinden bir alıntı:
Azerbaycan’a bağlı olan Dağlık Karabağ eyaleti Rusya yönetimine resmen devredildi….1823 yılında idareci olan Rus General Ermolov’un emri üzerine yapılan nüfus sayımından alınan sonuçlar şöyledir: “Nüfusun % 22’si Ermeni, % 78’i de Azerbaycan Türkü’dür. İdarecisi bir Azer olan Erivan’da yaşayanlar ise, % 43 Ermeni ve diğerleri de Azerbaycan Türkü’dür.”
1878’de Rusya Bulgaristan’ı işgal ettiğinde nüfusun % 52’si Müslüman ve % 48’i Bulgar’dır. 1882’de Bulgarlaştırma Romenlerle başlamış, ismi ve dini ilk değiştirilenlerden biri Todor Jivkov’un dedesidir. Kitlesel kimlik değiştirme baskıları 1913’te Pomaklarla başlamış ve Osmanlı ve Türk devleti tarafından defalarca geri püskürtülmüştür. Günümüzde siyasi kürsülere çıkıp Karabağ Kurtuluş Savaşı ile ilgili konuşma yapan Fransa Cumhurbaşkanı Em. Macron gibi politikacıların XIX. yüzyıl sonuna kadar Erivan’ın başkent olmadığını, nüfusunun daha fazlasının Müslüman olduğunu, Bulgaristan’da Türkler yaşadığını itiraf edeceklerine inanmıyorum. 1894 senesinde bugünkü Erivan bölgesi sakinlerinden 289 000 Ermeni, 321 bini de Müslüman Azerbaycan Türkü’dür vb. dır. Dini ihtiyaçlar 6 Gregoryen ve 1 Rus kilise ile 5 Camide karşılanmıştır. Ermeni devleti kurmak için 60 yıl çalışan Ruslardır. Hedeflerinde olan Anadolu’daki Osmanlı devleti ile Orta Asya Türkleri arasına bir Hıristiyan duvarı örmektir. Bulgaristan’ın Hıristiyanlaşması için 800 cami yıkılmış ya da kiliseye dönüştürülmüş, Sofya’da 29 Türk mahallesinden hamam, köprü ve türbelerden başka iz kalmamış, Vidin’den Ruse’ye Kuzey Batı Bulgaristan Türksüz bırakılmış, 2700 Türk okulunun hepsi kapatılmış, 13 göç dalgası yaşanmış ve Bulgarlaştırma saldırıları 12 defa püskürtülürken sürekli iç savaş yaşanmıştır.
Bugün Türk dili yasayla yasaklanmıştır.
1916’da yapılan nüfus sayımında Karabağ’ın ana kentleri olan Şuşa, Goris, Cavanlir, Zangezur, Gazah ve Karyagin’de yaşayan toplam 558 823 kişiden % 41,1’i Ermeni, % 59’9’u da Azerbaycan Türkü’dür. Paris Barış Konferansı (1918-1920) Karabağ’ı Azerbaycan Demokratik Cumhuriyeti toprağı olarak tanımıştır. 29 Mayıs 1918’de Demokratik Azerbaycan Bakü’de aldığı bir kararla, tarihte hiçbir zaman başkentleri olmamış olan Ermenilere Erivan şehrini başkent olarak tesis edilmiştir. Ermeni aşırı milliyetçiler bu kararla razı olmamış Karabağ’ı da istemişlerdir. Taşnak – ASALA aşırı milliyetçiliği hiçbir statükoyla razı olmama ideolojik temeli üzerinde palazlanmıştır. Tarihi ve bugün gerçekliğini ret etmeye dayanan Ermeni aşırı milliyetçiliği ABD ve Fransa’daki diasporadan destek alarak Kafkasları Azerbaycan kimlikli vatandaşlardan temizlemeyi sürdürmüşlerdir. Bu süreç 1945-1948 yılları arasında özellikle şiddetlenmiştir.
