30 Nisan 2020
BULTÜRK Editör Nisan sayısı
Nisan, uzun kıştan sonra insanların doğayı kucakladığı aydır. Bu sene doğada gezmek kısmet değilmiş. Evlere kapandık. Yeşeren ve çiçeklenen doğa bize umulu öpücüklerle selamlıyor.
Yasal çadır olarak üzerimize sıkıyönetim şemsiyesi açtılar. Yetmedi, sokağa çıkma yasağı geldi. Bulgaristan’da iki ayda 61 kişi öldü, 1400 vaka var, derken, 150 doktor ve hemşiremiz “Covid-19” a esir düştü. “Ben halkımın ölmesine yol vermem!” diyen Başbakan B. Borisov, ilk günlerde attı savurdu ama biç bir şey tutamadı.
Her zamanki gibi korona virüsle mücadelede de Bulgar toplumu ikiye bölündü.
Birinci grup, tüm öteki işlerimizde olduğu gibi yeni belayı polis gücüyle, sert konuşup masaya vurarak çözebileceğini sandı. Giderek anlaşıldı ki, Bulgar halkı pusuda, bana dokunmayan yılan bin yaşasın mantığıyla nişan alıyordu.
İsa Peygamberle birlikte Paskalya gecesi dirildi. Kiliselere toplanacağına, araçlarına binip gece karanlığında uçan ateş böcekleri gibi tarlalarına, köylerine, bahçeli evlerine yöneldiler. 125 bini yoldan çevrildi. Her araçta 5 kişi olduğunu düşünürsek yarım milyon kişi hareketlenmişti. Oysa maskesiz sokağa çıkmak değil, nefes almak bile yasaktı.
Bu diriliş, aslında Bulgaristan’da korona virüsten özgürlüğe kaçıştı da denebilir.
Şimdiki baş belasından sonra dünyanın, uluslararası düzenin, ulusal devletlerin, toplumsal yapının, aile ilişkilerinin tamamen bozulup yeni baştan yapılanacağını iddia edenler henüz TV ekranlarından ve sosyal iletişim ağında el işaretleriyle aslı olan-olmayan bir şeyler anlatmaya çalışırken milleti hep aldatıyorlar. Bu ortamda Bulgaristan’da cepheleşen tarafların ikisi de aldatılanlar arasındaydı. Büyük yalanlara inanmak daha kolay olduğundan dolayı, şişirilen balon çok büyüktü.
Ben artık kimsenin büyüklüğüne inanmaz oldum.
Nisan’da ve gençliğinin baharında Sofya’da kasten yapılan bir trafik kazasında Milen Tsvetkov isimli bilinen ve sevilen bir gazeteci öldürüldü. Cenaze törenine bütün Sofya nüfusunun toplanacağına inansam da, çizilen yasa çizgilerini eşi ve çocuklarından başka kimse katılamadı. Tzvetkov’un gazeteciliğinin bir özelliği vardı. Çıbanbaşına neşteri narkozsuz sokarken tüm tarafları aynı ameliyat masası etrafına topluyordu. Onun stüdyosunda, paraları Man Adasında, Panama’da ya da Lichtenstein’deki gizli hesaplarda olanlar ya da 120 bin leva maaş alan banka müdürlerimizle cebinde ekmek parası olmayan yeni zavallılarımız yüzleşiyordu. “Zenginlerimiz” – “Oligarşimiz” – “seçilmişlerimiz” bu yüzleşmelere tahammül edemediler. Onlar alt katmanla, çamurlu ayakkabıyla dolaşanlarla, ter kokanlarla yüzleşmek istemediklerinden, halkla hesaplaşma yolunu şimdilik kestiler…
Tsvetkov öldürüldü!!!
