Tarih: 21 Eylül 2019
Yazan: Rafet ULUTÜRK
Konu: Anadilde okul eğitimi ve azınlık haklarımız için sert bir mücadelenin eşiğindeyiz.

Bulgaristan’da 2019/20 ders yılı açılışında birinci sınıfa gelen 20 bin çocuğun tek kelime Bulgarca bilmediği ortaya çıkınca, Bulgar devletinin afacanların eline sıkıştırdığı Bulgarca kitapların işe yaramayacağı anlaşıldı ve ulusal çapta tartışma açtı. Paket halinde kitapları alan çocuklar annelerine mahzun gözlerle, “Bunlar ne?” diye sordular.

Ne desem acaba!” telaşı içinde, anneler boynu bükük, gönlü kırık, üzgün ve endişeliydiler.

Ders yılının aşılış törenlerinde, besbelli Bakanlık emriyle olacak, okul duvarına boydan boya NEFRET SÖYLEMİ YASAK pankartı uzatıldı. Bulgar faşizminin damarında dolaşan kan nefret söylemindedir. Bulgaristan’da bunun ustaları ve hocaları VMRO başkanı Krasimir Karakaçanor, VMRO Başkan Yardımcısı Angel Cambazki, “Ataka” partisi lideri Volen Siderov ve “NFSB” partisi lideri Valeri Simyonov’tur. Bu partilerin sağ ve sol uçtan olmaları “faşist” ve “ırkçı” olmalarına engel değildir. Türk düşmanı olmaları “faşist ve ırkçı” olmalarına en büyük kanıttır.

Bizim memlekette, etnik azınlık okullarının (Türk okullarının, medreselerin, dershanelerin) devletleştirildiği ve özel okullarımızın yasaklandığı 1958 tarihinden beri yani 61 yıldır nefret uygulanmasına özgür alan açılabilmesi için “nefret söylemi yasak” pankartı duvar kâğıdı yerine kullanılmaktadır.

Kıdemli öğretmenlerimizden Galip Sertel Hocam bu trajediyi derin hüznünü gemleyip şöyle dile getirdi:

Çarmıha gerilmiş ağlamakta zaman
Mezar taşları kırılmış gömütlükte
Feryat ediyor sükût içinde yatan
Kıyamet günleri gelmiş değil
Çocuğun isyanı bitmiş değil.

Bu Bulgaristan Müslümanlarının toplumsal gerçeğidir. Okullarımız bu facianın yalnızca bir halkasıdır, ne var ki, geleceğimizi belirleyen olduğundan dolayı çok önemli, olmazsa olmazımızdır. Okul mücadelemizi hiçbir şey durduramaz, engelleyemez…

Biz bugün Bulgaristan’da yaşayan Müslüman Türkler yani Bulgar Eğitim ve Bilim Bakanı Vılçev’in “anadili Bulgar olmayanlar” kategorisine girenler, aslında durumları cidden acınası olan insanlarız. Fakirler, zavallılardır, iki ucunu bağlayamayanlarız, yaklaşan kışa odun alamamış ailelerdendir.

Her sayfasındaki ırkçılık kokusu buran direği kıran 1991 Bulgar Anayasasında (Türk milletvekilleri tarafından imzalanmamıştır) “Anadili Bulgarca Olmayan” vatandaşlar tanımı (tarifi) yoktur. Bakan, Türkler, Romenler, Millet, (Çingeneler) diyemiyor bu vatandaşlarımıza. Resmi Bulgar makamlarının ağzında onlar “ataları İslamlaştırılmış vatandaşlar”. Bulgarlar da devlet ve millet olarak sözde bizim Müslümanların “kurtarıcısı” olduklarını iddia ediyorlar. Şöyle yani bir defa Ruslar bizi Osmanlıdan (dedelerimizden) “kurtarmış”. İkincisi de Bulgarlar sayesinde “İslamlaştırılmış Bulgar olmaktan kurtarılmışız.” Biz Türkler güya “iki defa kurtarılmışız da”, anlaşılan 2 defa da kölelik zincirine bağlanmışız…

