Tarih 23.12. 2017
Bursa Pomak Türkleri Kongresine
Değerli Fehmi Başkanım, Sevgili kader kardeşlerim,
Öncelikle Fehmi Başkanımızın bizleri bu toplantıya davet ettikleri için huzurunuzda teşekkür etmek isterim. Bulgaristan Müslüman Türklerinin kutsal davasını Türkiye’de de hararetle yaşatan sizleri Yeşil Bursa’da Bultürk – Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği adına selamlamak, benim için şereftir.
Bulgaristan Türk Kimliği bilincini ayakta tutmak için geçen yüzyıl en ağır ve en büyük mücadeleyi yürütürken, en fazla kurban veren sizleri İstanbul / Bayrampaşalı kardeşlerim adına bağrıma basıyor, sağlık ve başarı dileklerimiz sunarken, kurultayınıza da en isabetli kararları almasını temenni ediyorum.
Değerli Başkan ve yöneticiler, delegeler ve konuklar, 20.y.yılda Bulgaristan’da ve Balkanların birçok yerinde en ağır zulüm ve Baskılara rağmen, Türk Pomak kimliğini beş defa kendinizi yenilemeyi başarmış olmanız vesilesiyle, derin dayanışma ve dava ortaklığı ruhu ve duygularıyla sizi bir daha kutluyorum.
En iyi günler sizin olsun!
Yüzyıl boyunca biz hepimiz Bulgaristan’da dil, din, kültür, geleneksel yaşam tarzı, sanat ve uygarlık gibi en doğal haklarımız uğruna arasız kavga verdik. Bu kavgayı daha 1912-13’te siz başlardınız. Karasu (Mesta) nehri boyu ve Pirin köylerinde verdiğinin şanlı mücadele, sırtı yere gelmez bir ruh sahibi olduğunuzu, Müslüman Pomak Türk kimliği için, din için, dil için can feda etmeye hazır olduğunuzu, görmeyen, işitmeyen, sizinle gurur duymayan kalmadı.
Şiirleşen, efsaneleşen Pomak kimliği davanız Pomak Türkü halk ruhunu doğurdu, sizi Müslümanlık etrafında kenetledi. İnsanlara Allahü teâlânın insana verdiği en büyük nimet olan Kimlik, Biz Balkan insanlarında birçok çizgiyle ortaya çıkıyor. Biz dinsel kimlik olarak Müslümanız. Etnik kimlik olarak ise Pomak Türkleriyiz. Şu kurultayınızı yaptığınız Ege İncisi Bursa da dâhil, Rodoplara, Balkanlara, Struma, Mesta ve Vardar boylarına nereden ve nasıl geldiğiniz hiç önemli değil.
Bir atasözümüz “İnsanlar aralarında yaşadıkları ağaçlara benzerler” der. Benim de memleketim olan Bulgaristan’da sizin Ardıçlar, çamlar, sedef ağaçları arasında yaşadığınızı biliyorum. Bu ağaçların ortak bir özelliği var. Büyüdükçe gövdesini daldan-çöpten temizler. Yüzlerinizdeki beyazlık, gözlerinizdeki beyazlık ve ellerinizdeki nasırlar bu büyük gerçeğin yansımasıdır.
Siz yürekleri, vicdanları, iradesi, geçmişi ve geleceği tertemiz-parlak, onurlu ve şerefli insanlardınız ve bugün de öylesiniz. Sizinle beraber olmak, Kurultay kürsüsünden sizi kutlamak ve en kalpten temenniler iletmek, beni gururlandırıyor. Sizi tanımakla mutluyum.
Bizi birleştiren Müslüman Türk kimliğimiz, anadilimiz Türkçemiz, ortak geçmiş ve geleceğimiz var. Bizi birleştiren 100 yıl dövülen ve pekişen Müslümanlık ve Türklük ruhumuz var. Bizim kimliğimiz bir elmanın iki yanı gibidir.
Belirleyici olan özelliğimizde, bir yanımızın Müslüman bir yanımızın Pomak Türkü ve bütünümüzün de XXI. yy. Türkü olmamızdır. Yani biz bir damlanın iki yarısıyız. Bu iki yarının her biri aynı olanın ta kendisidir.