Başkent ve il Adalet Sarayları önünde SUSMAYACAĞIZ! nöbetleri başladı. Çadırlar kuruldu. Çadırların üstündeki bayraklarda “Biz Milen Tzsetkov’uz ve adalet istiyoruz:” yazdı. Gerçekleri para içine sarıp gizleyenler de gece gündüz eylem halindedir. Adalet masasına 100 bin leva kondu. Bulgaristan’da Adalet Bakanlığı bütçesinin Eğitim-Öğretim ve Sağlık Bakanlığı bütçelerinden daha büyük olduğunu bilmeyen yok. Adaletsizlikten “adalet” yapmak çok pahalı bir işlem.
4 sene önce “soyulup çökertilen” Ticaret Kooperatif Bankası (BTK) savcı ve yargıç hesaplarında 500 milyon leva olduğu açıklandığında şaşıran olmadı.
Bu ay açıklandığına göre, Sofya Şehir Mahkemesi’ne 5 yıldan beri davaların dağıtımı mahkeme dışından yapılıyor. Bu haber nedense toplumda patlamaya neden olmadı, hatta savcılık suskunluğu sürüyor. Yeni isteklerden biri yargı sisteminde şeffaflıktır. Gazeteciler cemiyeti ise “Uyanalım ve Gerçek Gazeteci Olalım!” sloganını yükseltti. Korona virüsüyle mücadele cephemizin ikinci kanadı çok kalabalık. Gözle görülmeyen, kokusu olmayan, ilaç yutmayan ve insan ayrımı yapmayan şu baş belası toplumun % 80’nini karşısına aldı. Çıplak ellerle vereceğimiz bu amansız çarpışmalarda 45-50 bin kişi can verebilir. Dara düşünce cenneti işgal etmemiz ve toplumu kurtarmamız olası. Fikir deyip de geçmeyiniz. Bu görüş ayrılıkları bizde meclisi boşalttı. 240 kişi maaşından vaz geçti. Köyüne kasabasına döndü. Korona virüsle Mücadele Bilim Kurumumuz da ikiye bölündü. Birinci tarafın adamlarının ikinci tarafın liderlerine gönderdiği SMS – mesajlarında hep “yakınlarınla vedalaş, mezarını kazdır!” deniyor.
Bizim adalet makamımızda kalem kırmak adetten değildir.
Bir toplumda adalet gelenekleri asırlarca damla damla birikmemişse, iyi ile kötü, adil olanla olmayan birbirinden ayrılamaz. İşte o zaman gelişen hesaplaşmanın adı “yargı dışı adalettir”. Yani adaletsizlik, kaos, anarşi ve hesaplaşmadır. Bu nedenledir ki, bizim toplumda büyük yargıçlar, ayak divanı geleneği, eli öpülesi avukatlar ve gerçek ve doğru olanın tecelli edip üstün gelmesine ömrünü adayan savcılar ve bunu görüp değerlendirecek ne genç ne de aksakal yaşlılar vardır. Bulgaristan’da, içinde 142 yıldan beri ömür törpülediğimiz adalet sisteminde kararlar aklın ürünü olan edep, ahlak ve yasalara göre değil, kişilerin hırsına ve duyumsal şiddetine göre ve para gücüyle alınmaya devam ettikçe, adalette, adil düzenden, insan haklarından ve benzer erdemlerden söz edilemez.
Devlet, eğer toplum iradesinin ifadesiyse, o insanları ahıra kapanmış kasaplık sığırlar gibi aç susuz abluka altında getto-mahallelerde tutamaz.
Devletin, onu yaratan ve ayakta tutan insanların toplu iradesinden üstün bir hak ve hukuk makamı olamaz. Devlet bir yönetim ve yönlendirme aracı olarak hiçbir vatandaşı açlıktan ölüme mahkûm edemez. Bu belirdiği an devlet ölmüş demektir. Devlet, kitle üstü ama ancak halk iradesine göre, yönetme hakkına sahiptir. Bizdeki son durumun özeti şudur.
Bir: Korona Virüs mü Açlık mı?
İki: Korona Virüsü mü, Kölelik mi?