Okulları, medreseleri, okul bahçeleri, oyun alanları, alfabeler, kitaplar, kaz tüyler, divitler, okkalar, tükenmezleri ellerinden alınmış, ateşe atılmış külü savrulmuş zavallı insanlarız. Tarihte ancak kölelere karşı olan bu yaklaşım XV. ve XIX. Yüzyıllar arasında Afrika kıtasında yaşanmıştır. Bütün kıta kör cahil, ayak ve kol bilekleri kelepçelenmiş, boyunlarında ise başka kelepçe ve zincirler… Kelepçeler bizim dilimize ve zihnimize vuruldu. Zincirleri 140 yıldan beri soruyoruz. Bir yere varamadık. Tarihte gelişip biçimlenmiş öz kimliği olmayan bir millet olan Bulgarları azınlıklardan oluşan “köle sahibi eden” Rus Çarına ve Sovyet devlet ve komünist partisine (SBKP) sonsuz minnettarlık ifadesi olarak 2020 yılında  Rusya Federasyonu Başkanı Vladimir Putin Bulgaristan’a davet edildi. Bulgarları esir alıp sıcak denizlere çıkmak için 1877’de Osmanlıya saldırı savaşı yapan, Tuna’yı geçtikleri yer olan Sviştov (Ziştovi) şehrinde sözde “kurtarıcı” Çar II. Aleksandır’ın 6 metre yüksek bir at üstünde anıtı dikilmesi hazırlıkları sürüyor. Anma törenlerinin yapılacağı tarih, köleleştirildiğimiz gündür. Şu da var. Biz Müslümanlar ve Bulgaristan’daki azınlıklar, kendilerini “köle sahibi” zanneden aslında kendileri de “köle” olan, Bulgar kölelerin, ve onların derip çattığı devletin de hepimiz topluca köleleriyiz. Bizim için bu katmerli köleliktir ve 140 yıldan beri çökmektedir ve çöktükçe hepimizi daha da ezmektedir. Vatandaşlardan yarısının yurtlarını terk etmesine başka bir anlam verilemez… “Türk” sözü ve “Türk dili” kavramı gibi “köle” ve “katmerli köle” kategorileri de Bulgar anayasasında olmasa da, hayatta var ve zincirleri sürüye sürüye yaşamak zorundayız.

1878’den beri durumumuzun tarifinde şu da var. Devletten süresiz “savaş tutsağı” muamelesi görüyoruz. Başımıza gelenler ancak büyük bir savaşta esir düşenlerin başına gelebilir. 1500 köyümüzü, 2700 okulumuzu kaybettik. 40 binden fazla öğretmen, eğitmen, okul müdürümüz, aydınımız göçe zorlandı,  yok oldu. Afrika’daki kölelerin aralarında anadillerinde konuşmaları yasaktı. Başka dil bilmediklerinden bir tek susma hakları vardı. O da hiçbir belgeye işlenmemişti. Seçme ve seçilme hakları yoktu. Ancak ıslık çalıyor ve burunlarından çıkardıkları sesle müzik yapıyorlardı. Günümüz  “çalgacıları” gibi…

Kölelere para cezası kesilmiyordu. Çünkü onların parası yoktu. Bizde durum farklıdır. 1989’da 5 (leş) leva olan Türkçe konuşma cezası 2019’da 2 400 (iki bir dört yüz) levaya çıktı. Bulgar makamları, kurumları, adalet ve yargı bu konuda itiraz kabul etmiyor.

Soruyorum: Tek söz Bulgarca bilmeyen birinci sınıf öğrencileri ne yapacaklar? Okulda aralarında Türkçe konuştukları için onlara kesilecek cezaları kim ödeyecek? Yoksa Bulgar okullarının birinci sınıfında 2019-20 ders yılında öğrencilerle öğretmenler kafa sallayarak ve el işaretiyle mi “konuşacaklar”?!

Cahil kalmamızdan, budalalaşmamızdan, serserileşmemizden, divaneleşmemizden ve dolayısıyla aptallaşmamızdan memnun ve hatta mutlu olduğunu gizleyemeyenlerin başında hiç kuşkusuz 126 yıldan beri İç Makedon Devrim Hareketi (VMRO) ismi ardına gizlenenlerin gorgor-başlarından Angel Cambazki geldi. Devlet ve belediye okullarında Türkçe okunmasına en sert tepki verdi ve ateş püskürdü. 2019 Mayısında ikinci kez seçilen ve Avrupa Parlamentosu (AP) milletvekili olan Cambazki’nin Balkanlı olduğunu soyadı ele verirken, soyunun yarımadamızın neresinden geldiğine de, dini yortularda giydiği beyaz kısa etekli, ayakları çarıklı Ege Yunan giysileri ve belini saran kırmızı kuşağı sıkan siyah kemere taktığı kılıflı kama işaret ediyor.