XX.yüzyılda bizler medeniyet değiştirdik. Osmanlı medeniyetinden Türk Cumhuriyet medeniyetine geçtik. Cumhuriyet Türkiye’sinin tüm özelliklerini öz kimliğimize işledik. Modern kişilik sahibi olduk.
Bulgar devletinin 1913’te; 1934-44 yılları arasında, 1964’te ve 1972’de Nevrekop – Kornitsa olayları unutulabilir mi? Köy minaresine ve muhtarlığa Ay Yıldızlı Türk Bayrağı dikince, çocuklara ve kadınlara, yaşlılara yaylım ateşi açan kudurmuşları nasıl unutalım? Dipçik ensede tutuklandığımızı, sürüldüğümüzü, birçoklarımızın yollarda yargısız infaz edildiğini, sorgu odalarını, elektrik şokunu, hapishaneleri, zindanları, koğuşları, “Belene” Ölüm Kampını nasıl unutabiliriz? Mezar taşı olmayan, bir Fatiha okumadan gömülen kardeşlerimizi unutmak mümkün olabilir mi?
Bizler garezli, öfkeye yenik düşen bir millet değiliz. Aramızda kinden kuduran yok. En büyük vasıflarımızdan biri aralarında yetiştiğimiz çamlar gibi kalbimizi kanatan hayat ceplerini içimizden atabilmemiz ve kimseye hissettirmeden kendimizi aklayabilmemizdir.
Bu nedenledir ki, 20. Yüzyıl bizim hepimiz için IRKÇILIK yüzyılıydı. Biz ırkımızdan, dinimizden ve kimliğimizden asla utanmadık ve utanmıyoruz. Bize üstünlük taslayan, kimliğimizi, geçmişimizi aşağılayan herkse her zaman karşı durduk, bizi ezmek isteyen, kimliğimizi değiştirip asimile ederek yok etmek isteyenlere karşı her zaman başkaldırdık.
Kuşkusuz hayat deniz gibi dalgalıdır.
Bu ezenler ve ezilenler arasında bir kavgadır. Ezilenlerin haklı olduğunun kanıtlanması bazen çok uzun sürebilir, fakat halkın haklı davası için her zaman her şey onurludur, şereflidir, kutsaldır.
Biz hiçbir zaman Bulgar devletine borçlanmadık, yani özgürlüğümüzü satmadık. Para ve mevki için bunu yapanlardan uzak durduk. En ağır günlerimizde Mesih beklemedik, kurtuluşumuz uğruna birlik olduk, mücadele ettik.
29 Aralık 1989 gcesi Sofya’da kar altında, buz kesmiş bir ortamda isimlerimizi ve din haklarımızı geri alırken biz Pomaklar-Türkler ve diğer Müslümanlar beraberdik. Vatan toprağının çok derinlerine kök salmış dev bir ağacı söküp atmanın kolay olmadığını Bulgar halkına gösteren biz olduk.
1913’te, 1946’da ve 1989’da isimlerimizi 3 defa geri aşmamız yenilmez, teslim olmaz ve zaferden başka hiçbir şey tanımayan ruh ve gücümüzün parlak örnekleridir.
Bizim devletimiz, modern Türk iradesinin ürünü Türkiye Cumhuriyetidir.
Dili Türkçe, Dini İslam, devlet düzeni demokrasidir. Yaşadığımız topraklarda yanın dil, kültür, din, ahlak kardeşliği içindeyiz. Türkiye Cumhuriyetinden başka devlet otoritesi, Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN’dan başka DEVLET BAŞKANI tanımayız. Türk devletine, demokratik düzen ve özgürlüklerimize el uzatan tüm güçlere, PKK, FETO ve diğer terör odaklarına kesin karşıyız, devletimizin yanındayız. ***
Değerli delegeler,
Her şeye rağmen, Bulgaristan’da yaşayan Pomak kardeşlerimizin bugün artık %65 civarında ateist olduklarını işitiyoruz. Türklükten koptular ama “Müslüman kaldılar” diyenler var. Yukarıda belirmeye çalıştım. Türklük giderse, Müslümanlık gider.