Çok ağır bir seçim bu! Bulgaristan’ın dış borcu 35 milyar Avroyu buldu. Yeni istedik veren olmadı. Ukrayna’da istemiş, Topraklarını ipotek et demişler. Bu, bizden de istenirse kimin toprağını ipotek ederiz. Hiç olmazsa T.C. Merkez Bankasına ipotek edelim. Kaybedersek, kime gittiğini biliriz. Avrupa Birliği’ne girdik ama henüz kapı bekçisiyiz, bir kurnasından bal, ötekisinden yağ akan cennetten çok uzaktayız. Şu korona virüsü aylarında halkımızı aldatma ve aklını çelmeye değişik biçimlerde devam ediyorlar. Kamuoyunu yanlış bilgilendirmede ustalaştık. Neymiş efendim, milletvekilleri maaşlarını almayacakmış, el altından aldıkları dolu zarflardan ne zaman vaz geçecekler?
Öksüren, hapşıran, ellerini sürekli yıkamayan hatta sokaklara ve parklara tüküren vatandaşları kötülüyorlar. Kimse 2 milyonluk şehrin parklarında su içecek bir çeşme, ayakyoluna gidilecek bir yer yok, demiyor… Köpek pislikleri eldivenli hanım ellerle toplanıyor ve poşetlere dolduruluyor. Yani medeniyetin adına “boktan işler” demek istiyorum…
Sofya, Plovdiv, Haskovo, Kırca Ali’de ve diğer şehir ve kasabalarımızda, hatta tren ve otobüs istasyonlarında çeşme başında sabunu olan el yüz yıkayacak yer mi var?
Çeşmelerimizin baş ucunda “Kuranı Kerim’den beyit var” diye yıkılmadı mı? Kuyularımız taş- gübre doldurulmadı mı!? 1984-89 direnişlerinde kurşunlanan şehitlerimize kurduğumuz çeşmelerimizin kurnaları koparılmadı mı?!
Şu sıkıntılı gün ve aylarda doktorlar, general ve Profesörler bize Bulgar milletinin “dünyanın en sağlıklı milleti olduğunu” anlatırken, doktorlarımıza bile maske, eldiven ve elbise vermeyen devletin acizliğini gizlemek istemiyorlar mı?
Gotse Delçev (Nevrekop) şehir hastanesinde 24 doktor birden istifa etti.
Vidin’de çaresiz doktorların yarısı “Kovid-19” salgınından yoğun bakıma düştü. Bu örnekler çök anlamlıdır. Durum böyleyken “Sağlık Kasasının dağıtılmasını” ve devletin sağlık işlerini eline almasını yalnız HÖH Milletvekili Dr. N. Cafer istedi!
Diğerleri nerede? Blagoevgrad (Yukarı Cuma) Sandanski şehri yakınlarındaki “huzur evinde” görevli sağlık personeline 1964 yılı “Varşova Paktı’nın kimyasal saldırıyla mücadele eldiven, ayakkabı ve eldivenleri dağıtıldı.” TV’de görenler, yutkundu kaldı. Ayrıca sürekli duygusal şantaj yapılıyor. Sofya parklarından “Güney Park” sabah dokuza kadar köpeklere ve sonra da çocuklara ayrılmış, akşamüstü de yaşlılar bir tur atabilirmiş. Parkın oyun alanları kapanmış, peykeleri kaldırılmış, tuvalet yok, dükkânlar, kahveler kapalı…
Büyük büyük ağaçlar, çiçekler ve anıtlar. Her yerde mezarlık havası var…
Son 30 yılda sıradan vatandaşı yanlışa ayarlama taktiği bu kadar başarılı uygulanmamıştı. İşsizlik fonu günde 9 leva (4.5 Avro) yardım veriyor. Çarşı pazardaki fiyatlar 2-3 kat pahalılaşmış ve “ne oluyor?” diye soran yok. Pazarlar abluka altında, her yer tek girişli ve tek çıkışlı, kontrol yok, kontrol çok, şikâyet edilecek makam yok…
Yoksulları, işsizleri, geniş aileleri ve çocuklarını birçok şeyden mahrum bırakma ve sıkıştırma siyaseti aldı yürüdü. Daha önce okula giden fakır ailelerin çocuklarına okul yardımı parası veren sosyal makamlar şimdi okula gitmiyorlar bahanesiyle yardımları kesmiştir. Öyle mi! Anket yapılmış, şimdiye kadar ancak 14 000 çocuk okulu kırıyordu. Artık 5 anneden 3’ü evladını okula göndermek istemiyor. Ben yorumlamak istemiyorum, sıkıldım, utanıyorum!!!