21 Eylül günü VMRO ırkçı yönetimi Cambazki’nin 27 Ekim günü yapılacak yerel seçimlerde Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanı adayı gösterildiğini açıkladı. İyilikbilmez ve nefret söylemi dolu kimliğini açarken, bu defa Sofya kenar semtlerinde yaşayan ve sayıları artık 400 bin olan Romanlar-Millet ve 25 bin Arap, Pomak ve Türklerle ilgili tek söz söylemedi. Geçen hafta, VMRO-lu Makedonlardan en az 500 yıl önce Sofya’ya yerleşen Romenleri başkentten kovma niyetini gizlememişti.

O, 2019-2010 der yılı açılırken Eğitim ve Bilim bakanı Vılçev’in birinci sınıfa gelen 20 bin çocuğa “anadili Bulgarca olmayanlar”  demesinden sonra patladı. Bulgar okullarında Türkçe okunmasına “Anayasa’nın izin vermediğini ve bu hususta Türkiye ve Bulgar devletleri arasında mutabakat olduğunu” belirtti.

Aday gösterilmesi aşırı milliyetçiliği ve ırkçılığıyla otorite yapan Cambazki’nin belirli güçler tarafından kullanıldığını ortaya koydu. Aday yalan söylemeye başladı. Bir defa Bulgar anayasasında “yasaklayıcı” madde yoktur.

Anayasa Bulgar dilini resmi dil ilan ederken, azınlıkların anadillerini yasaklamamıştır. Bulgaristan’da azınlık nüfus çoğunluk olma eğiliminde olduğundan, konuşulan azınlık lehçelerinin önemi artmıştır.

Türk dili bir büyük kültür ve uygarlık dili olduğundan dolayı çekicidir. Türkçenin azınlıkları birleştirdiği ortadadır. Türk kimliği oluşturan bir anadil ve ulusal dil olma nitelikleri de taşıdığı için yayıldıkça yasaların ve anayasanın değiştirilmesi gerekecektir. Makedonya’da Arnavutça ikinci dil olmuştur. Düne kadar yasaklı dil olan Boşnakça devlet dili olmuştur. Şimdilik Bulgaristan’da önemi arttıkça Türk dili ikinci resmi dil olabilir. Bunu gören Halkın Şeref ve Özgürlük Partisi (HŞOP) bu isteği programına almıştır. Bu istek, Türkiye’deki 1 milyon soydaşımızın ve Batı ülkelerindeki 150 bin gurbetçimizin önemli isteklerinin başında gelendir. Avrupa Birliği ülkelerinde çalışan ve sayıları 600binden fazla olan Roman – Millet kardeşlerimiz ailelerinde ve iş esnasında kendi aralarında Türkçe konuştukları, Müslüman istemlerine uygun yaşadıkları  gibi, büyük bir dayanışma içinde yaşam kavgası veriyor ve çocuklarını vakıflara ve camilere bağlı Türk okullarına gönderiyorlar.

Kısaca, modern kültüre katılıp Uygurlaşmamızın Bulgaristan kaynaklı yolları ırkçılar tarafından kapanmış bulunuyor. Güven kaynağımız yine anavatanımız.  Türkiye ise bu hizmetleri Müslümanlık ve Türklük adına sunuyor. 2018’de ve 2019’da Türkiye Cumhuriyeti Dış İşleri Bakanımız Çavuşoğlu ve Büyükelçi Sayın Dr. Hasan Ulusoy’un Bulgar okullarında Türk dili okutulmasını ısrarla önerince, alınan tepkileri ve diplomatik gerginliği unutmadık. Mücadelemiz devam etmektedir. Cambazki, AP seçimlerinde “Prestoe” ve “Ruen” , Plovdiv ve Kırca Ali şehir ve köy okullarının hepsinde Türkçe okutulması isteklerine gösterdiği tepkide “Bulgaristan’da Türk okulu yok. Bulgar okullarında Türkçe asla okutulmayacak” dedi. Fakat Bulgar devleti 2 700 Türk Okulu yıktı, 2 535 cami, mescit ve medreseye el koydu, devlet ve belediye mülkümüzü gasp etti,  yarısını kilise, diğerlerinden büyük bir kısmını da “müze” yaparak kullanımdan aldı, demedi.

