Tarih: 04 03 2018
Konu: 3 Mart 1878’de, Bulgaristan kurtarılmamış, bağımsızlığını elde etmemiş ve birleşmemiştir.
Bulgarların Gözüyle 3 Mart
(Birinci Bölüm)
San Stafano Antlaşması, Bulgar halkını 140 yıl aldatmak için kurulan bir kapan, hayal kaynağı ve araçtı.
FOTO: Aleksandır Yordanov. Bulgaristan Halk Meclisi Başkanı, Bulgaristan’ın
Makedonya ve Polonya Büyük Elçisi
Birinci bölüm:
Büyük şair ve siyaset adamı Penço Slaveykov şöyle demişti: “Kurtarılanların özgürlüğe olan ihtiyacı, bir köleninkinden çok daha fazladır.” Slaveykov haklıdır ve biz onun sözlerine inanmak zorundayız. Çünkü anlam taşıyan, ancak bilince işleyen özgürlüktür. Sözde ”Kurtarıcının” ayakları arasında sürünülen yerde, özgürlük diye bir şey yoktur.
3 Mart 1878 tarihinde, kendilerine sözüm ona “kurtarıcılar” denilerin hiç birinde özgürlük bilinci yoktur. Onlar kendileri özgür olmayışlarının bilincinde olmasalar da, özgür değillerdir. Güya “kurtarıcı” kendi imparatorluğunda özgür düşünen insanları kovuşturuyordu. Rus Çarı’nın ordularında işgal ettiği ve esir edip “köleleştirdiği” halklardan askerler savaşıyordu. Onların önce kendi halklarının özgürlüğü için mücadele etmesi gerekiyordu. Bu nedenledir ki, bir halk ozanımız, 1916 yılında güya “kurtarıcı” Ruslara şöyle seslenmişti:
“Ah kardeşlerim, ne kadar istediğimi bilemezsiniz!
Yaşamanızı ve ölmenizi, kendi vatanınız için, bizim gibi!
Ah zavallı kardeşlerim benim, bir bilseniz ne kadar istediğimi!”
Bulgar milli kurtuluş teorisi (doktrini) “özgürlüğümüzü” başka birinin hediye etmesini öngörmemiştir. Prof. Spiridon Kazanciev’in daha 1928’de yazdıklarında, hafızamızda tarihin kararması öngörülmemişti. Çünkü biz belleğimizde tarihimizi yaşattıkça bir gün egemen bir halk olacaktık. Fakat tarihimizi değiştirdiğimizde, yabancı bir güç hafızamıza hakim olmaya ve bizim işlerimizin nasıl yapılacağına akıl vermeye başlar. Prof. Kazanciev, bu olduğunda biz yaşadığımız yılları bile” başkasının geçmişini ölçüp biçen olaylara göre” saymaya başlarız, dedi. 1944 – 1990 yılları arasında Bulgaristan tarihi baştanbaşa değiştirilmişti ve acılı yıllar yaşadık. Belirli ölçülerde, tarihimiz bugün bile değiştiriliyor.
Bu değişikliğin bir kısmında biz milli-kurtuluş üstüne bilgilerimizin yerini, sözde “kurtarıcıya” minnettarlıkla dolduruyoruz. Bundan dolayı bizim artık kurtarıcımızın Rus İmparatorluğu olmadığını söyleme zamanımız gelmiştir. Bizi kurtaran, doruğu 1876 Nisan Ayaklanması olan, milli kurtuluş hareketinde ifade bulan Bulgar halkının özgür olma iradesidir. Bu olaydan çok daha önce Vasil Levski bu konuda şöyle demiştir: “Başka birinin kölesi olmayacak, soyumun da olmasına yol vermeyecektim.” O, “kurtarıcımızın” bizi köleleştireceğini biliyordu. Bundan dolayıdır ki, Bulgar özgürlüğünün havarisinin yazılı mirasında ve onun için yazılan eserlerin herhangi birisinde, onun “Rusofil” (Rus sever) olduğuna ya da Rusya’nın bizi “kurtarmasını” beklediğine işaret eden tek bir satır yoktur. Böyle bir umut ışığı da yoktur. Olmuş olsaydı, şimdiye kadar “bayrak” yapılır ve her yerde dalgalandırılırdı. Evet, yoktur!