Türklükle Müslümanlık bir elmanın iki yarısıdır. Birisi yaralansa öteki de çürür ve yok olur gider. Bulgar devleti önce Türklüğü yok etmeye çalışıyor. Türkçe okullarımız kapandı. 1878’de bizim 2700 okulumuz vardı. 1951’de bizim 6 lisemiz, 2 öğretmen okulumuz vardı. Sofya Üniversitesi’nin 5 fakültesinde Türkçe eğitim veriliyordu.
1950 -1958 yılları arasında “kültürel otonomi” haklarımızı elde etmiştik.
1965 yılında Bulgaristan Müslümanlarının %85’i Türk dilinde okuryazardı. Halkımız yalnız din eğitimiyle yetinmiyor. Dünyaya Türkçe bakıyordu.
70 yıl önce Türk okullarının devletleştirilerek kapatılması, bizi kör cahil bırakıp kalbimizden Türk kimliğimizi söküp almak için yapılmıştı.
Bu bizim Müslüman Türk kimliğimize bir saldırıydı.
İşte o zaman Pomaklarla Türkleri bir birinden ayırma, uzaklaştırma, isim ve din üzerinden önce Pomak kardeşlilerimize bir darbe indirilmeye çalışıldı. 1964’te bu saldırıların önlenmesi, Türklük ve İslam uğruna dökülen kanlar Bulgaristan Türk kimlik abidelerinden birini dikmiştir. Büyük bir özgürlük zaferidir.
İşte o sebeple bu gün Bulgaristan’da Türkçe eğitimine dönme çok önemlidir. ”Kültürel otonomi” hakkımızdır. Çünkü Türkçe gittiğinde Müslümanlık da yok olur gider. Kısaca Müslümanlığı anlatabilmek için bir dile ihtiyaç var o da ancak Türkçedir. İslam Bulgaristan’a Türkçe gelmiş ve yerleşmiştir.
Biz, son yıllarda bu yolda yoğun çabalar verdik. BULTÜRK soydaşlarımız arasına yepyeni bir ışık taşıdı. Başarılarımızın temelinde Bilgi ve Birliği ön plana çektik. Bu gün de Müslüman Türk kimliğimizi koruma davamızın bilgisiz olmayacağı görüşündeyiz. Bu açıdan çocuklarımızın, genç kuşağın Türkçe eğitim ve öğrenimine çok büyük önem verdiğiniz için hepinizi kutluyorum.
Balkanların göbeğinde aydınlanma ateşleri yakan eli öpülesi emekli öğretmenlerimizin, okul müdürü ve eğitmenlerimizin, sazıyla hak sanatımızı yaşatan ozanlarımızın, bine yakın ninni, şarkı ve türkümüzü, cilt cilt şiir ve destanlarımızı belleğinde yaşatan yaşlı kurultay delegelerimizi sonsuz hürmetler sunuyorum.
Ben Çepelare’de Aguşlar Konağını gördüm. İçinde 6 bin kitap varmış. Paşmaklı bir aydınlık ocağıydı. Nevrekop Müslümanlık kalesi…
Manevi varlığımızın her kırıntısı bizim için son derece değerli olup, yakındır Avrupalı kimliğimizden de parçalar olacaktır. Salonda oturan eski tüfek delegelere Bayrampaşalı adaşlarından candan selamlar! Bulgaristan’a giderken torunlara masal kitabı, şiir derlemesi götürmeyi unutmasınlar dediler.
Konuyu konuşmanın başına çekmemin sebebi ise, saflarımızdan biri olan ve bu yıl artık dava dümenimizin başına geçen Sayın Başbakan Yardımcısı H. Çavuşoğlu’nun göreve başlar başlamaz, Bulgaristan, Batı Trakya ve diğer Balkan ülkelerinde lise bitirmiş Türk çocuklarımızın Türkiye devlet Üniversitelerinde serbestçe eğitim alma ve yüksek lisans yapma kapısını hemen açmasıdır.
Ufkumuzun ışığı bilgiyse, yolumuz aydınlanmıştır. Bu, 1989’da Türkiye Bulgaristan kapısını bir daha kapanmamak üzere açan sizlerin ve vatanda kalan kardeşlerimizin elde ettiği en büyük başarıdır. Tüm okullarımızı kapatması neye yarar, 80 milyonluk Türkiye Cumhuriyeti’nin tüm devlet üniversiteleri evlatlarımızı bağrına basmaya hazırken!