Bulgaristan Avrupa Birliği ülkeleri arasında en fakır, en yoksul ve en çaresizlerdir. Yalnız gıda bakımından değil, giysi bakımından da ciddi bir sıkıntı başımıza sarılmışken, Avrupa ülkelerinden gönderilen “ikinci el elbise pazarları” açıldı, süresi dolmuş konserveler ve çikolatalar çok aranıyor. Fas’tan gelen marul en ucuz. Gıdım gıdım durumu bir yere kadar toparlama yolu arandı. Pomaklarsa örme, ev dokuması ve oyalama işlerine yeniden sıkı sarılarak sıkıntıları göğüslediler.
Şu anda Bulgaristan’da tekstil sanayi tamamen durmuş durumda ve maske dikmekle gün kurtarmaya çalışıyor. Bu arada gerçekleri gizleme, yalan söyleme ve inkâr etmeyle birlikte, azınlıkları küçümseme, duygu sömürüsü yapma ve sürekli konu değiştirme gibi beyin yıkama uygulamaları da aldı yürüdü. Korona virüs günlerinde, Bulgar Doğu Ortodoks kilisesi kapılarını kapamadı, dua edip mum yaktı, paskalyada 10 milyondan fazla yumurta boyanıp haşlanarak dağıtıldı. Bulgaristan Türkleri Diyaneti Baş Müftülüğü son 30 yılda asla kapanmamış olan 670 cami kapısı açık kalırken ve müminlerimiz sosyal mesafe ve kişisel sağlığa uygunluk istemlerine kusursuz uyarken, bazı kısıtlamalar hemen kabul edildi ve bu dikkat çekti. Bunların dışında özellikle dikkate çeken olaylardan biri de, korona virüsle ilgili Baş Müftülük kararlarının BNT Türkçe yayınında Baş Müftü tarafından okunmaması oldu. Bu yayına her zaman ancak ve yalnız Baş Müftü çıkmış ve Müslüman aileleri şereflendirmiştir. Başka bir söyleşide ise aynı şahıs, Baş Müftülük makamına hitaben kullanılan sıfatlar Baş Müftülük Tüzüğünde tam olarak belirlenmişken, Baş Müftü hakkında “utufetlü” sıfatını kullanması da gözden kaçmadı.
Bu sıfat, Bulgaristan’da 1909 Anayasa maddelerinde değişiklik yapılarak ancak Bulgar Çarına atfen kullanılmak üzere yasallaşmıştır.
5 yıl önce Ortodoks Kilisesi Başpiskoposluğu, Çar II. Simeyon Sakskoburrgotski’ye kilise ayinlerinde her defasında utufetlü II. Simeyon hitabını kullanılması önerisi kabul edilmemiş ve ancak Pazar ayinlerinde ilgili şahsın adının geçmesinde mutabık kalınmıştır… Tüm bunlarla birlikte hem korona virüsü, hem de Ramazan günlerinde, bilgisayar üzerinden eğitime devam şiarına yükselen yanıt da “halk henüz hazır değil” şeklinde netleşti. İmam hatip Liselerinde ve Yüksek İslam Enstitüsünde ise bu sorunun nasıl çözüldüğüne ilişkin ayrıntılı bilgiye ulaşamadık. Memleket çapında Türkçe öğretimi konusu hala güncelliğini koruyor. Bu Ramazanda edep, ahlak gibi sorunların sohbet konusu edilmesine gelen doğal engelin yakında aşılabileceğine de pek inanıyoruz. Bizim Bulgaristan’da müftülerimiz alışıklar iki maaşla yaşamaya…
Amma okullarda Türkçe yokmuş o onların derdi değil…