3 Mart 1878’de Georgi Sava Rakovski, Hacı Dimitır, Stefan Karaca, Vasil Levski, Hristo Botev, Panayot Volov, Angel Kınçev, Georgi Benkovski gibi havariler artık bu hayattan gitmiştir. Todor Kableşkov ve Lüben Karavelov da kısa bir süre sonra hayata gözlerini yummuştur. Bu şahsiyetler Bulgar milli kahramanlarıdır. Fakat dava arkadaşlarından Stefan Stanbolov, Zahari Stoyanov ve diğerlerin onların özgürlük davasını devam ettirmekte kararlıdır. Bu öncüler güya “kurtarıcılarımızla” yüzleşme yaşayacaklardır. Ne ki onlar minnettarlık alkışlarıyla boyun eğmeyi kabul etmeyip dava arkadaşlarının mücadelesini sürdürmüştür. Onlar, Rusya’nın bize kendisini göstermeye çalıştığı gibi biri olmadığını anlamıştır. Bir de, Bulgar önderlerin, kendi halkı hakkında düşünürken, Rusların aklıyla düşünmemesi gerektiği sonucuna varmışlardır. Zahari Stoyanov bu gerçekleri herkesin kolayca anlayabileceği bir dille anlatmayı başarmıştır:
“Rus ayağının toprağımıza bastığı an, kurtarıcımız ve himayecimiz sözlerinin ilk kez söylendiği an lanet olsun. Aman be, aman! Moskovculuk çok kötü bir şeydir… Adamlar bizden Moskovcu ve daha bir şeyler yapmak istiyorlar, çılgın insanların icat edebileceği tüm kötülükleri bize yapmak istiyorlar.”
Ben bu sözleri bu kadar sert söylemek istemesem de, artık söylenmiş ve belgelenmiştir. Öyle ki 1877-78’deki Rus-Türk “kurtuluş” savaşında Rusların hedefinde olan bizi kurtarmak değil, topraklarımızı işgal etmek yani Osmanlı imparatorluğundan bir parça toprak koparıp orada kendi egemenliklerini kurmaktır. 1878 Bulgar “kurtuluşunda” bağımsızlık diye bir şey yoktur, yeni bir yabancı egemenliği tesis edilmesi için denemede bulunulmuştur. Ve bu gerçek adına “San Stefano Antlaşması” denen olayda gün ışığına çıkmıştır.
San Stefano Antlaşması
Bu, savaş halinde olan iki tarafın ateş kes sağlaması için önceden imzaladıkları bir tutanaktır. Bu evrakta “Bulgaristan’ı kurtarma” gibi bir kavram yer almaz. Aslında bu isabetlidir, çünkü Rus tarafın hedefinde Bulgaristan’ı kurtarmak diye bir şey yoktur. Osmanlı topraklarından bir parçaya el koyman, Rus tarafının amacına ulaşma aracıdır. Ruslar, hiçbir engelsiz Boğazlara ulaşmak istemiştir. Bunun anlamı ise, Rus emperyal işgalci siyasetinin “sıcak denizlere” açılan yollarda, kendilerine engel olacak başına buyruk, egemen siyaset uygulayan başka bir devleti görmek istemeyişidir. Bunların istediği, Çar’ın izlediği siyasetten bağımlı ve kontrol edilen “otonom” bölgeler olmasıdır. Hedef budur.
Propaganda başka bir şeydir. Politikaya değişik elbiseler giydirebilir. Bulgarlar için bu elbiseye “kurtuluş” adı verilmiştir. Rus bilim adamları ”Büyük Rus Ansiklopedisine” şu sözleri yazarken, bunun böyle olduğunu itiraf etmişlerdir: “Rusya’nın Çar hükümeti, Türkiye ile savaşta istilacı hedefler peşinde değildi, fakat bir kurtuluş savaşı sloganını da elinden bırakmadı.” Şöyle ki, “kurtuluş savaşı” ancak ve yalnız bir slogandan farklı bir şey değildir.