SSCB koşullarında Karadağ’ın başkenti olan Şuşa şehri ve bölgesi ana saldırı hedefi olmuştur. 1978 nüfus sayımında burada yaşayan Azerbaycan Türkü’dür % 91,7’dir. 1990/92 Rusya destekli Ermenilerin Karabağ saldırılarında önemli bir aşama olan 800 kişinin katledildiği Hocalı katliamından sonra, Şuşa eyaletinde Azerbaycan Türkü kalmamış, 1 milyon kişi Karabağ’ı terk etmiştir. Karabağ üzerinde hak iddialarını yasallaştırmak amacıyla Ermeniler, 1923’ten sonra otonom bölge statüsü verilen Karabağ’da 9 etnik Kongre yapmış, rahatsızlık ifade etmelerine rağmen, Azerbaycan Cumhuriyeti topraklarının %20’sine denk gelen Dağlık Karabağ, Birleşmiş Milletler (BM) ve uluslararası toplum tarafından Azerbaycan’ın bir parçası olarak tanınmış, dünyada hiçbir kurum bu statükonun değişmesini kabul etmemiştir. Buna rağmen bölgede 1991 yılında Dağlık Karabağ Cumhuriyeti ilan edilmiş, fakat Ermenistan dahil hiçbir ülke tarafından tanınmamış, uluslararası kamuoyunda karşılık bulmamıştır.
Bu gelişmeler Stalin’in Azerbaycan’a karşı geliştirdiği 2 maddelik stratejinin bir sonudur.
Strateji şudur:
1) Azerbaycan ile Ermenistan arasındaki ilişkiler ne kadar kötüyse, Moskova için o kadar iyidir. Kavga konusu Karabağ olmalıdır.
2) Bu kavgada Moskova “arabulucu” olup uzlaşmazlığı çözümsüzlüğe taşımalıdır.
Stalin’im emriyle 1951 yılında 150 bin Bulgaristan Türkü de topraklarından sökülmüş ve Türkiye’ye göçe zorlanmış, bu siyaset 1964-1976 yılları arasından yeniden şiddetlenmiş, 1989’da ise zulme karşı ayaklanan Türklerden 360 bini 1 ayda Bulgaristan’ı terk etmiştir. Sovyetler Birliği’nin son lideri Mihail Gorbaçov’un tıkanan sistemin önünü açmak için 1985’te başlattığı açıklık (glasnost) ve yeniden yapılanma (perestroika) süreciyle beraber, Kafkasya’nın bütün sorunlu alanları gibi Dağlık Karabağ da gün ışığına yeniden çıktı.
1984-1989 yılları arasında Bulgaristan’da yaşanan “soykırım denemesi”
1984-1985 yıllarında Moskova’nın zayıflamasından yararlanan Ermenistan, Azerbaycan topraklarında askeri genişleme operasyonlarına başladı. “Ermenistan dışarı!” hareketi o zaman başladı. Ermenistan’ın talebi üzerine Sovyetler Birliği, 20 Ocak 1990’da sözüm ona “Ermenileri korumak” iddiası ile Bakü’de 143 kişi öldürdü. Bu katliam, Orta Asya Türki Cumhuriyetlerindeki milliyetçilik akımını ve bağımsızlık talebini hızlandırdı.
Azerbaycan halkı Sovyet yönetimini topluca ret etti. Sovyetler Birliği’nin çöküşü hızlandı.
Azerbaycan ile Ermenistan’ın 1991’de bağımsızlıklarını ilan etmelerinin akabinde Dağlık Karabağ Ermenilerinin ayrılma girişimleri de yoğunlaştı. Gerginliğin tırmandığı kanlı dönemde Karabağ’daki Azerbaycan Türk nüfus zorunlu göçler nedeniyle yüzde 20’ye kadar düştü. 10 Aralık 1991’de yapılan ve bölgede kalan Azerbaycan Türkü’dür boykot ettiği referandumda Ermeniler, Azerbaycan’dan ayrılmak için oy kullandı. Referandumun ardından Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığı ilan edildi, ancak bu girişim uluslararası toplumda karşılık bulmadı. Ermenistan ordusunun desteklediği Dağlık Karabağ Ermenileri ile bölgede yaşayan Azerbaycan Türkleri arasındaki gerilim, bağımsızlık ilanıyla gittikçe yükseldi. Çıkan çatışmalar, 1992’de Ermenistan ordusu ve Dağlık Karabağlı Ermeniler ile Azerbaycan ordusu arasında sıcak savaşa dönüştü.