Bütün yasaklar, el koymalar, dönüştürmeler, bombalamalar ve yasalara ve mahkeme kararlarına rağmen herhangi birini iade etmeye karşı kararlı direniş sanki bir planın halkaları. Nefret yüklü böylesi bir dil, kültür ve din düşmanlığının dünyanın hiçbir yerinde görülmediğini yazmak zorundayım. Irkçı ve kültür düşmanı bir milliyetçiliği temsil eden siyasetçilere 21. Yüzyılda yer almamalıdır. Hele Sofya meclisinde, hele hele Sofya Büyük Şehir Belediye Başkanlığında ya da AP’unda. Bulgar devleti azınlık düşmanı öz siyasetini Cambazki gibi aşırı ırkçılar söyleviyle sürdürüyor. AP milletvekili Bulgaristan okullarının Eğitim ve Bilim Bakanlığı şapkası altında olduğuna vurgu yaparken, “okulların hepsi Bulgarlarındır, Bulgar devletinin ve Bulgar belediyelerinindir,” azınlıkların “okul hakkı yoktur” demekten çekinmiyor. Dili dönse “siz kölesiniz, biz ne dersek o olacak, kör cahil kalmak kaderiniz,” demek istiyor da, henüz dili dönmüyor.

Kendisini Bulgaristan çıkarlarının savunucusu sayan ve bunu resmen beyan eden bu haydut voyvoda kalıntıları, İkinci Balkan Savaşında (1913) ve Birinci Dünya Savaşı’nda (1914-18)  Bulgar Ordularının yenilgili Makedonya çarpışmalarından sonra Ege ve Vardan Boyundan kovulunca 39 000 kişi olarak Bulgar Krallığına sığındılar.

İlk boy gösterişleri, 1913’te Çar Ferdinand’ın Batı Rodoplar’da Pomakların isim, baba adı, soyadı ve din, dolayısıyla kimliklerini değiştirerek Müslüman’dan Hıristiyan ve Türk’ten Bulgar yapma saldırılarının taşa çarpmasından sonra dal budak saldı. Onlar Rodop Dağlarında Çar çıkarlarını savunan çapulculardı. Giderek kiralık katilliği üstlendiler. Büyük sayıda yerlinin köylerinden kovulmasından sonra  “adalet dağıtıcı” rolünden hırsızlar olarak kol gezdiler.  Savaş cephelerinden kaçırdıkları silahlarla boy gösterip Haydut Çeteleri kurdular. 1923’te Bulgar Halk Çiftçi Birliği’nin başkanı, Başbakan Aleksandır Stamboliyski öldürdüler. Daha önce Başbakan Stanbolov ile Maliye Balkanı  Belçev’ı de Makedon mülteci haydutlar tarafından öldürüldüler. Moskova (Komintern) uluslar arası terör örgütüne para ve silah karşılığı kulluk ettiler. 1925 askeri darbesine katıldılar. 1934’te VMRO yasaklandı. Silahları toplandı. 1944’te yöneticilerin bazıları imha edildi ve 1990’a kadar yasaklı kaldılar. 1991’den sonra VMRO- sempatizanlılarını derneklerde örgütlediler, Bulgar Ulusal Hareketi  (BUH) oluşturdular. “Yurtseverler” olarak ünlenmeye çalışırken, 2017 seçimlerinden önce, aşırı soldan gelen ve Moskovçu olduğunu gizlemeyen “Ataka” Partisi ve 1913’te Türkiye Trakya’sından Bulgar Krallığına geçen ve Burgaz, Yambol ve Haskovo illerine yerleşen Bulgarları  derneklerde örgütleyerek “Bulgaristan’ı Kurtarmak İçin Milli Cephe” (NFSB) partisi ile birlik olup sözüm ona “Milli Cephe” kurdular  26 Mart 2017 seçimlerinde üçüncü siyasi güç oldular ve GERB partisiyle hükümet ortaklığı oluşturdular.  Bu ortaklıkta VMRO Başbakanı Krasimir Karakaçanov Başbakan Yardımcısı ve Savunma Bakanı görevleriyle birlikte birçok kurumu elinde topladı.

Bulgaristan Müslümanlarının boynuna 1878’de takılan kölelik zincirini çıkarmamak şartını kabul ettiği için kurulmasına onay verilen Hak ve Özgürlükler Hareketi (DPS – HÖH) partisinin 1990’lı yıllarda gizli devletle ilişkilerini VMRO-subayları üzerinden yürüttü. Ayrıca Başkan Ahmet Doğan’ın daha 1992’de VMRO’nun en yüksek ödülü olan “Altın Yıldız” ile ödüllendirildiğini düşündükçe, 57 yıl yasaklı olan bu partinin Moskofçu olduğunu düşünen de olmuştur. Fakat VMRO ve HÖH partisinin meclisteki oylarını birleştirip son 75 yılda ilk kez ABD F-16 savaş uçaklarından 8 adet almak için 2.2 milyar leva ödeme yapması ve aynı zamanda “Türk Akım” gaz boru hatlarının Bulgaristan üzerinden geçmesi için 2.4 milyar yatırımda buluşmuş olması – üstüne üstelik Angel Cambazki’nin Bulgaristan Türklerinin en ilke insan haklarının verilmesine karşı direnişleri – normal insanları gerçekten şaşırtabilir.