Bu slogan “halk kitleleri” için düşünülmüştü. Elit tabaka, Çar erkanı, askeri komutanlar hedefi biliyordu. Ve bu hedefe San Stafano Antlaşmasında ve daha sonra bu hedefe bağlı kalmışlardır. Bu anlaşmanın altında, o zamanlar Rusya imparatorluğunun İstanbul Büyükelçisi’nin imzası bulunduğuna göre, 1914’te Sank Peterburg’ta yayınlanan diplomat izlenimlerinden okuyalım: “Karadeniz Rusya’ya dar geliyor. Bu denizin çıkışını Rusya’nın ele geçirmesi gerekirdi.İmparatorluğun güneyinde huzur ve gönenç sağlamak için olduğu kadar, politik ve ekonomik nedenlerle de Boğazları direk ve dolaylı olarak ele geçirmemiz gerekiyordu.” Rus diplomat şöyle devam ediyor:
“İktidarımızın güçlü olması ve bize devamlı gerginlik yaşatmaması için, komşu bölgeleri sürekli manevi baskı altında tutarken, bir yandan, Bulgar ve Yunan nüfusu, öte yandan da Ermeni nüfusu Rus siyasetinin uslu aracı ve müttefik ederek, düşman tarafa geçmeleri olanaklarını kesin yok etmek gerekir.” San Stefano Antlaşmasının mimarı, diplomat ve politikacı Nikolay P. İgnatiev bunları düşünmüştür. Sıradan Ruslar bu siyasi “felsefeyi” şöyle anlamıştır:
“Tavuk bir kuş değilse, Bulgaristan da sınır dışı değildir.”
Resmi Rus propagandası yıllarca bunu ikna etmeye çalıştı. Bulgaristan’da bu Rus felsefesini benimseyen ve savunan siyasetçiler varı ve bugün de var. Onlar, Bulgaristan “kurtarıldığından” dolayı Rusya’ya ebediyen minnettar olmalıdır ve bu sebeple Rusya’dan bağımsız siyaset yürütemez ve yürütmemelidir, ayrıca Rusya ile eşit haklı ilişkileri olamaz. Bulgar siyaset ve devlet adamları şerefli duruş sergilediklerinde ve Rusya ile ilişkilerde Bulgar milli çıkarlarından yana tavır takındıklarında, Kremlin onlara “düşman” muamelesi yapıyor. Rusya’nın Boğazlar yolunun açık tutulmasını ve kontrol edilmesi engellendiğinde ise, Bulgaristan’a karşı art arda saldırılar düzenleniyor, baskı yapılıyor, darbeler yapılıyor, terör olayları patlıyor, “devrim” ithalleri yapılıyor, ülke işgal ediliyor, katliamlar düzenleniyor, toplama kampları açılıyor ve baskı ve terör uygulanıyor, zulüm yaşanıyor. İki defa devletimiz yok edilmeye ve “Sovyet Cumhuriyeti”ne dönüştürülme denendi. Bu denemelerin işgalcinin Bulgar hademelerinin eseridir. Fakat bu tabloyu değiştirmiyor.
Son hedefte olan,
Bulgaristan’ın, İmparatorluğun Tuna kümesinde “gıdaklaması”dır.