1984-1989 yılları arasında Bulgaristan’da yaşanan “soykırım denemesi” ile 1985’ten sonra Azerbaycan’da yalanan vahşi kanlı olayalar arasında büyük benzerlik olduğuna dikkatinizi çekmek istiyorum. Bir defa 1972/73’e Pomak Türklerinin güya “Bulgar” ilan edilmesinden sonra kovalandıkları gibi, Bakü’de yaşayan 30 bin Ermeni eşli Azerbaycan ailesi de baskı altına alınmış ve “bir gece hepiniz boğazlanacaksınız” iddiasıyla kışkırtılmışlardır. Keşmekeş ortamında gerçekleşen Hocalı katliamında 366. Rus Piyade tümeninden askerler de katıldı. Kendilerine katliam ödülü olarak büyük paralar, alkol, ganimetler verilmiştir. Bulgaristan’da ise sözüm ona “soya dönüş” zulmüne katılan polis, asker ve subaylardan hiç biri tutuklanıp yargılanmamış, devlet himayesinde yaşamaya bugün de devam ediyorlar.
Dünya kamuoyunu Azerbaycan’a karşı kışkırtmak amacıyla 1985’te Bulgaristan’da “Bunovo tiren tünelinde” kundaklanan çocuk vagonunda patlama benzeri bir iğrenç olay da Sumgayit’te tertiplenmiştir. Bulgaristan’da 7 kişinin öldüğü olayla Türkler “terörist” gösterilmeye çalışılmıştı. Azerbaycan’da Eduard Grigoryan isimli bir Ermeni sapık 5 Ermeni’yi öldürdükten ve 6 Ermeni kızın ırzına geçtikten sonra olayı Azerbaycanlı Ahmet Ahmedov’un üstüne atıp onu öldürmüş ve dünyayı ayağa kaldırmıştı.
Azerbaycan Türklerine karşı Moskova’da kışkırtılan gösterilere 500 bin kişi katılmış ve aslında böylece 1989 – 1992’de Kafkaslardaki kanlı olaylara zemin hazırlanmıştır. Hedefte Azerbaycan’ın kendi bağımsızlığını ilan edip egemen devletini kurmasını engellemek, kargaşayı fırsat bilip Bakü’yü “Büyük Ermenistan” başkenti ilan etmek, Kafkasları ele geçirerek, Türk dünyasını parçalamaktır. Sonunda 1918 ve 1990 kanlı olayları Azerbaycan halkının hem Rusya İmparatorluğu hem de Sovyet yönetimiyle XIX. ve XX. Yüzyıl boyunca devam eden barışsız yüzleşmesinde üstün gelmiş, Ermenistan’ın komşu topraklarına yayılarak genişlemesine ve Kafkaslar ’da ebedi Moskova egemenliği kurulmasına engel olunmuştur. Şimdiki olayların temelinde bulunan Erivan meclisinin 1989 tarihli kararıyla Karabağ’ı ilhak etmesini ancak, Hitler’in Avusturya’yı, Rusya’nın Kırım’ı oldu bitiğe getirip, kitabına uydurarak ele geçirmesine benzetebiliriz. Bu olaylar her zaman, her zaman kan dökülerek hüzünle eski duruma dönüşle noktalanır.
Bu yıllar içinde hainlerin küstahlığı asla son bulmamıştır.