Genç kuşağın ailede ve toplumda Türkçe eğitimi, okullarda zorunlu Türkçe derslerinde Türk dilinde öğretim görmesi geleceğimiz açısından hayati önem taşımaya devam ediyor. Son yıllarda, hele de Hak ve Özgürlük Hareketi (HÖH) tarafından icat edilip Bulgaristan Müslümanlarına zorla dayatılan ve Brüksel AB katlarında liberal dünyaya yaymaya çalışılan “Bulgar Etnik Modeli” saçmalığının çökmesinden ve bir daha dirilmemek üzere yere yaslanmasından sonra, sıkça olmak üzere “Türkçe de dil mi!?” gibi saldırı taşları üzerimize yağmaya başladı. Bizim vereceğimiz cevap tektir, Türkçe TV seyretmek, TRT programlarından Türk dili, Türkiye ve Türk Dünyası tarihi, Türk edebiyat ve sanatını izlemek, şiir, hikâye ve roman dinlemek, çocuk masalları seçmek her zamankinden daha büyük önem kazanmış bulunuyor. Türkiye politikasının derin tarihini öğrenerek sahip her yönüyle sahip çıkmak zorundayız. Güncel gelişmeler üstüne bilgilenmek en kısa ve doğru yoldur. Biz görüyoruz ki, Büyük ve Güçlü Türkiye yavaş ama emin adımlarla yaklaşıyor. Biz, Bulgaristan Müslümanlarının resmi memleket dili olarak Bulgar dilini öğrenmesine karşı değiliz, bu işe ters bakmıyoruz, her dile, her kültüre, edebiyat ve sanata, bir halkı halk eden tüm geleneklere saygılıyız. Fakat şu dönemde Bulgarca bize aydınlık kapısı açmıyor.
Sorun, bizim milli kimliğimizin, Türk oluşumuzun resmen tanınmasından, dilimizin, dinimizin, kültürümüzün, edebiyat ve sanatımızın tanınmasında gizlidir. Türkçe bizim anadilimiz ve birinci dilimiz, dünya ile ilk temasımızı sağladığımız ve dünyayı algıladığımız dildir. Üzerine aşı yapılmadan, doğal gelişmesinde, engel olmadan, budanmadan gelişmesinde ısrar ediyoruz. Türk kimliğimizin oluşturucu öğeleri (unsurları) olan halk kültürümüz, yaşam tarzımız, ahlakımız, geleneklerimiz, törelerimiz, iç kurallarımız, hiçbir aşamada devlet müdahalesi görmemelidir. Türk olduğu için hor görülenlerden af dilenmelidir. Mağdur olanların yarası sarılmalıdır. Tazminatı ödenmeli, yakınlarına gerekli görülen iyilikler yapılması ve yasalar tam uygulanarak katiller hak ettikleri cezayı çekmelidirler. Bu adalet yolu, ırkçı Güney Afrika’da bile 21. yüzyılda eksiksiz yürütülmüş, yaşanmıştır. Yeri gelmişken önemle vurgulamak istediğim bir husus var. Biz ruhunda sızı olan insanlarız! Kendi dertlerimizi kendimiz anlatırken, yazarken sanki bu sızıyı tam olarak ifade edemiyoruz, herkesin duymasını sağlayamıyoruz.
Bu nedenle Birleşik Amerika’da yaşayan Almanlarla ilgili bir örnek vermek istiyorum.
XX. yüzyılın sonlarında Birleşik Amerika’da 60 milyon etnik Alman yaşıyordu. Öğrenimlerini Almanya’da tamamlamış olan Almanlar Amerika’da çok mükemmel ve sorun yalamadan kariyer yapmış ve yüksek görevlere gelmişlerdir. Bu aileler çocuklarını Amerikan anaokulu ve okullarına vermiş ve ikinci üçüncü kuşak Almanlar toplumun en alt katlarına hemen düşmüş ve genelde uzmanlık gerektirmeyen işlerde çalışmaya başlamışlardır. Ruslar, Norveçli ve İsveçliler için yapılan benzer araştırmalardan alınan sonuçlar aynıdır. Almanlar arasından Donald Trump’ın yükselip Cumhurbaşkanı seçilmesi bir istisnadır. Buradan çıkarılan sonuç bir insanın başarılı olabilmesinin birinci temel sırrı, çocuğu doğal aile ortamında anadilinde geliştirip yetiştirmekte gizlidir.