Bu hedefin gerçekleşmesi için Rus İmparatorluğu diplomatik hazırlıklar yapmıştır. Daha sonra Tahran, Yatla ve Posdam görüşmelerinde Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği de aynısını yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu ile sabaşa girişmezden önce Rusya Reichschtad’da (Haziran 1876’da) Avusturya Macaristan’la gizli askeri anlaşmalar imzalamış ve daha sonra toplanan Berlin Konferansında (Temmuz 1878) bu anlaşmalar uygulanmıştır. Berlin Anlaşmasının (2. maddesinin “b” fıkrasında) Avusturya Macaristan ile Rusya’nın Balkanlarda büyük bir Slav devleti kurulmasına olanak tanımayacağı ön anlaşması yer almıştır. Büyük Slav devleti kurulmasına gerçekten olanak tanınmamıştır. Burada, Rusya-Osmanlı “Kurtuluş Savaşının” patlamasından yıllar önce, Rusya’nın daha sonra adına “San Stefano Bulgaristan’ı” denen Bulgar devletinin kurulmasından peşin vazgeçmiştir. Rusya ile Avusturya Macaristan arasında Budapeşte’de yapılan başka bir konferansta ise Reichschtad anlaşması maddelerinin uygulanması konusunda mutabık kalınmıştır. İşte burada San Stefano Anlaşmasının bağlayıcı (uygulanması zorunlu) olmadığı ortaya çıkıyor. Üçüncü gizli sözleşme ise İngiltere ve Rusya arasında imzalanan Londra Sözleşmesidir ve bu da Berlin Konferansı hazırlıklarından bir adımdır. Bu sözleşme’de Bulgaristan’a Ege kıyılarına çıkma hakkı tanınmaması, ülkenin birleştirilmesi isteniyor ve maddelerinin birinde de Bulgaristan’daki Rus askeri birliklerinin kalma süreleri üzerinde duruluyor. Bu üç sözleşme “San Stefano Bulgaristan’ı” kurulması hayalini gömmüştür. Berlin Kongrasınde bu reel belgeler, birer birer maddeleşmiştir.
Tarihçiler 1893 yılında oluşturulan, “Rus-Tuna Eyaletinin oluşturulmasına ilişkin İşgal Fonu” gizli belgelerini içeren bir derlemeyi bilir. Bu derlemeye, Rus görevli M. Yakopson’un Bulgar Başbakan Stefan Stanbolov’a verdiği gizli belgeleri ihtiva eder. Bu belgeler, önce “Özgürlük” (svoboda) sayfalarında yayınlandı, daha sonra da Dimitır Petkov’un ön sözüyle kitap olarak yayınlandı. Sofya Belediye Başkanı, meclis başkanı ve Bulgar Prensliği Başbakanı görevlerinde bulunan Dimitır Petkov “Bu kitabı ve içindeki belgeleri okuduktan sonra “Rusofil”lerden her biri Rusyayı seven biri olduğundan dolayı utanmalı ve bundan hemen vazgeçmelidir” diye yazmıştır. Tarihçilerden Yanko Goçev şu soruyu yöneltiyor: “Rus diplomatik belgelerinde Bulgaristan’a “Rus Bölgesi” daha tam bir ifadeyle “Rus Tuna Eyaleti” denmiştir. Rusya Bulgaristan’ı sözde kurtarsa da, kendi devlet belgelerinde adını değiştirmemiş ve meşru olduğunu göstermek için “Bulgaristan” dememiştir. 13 Temmuz 1878 Berlin Konferansı kararlarında “Balkan Bölgesi” ve (Rus Tuna Eyaleti) değimleri kaldırılmış ve Rus belgelerinde “Kuzey Bulgaristan” ve “Güney Bulgaristan” (Doğu Rumeli) özel isimleri belirmiştir.
Sonuç birdir. 3 Mart 1878’de Bulgarların milli ülküsü olan özgür, bağımsız ve birleşik Bulgaristan kurulamamıştır.
Bu ön sözleşme, özgür, bağımsız ve birleşik Bulgaristan yolunu açmamıştır.
Bu bir temenni niteliğinde belgedir ve Bulgar halkının gözüne atılan bir kısım küldür. Bulgar halkı savaştan ve Berlin Konferansından önce ve sonra Rusya’nın Büyük Devletlerle imzaladığı sözleşmeleri bilemezdi.
Şuna işaret ediyorum. “San Stefano Antlaşmasının” aslı bugüne kadar açıklanmamıştır. Bu anlaşmanın metninde “işgal” , “işgal eden” ve “işgal edilen” gibi terimler kullanılmıştır. Bu, bir toprağı ele geçirmek ve üzerinde kontrol kurma” anlamındadır. Anlamında “kurtarma” diye bir şey yoktur. Bulgaristan’ın “bağımsızlığından” söz edilmiyor.