Bu bizim memlekette ve burada Türk kimliğiyle yaşama davamızın zaferidir.
Şu dönem Bulgar devleti Arap ülkelerinden alınan din eğitimli kardeşlerimizin tanınmasına engel oluyor. Bu durumda din kadrosu eğitiminin Momçilgrad, Şumen ve Rusçuk İmam Hatip Okullarına, Sofya İslam Enstitüsüne yönelmesi yerinde olur. Sofya Bölge Müftülüğünde 30-35 Pomak Türkü gençle dinsel dernek çalışmaları başarılı yol almaktadır. Türkçe kursları başlamıştır.
BULTÜRK olarak, 2007 yılından beri Bulgaristanlı soydaşların yenidünya görüşünü, olaylara yeni bakış açısını oluşturma, geliştirme işinde gece gündüz demedik, canla başla çalıştık.
Bulgaristan Türkleri Stratejik Araştırma Merkezi–BGSAM ve ekibini kurduk. “Bulgaristan Türklerinin Sesi” elektronik ve baskılı aylık gazetemizin 125. sayısını çıkardık. “Bghaber.org”, “Bulturk.net” elektronik haber ve yorum sayfalarımızın Türkiye’de 250 bin; Amerika’da 115 bin; Bulgaristan’da 41 bin; Almanya’da 40 bin, İspanya ve Hollanda’da 30’ar bin izleyici ve okuru var. Yayınlarımız iki dilde çıkmaktadır.
Bu çalışmalarımız esnasında yazılı yayınlarımızı 18 ciltlik bir külliyatta topladık. Musa Vatansever ”Bulgaristan Türkleri”, Büyümüz, aksakalımız Sn. Osman Bülbül “ Bulgaristan Türklerinin Durumu”, ve “1877 -78 Harbi ve Kazanlık Türkleri”, ben Kırcaali’nin Köseler köyünden Rafet Ulutürk “ 50 Yıllık Mücadele” ve “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” kitaplarını yazdım ve dağıtıyorum. Arkadaşlarımızdan Varna’dan Şakir ARSLANTAŞ yüksek maden mühendisi “ Modern Balkan Siyaseti ve Bulgaristan Türkleri” gibi bir araştırma üzerinde çalışırken, “Bir Damlanın İki Yarısı” romanımızı da yakında kitapçı raflarından alabilirsiniz. Genç kalemlerimizden Dr.Nedim BİRİNCİ “Siyasi konular” ve Neriman ERALP “Halk Edebiyatımızın ilmikleri” üzerine yoğunlaştı. Ortak çabalarımızla 20. yüzyılda yazılı yaratıcılığımızın mihveri olan Bulgaristan Türk Edebiyat ocağına bir iki odun atmaya çalışıyoruz.
Bazı örneklerini getirdim, yönetime bırakacağım, alır okursunuz.
“50 yıllık Mücadele” araştırmamda kendimi örnekleyerek Bulgaristanlı bir köylü Türk çocuğunun hak ve özgürlük davasına atılışını, “soya dönüş süreci” adıyla dayatılan kanlı yıllarda başıma gelenleri, 1989 Mayıs ayaklanmamızı, Kırcaali ve Sofya’da 1990 mitinglerini ilk ağızdan anlattım. Siyasi mücadelemizi, “Büyük Göçü”, partinin kuruluşunu, hain Ahmet Doğan’ın rolünü, 1990 -2000 yılları arasında Türk aydın kıyımını belgeleyerek sundum.
İkinci eserim “Bulgaristan Türklerinin Kimlik Mücadelesi” geçen ay basıldı. Taş fırından somun gibi sıcak sıcak sizlere de getirdim. Bu çalışmam 3 yıl sürdü. Balkanlara ve günümüz Bulgaristan topraklarına ilk Bulgar ve Türk kavimlerin gelişinden, Kumanlar – Kıpçaklar – da dâhil, bugüne ve 2050’de Bulgar kavminin son nefesini verişine kadarki 1370 (bin üç yüz yetmiş) yıllık döneme ışık tutmaya çalıştım.