20 Eylül 1992 tarihinde güya Dağlık Karabağ Cumhuriyeti’nin Birleşmiş Milletler Teşkilatı (BMT), Bağımsız Devletler Birliği ve bazı diğer kurumlardan tanınmasını istendi. Tanımak bir yana BMT olayla angaje oldu ve BMT Güvenlik Konseyi birçok karar alarak Dağlık Karabağ’ın işgal edilmesini kınadı. 30 Nisan 1993 tarihli ve 822 no’lu kararla Karabağ işgalcileri kınandı ve bölgenin Azerbaycan Cumhuriyetine teslim edilmesini istedi. Aynı yıl onaylanan 853 no.’lu ve 884 n.o.lu kararlarda sivile halka saldırılar, şiddet, katliamlar ve Azerbaycan köy ve kasabalarının bombalanması kınandı. Bu bildirilerde Azerbaycan toprak bütünlüğü savunulurken, sivil halka saldırılarla toprak ilhakları lanetlendi. 1 milyon Azerbaycanlıyı evinden barkından topraklarından eden Ermeniler, BMT kararlarını dikkate almazken, işlenen suçların tarihin karanlık kuyusuna gömmeye çalıştı, ancak çaresiz kaldı.
Azerbaycan ordusunun Karabağ’ı Ermenistan’a bağlayan Laçin ana yolunu kestiği ve eski başken Şuşi’ye girmek üzere olduğu, yeni başkent Stapanekert’ten Ermenilerin alay alay kaçmaya devam ettiği şu günlerde yaklaşık bir asır ezilmişlikten ve çok kan akıttıktan sonra 18 Temmuz 1988 tarihinde toplanan SSCB Yüksek Konsey Prezidyumunun özel bir karar alarak Karabağ’ın Azerbaycan toprağı olduğunu bir daha teyit ettiğini anımsamak yerinde olur. Buna rağmen, bu uzlaşmazlıkta son ana kadar Rusya Ermenistan’ın yanında kalmış, onu silahlandırmış ve çözümü oyalamıştır. İmzalanan ikili anlaşmalarla Türkiye sınırı boyunca Ermenistan topraklarına askeri konuşlandırmış, tank ve piyade üsleri kurmuş ve Ermenistan’ın toprak bütünlüğünü garanti altına almıştır.
1920’den beri Azerbaycan halkı Rusya’ya karşı 54 defa ayaklanmıştır. Hepsi silahlı olan bu isyanların bugün devam eden sonuncusu yediden yetmişe tüm halkın çığı gibi cepheye aktığı son savaştır.
Çok enteresandır. Azerbaycan Cumhurbaşkanı İlhan Aliev’in Karabağ sorununu devletler hukukuna ve anlaşmalara göre barışçı çözümü için Ermenistan Başkanıyla 15 defa görüşmüş, fakat hiçbir çözüme varılamamıştır. Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı’nın (OCCE) 30 yıldan beri ABD, Fransa ve RF bileşiminde süren oyalama tuzaklarına Azerbaycan halkının tepkisi, Karabağ örsü üzerinde bir aydan beri dövdüğü savaş zaferidir. Bu zafer XXI. Yüzyıla damga vuran bir olaydır.
Bu zaferin omurgası Türkiye ve Azerbaycan halklarının 2 devlet bir halk birliğidir. Büyük Türk Dünyasının Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlığında kenetlenmesidir. Türk Azerbaycan kardeşliğidir. Cephede Türk ve Azerbaycan bayraklarının yan yana dalgalanmasıdır. Ermenilerin kullandığı “S-300”, “Smerç”, “Strela-10”, “Buk”, “Karasuha -4” ve “Strela-5” gibi sivilleri, okul ve hastaneleri hedef alan Rus füze silahları, 200’e yakın tank ve zırhlı araç, toplar ve 150 silah deposu, 10 binden fazla düşman askeri Türk yapımı “Ankalar”, “Bayraktarlar”, TB 2 ve TB 3’ler ile teker teker hurdaya çıkarılıyor. Azerbaycan Ordusu Karabağ köy ve kasabalarını birer birer kurtarıyor. Azerbaycan bayrağı artık 250 yerleşim yerine dikilmiştir.
Azerbaycan halkının kurtuluş savaşı niteliğindeki son çarpışmalarla elde edilen zafer 30 yıldan beri çadırlarda barınan 1 milyon Karabağlı savaş kaçağı ve sığınmacıyı yurtlarına geri döndürecek, Anadolu Türklüğünü Orta Asya Türk devletleriyle birleştiren tarihsel kuşağı yeniden taçlandıracak, Türk Dünyası’nı yeni ceo-politik dengelere taşıyacak, Turan dünyasını politik sahneye davet edecektir.