Bu gelişmeler, 2019’un Eylül ayında memleketimizdeki hangi siyasi yapılanmaların ipi Kremlin’e bağlı sorusunu sormamıza neden oluyor. Toplumsal yapı içinde çürük diş kökü olarak gördüğümüz, Bulgaristan’ı SSCB’ne 16. Cumhuriyet olarak bağlamak isteyen Bulgaristan Komünist Partisi’nin (BKP) kuaföre uğramış şekli olan Bulgaristan Sosyalist Partisi (BSP) ile ABV partisine değinmeden, bazı başkalarına de değinmek istiyorum.

Örneğin çok yakına kadar, Kremli’nin Bulgar Romanlardan (Çingeneleri) savcı Toma Tomov’u  “Avrupa Güvenliği ve Bütünleşme” (Roma) adlı bir siyasi parti kurmaya sıkıştırdığını bilmiyordum.

Bulgaristan’da sözüm ona “demokrasi” döneminde, DPS “fahri” lideri, Rusya’nın 1990’lı yıllarda Bulgaristan’daki ekonomik kalın enseliler modülü olan “Multi Grup” yönetim kurulu üyesi olan Ahmet Doğan’ın emriyle ve “sarayda” öldürülen Ahmet Emin’in imzasıyla, gazeteci Volen Siderov’a verilen 1 600 000 leva ile kurulan “Ataka”  Partisi 3 yıl önce “Çingenelerden sabun yapmak istediğini” gizlemezken, şimdi sustu.

Kremlin’e bağlı olup Bulgaristan’da cirit atan güçler, “Trakya Derneklerinden”  Moskovçu bir parti kurmaya yıllarını vermişler, ama bir şey çıkmamış. Bu derneklerin yönetimine BSP’li aktör Prof. Stefan Danailov ile birlikte, halen Momçilgrad (Mestanlı) Belediye Başkanı görevi için seçim yarışmasına katılan Sali Şaban’ın da Moskova’ya bağlı “Trakya Dernekleri” yönetimine katıldığı ilgi çekicidir. Çünkü bu dernekler de Bulgaristan Türkleri hak ve özgürlüklerinin verilmesine karşı baş kaldıran ve her hamlemize karşı çıkan güçlerin başında gelir. Özgür yaşamamızın özünü köreltmek isteyen ve Avrupa Konseyi’nin “faşist” dediği güçlerin arasında yer alan “Trakya Dernekleri”nden bir adayı DOST partisi Başkanı Lütfi Mestan’ın Mestanlı  Belediye Başkanı göstermesi de, anlaşılır gibi değildir.

Moskova’daki “Stratejik Araştırma Enstitüsü” emirlerine uyarak mecliste ayar olup denge kuracak yeni bir siyasi partiyi tam kurmaya hazırlanırken 20 bin üyesi olan Bulgar “Rusofil” hareketinin 8 kişilik yönetimi şafak sökerken yapılan baskınlarla tutuklandı.

Moskova’dan gelen yoğun telefonlardan sonra teminat karşı tutuklananların stratejik önem taşıyan Bulgaristan’da yapılacak sosyolojik araştırmalar için 31 bin Euro ve kamuoyunu yeni partiye çekmek için de 2.2 milyon Ruble karşılıksız destek aldığı açıklandı. Memlekette çok enteresan bir durum oluştu. Sosyolojik anket sonuçları, vatandaşların % 75’inin Rusofil olduğunu, % 51’inin “Çalga” müziği dinlediğini, % 62’sinin Batı ülkelerindeki gurbetçilerimizden gelen1. 250 000 000 Euro’dan aldıkları payla geçindiklerini, 430 bin kişinin çalışmadan maaş aldığını gösterirken, bu vatandaşların “anadili Bulgarca olmayan” 20 bin evladımızın devlet okullarında birinci sınıfta anadilini öğrenmesine neden susarak karşı olduğunu ve yalnız Angel Cambazki’nin bir çakal gibi havladığını anlamak kolay değil.

Hakikatten ipler kimin elinde?

Yoksa kölelik zincirleri çoktan küflenmiş ve kesip atılacak zaman gelip geçmiş de bunu yapacak birileri mi yok!?

Paylaşmaya önem verelim.

Okuyanlara paylaşanlara teşekkür ederim.

Reklamlar