Hıristiyan ve İslam medeniyetinin yüzleşmesi, çarpışması, İslam dininin anadilimizin sırtında Balkanlara gelişini, savaşları, Osmanlıda 200 yıl süren barış dönemini, dev bir medeniyet olarak yükseliş, dökülüş, çöküş ve yeniden dirilişimizi anlattım. 19-uncu yüzyılın sonu ile 20 yüz başında beliren ve artık 139 yıldır ciğerimizi kemiren Bulgar milliyetçilik ve düşmanlığını büyüteç altına aldım. 500 yıl katıncaya yol veren atalarımızın mezar taşları kırılana kadar azan Bulgar şovenizminin Bulgar ruhuna İngiliz ve Rus aşısı olduğunu ortaya çıkardım.
1773 Küçük Kaynarca Anlaşmasıyla Ruslara Hıristiyanlığı kollama olanakları sunulması ve Tazminat ’tan sonra bu özel imkânları maddeleştirilmesi ve milli uyanış için Osmanlı imkânlarından faydalanışlarını anlatırken, ağızlarına verdiğimiz ballı süttün, bize karşı zehir olarak döndüğüne işaret ettim. En dikenli ve hiçbir işe yaramayan ağaçların her bahar yeşerdiği gibi, Bulgar siyaseti de yüzyılda bir yineliyor. 1910’da İstanbul’ gelip Padişah’ın elini öpen Ferdinant’ın 2 yıl sonra Edirne Selimiye Cami Şerifelerine Bulgar bayrağı astığı gibi, 2009’dan beri Bulgar aşırı milliyetçilerinin de “Ah şu Erdoğan NATO’dan bir çıksa ve Amerika ile arayı bozsa da, hesaplarını şaşırtsak! Rüyaları gördüğünü biliyoruz.
Bu sayıklamalar halen fısıltı olsa da, ağızlarından damlayan salyalar gazete sayfalarına damlıyor. Son yıllarda anti-terör mitinglerinde “barış”, “güvenlik” ve “huzur” konuşmaları yapan komşu, bir yandan da değişik kanallardan DEAŞ katillerine 2,2 milyar silah satmış, PKK’yı sigara bayii yapmış. Allah nasip eder, kısmetse Yakın Doğu tarihini Türkiye yazar.
BULTÜRK ve diğer dernekler olarak, 2 hafta önce, ortak bir eylem gerçekleştirdik. Başkanlar heyeti olarak Ankara’daydık. Bulgaristan Büyük Elçisi Bayan Nadejda Neyski ile resmi görüşme yaptık. Bir tek isteğimiz vardı. Bulgaristan seçim kanunun değiştirilmesi ve çifte vatandaşların ve ekmek parası, geçim derdi için Batı ülkelere çıkan vatandaşların Almanya’da, İngiltere’de ve daha birlik ülkede olduğu gibi, seçim gününden 15 gün önce başlamak üzere “ mektupla oy verme” usulünün uygulanmasını talep ettik.
Bizim, dış ülkelerde bulunan toplam 2.5 (iki buçuk) milyon Bulgaristan seçmeni olduğumuz açıklandı. Zarfların üzerinde Sofya Merkez Seçim Komisyonu adresinin yazılmış ve bir de ücreti ödenmiştir damgası olmasını istedik. Biz Türkiye’de 620 bin Bulgaristanlı seçmeniz. Bulgar meclisinde 31 milletvekilimiz olması ve haklarımızı savunmaları gerekir. Batı Avrupa AB ülkelerinde Bulgaristanlı 150 bin Müslüman seçmen var, onları seçime uyandırmak da ortak eylemlerle olabilir. Dernekler olarak bu işin üstesinden gelebileceğimize, el ele verip büyük bir atılım gerçekleştireceğimize inanıyorum. O zaman, “Bulgarca biliyor musun?”, “İmzan var mı?”, “otobüsten in de, seni tartaklayalım” gibi faşizan saldırı vesileleri yerin dibine gömülecektir.
Seçim kanununu değiştirmek ve oy kullanma hakkımızı istediğimiz şekilde meşrulaştırmak, ortak eylemlerimizin ortak yönü olmaya devam edecek.
Zalim Jivkov’un yakın koruması Boyko Borisov Başbakan, bundan tam 33 yıl önce evlerimizi basan silahlı asker ve jandarmalar, hapis hücrelerinde sizi bir kaşık suda ve karanlık zindanında boğmaya çalışan gardiyanlar, sivil polisler, sorgu yargıçları, “Belene” Ölüm Kampı sopacıları “Avrupacı demokrat” kılıfıyla bugün iktidardır.