Önemle belirtilen gerçek şudur: Çocuğun kafasındaki dilin (lügatın-sözlüğün) değiştirilmesi bilincinin (şuurunun) sömürgeleşmesine (körelmesine) neden olurken, onun hayat yolunu kendisi yürüyerek gelişerek yükselmesine de engel oluyor. Çocuk yabancı dile esir düşmüş olur. Bu bakıma biz Türkiye dil kurumundan saldırgan bir dil (Türkçe) yayma stratejisi geliştirip uygulamasını bekliyoruz. Diyanetten ise, Kuran Kerim gerçeklerinin çevirili anlatımına son verip, Arapça ve Osmanlıcanın ezici etkisinden de kurtulmuş arı ve duru bir Türkçe ile kutsal kitabın halka indirilmesi gününü beklerken sabırsızlanıyoruz. Dinimizi ezberleterek değil kendi dilinde anlayarak severek öğretmelerini arzu ederiz. Bulgaristan Türklerine Kuranı Kerim edep, ahlak, sünnet ve yaşam esasını belirleyen özünü Bulgarca anlatmakla Türk kimliğimizin dallanıp yeşereceğine hizmette bulunulduğuna da pek inanmıyoruz. Çevirili yaklaşım ve öğretimle zihinsel uyanış ve atılım sağlanamaz.
Türkçemiz, Türk dünyamızın ortak dilidir. İslam Dünyasında Arapçadan sonra en yaygın dildir. Türk Dünyası’nın Türk dili temelinde ortak bir edebiyat, sanat ve teknoloji dilinde buluşması zamanı gelmiştir. İngilizce parazitler dilimizi güve gibi kemiriyor.
Balkanlarda en fazla Türk Bulgaristan’da yaşamaktadır.
İstanbul’dan Arnavutluk’a, Karadeniz’den Adriyatik Denizine uzanan bir İstanbul Türkçesi Türk-halısı uzatma zamanı gelmiştir. Türk dili, birçok Avrupa dillerinden zengindir, edebiyat ve sanatıyla derin tarihsel geçmişin bereket ağacıdır. Birleşmiş Milletler, ÜNESKO, Avrupa Birliği, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve daha birçok uluslararası kurum tarafından resmen tanınmıştır. Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarını bir kültürel düğümde toplayan ve birbirine bağlayan dil, kültür, ülke ve devlet biziz. Türkçemizdir, Türkiye’dir. Büyük Türkiye olacaktır. Yakın gelecekte, Birleşmiş Milletler Teşkilatı siyasi merkezinin, Avrupa, Asya ve Afrika Finans kurumları yani dünyanın merkezi olacak olan İstanbul’a taşınması öngörüsünün gerçekleşmesiyle Türkçemiz dünyanın en saygın dillerinden biri olacaktır. Bu yöndeki çalışmalar hızlı bir şekilde atılımlar yapıyor.
Bizim dünya görüşümüzün esasında anadile ve aileye saygı en başta gelir.