Bulgarlara ait olan işgal bölgelerinde idare eden Ruslardır.
Bulgaristan devlet olarak bağımsızlığını ve egemenliğini elde edememiştir.
Dünya devletlerinden her birinin kendi milli bayramı vardır.Bu, bağımsızlık ve ulusal egemenlik günüdür. Yalnızca Bulgaristan ile Beyaz Rusya “kurtuluş” gününü milli bayram olarak kutluyor. Bunun böyle olmasının nedeni ise, bu iki ülkede siyasetçilerin “özgürlük”, “bağımsızlık” ve “ egemenlik” kavramlarını içerik olarak kavrayamamış olmalarından kaynaklanır. Rusya bile Mili Bayram olarak, Tatar Moğol işgalinden kurtuluşunun 250. yıldönümünü değil, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sona ilan ettiği egemenliği kutluyor. 12 Haziran 1990’da Rusya Federasyonu Halk Vekilleri Egemenlik Bildirisi onayladı ve o tarih Milli Bayram ilan edildi. Kurtuluş günü değil, egemenlik, yani bağımsızlık günü Milli Bayram oldu. Biz, yabancı bir devletin iç işlerimize müdahale ettiği bir günü neden Milli Bayram olarak kutluyoruz? Neden Milli Bayram gününü bir Uluslar arası kutlama gününe dönüştüren dünya ülkesi yalnız biziz? 3 Mart, hareket halinde olan bir olay değimlidir, devamlı değişiklik göstermemiş midir. Geçici bir süreci sembolize etmiyor mu? 112 yıl Bulgar halkı 3 Martın bir Milli Bayram günü olacağını düşünmemiştir. Bu, Komünistlerin iktidarda olduğu 1990’da oldu. O zaman Bulgar halkı 9 Eylül 1944 tarihinin, yani Bulgaristan’ın Sovyet Ordusu işgaline düştüğü tarihin daha öte Milli Bayram olarak kutlanmasının imkansız olduğunu anlamıştı.
“San Stefano Bulgaristan’ı” egemenliği olmayan, işgal edilmiş bir “Balkan Bölgesi”dir. Bulgar Prensliği’nin “otonomi” statüsü bağımsızlık değildir. Prenslik, Sultan’a bağımlı ve Rusların işgalindedir. Günümüzde bu biçim devlet yönetimine protektora (protektörlük) denir. Bulgaristan durumunda protektör Rus imparatorluğu’dur. Bir “protektör” devlet olarak Rus devletinin ödevi, milli Bulgar idaresinin özgürce idare etmesini engellemektir. Yerli idare kontrol altında ve bağımlı durumdadır. Dış siyaset ve savunma Ruslara bağlıdır. Dış ticaret ilişkilerini yönlendiren de Ruslardır. 6 Eylül 1885’te Prenslik ile Doğu Rumeli birleşene kadar durum budur. O güne kadar Savaş Bakanlığı Rus generaller ve subaylar tarafından idare edilmişti.
“San Stefano Antlaşması” Bulgar halkının onlarca yıl aldatılmasında kullanılan bir kapan, bir tuzak, hayal ve araç olmuştur. Bu anlaşma metinleri, onun bu rol için kaleme aldığını gizlememiştir. Bu bir “önsözleşmedir.” Bulgaristan, ancak Berlin Konferası’nda haritalara Bulgaristan adıyla girmiştir. San Stefano’da “Balkan Bölgesi” olarak geçerken, Berlin Konferansında “Bulgar Prensliği” adını almıştır.
Devam edecek.
İkinci Bölüm: Kurtuluş mu yoksa zorlama mı. “Kurtarıcı” olan biri para dilenmez.
Paylaşmayı unutmayalım.
Faktor.bg sayfasından Raziye Çakır tarafından Türkçe’ye çevirilmiştir.