Avrupa Konseyi’nin kendilerine “faşist” dediği “Ataka”, VMRO ve sahte “Yurtsever Cephesi” partilerinin liderleri ve aşırı sağcı kadroları hükümet ortağı oldular. 1944 öncesi faşizm kırıntıları ile komünist totaliter dönem kalıtları 2017 erken genel parlamento seçim sonuçlarında buluştular ve birlikte hükümet kurdular. Balkanlarda ilk faşizan hükümet Bulgaristan’da kuruldu.
Kuşkusuz, Bulgaristan’da demokratikleşme, özgürleşme ve adaletli düzen hayallerinin gerçekleşememesinin başat nedeni o kahrolası komünist-totaliter leşin kaldırılamaması oldu.
Leş dediğimiz bu kurtlaşmış cesedin kaldırılıp gömülmesine en büyük engel ülkede adalet reformu yapılamamasıdır. 1991’de kabul edilen son anayasa, komünist partisinin boya ve maske değiştirerek, sağ-sol leberal ya da sosyalist veya sosyal-demokrat kılıflarla ayakta kalmasına yol açtı.
Malumunuzdur. 1962’de Çingenelerin isimlerini, 1972’de Pomak Müslümanların isimlerini, dinlerini ve kimliklerini, 1984-85’de Türklerin, Tatar ve Müslüman Çingenelerin isimlerini ve Türk kimliğini zorla değiştiren, 517 aydınımızı “Belene” Toplama Kampında ve 12 500 Müslüman’ı hapishanelerde ezen, sürgün eden, 140’ını kurşunlayarak öldüren, yaralayan, kötülerin suçluların hiç biri yargılanmadı.
Bir süre sustu, saklandı şimdi dimdik dikildi ve iktidar oldu.
1991’de Todor Jivkov güya yargılanırken, Kırcaali köylerinden olup, ismi zorla değiştirilirken, evini basanlar parmaklarını kesen ve sonra yargılamadan Persin Adasındaki “ Belene” kampına klan bir kardeşimiz zulüm görenlerden biri olarak savcı tanığı gösterilmişti. Kardeşimiz biraz da kendi haklarını aramak amacıyla yine 1991’de zalimleri yargılamak ve tazminat davası açtı.
Dava 26 yıl sürdü. Şimdi kasım ayında sonuçlandı. Sofya Belediye Mahkemesi Yargıcı Deyana Todorova “soya dönüş süreci” katliamını adalet duvarına diken bu ilk mahkeme kararında, davanın sonuçlanmasını yıllarca engelleyen Bulgar savcılığını 100 000 leva cezalandırdı ve bu karar emsal olabilir dedi.
Şimdi karar İstinaf Mahkemesi Başkanlığına taşındı. Oradan da geçerse, tonlarca çeki, gözyaşı, eziyet ve zulümden sonra ilk kez bize de güneş doğacak. Sofya’da çıkan “Sega” gazetesinde bu kararı okuduktan sonra kendi kendime “Allahın Adaleti” dedim ve daha önce kış aylarından birinde birkaç ay kaldığım Stockholm’ü anımsadım. Orada insanların pencerelerinin önüne ayna koyuyorlardı.
Güneş doğarsa aynadan ışıklarını görebilsinler diye değil. Bizim adalet kavgamız da böyle bir şey. Çok uzadı. Zor oldu. Kokuşmuş, çürümüş, kurtlanmış komünist-totaliter ceset benzetmesiyle hem Bulgar’a hem Türk’e nefes aldırmayan büyük bir sosyal-siyasal gerçeği anlatmaya çalıştım. Uzattımsa özür dilerim. Bizim köyde buna “güneş bizim avluya da doğacak” diyorlardı. Umut var… Yine sözlerime son verirken Başkanımız Fehmi Beye bizlere davet ettikleri için çok çok teşekkür eder çıkmış olduğu bu yolda kendisine başarılar dilerim.
İlginiz ve dinlediğiniz için teşekkür ederim.
Her zaman her yerde beraber olalım.
Sağlıcakla kalın.