Toplumla büyüyen bütün dalların köklerinde aile ve ilk ilhamın ocağı anadil, aile insanı vardır. Bu bakıma biz Batı’yı, liberalizmi, yeni-liberalizmi örnek alamayız. Zaten hiç kuşkusuz şu baş belası “Covid – 19” toplumsal milli yapılar ve uluslararası bünyeler içinde çürük veya hatır için yaşayan ne varsa hepsini silkip buduyor. Bunların başında hayat mücadelesi veren, sıradan insanların ardından mikrobiyolojik laboratuvarlarda ismi bilinmeyen virüsler geliştirilmesi ve insanlığı ve uygarlığımızı kırıp kıymak olduğunu gördük. Bu açıdan baktığımızda, son 20-30 yılda Birleşik Amerika’nın çevre sağlığı anlaşmalarını neden imzalamadığına, Amazon ve Afrika ormanlarına kıyıma neden seyirci kaldığına, doğa dengesinin bozulmasına neden göz yumduğuna anlam verdik. Devletler bilmedikleri işlere yatırım yapmazlar. Amerika Başkanı Obama’nın Çin’in virüs gölü Vuhan kentindeki mikro biyolojik laboratuvarlara 3 milyon 700 bin US Dolar hibe gönderdiği artık biliniyor. Fransa’nın bu mikrobiyoloji laboratuvarlarının anonim ortağı olduğu öğrenildi. Ama su yüzüne çıkanlar bunlar mı? ABD virüsle başa çıkamadı ve Vietnam savaşında verdiği kurbanlardan fazlası kendi topraklarında öldü ki, New York sokakları ceset dolu. Amerika, 1861-1865 yılları arasında yapılan İç Savaştan beri böyle bir trajedi yaşamamıştır. Yakın bir zamanda Amerikada bir iç savaş olması bekleniyor.
Şu da unutulmamalıdır. Vietnam’dan 50 bin ceset getiren ABD, hemen ardından tımarhanelere düşen 150 bin gaziye baktı. Şimdiki ölülerin sayısı ise henüz bilinmiyor, üstünde ekonomik ve mali çöküş ve ardından devlet olarak parçalanması sırada… İşte ABD Ortadoğuyu bırakmak zorunda kalacak ve bu boşlu kim dolduracak dersiniz Türkiye. Evet Türkiye Türk Cumhuriyetlerini de içine alarak yeni bir oluşuma-birliğe gidebilir. Hatta bu Birliğin içine İrak-İsrail-Suriye de girerse hiç şaşmanıza gerek yoktur…
“Breksit” ardından, korona virüs belasını da ensesine almaya çalışan Avrupa Birliği de sıkıntılı bir 2020 yaşıyor. İtalya, İspanya derken, Fransa’da sosyal sarsıntılı aylar geçiriyor. İMF, Avrupa Merkez Bankası ve Dünya Bankası’ndan “maske ve dezenfektan alamayan” vatandaşa uzanan yolun çok uzun olduğuna hepimiz inandık. Müftülüklerin dağıttığı Ramazan iftar ve yardım paketleri dışında elini cebine sokan olmadı. Halkın hükümetten ve belediyelerden beklentisi yok. Totalitarizm yıllarında dünyaya gelen ve “liberal-demokrasi” döneminde yönetime yerleşen kadrolardan “hayır işi” beklemek zaten yanlış olurdu. Bu tüm azınlıklar için geçerlidir.
T.C. Sofya Büyükelçiliği, Burgaz ve Filibe konsoloslukları bu defa da zor gün dostu.
Bulgaristan Müslümanları “bu da geçer” sloganı altında bu defa da birleştiler. Korona virüsle mücadele Türk Dünyası’nın ortak davası haline geldi. Türkiye ekonomisini ve sosyal sistemini acil yardım rejimine dönüştürdü ve yeniden örgütledi. Daha ilk Corona-19 görüldüğünde Türkiye Cumhuriyeti ÇİN’e ardından İtalya, ABD, Fransa ve İngiltere de olmak üzere 54 ülkeye yardım gönderdi. Yenidünyanın yeni büyük motorlarından birinin Yeni Türkiye olacağından artık kimse kuşkulanmıyor. Açılan ufukta Büyük ve Güçlü Türkiye var. Büyük Türkiye’nin hünerli önderi Mazlumların sesi Sayın Recep Tayyip Erdoğan var! Türk Milletinin yeniden ayağı kalkışı bu Milletin tekrar dirilişine şahit oluyoruz. Allah güç kuvvet ve moral versin. Dualarımız sizlere. Her zaman yanınızdayız. Yolunuz açık zaferiniz kutlu olsun.
Saygılarımla,
Gazeteyi Okumak İçin: https://sites.google.com/bulturk.org.tr/e-bulturk/2020